ÖZGÜRLÜK DÜNYASI’nın 27. Sayısı’nda, kapitalist toplumda, burjuvazinin, öteki alanlarda olduğu gibi, iletişim araçları üzerinde de bir tekel yarattığını, bu tekel aracılığı ile de kamuoyunu tek yanlı olarak oluşturmayı amaçladığını ortaya koymaya çalışmıştık. İletişimin başlıca aracı olarak basın ve TV’nin olay ve olguları nasıl çarpıtarak, burjuvazi lehine bir kamuoyu oluşturmayı amaçladıkları üstünde durmuştuk.
27. Sayımızdaki “İletişim tekeli ve kamuoyu” adlı yazının yazılmasından yaklaşık bir ay sonra sıcak bir savaşa dönüşen körfez kriziyle birlikte, basın ve TV’nin kamuoyu oluşturulmasından rolü ve neye hizmet ettiği çok daha dolaysız bir biçimde görüldü. CNN’in başını çektiği TV kampanyası, büyük basın tekellerinin de desteğinde, burjuvazinin sahip olduğu iletişim araçlarının, emperyalist gerici savaş kışkırtıcısı cephenin hizmetinde olduğunu açıkça sergiledi. Bu konuya geçen sayımızda-ki değişik yazılarda değinildi.
Bu sayımızda ise; burjuvazi ve gericiliğin elindeki bu devasa iletişim aygıtlarına karşı, ilerici, devrimci, komünist vb. toplumun ilerlemesinden yana olan güçlerin, burjuvazinin yığınlar üstündeki ideolojik siyasi etkinliğini yıkarak, devrimden yana bir kamuoyu oluşturmayı amaçlayan “karşı iletişim” diyebileceğimiz faaliyetten söz edeceğiz.
Emperyalist burjuvazi ve gericiliğin, yığınları uyuşturmak ve kendi lehinde bir kamuoyu oluşturmak için yararlandığı, resmi eğitim kurumlarından cami ve kiliselere, sayısız kanalları ile TV kuruluşlarından uluslararası büyük basın tekellerine, “eğlence” merkeplerinden sinema ve tiyatroya, burjuva toplumunun yarattığı alışkanlıklar, gelenek ve göreneklere vb. vb. kadar sayısız araç ve olanak karşısında burjuvaziye ve gericiliğe karşı bir “karşı kamuoyu” yaratmak olanaksız gibi görünür. Ama son bir kaç yüzyılın devrimleri, ayaklanmaları ve yerleşik düzene karşı devrimci ve emekçilerin mücadeleleri burjuvazi ve gericiliğin sınırsız olanaklarının alt edilebileceğinin, “karşı” bir “kamuoyu”nun yaratılabileceğinin açık göstergeleridir. Bu yazı boyunca da, işte bu “karşı kamuoyu”nu yaratmanın olanakları ve araçları üstünde duracağız.
İdeoloji, siyaset ve kamuoyu
Sınıflı bir toplumda, her düşüncenin bir sınıfa karşılık geldiği, bilinen bir gerçektir. Kapitalist toplumda bu durum, bütün diğer ilişkilerden ve örtülerden kurtulmuş olarak çok daha çarpıcı bir biçimde kendini ortaya koyar. Her sınıf, kendi en bilinçli temsilcilerinin oluşturduğu partileriyle siyaset arenasında yer alır. Ve bu partiler, yığınları kendi peşlerine takmak için kıyasıya bir çatışmaya girerler. Bu mücadele içinde, egemen sınıf partileri, emekçileri de kendi doğrultularına çekmek için özel çaba harcarlar. Bunun yolu ise; yığınların bilincini çarpıtmak, onların dünyaya burjuvazinin gözü ile bakmasını sağlamaktan geçer, işte bu noktada burjuvazinin elinde bulunan iletişim araçları belirleyici bir rol oynar. Çünkü son tahlilde, siyaset arenasında burjuva politikacılar, bazen birbiriyle çatışırken, bazen “gerçek” uğruna birbirinin ipliğini pazara çıkarır. Buda onların söylediklerinin yığınların üstündeki etkinliğini azaltır. Bu yüzden de “halk adamı”, “sevilen lider” konumundaki burjuva politikacı kısa süre sonra popülaritesini yitirir. Söyledikleri, yığınlarca ciddiye alınmaz, alay edilecek şeyler olarak kahve köşelerinin eğlencesi olur. Bu yüzden de, politik mücadele sahnesinin ön saflarındaki burjuva politikacılarının, kamuoyu oluşturulmasındaki doğrudan rolleri sanılanın çok gerisindedir. Politikacıların asıl rolleri, kamuoyu gündeminin maddelerini ve doğrultuyu belirlemekten ibarettir. Artık konuların işlenmesi ve yığınların düşüncelerinin biçimlendirilmesi, iletişini araçlarının çeşitli seksiyonlarında görev yapan burjuva propagandacılarının işidir. Bunlar araçları ne ölçüde iyi kullanırlarsa, kamuoyunun burjuvazinin çıkarları doğrultusunda oluşması o ölçüde başardı olacaktır.
Bu konuda, burjuva iletişim odakları “bağımsız olmaları nedeniyle de önemli bir “inandırıcılık” özelliği taşırlar. Ama bu sadece yığınları aldatmak için yakıştırılan bir “bağımsızlık”tır. Gerçekte ise; doğru olan sadece burjuva partileri karşısında nispi bir bağımsızlığa (o da bazen) sahip olmalarıdır. İdeolojik alanda ise bütünüyle burjuvazi ve onun partileriyle aynı platformda olmalarından dolayı, burjuvazi ve gericiliğe tümüyle bağlıdırlar. Bu yüzden de burjuvazinin denetimindeki iletişin araçlarının asıl etkinliği bu, “bağımsızlık”, “tarafsızlık yaftası arkasında gerçekleştirilmeye çalışılır.
Burjuva propagandacıların asıl yapmak istediği, oiay ve olguları yığınlara aktarırken onu burjuva dünya görüşüyle biçimlendirmek, gerçeğin burjuvazinin gördüğü ya da görülmesini istediği gibi görülmesini sağlayacaktır. Burjuva iletişim merkezleri, olay ve olgunun sadece görünen yanı üstünde dururken, “yorumlar” ve “uzmanlar”ın değerlendirmeleriyle olayı biçimlendirmektedirler. Dahası olay ve olgunun topluma etki derecesine bağlı olarak, konuyu, “bilim”‘in ve “sanat”ın da nesnesi haline getirerek, yığınlar üstündeki etkisini, burjuva dünya görüşü doğrultusunda artırmaya çalışmakladırlar.
Özellikle son yıllarda; burjuvazinin, güncel olayları, hatta tarihi nasıl çarpıttığına sık sık tanık oluyoruz: Sosyalizme karşı yürütülen gerici kampanyada, burjuvazi, dindeki araçları öylesine usta bir biçimde kullandı ki, iyi niyetli, sosyalizme sempati duyan çevrelerde bile, ‘sosyalizmin ebediyen öldüğü” imajını yaratmayı başardı. Bunu yaparken, sadece Doğu Avrupa ve SB’deki gelişmeleri çarpıtarak, revizyonist diktatörlükleri sosyalizm olarak gösterip kötülemekle kalmadı; eski “soğuk savaş” dosyalarını açarak bunu anti-Stalinizm ile bileştirmeyi başardı. 1968 eylemlerini bir yandan, nostaljik bir zarf içinde, sözde yüceltirken, dönemin “önderleri”ni (döneklerini demek daha doğru) yeniden piyasaya sürdü: “başkaldırının anlamsızlığı”nı, salt “gençlik budalalığı” olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Bununla da yetinmedi burjuvazi; varlığının önemli taşlarından birisi olan Fransız ihtilalini bile yeniden yargılayıp mahkûm etmekten çekinmedi. Devrimci Robespierre’i “Stalin benzeri” bir “kanlı katil” olarak mahkûm ederken, uzlaşmacı, reformcu Danton’u haksızlığa uğramış bir insan-sever, ideal bir insan olarak tanıttı. Verilmek istenen mesaj şuydu: devrimler ve devrimciler kötüdür, köklü değişiklikler istemek insanlığın başına felaketten başka bir şey getirmez; bırakalım toplum kendiliğinden nasıl bir gelişim çizgisi izlerse öyle gitsin, insanlık için en iyisi budur! Yıllar boyu, bu düşünce, dünyanın değişik köşelerindeki gelişmeler, yalan ve uzak tarihi olaylar, “geleceğe yönelik” “bilim kurgu” yapıtlar, TV haber ve dizilerinin, tiyatroların, sinema filmlerinin, resim ve edebi yapıtların konusu oldu, oluyor. Ama bütün bu konular, tek bir düşüncenin iletilmesi için biçimlendiriliyordu, bugün de öyle: devrim, sosyalizm kötüdür; kapitalizm ve burjuva demokrasisi, olabilecek toplumsal ve siyasal düzenlerin en iyisidir!
Hiç kuşkusuz ki; burjuvazi, bu, kamuoyunu kendi doğrultusunda oluşturacak devasa aygıtı işletmek için, bilim, sanat, teknoloji, din ve yayıncılığın her kolunda, yüz binlerce işinin ehli eleman, yetiştirmekten geri durmamaktadır. Ve doğrusu bu elemanlar da, burjuvazinin “verdiğini” hak etmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bu ise; şöyle bir bakıldığında, düzen karşıtı güçlerin, ne yaparsa yapsınlar, burjuva iletişim aygıtı ile başa çıkamayacağı imajını uyandırmaktadır. Nitekim, devrimci ajitasyon ve propaganda yerine “silahlı propagandayı geçiren siyasi eğilimlerin kendilerin haklı göstermeye çalıştıkları dayanaklardan birisi de, bu, burjuvazinin elindeki iletişim araçlarının gücünün “sınırsızlığı” düşüncesidir. “Silahlı propagandacılar”a göre; burjuvazinin elindeki yığınları uyuşturma ve kendi doğrultusunda kamuoyu oluşturma gücü öylesi büyük boyutlara ulaşmıştır ki, devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin ellerindeki iletişim araçlarıyla burjuvazinin etkisini kırarak, yığınları kendi doğrultularında eğitmeleri olanaksızdır. Ve bu ancak, “silahlı propagandacıların yapacağı “ses getirici eylemlerim burjuvazinin iletişim araçları aracılığı ile kamuoyuna duyurulma “zorunluluğu” ile aşılabilir, vb. vb.
Hiç kuşkusuz ki, bu düşünceler, burjuvazinin amacına ulaştığını gösteren düşüncelerdir. Çünkü burjuvazi, diğer amaçlarının yanı sıra, belki de en başta, kendi olanakları karşısında devrimin olanaklarının bir değeri olmadığını anlatmak istemektedir. “Silahlı propagandacılık” eğilimi de, keskin formülasyonlar arkasında aynı düşünceyi yinelemekten başka bir şey yapmıyor.
Kısaca söylenecek olursa; burjuvazi kamuoyunu kendi doğrultusunda oluşturmak, yığınların dünyaya burjuvazinin gözlüğüyle bakmasını sağlamak için elindeki bütün olanaktan kullanmaktadır. Doğrusu, günümüz teknolojisinin iletişim olanakları bu alanda burjuvaziye tarihte görülmemiş bir etkileme gücü vermektedir. Ama bu, madalyonun sadece bir yüzüdür. Öteki yüzde ise, halkların ve proletaryanın mücadelesi, bütün uyutma ve koşullandırma çabalarını parçalayan devrimci ajitasyonun gücü ve kapitalist sistemin her gün derinleşen çelişmeleri vardır.
“Karşı iletişim”in bir unsuru olarak devrimci propaganda
Burjuvazinin elindeki devasa propaganda örgütü ve teknoloji “harikası” iletişim araçları karşısında devrimci propaganda kendine has özellikleri ve iletişim yöntemleriyle savaşır.
Her şeyden önce, devrimci propagandanın gücü, gerçekleri açıklamaktan gelir. Ve bu gerçekten yola çıkma ve gerçeği bütün çıplaklığı ile açıklama temeli, ona, burjuva propaganda karşısında üstünlük kazandıran asıl etken olur. Emperyalist-gerici propagandanın asıl amacı ise; gerçeğin üstünü örtmek; gerçek gizlenemez biçimde ortaya çıktığında da onu çarpıtarak bulandırmayı sağlamaktır. Ama gerçek, her zaman inatçıdır ve bu yüzden de, gerçeğin düşmanları ne kadar üstünü örtmeye çalışsalar da; o, kendini öyle, olmazsa böyle bir biçimde açığa vurmakta direnir. Gerçeğin direngenliği, emperyalist-gerici propagandanın “yumuşak karnı”dır. Devrimci propagandayı güçlü kılan asıl temel de budur. Kısacası, emperyalist-gerici propaganda ile devrimci propaganda arasındaki savaş, gerçek ve yalan arasındaki savaştır. İnsanlığın ileriye doğru yürüyüşünün bir ifadesi olan sınıflar mücadelesi içinde doğru, eninde sonunda üstün gelmiştir. Bu, bugüne kadar tarihin gösterdiği bir gerçektir. Bu yüzden de, emperyalist propaganda merkezleri, ne kadar deneyimli ve donanımlı, sahip oldukları iletişim araçları ne kadar “harika” olursa olsun, yalanı nasıl süsleyip “inandırıcı” bir biçimde sunarlarsa sunsunlar gerçeği sonsuzca gizleyemezler.
Örneğin, 2 Ağustos’ta başlayan “Körfez krizi”’nin “sıcak savaş”a dönüşmesi süreci, emperyalist-gerici propagandanın olanakları, gücü ve zayıf yönlerini sergileyen bir tipikliktedir.
2 Ağustos’la birlikte, emperyalist-gerici kamp, bir yandan Ortadoğu’ya asker ve silah yığınağını başlatırken, öte yandan kendisine dünya kamuoyu gözünde “meşruiyet” sağlayacak bir BM şemsiyesi edinmek için “sabırla” çalıştı. Diplomatlar, politikacılar, emperyalist ve gerici hükümetler, propaganda odakları var güçleriyle, “savaş istemedikleri”ni, askeri yığınağı “Saddam’ı caydırmak.” için yaptıklarını yayarken, bir yandan kendi “barışçılıkları”nın propagandasını yaptılar; öte yandan da, dünya halklarını “son anda bir uzlaşmaya varılır” beklentisine sokarak savaş karşıtı cepheyi dağıtmayı amaçladılar. “Uzlaşma önerileri” ve sahte “arabulucularda halkları oyalarken, “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük askeri gücü” Ortadoğu’ya yığdılar. Savaş patladığında ise; “barış için”, “insanlık için” savaştıkları demagojisini sürdürmenin yanı sıra, “Kuveyt’in kendi kaderini tayin hakkı” ve “Ortadoğu’ya demokrasi getirmek” gibi “kutsal idealler için” savaştıklarının propagandasını yoğunlaştırdılar. Dahası, emperyalistler, öylesi “teknoloji harikası” silahlar üretmişlerdi ki, atılan binlerce ton bomba bir tek “sivil”in burnunu kanatmamıştı; bombalar adeta askeri hedeflere güdümlüydü! Saddam ise, tam bir “kanlı katil”, bir “cani”, bir “manyak”tı. Scudlar’ı Suudi ve İsrail kentlerine atarak “siviller”e zarar veriyordu. Hele İsrail’e atılanlar hepten “insanlık düşmanlığı”nın kanıtıydı. Saddam zaten “Kürtlere karşı kimyasal silahla saldırmış, Müslüman İran’la 8 yıl savaşmış birisi”ydi. Bu arada Irak’ın bombalanmış kent ve kasabalarının resimleri yayınlanınca, emperyalist propaganda odaklan, bunların, “yerden havaya atılan, hedefini bulmamış, Irak füzelerinin yaptığı tahribat” olduğunu iddia ettiler.
Bu doğrultudaki propaganda, emperyalizm ve gericiliğin propaganda odakları tarafından, ne kadar çok ağızdan, nasıl biçimler altında sunulursa sunulsun, inandırıcı olamamaktadır. Çünkü her şeyden önce İngiltere ve ABD gibi eski ve yeni sömürgecilerin, hiç bir yere demokrasi götürmediğini dünya halkları yaşayarak gördüler, görüyorlar. Onları silaha sarılmaya iten Ortadoğu’daki çıkarları ve uzak amaçlandır. Hele despot Arap şeyhleriyle, kan ve zulüm götürülebilir ama demokrasi asla! Dahası, Saddam’ı İran’a saldırmaya kışkırtan ABD, İngiltere ve Fransa’dan başkası değildi. İran-Irak savaşı boyunca Saddam’ ı silah ve para olarak bugünkü “müttefikler” desteklemedi mi? Ya kimyasal silahların imalinde kim yardım etti Saddam’a? Saddam’ı, Ortadoğu’da emperyalistlerin kırbacı olarak kullanmaya çalışan kimlerdi? Bütün bu ve benzeri soruların yanıtları dünya halklarının belleğinde tazedir. Bu yüzden de, emperyalist propaganda arkasındaki güçlerin bütün olanaklarını seferber etmesine karşın etkileme gücü bakımından sanıldığının çok gerisinde kalmaya mahkûmdur.
Devrimci propagandanın amacı ise; emperyalist-gerici propagandanın tam tersine, gerçeğin üstündeki örtüyü bütünüyle kaldırmak, emekçilerin gerçeği, çıplak gerçeği, bütün yönleriyle görmesine yardımcı olmaktır. Bu, hem toplumsal gelişmenin doğasıyla, hem de emekçilerin uzak ve yalan çıkarlarıyla tam uygunluk için olan bir tutumdur. Bu yüzden de devrimci propagandanın açıkladığı gerçekler emekçiler için anlaşılmaz, karmaşık şeyler değildir.
Kapitalist sistem içinde kalındığı sürece, devrimci, Marksist propaganda merkezlerinin elindeki iletişim araçları; hiç kuşkusuz ki, burjuvazinin elindeki iletişim araç ve olanaklarıyla, ölçü kabul etmez bir biçimde azdır. Özellikle radyo, TV gibi en etkin iletişim araçlarından doğrudan yararlanması neredeyse olanaksızdır. Basından, nispeten yararlan ılırsa da, nicelik bakımından burjuvaziyle boy ölçüşmesi (burjuvazinin platformunda kalarak) beklenemez. Ama bütün bu araç, birikim, profesyonel eleman vb. açısından burjuvazinin üstünlüğü, iş ve etkinlik alanında alt edilebilir. Bu alt edilebilirlik, dünya işçi sınıfının mücadelesi içinde kanıtlanmıştır.
Yine örnek olarak, “Körfez krizi”nin savaşa dönüşmesi sürecini alırsak, devrimci propagandanın amacı, emperyalist-gerici propagandanın gerçekler üstüne örttüğü sis perdesini yırtmayı ve gerçeğin yığınlar tarafından tüm yönleriyle anlaşılmasını sağlamaktır. Bunu yapmak için de, her şeyden önce, emperyalistlerin Ortadoğu’daki çıkarları ve uzak amaçlarını teşhir ederek, savaşa yol açan krizin emperyalistlerin dünya üstündeki faaliyetlerinin bir sonucu olduğu gerçeğini ortaya koymak zorunludur. Bu temelde, emperyalistlerin “barış”, “insanlık” demagojisini, “demokrasi götürme” yalanını da açığa çıkarak, halkları olası bir gerici savaşa karşı eğitmek, onların mücadelesinin yolunu açmaktır. Savaş engellenemediğinde ve emperyalist propaganda yön ve i biçim değiştirdiğinde de yalanlara karşı gerçeği savunmak, halkların mücadelesinin düşünsel temelini sağlamlaştırmak, halkları emperyalist savaşa karşı bir savaş için kışkırtmaktır.
Söylenenlerden de anlaşılacağı gibi, emekçilerin, halkların gerçeği kavramasının önündeki en önemli engel, emperyalist-gerici propagandanın gerçeği çarpıtması, gerçeğin bütün yönlerinin görülmesini engelleyecek bir sis perdesi arkasına gerçeği saklamaya çalışmasıdır. Yukarda da belirtildiği gibi, egemen sınıflar gerçeği çarpıtmak için pek çok araç ve deneyime sahiptirler ama, devrimci propaganda, eğer doğru araç ve yöntemleri kullanırsa, egemen sınıfların, emperyalistlerin karşı propagandasını etkisizleştirerek emekçi kamuoyunu kendi doğrultusunda oluşturup, mücadeleye çekmenin koşullarını oluşturabilir. Yeter ki, doğru araç ve yöntemleri kullanabilsin.
“Kamuoyu”nun kazanılmasının iki temel aracı olarak propaganda ve ajitasyon
Gündelik yaşamda, propaganda sözcüğü, bir olayın, bir olgu ya da durumun belirli bir düşünce doğrultusunda yorumlanarak insanlara aktarılması faaliyetini ifade etmek için kullanılır. Biz de, bu sözcüğü, anlatım kolaylığı sağlasın diye, yukarıdan beri aynı anlamda kullandık. Ne var ki, soruna daha yakından bakıldığında, aslında bir düşünceyi yığınlara aktarma faaliyetinin daha karmaşık olduğu, bu eylemin bir değil iki ayrı çalışma alanında gerçekleştiği görülür. Dahası, bu iki ayrı çalışma alanından yığınlarla doğrudan iletişim kurma alanının propaganda değil, ajitasyon atanında olduğu görülür.
19 .yüzyıl boyunca, Marksist partiler de bu iki alanı tek bir alan, propaganda alanı olarak görüyorlardı. Ama Lenin, Marksist devrimci partinin çalışma tarzını incelerken, bu alanda da devrimci çalışma tarzını geliştirdi. O zamandan beri de Marksistler, propaganda ve ajitasyon alanını iki ayrı çalışma alanı olarak görüyorlar. Bu ayrımın devrimci kitle çalışmasına getirdiği dinamizmi, yığınları kazanmada ajitasyonun önemini ve bunun örgütlenme çalışmasına etkisini biraz aşağıda göreceğiz. Ama önce, Marksist propaganda ve ajitasyon dendiğinde ne anlamak gerektiğini görelim.
PROPAGANDA denildiğinde, bir olay ve olgudan kalksa da, birçok düşüncenin bir arada, en ince ayrıntılarına kadar işlendiği faaliyet anlaşılır, örneğin, olgu olarak, Ortadoğu’daki gerici savaşı ele alan propagandacı; sadece savaşın kime hizmet ettiği ve halklar için hangi baskı ve yükleri getirdiğim belirtmekle yetinmez. Tersine bu konuyu, daha çok ajitatörlere bırakarak, o, esas olarak savaşın kaynağı, savaşa yol açan emperyalist politikanın tarihsel ve ekonomik temellerine yönelir; savaşın, gericilik ve emperyalistler için sunduğu olanakların yanı sıra devrimci etkenin yükselişine yol açacak gelişmelerin ekonomik, sosyal, siyasal dayanaklarım açıklar ve bütün bunların, emperyalist sistemin çelişmeleriyle kaçınılmaz bağlantısını sergiler vs. vs. Anlaşılacağı gibi, böylesi derinlemesine bir çalışma güncel politikayı yalandan izlemek kadar, bir arşiv çalışmasını, bir inceleme ve araştırma faaliyetini de zorunlu kılar. Bu faaliyetin ürünü olan propaganda materyali de, ele aldığı konular itibariyle, nispeten az sayıda kişinin anlayabileceği bir materyaldir. Yani propagandacının ürünü olan materyal, yoldan geçen birinin eline tutuşturulursa, o kişi bu materyalden ya hiç, ya da gereği gibi yararlanamaz. Dahası böyle bir materyal, bir ajitatörün bir çırpıda yığınlara aktarabileceği bir şey de değildir. Bu yüzden de propaganda faaliyeti, genellikle yazılı olarak yapılan bir faaliyetin Bu yazılı doküman, bazen bir kitap, bazen bir broşür, bazen da bir derginin sayfalandır, örneğin özgürlük Dünyası, eksik ve yetersizliklerine karşın, sayfalarının, hiç olmazsa büyük çoğunluğunu propaganda faaliyetine açmış bir dergidir.
Elbette ki, propaganda, her zaman, emperyalist savaş gibi, güncel bir konudan kalkmaz. Çoğu zaman tersine, yığınları doğrudan ilgilendirmeyen, ya da kendiliğinden onların dikkat alanına girmeyen konularda yoğunlaşır, örneğin sosyalizmin teorisinin çeşitli sorunları, bilim ve sanattaki gelişmeler ya da tıkanıklıklar, vb. teorik (felsefi) mücadelenin bütün sorunları Marksist propagandanın başlıca konularıdır. Esas olarak propaganda faaliyetiyle uğraşanlara da propagandacı denir.
AJİTASYON’a gelince; propagandanın tersine, ajitasyon yürüten ajitatör, bir tek konuyu ele alarak işler ve dinleyicilerine (yazdı materyalle yapılıyorsa hitap ettiği kitleye), bu konuyu, en akılda kalacak biçimde aktarır. Ajitatör, herkesin ilgilendiği bir olgudan kalkarak, o konuya ilişkin en önemli gördüğü yönü öne çıkarır, örneğin Körfez savaşıyla ilgili bir ajitasyon yürüten ajitatör, Körfez savaşının emekçiler üstüne getirdiği baskı ve yüklerden söz ederek konuşmaya başlar, savaşın emperyalist karakteri ve kapitalist sömürüyle ilişkisini kurar, hükümetin işçiler üstünde baskı kurmak için bu durumdan nasıl yararlandığım açıklar ve savaşa karşı mücadelenin zorunluluğu ve mücadelenin nasıl olması gerektiği vb. ile sözlerini bitirir. Sorunun değişik yanlarına şöyle bir değinmiş olmasına karşın ajitatör, aslında tek bir konuyu işlemiştir. Savaşın emekçilere getirdiği baskı ve yükler. Anlaşılacağı gibi, ajitasyon doğrudan yığınlara yöneliktir ve onların kapitalist emperyalist sistem hakkında bilinçlendirilmesini amaçlar. Bu yüzden de propagandadan farklı olarak ajitasyon, nispeten az sayıda kişiye değil, en geniş yığınlara hitap eder. Yine aynı nedenle ajitasyon materyaller mümkün en geniş emekçi yığınlarına ulaşması gereken materyallerdir. Gündelik çalışma yaşamı içinde her saat, her an ajitasyon için fırsat ortaya çıktığından ve “hırsızı suçüstü yakalamak en etkili teshir yöntemi” olduğundan, yine propagandanın aksine ajitasyon, genellikle sözlü yürütülen bir faaliyettir. Ama elbette bundan, ajitasyonun yazılı olamayacağı anlamı çıkarılamaz. Tersine baskı ve yazma sistemleri pratikleştikçe ajitasyon, bildiri, broşür, kitapçık, dergi, gazete vb. araçlarla daha geniş ve sistemli bir biçimde yapılabilmektedir. Örneğin, çeşitli imzalarla dağıtılan bildiri ve broşürler birer ajitasyon materyalidir, Devrimin Sesi ise, bütün ajitasyon faaliyetini birleştiren merkezi bir ajitasyon aracıdır. Ama en gelişmiş baskı tekniklerinin bile sözlü ajitasyonun önemini azaltamayacağı, hiçbir yazılı metinin ajitatörün sıcak ilişkisinin ve coşkulu duygularını emekçilere yansıtamayacağı açıktır. Bu yüzden de, sözlü ajitasyon, iletişim araçlarındaki bunca gelişmeye karşın yığınları etkilemede hala vazgeçilmez olacak en üst sırada durmaktadır. Yeter ki, ajitatörler adlarına layık bir biçimde bu işlevlerini yerine getirebilsinler.
İşyerindeki basit bir iş kazasından, sosyalizmin en çapraşık konularına, TIS konularından ülke sorunlarına her şey ajitasyonun konusu olabilir. Yeter ki emekçilerin gündemine bu konular, bir biçimde, girmiş olsun.
Buraya kadar, propaganda ve ajitasyon alanı diye iki ayrı faaliyet alanından gözettik. Evet, bu iki alan ayrı ayrı alanlardır, ama bundan birbiriyle ilişkisiz iki alan olduğu anlamı çıkarılamaz. Ajitasyonla bağı olmayan, onun ihtiyaçlarını görmezden gelen bir propaganda faaliyeti salt bir aydınlar tartışması olarak kalmaya mahkum olurken, propagandanın ele alıp incelediği konularla desteklenmemiş bir ajitasyon da, sığ, tekdüze, yığınlara hiçbir şey vermeyen bir faaliyet olmanın ötesine geçemez. Dolayısıyla, propaganda ve ajitasyon, ayrı ayrı alanlar olmasına karşın tek bir amaca yönelik bir tek işin yerine getirilmesine hizmet vermeleri bakımından da birlikte düşünülmesi, aralarında sıkı bir bağın bulunması gereken alanlardır.
Propaganda ve ajitasyon faaliyeti denildiğinde, kişilerin çeşitli konularda, kendi kendilerine, amatörce yapakları, çeşitli konularda fikir açıklamalarını anlayamayız. Tersine bu faaliyetten söz ederken, Marksist partinin, en temel iki çalışma alanından söz ediyoruz. En temel diyoruz; çünkü Marksist partinin yığınlar arasındaki çalışmasının asıl amacı; yığınların bilincini partinin bilinci düzeyine çıkarmak, yığınları burjuva partilerinin yedeğinden kurtararak, toplumsal dönüşümü gerçekleştirecek, sömürüsüz ve baskısız bir toplum kurmak için savaşa atılmalarını sağlamaktır. Yığınları eğitmenin, onlara parti düşüncesinin taşınmasının tek yolu ise ajitasyondur. Ancak kapsamlı, sürekli, sistemli ve yaratıcı bir ajitasyonla yığınların var olan kapitalist baskı ve sömürü düzeninin niteliği, dostları ve düşmanları konusunda bilgi sahibi olması sağlanabilir.
Ajitasyon kapsamlı olmalıdır: çünkü burjuvazi, sınıfın gerçekleri görmemesi için; onu, ideolojik olarak köleleştirmekte, siyasi olarak bölerek kendi partilerinin dolgu maddesi olarak kullanmakta, ekonomik olarak da alabileceği son zerreye kadar sömürmeye çalışmaktadır. Bu yüzden de, sınıf mücadelesinin bütün alanları ideolojik, siyasi ve ekonomik mücadele alanlarının konulan ajitasyonun da konulan olmak durumundadır. Ajitasyon faaliyeti yürütenler, gündelik yaşam içinde çıkan her fırsattan yararlanarak, kapitalist ekonomik ve siyasi düzeni teşhir etmekle yükümlüdürler. Bazen kapitalistin yaptığı bir haksızlık, bazen hükümetin işçi ve emekçilere yönelik yeni bir saldırısı, bazen da, burjuva propaganda merkezlerinin işçi sınıfı ve sosyalizme yönelik kampanyasının unsurları, ya da günümüzde olduğu gibi emperyalist-gerici bir savaşın nitelikleri ajitasyonun konusu olabilir, olmalıdır.
Ajitasyon sürekli olmalıdır: İş kazaları, işten çıkarmalar, kapitalistlerin TİS ihlalleri, TİS uyuşrnazlıkları, hükümetin sendikal özgürlüklere yönelik saldırıları, özgürlüksüzlük, işyerlerindeki değişik baskılar, aşırı çalışmaya zorlanma, kronikleşmiş enflasyon, ulusal, dini ve siyasi baskılar vb. işçinin çalışma ve günlük yaşamı sayısız sorunlarla doludur ve bunların her biri devrimci ajitasyonun konulan, kalkış noktaları olmak durumundadır. Bu ise, ajitasyonun, sadece olağandışı günlerde, (1 Mayıs, grev ya da bir direnişin gündeme geldiği günlerde) yapılan bir faaliyete indirgenmesiyle çelişir. Tersine ajitasyon, bu faaliyet içinde yer alanların her günkü eylemi olmak durumundadır. İşçilerin hoşnutsuzluğuna yol açan her durumda ajitatör, anında duruma müdahale ederek, olup bitenlerin doğru, kapsamlı bir açıklamasını yapmak, yığınların düzene karşı öfke ve bilincini bir kez daha bilemek durumundadır. Böylesi sürekli olmayan, arada bir yapılan teşhirler ne gereken etkiyi sağlar, ne de yığınların eğitilip bilinçlerinin yükseltilmesine katkı sağlar.
Ajitasyon sistemli olmalıdır. Çünkü burjuvazi, elindeki sınırsız olanaklarla, işçi sının ve diğer emekçi sınıfları, kendi doğrultusuna çekmek için, günün yirmi dört saati, sayısız kaynaklardan “ateş altında” tutmaktadır. Burjuva dünya görüşü, bazen doğrudan proleter düşünceye saldırarak, çoğu zaman da eğlence, sanat, bilim, din vb. maskesi arkasında emekçilerin kafasını bulandırmaktadır. Bu saldırıya karşı Marksist parti, emekçileri, ancak sistemli bir ajitasyon faaliyetiyle burjuva dünya görüşünün etkisinden kurtarıp kendi doğrultusuna çekebilir. Dahası burjuva partileri ve sendika ağalan da, dursuz duraksız bir çabayla, emekçileri bölüp parçalayarak, onları kendi doğrultularında hareket etmeye zorlamaktadırlar. Bu ise; sınıf partisini, burjuvazinin, sadece ideolojik etkisine karşı değil, siyasi ve sendikal alandaki faaliyetlerine karşı da sınıfı uyarma göreviyle yükümlendirmektedir. Bu kapsamlı saldın karşısında, partinin ajitasyonu, en az burjuvazinin ve sendika ağalarının fal i yeli kadar sistemli olmak durumundadır. Bunun yolu ise, kapsamlı ve sürekli ajitasyona bir sistem de kazandırmakla olanaklıdır. Bu sistem, işyerlerinden ülke düzeyine; gündemin belirlenmesinden, ajitasyon araçlarının birbirini tamamlayacak biçimde yaygınlaştırılıp yoğunlaştırılmasına kadar, geniş bir alanda, örgütlü ve disiplinli çalışmanın yerleştirilmesiyle olanaklıdır. Kısacası, geleneksel olduğu gibi rasgele, birbiriyle bağlantısız, ülke çapında merkezileştirilmemiş bir ajitasyonun, burjuvazinin kapsamlı ve sistemli saldırıları karşısında basan şansı yoktur elbette. Bu yüzden de ajitasyonun sistemli olması, bu sistemin ülke çapında ve işyerleri düzeyinde ajitasyon araçlarının birbirini tamamlayan bir biçimde kullanılması gerçekten etkili bir ajitasyon için hayati öneme sahiptir.
Ajitasyonda yaratıcı olunmalıdır: Ajitasyon, her şeyden önce, kapitalist ekonomik ve siyasi düzenin teşhiridir. Bunda amaç, işçilerin, kapitalist düzenin sömürücü, baskıcı niteliğini, burjuva politika alanında çevrilen dolaptan ve bu atanın işçi sınıfına düşman bir alan olduğunu görmelerini, sınıfın kapitalizme ve özgürlüksüzlüğe karşı mücadelede dostlarını ve düşmanlarını tanımasını sağlamaktır. Bunun başarılması ise, sürekli, sistemli, kapsamlı özelliklerinin yanı sıra, yaratıcı bir ajitasyon çalışmasını da zorunlu kılar. Tekdüze, sürekli aynı şeyleri tekrarlayan bir ajitasyondan daha sıkıcı ve anlamsız bir şey yoktur. Sadece, patronlar kötüdür, kapitalizm kötüdür, sosyalizm iyidir sözcükleri etrafında dönen bir ajitasyonun yığınlara fazla bir şey vermesi beklenemez. Tersine her durumda, ekonomik ve siyasi düzen bir başka yanıyla konu edinilip eleştirildiği ölçüde ajitasyondan beklenen amaç elde edilebilir. Elbette ki, yaratıcılık sadece, sözlü ve yazılı ajitasyonun konularının işlenmesiyle sınırlı kalmamak durumundadır. Her somut durumda yeni sloganların öne sürülmesi, her yeni durumda, duruma uygun eylem çağrılarının yapılması, sorunlar karşısında anında gerçekçi çözüm önerilerinin öne sürülmesi vb. konularda da yaratıcı olmak gerekmektedir. Aynı kapsamdan olmak üzere, yığınların nabzını elde tutarak, bir ajitasyon sloganının ne zaman eylem sloganına dönüştüğünü fark ederek, her durumda, eylem, ajitasyon ve propaganda sloganlarını belirleyebilmek ve bunları duruma göre ders çıkarma ya da biraz geriye çekme; hangi durumda hangi sloganların yığınları birleştireceğini görebilme, nerede pankart açılıp ya da açılmayacağına karar verebilme, vb. bütün bunlar yaratıcı bir biçimde değerlendirildiği zaman ajitasyon anlamlı hale gelir, ajitatör de görevini yerine getirmiş olur.
Daha genel söylersek; söz konusu olan bir düşünceyi yığınlara aktarmaksa, bir düşüncenin genel olarak doğru olması, ajitasyonun doğru olmasına yetmez. Aynı zamanda, o düşüncenin, o anda, yığınlar tarafından algılanır olması, dahası yığınlara o düşüncenin algılanabilecek biçimde sunulması da gerekir. Dimitrof’un ünlü örneğinde olduğu gibi; işsizlikle ilgili bir yığın gösterisinde, Enternasyonalin çeşidi konulardaki kararlarını açıklamak, işsizlik ve ona karşı mücadeleden söz etmemek, söylenenlerin genelde doğru olmasına karşın, amaca uygun bir ajitasyon olamaz. Ama aynı toplantıda, Enternasyonalin işsizliğe karşı, uluslararası planda örgütlemeye çalıştığı faaliyetten, bu konuda aldığı kararlardan söz edilseydi, elbette işçiler Enternasyonal ve uluslararası işçi hareketi konusunda daha doğru bilgilenecek, onunla kendi sorunları arasında bir bağlantı kurabileceklerdi. Bu yüzden de, ajitasyonda yaratıcılık, her durumda “ne”den, hangi biçimde söz etmek gerektiğini yakalamak, son derece önemli bir etken olarak ortaya çıkmaktadır.
Yukarıda sözü edilen kapsamda bir ajitasyonun gerçekleşmesi, elbette, salt ajitatörlerin çabalarıyla sağlanamaz. Tersine ajitasyonun arka planında ciddi bir propaganda çalışmasını ön koşul olarak düşünmek gerekir. Örneğin savaş konusunda ajitasyon yapan bir ajitatör, eğer var olan savaşın emperyalistlerin hangi politikaları ve sömürgeciliğin hangi tarihsel mirasının bir sonucu, dahası emperyalist-gerici dünyanın hangi çelişmelerinin zorunlu sonucu olduğu konusunda propagandacılar tavafından beslenmezse, ister istemez ajitasyon kuru, tekdüze, yüzeysel kalacaktır. Tersi durumda, ajitatör, savaş konusunda tam bir bilgi zenginliği ve kafa açıklığı ile, her yeni durumda sorunun bir başka yanını yığınlara aktaracak, yığınların her tepkisinde, anında, onlara ihtiyaç duydukları açıklamaları yapabilecektir. Demek ki, propaganda faaliyetinin pratik amacı, doğrudan doğruya canlı, sürekli, sitemli, kapsamlı bir ajitasyonun gerçekleşebilmesi için gerekli materyalleri sağlamaktır. Bu yüzden de, iki ayrı çalışma alanı olarak nitelediğimiz bu faaliyet alanları tek bir amaca; emekçilerin siyasi bilincini yükselterek, onları burjuva partilerin etkinliğinden kurtarıp, kendi sınıf partisinin mücadele çizgisine çekme amacına hizmet eder.
Ajitasyonla ilgili söyleyeceklerimizi bitirmeden önce, burada, ajitasyonun bir özelliğine daha değinmek istiyoruz.
Ajitasyonun bir diğer özelliği de, “heyecanlandırma”dır. Günlük dilde de, daha çok, bu anlamda kullanılır. Elbette siyasi ve ekonomik düzenin kapsamlı açıklamaları ve yapılan haksızlıklar ve burjuva siyaset alanının rezaletlerinin açığa vurulması yığınlarda, heyecan ve öfke yaratır; ve onları eyleme geçmek için kışkırtır. Ne var ki, “silahlı propaganda” savunucuları ve onlardan etkilenen kimi devrimci gruplar, ajitasyondan salt “heyecanlandırma” beklediklerinden, “öncü “nün yapacağı “ses getirici eylemler”le yığınları heyecanlandırmasını ajitasyon olarak nitelemekte, bu eylemlerle yığınları “bilinçlendireceklerini” söylemektedirler. Bu anlayış ülkemizde, genellikle “göstericilik”, “korsan mitingcilik”, ajitasyonun salt “pankart açma” ve “slogan attırma” ya indirgenmesi olarak yansımaktadır. Bir çizgi olarak ele alınmadığında ve koşullarla bağlantılı olarak, elbette bu eylemlerin de bir değeri vardır, ama bunlar, gündelik olarak yürütülmesi gereken ekonomik ve siyasi düzeni açıklamaya yönelik ajitasyonun yerine geçirilirse, silahlı propagandacılık sözde reddedilse bile, varılacak yer farklı olmaz.
Burada sözü edilmesi gereken sorunlardan birisi de, Türkiye devrimci hareketinin içinde bulunduğu kargaşadan gelen, ajitasyon özgürlüğü sorunudur. Ajitasyon özgürlüğü, ya hepten reddediliyor, ya da her durumda ayrı sloganların atılma (herkesin kendi sloganım bağırması) zorunluluğu olarak görülüyor. Gerçekte ise, hak olarak ajitasyon özgürlüğü mutlaktır ve bu hak şöyle ya da böyle kullanılabilir. Belirli bir durumda ortak sloganların haykırılması, salt o eylemle ilgili olarak belirlenmiş sloganların dışına çıkılmaması ajitasyon özgürlüğünü ortadan kaldıran bir şey değildir. Tersine, ajitasyon özgürlüğünün o anda öyle kullanılmasının yığın hareketinin ilerletilmesine katkıda bulunacağı nedeniyledir. Burada gözetilmesi gereken kıstas, hangi sloganların yığınları birleştirip harekete geçireceği, mücadeleyi ilerletecek bir etken olacağıdır.
Marksist parti ve kamuoyunu kazanma
Bu yazı boyunca Marksist partinin asıl çabasının, yığınların düşüncelerinin burjuva dünya görüşü çerçevesinde şekillenmesi yerine, olaylara proleter dünya görüşü açısından bakmalarını sağlamak olduğunu vurgulamaya çalıştık. Ve burjuvazinin bu alana yığdığı devasa uzman ve iletişim araçlarının etkisini kırması için yoğun bir ajitasyon faaliyeti örgütlenmesi gerektiğine değindik ve bu ajitasyonun özelliklerini açmaya çalıştık. Ama açıktır ki, bu da her ciddi iş gibi örgütlenme sorunuyla birlikte çözümlenmek durumundadır. Aksi halde söylenenler dünyanın en doğru sözleri de olsa pratik bir değer kazanamaz.
Elbette ki böylesi zor bir görevi ancak “savaş örgütü” olarak biçimlenmiş, proletaryanın devrimci partisi yerine getirebilir. Ve 20. yüzyılın başından beridir de, bu nitelikte bir örgüt mü, yoksa herhangi bir emekçi partisi mi tartışması, gerçek Marksistlerle her soydan reformcu ve revizyonist arasında sürüp gitmektedir. Ama son yüzyılın bütün devrim ve ayaklanmaları gerçek bir toplumsal değişim için “savaşçı” bir partinin zorunluluğunu açığa çıkarırken, aynı zamanda bu örgütün temel örgüt biçiminin ne olması gerektiğini de ortaya koymuştur. Sınıflar mücadelesinin dersleri gösteriyor ki, partinin yığınlarla bağını sağlayan, onun yığınları kucaklamasının koşullarını yaratan örgüt biçimi partinin üretim birimlerindeki birim örgütleri (hücreler)dir. Yığınların bulunduğu her yerde kurduğu örgütleriyle parti, yığınların nabzını elinde tutar ve yığınlarla aynı koşullarda yaşayıp çalışan bu örgütlerdeki partililer, bir yandan her günkü mücadele içinde ekonomik ve siyasal düzeni teşhir ederken, aynı zamanda, her bakımdan yığınların güvenini kazanmaya çalışır. Günün yirmi dört saati, burjuvazinin yığınlar üstündeki uyuşturucu ve gerçekleri görmelerini engelleyecek propagandasını etkisizleştirmeye çalışır. Yığınlarla, burjuvazinin hiç bir iletişim aracı aracılığı kuramayacağı kadar yakın ve sıcak bağlar kurar. Olayları “sıcağı sıcağı”na değerlendirir, gerçeği olanaklı bütün yönleriyle yığınların gözünün önüne sergiler. Kendilerini günlük mücadele içinde de kanıtlamış olduklarından, işçi ve emekçiler, onların söylediklerini, burjuvazinin söyledikleri gibi, kuşku ile karşılamadan benimserler, vs. Kısaca, birim örgütleri, üretim birimlerinde partinin dayandığı ajitasyon odaklarıdır da. Bu odaklar, profesyonel ajitatörlerle birlikte, partinin merkezi ajitasyon ve propaganda faaliyetini yığınlara aktardığı mekanizmalardır, ve burjuvazinin yığınları kendi doğrultusunda etkileme faaliyeti, bu alanda yenilgiye uğratılabilir. Birim örgütlerinin başka faaliyetlerini de unutmamak koşuluyla şu söylenebilir ki, birim örgütünün zorunluluğunun nedeni, burjuvazinin yığınlar üstündeki ideolojik ve siyasi etkinliğini kırmak, burjuva kamuoyu karşısında devrimci bir “karşı kamuoyu” oluşturmaktır. Bu ise, birim örgütlerinin yığınlarla kuracağı bir “karşı iletişim” ile olanaklıdır. Bu yüzden de “birimler temelinde örgütlenme” ile partinin ajitasyon faaliyetinin niteliği sıkı bir bağlantı içinde ele alınmazsa, ne birimler temelinde örgütlenmenin zorunluluğu ne de kapsamlı bir ajitasyon faaliyetinin devasa burjuva propaganda aygıtını yenilgiye uğratılabilirliği anlaşılamaz.
Mart 1991