Kürtler kamplara toplanıyor, Kürtler denetim altında

Irak’ın, Saddam diktatörlüğü altında emperyalizme boyun eğmesi ve Güney Irak’ın emperyalist-gerici Koalisyon ordularının işgaline girmesi, emperyalistlerle savaş şuasında da dirsek temasında olan burjuva-feodal Kürt önderlerini “kolay zafer” sarhoşluğuna itti. Savaşın “bitiminden” hemen sonra harekete geçen Kürt küvetler, Kuzey Irak’taki Kürt bölgelerinin % 95’ini bir kaç gün içinde ele geçirerek “zafer şenlikleri” yapmaya başladılar. Ama emperyalist-gerici Koalisyonun ordularına karşı direnmeyen, direnme niyeti bile göstermeyen Irak ordusu, Kürtlere karşı elindeki bütün silahlarla saldırdı. Çocuk, kadın ihtiyar, savaşçı ya da sivil olmasına bakmadan Kürtleri katletmeye girişti. Saddam Kuvvetleri karşısında direnme ve savaşma cesaretini yitiren Kürt önderlerin kararsızlığı Kürt saflarında dehşet ve paniği hızla yaygınlaştırdı. Yüz binlerce Kürt, İran ve Türkiye sınırına dayandı. Açlık, soğuk, bozgunun yarattığı moral çöküntüsü içindeki emekçi Kürt yığınları, yurtsuz, silahsız ve çaresiz olarak yığınsal mülteciliğe yönelmek zorunda kaldılar. Iran ve Türkiye’ye sığınan Kürt “mülteci” sayısının 1,5 milyonu aştığı sanılıyor.
Irak’lı Kürtlerin, bugün içine yuvarlandıkları felaketin nedeni; elbette Kürtlerin ulusal özgürlük talebinin zayıflığından, bu uğurda gerekli fedakârlıklara katlanmaktan çekinmelerinden değildir. Tersine Kürtler, son yüzyıl içinde sayısız başkaldırılar, bölge gericiliğinin baskı ve terörü karşısında yılmamanın örneklerini vermişlerdir. Ama bugüne kadar, özgürlük, KKTH için giriştikleri mücadeleler hep, felaketle sonuçlanmış, bu felaketlerin baş sorumlusu feodal-burjuva önderlikler, her seferinde Kürt mücadelesinin başında kalmayı başarabilmişlerdir. Bu, son en büyük felaketin asıl sorumlusu da yine emperyalistler ve politikalarını emperyalizmin Ortadoğu planlarına göre ayarlayan Kürt burjuva-feodal önderliklerdir.
Emperyalistler, daha Körfez krizinin başından itibaren Kürt kozunu, sadece Irak rejimine karşı değil, bölgedeki diğer gerici-faşist rejimlere karşı kullanmayı amaçladılar. Kimisini Kürtlerle “tehdit” ederek, kimisini de Kürtlerin statüsünün “değişmeyeceği” konusunda “ikna” ederek politikalarını hayata geçirmeye koyuldular. Iraklı Kürt liderlerce; daha baştan itibaren emperyalistlerin politikalarına paralel bir tulum takınarak, emperyalistlerin yenilgiye uğratacağı bir Irak’ta “KKTH (!)”nı kazanacak bir çizgi izlediler.
Emperyalistlerse; gerçekte, Ortadoğu’ya, ne Kuveyt’in ne de Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı için ne de “özgürlük” ve “demokrasi” için gelmişlerdi. Onlar için tek önemli olan, Ortadoğu’daki yakın ve uzak çıkarlarıydı. Bu yüzden de, kriz ve savaş boyunca, Irak’ta, Saddam’a karşı tek muhalif güç olarak gördükleri Kürtlere göz kırptılar ve değişik senaryoların gündeme gelmesine göre de, Kürtlere karşı tutumlarını belirlediler.
Feodal-burjuva Kürt önderler ise, 40 yıldır üstlerinde oynanan oyunlardan ders almadıkları, daha doğrusu sınıf çıkarları, Kürt emekçi halkı karşısındaki konumları başka bir tutuma elvermediği için emperyalist planların ve senaryoların basit bir parçası olmaktan öte gidemediler. Beyrut’u mekân tutan Kürt liderlerin temsilcileri, savaşın sonlarına doğru emperyalist başkentleri arasında mekik dokuyarak, Kürtlerin; “kaderlerini belirlemeye” çalıştılar. Ve kendilerince artık “ayağa kalkma günü” nün geldiğine inanarak, Saddam rejimine başkaldırdılar. Sonraki olanlar biliniyor, bozgun ve Kürt emekçilerin yüz binler halinde mülteciliğe zorlanması.
Emperyalistler, Saddamlı ya da Saddamsız, Irak rejimiyle bir uzlaşma yolu bulur bulmaz, Kürtlerin arkasındaki desteğini geri çekti. Ve Saddam’a Kürt katliamı için yeşil ışık yaktı: Savaş sonrası yapılan gayrı resmi ateş kes kararında, Saddam rejiminin savaş uçakları ve helikopterlerinin iniş kalkışı yasaklanırken, Kürtlerin başarı sağlayacağı anlaşılınca, “Müttefik küvetleri tehdit etmemek koşuluyla” uçuşlar serbest bırakıldı. Burjuva-feodal Kürt önderlerin “yardım” ve Saddam’a müdahale edilmesi” çağrısına, emperyalistler, “biz Irak’ın içişlerine karışamayız, bu BM kararına ve bizim devletler hukuku anlayışımıza aykırı” yanıtı verdiler ve birdenbire, “hak”, “hukuk”, “devlet egemenliği” gibi “yüce değerler” akıllarına geldi. “Bizi Amerika ayaklanmaya kışkırttı” diye feryat eden Kürt liderlere Bush, “Beni yanlış anlamışsınız, ben öyle bir şey yapmadım, yanlış anlamışsınız” yanıtıyla karşılık verdi.
Yaşananlar bir kez daha emperyalistlere dayanarak, onların vaatlerine kanarak, ne bağımsızlık ne de özgürlüğün kazanılamayacağı kanıtlandı. Ama emperyalistler için oynanacak oyun henüz bitmemişti. Yeniden, “kurtarıcı” kılığına bürünerek sahneye çıktılar. Ama bu sefer, müdahale, “kendi kaderini tayin hakkı” için değil, “insanlık”, “insani yardım” adınaydı.
Gelişmelerden sadece Batı’lı emperyalistler değil, onların bölgedeki dayanakları da çok mutlu olmuştu. Hem Saddam yıpranmış, hem de bölgenin çıbanbaşı olan Kürtler bir darbe daha yiyerek yıpranmışlar, uzunca bir zaman “bellerini doğrultacak halleri” kalmamıştı. Artık emperyalistler ve bölge gerici rejimleri “dost”, “kurtarıcı” rolüne çıkabilirlerdi.
Öyle de yaptılar. Kürtlerin başına gelen felaket, Batı’nın basın ve yayın organlarında çarşaf çarşaf yer alınca, “timsah göz yağlarıyla” “yardım” reklâmını başlattılar. Ve Kürtler için düşünülen planın parçalan bir bir uygulamaya sokulmaya başlandı. Ve Kürtler, önce Türkiye ve İran’daki “geçici” kamplarda “korunmaya” alındı. Sonra da, Irak’ta, İran ve Türkiye sınırına yakın bölgelerde “kamplar” kurulmaya başlandı. Bu bir kaç kilometre karelik bölgelere yerleştirilecek Kürtleri ABD-İngiliz ve Fransız askerleri koruyacaktı. Bu “amaçla”, 13 bin 500 emperyalist asker ve bunlara gerekli savaş gereçleri bölgeye yığıldı. Ve bunların “güven içinde” eski yerlerine dönünceye kadar, bu kamplarda barındırılacağı açıklandı.
Ortadoğu’da emperyalistlerin “kamplarla çözüm” yöntemi yeni değil elbette. Siyonist-emperyalist saldırısı karşısında yaşadıkları toprakları terke zorlanan yüz binlerce Filistinli de on yıllar önce “kamplara” alınarak, yurtlarına “güvenlik içinde dönmek için” bekletilmişti. Ve aradan geçen bunca yıla karşın, Filistinlilerin sürgün yaşamı sürüp gidiyor. Bu yüzden de, bugün pek çoklarına bir çözüm gibi gelen “kamp çözümü”, bir halkı topraklarından koparıp, mücadeleden alıkoymanın yollarından en etkini olarak görünüyor.
Bugün Kürtler üstünde oynanan oyunun emperyalistlerin planlarının bir parçası olduğu çok daha iyi görülüyor. Bu plan, Kürtler gibi, bölgenin en diri, ama aynı zamanda bütün bölgeyi ilgilendiren bir sorunun da çözüm halkasını oluşturan bir halkı kendi denetimi altına almayı amaçlıyor. Böylece, hem bölge ülkelerine karşı şantaja başvurma olanaklarını genişletiyorlar, nemde kurt mücadelesinin emperyalistlerin çıkarlarına ters bir doğrultuda, gerçekten bağımsız ve özgür olabilecekleri bir yola girmelerine engel olmak için kozları ellerinde tutuyorlar. Üstelikte “kurtarıcı” bir rolde gözükerek. Dahası, bölgeye müdahale için, “güvenlik bölgelerini koruma” adı altında, istedikleri kadar yığınak yapacaktan bir bahane daha yaratmış oluyorlar. Kısacası, bugün hayata geçirilmeye çalışılan plan, sadece Irak Kürtleri için değil, bütün bölge halkları için sayısız tuzaklar içeren bir plandır ve asıl amacı, emperyalistlerin Ortadoğu’daki varlıklarını güçlendirmeye, onların durumlarını sağlamlaştırmaya yönelik bir plandır.
Bütün bu gelişmeler olurken, aşağılık bir emperyalist planın aleti olarak, aşağılayıcı bir yenilgiye uğrayan Irak’taki feodal burjuva Kürt önderler, durumlarını pişkince karşılayıp, yenilmiş, en az Saddam kadar onursuz olarak Bağdat’ın yolunu tuttular. Ve 1970’li yıllarda Irak rejimi’nin önerdiği bir “sınırlı özerklik” için görüşmeye oturdular. Kürt halkından gizli ve tamamen kapalı kapılar arkasında, Saddam ve Kürt liderler arasında süren görüşmeler, sızan haberlere göre, Saddam rejiminin önerisinin üstünde sürüyor ve Kürt liderler, Saddam ne verirse onunla yetinecek gibi görünüyor.
Bütün bu gelişmeler, emperyalizmle işbirliğine hazır, diğer ülkelerdeki Kürt reformcu ve revizyonistlerince de “olumlu” bulunuyor ve ABD ve diğer Batılı emperyalistlerin bölgede bulunmalarını, Kürtler için bir dayanak olarak görüyorlar. Sadece emperyalistlere neden daha önce ve daha etkili müdahale etmedikleri konusunda eleştiriyorlar. Bu çevreler “tampon bölge” ve “kampları” da Kürtler için “bağımsızlığın” bir yolu olarak görüyorlar.
Türkiye de, emperyalistlerin bu planlarının diğer bir destekçisi, hatta Cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri, bu planın kendi önerileri olduğu iddiasıyla övünüyorlar. Bu yolla “Kürt hamiliği”ni ve bölgedeki diğer amaçlarını gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlar.
Emperyalistlerin ve bölgedeki gerici rejimlerin plan ve amaçlan hayata geçer mi, Iraklı ve diğer ülkelerdeki Kürtler, bu planın gerçekleştirilmesine nasıl bir tepki gösterirler, bölgenin diğer emekçi halkları, emperyalizmin bölgeye müdahalesine daha ne kadar sessiz kalır, bugünden bu sorulara ayrıntılı yanıtlar verilemezse de şu iki gerçek bugünden açıktır. Birincisi, emperyalistlerin Ortadoğu’da kurmak istedikleri “yeni düzen” öyle kolayca gerçekleştirilebilecek bir plan olmayıp, çabaladıkça içine daha çok çekildikleri son derece karmaşık sorunlara dolandıkları bir girdaptır. İkincisi ise, Kürtlerin, kendi kaderlerini tayin hakkı için (bu bütün uluslar için geçerlidir) emperyalistlere dayanmasının bir çözüm olmadığıdır. Sadece bir çözüm değil, halklar için yeni felaketlerin kapısını açan bir yoldur bu. Bu yüzden de, Kürtler, her şeyden önce burjuva feodal önderlikleri başlarından atmak gerçek kurutuluş ve özgürlük yoluna girmek zorundadırlar. Bunun için de, emperyalizmle değil, bölgenin diğer emekçi halkları ve artık gerçek bir güç olduğunu gösteren proletarya ile birleşerek, emperyalizm ve kapitalizmle savaşmaya yönelmek zorunda olduklarının bilincinde olmalıdırlar.
Kurtuluşun yolu son yüzyılın devrimleri ve kurtuluş mücadelelerinin yoludur. Başka yol da yoktur.

Mayıs 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑