Kazanan Ortadoğu halkları olacak

Kırk günü aşkındır süren Körfez’deki emperyalist gerici savaş, bu yazının yazıldığı 27 Şubat’ta, sonuna yaklaşmış görünüyordu.
2 Ağustos’ta başlayan kriz ve sıcak savaşa dönüşme sureci içinde, emperyalistler ve onların propaganda merkezleri, dünya kamuoyunu aldatmak için, Ortadoğu’ya petrol ya da dolar için değil, Kuveyt’in kendi kaderini tayin hakkı için asker yığdıklarını, başka bir amaç taşımadıklarını sürekli olarak propaganda ettiler. Bir yandan bu propaganda yoğunlaştırırken, öte yandan da, Ortadoğu’nun geleceğine ilişkin plan ve proje senaryoları, emperyalist basın yayın araçları aracılığı ile gayri resmi olarak, duyuruldu. Dahası, ABD başta olmak üzere emperyalist ülkelerin politikacı ve diplomatları ülke ülke dolaşarak, krizle ilgili ülkelerin gerici hükümetleriyle bazen ağızlarına bir parmak bal sürerek, bazen yardım adı altında rüşvet sunarak, kendilerini desteklemelerini sağlamaya, planlarını yaşama geçirecekleri dayanaklar sağlamaya çalıştılar. Bu çaba, “Saddam rejiminin uzlaşmaya yanaşmadığı” propagandası ile birlikte yürüdü.
Emperyalistlerin amacının “Kuveyt’i kurtarmak” değil, Ortadoğuya askeri güç yığarak, bölgenin dolaysız askeri denetimi olduğunu söyleyen devrimciler, Marksistler, demokratlar, “Saddam yanlıları”, “dünyanın ebedi barışa gittiğini anlamayanlar”, “emperyalizmin artık yok olduğunu görmeyenler” olarak suçlandı. “Saddam Kuveyt’ten çekilsin her şey normale döner” imajı işlendi. “Barış” için, sürekli olarak Irak’ın yerine getiremeyeceği koşullar öne sürüldü. Savaş içinde Irak, Kuveyt’ten çekileceğini ilan ettiği halde, emperyalistler, bu sefer de, “savaş tazminatı”ndan çekilmenin takvimine kadar yeni koşullar öne sürdü. En son Irak, hiç bir koşul öne sürmeden çekilmeyi kabul etmesine karşın, emperyalist askeri harekât, karada, havada ve denizde bütün hızıyla sürüyor. Artık amaç besbellidir. Irak’ın askeri ve ekonomik gücünü yıkarak Saddam rejimini “cezalandırmak”tır. Açıkça bu “diret-not politikası”na geri dönüştür. Üstelik çağın teknolojisinin bütün yıkıcı silahlarını kullanarak.
Açıkça görülen şudur Emperyalistler ve Ortadoğu gericiliği, Irak’ın cezalandırılması, bundan sonra da emperyalizmin ve gericiliğin çıkarlarına zarar verenlerin affedilmeyeceğini kanıtlamakta hem fikirdirler. Ama emperyalistler kendi içlerinde farklı amaçlar taşımaktadır. ABD, dünyada “tek süper güç” olduğunu herkese kabul ettirmeye çalışırken, İngiltere ve Fransa eski günlerin şaşaalı emperyalistleri olma hayalini canlandırmak istemektedir. Savaşı “uzaktan” desteleyen Almanya ve Japonya ise; daha çok ekonomik güçlerine dayanarak Ortadoğu kaynaklarına “kendi yöntemleriyle” sahip olmanın planlarını yapmaktadırlar.
Sovyetler Birliği ise, sanki Ortadoğu’daki emperyalist yığınağa ve bu gerici emperyalist savaşa kendisi çanak tutmamış gibi, sıcak savaş boyunca, “üzüntülerini” belirterek, “barış önerileri” getirerek Ortadoğu halklarının gönlünü kazanma oyununu oynadı. Aslında ise, savaş durumundan mümkün olduğu kadar kazançlı çıkmaya, yeterince güç topladığında, Ortadoğu’da en azından eski etkinliğini kazanmak için basacağı taşlar döşemeye çalıştı, çalışıyor.
Kısaca söylenecek olursa, yaşananlar açıkça gösteriyor ki; emperyalistlerin ve gericilerin ne Kuveyt’in kendi kaderini tayin hakkı, ne de savaşın yıkımı ve katledilen insanlara üzülmesi gibi bir sorunları vardır. Onlar için asıl olan, Ortadoğu’daki çıkarları, gerici Arap-şeyhliklerinin kendi işbirlikçileri olarak varlıklarını sürdürmektir. Üstelik emperyalistler, bütün Ortadoğu-halklarının kendi kaderlerini tayin etme haklarım da onlar adına kullanmaktadırlar. Buna da, çoktan beridir emperyalist ülkelerin bir aleti, halklara karşı kullandıkları bir paravana olan BM’leri ve kararlarını dayanak etmektedirler. “Savaş sonrası Ortadoğu senaryolarında amaçları açıkça ortadadır. Ortada değişik senaryolar vardır. Ama bütün senaryoların ortak özelliği, (1) emperyalistlerin silahlı güçlerinin Ortadoğu’da geçici olmadığı, tersine kalabildikleri kadar uzun bir süre büyük bir askeri gücün bölgede tutulacağı, (2) Bölgede ki emperyalizm yanlısı, gerici, faşist, kukla hükümetlerin bulunduğu ülkeler arasında emperyalizme dayanak olacak bir pakt gerçekleştirmektir. Bu ülkeler arasında, İsrail, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye Pakistan gibi ülkelerin adı geçmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki; bölgedeki emperyalist silahlı güçler, emperyalizme karşı her türlü başkaldırı için “caydırıcı” ve “ezici” bir etken olarak düşünülürken, gerici ülkeler paktı ise, Ortadoğu’nun yeni statüsünün bekçiliğinim “meşrulaştıracak” bir rol üslenecekledir.
Hiç kuşkusuz ki; bugün halen sürmekte olan gerici emperyalist savaş, nispeten kısa bir sürede askeri açıdan sona erecektir. Belki emperyalist gerici senaryolardan birisi de uygulamaya sokulacaktır. Ama kesin olan şu var ki; Ortadoğu’daki kriz savaşın sona ermesiyle bitmeyecektir. Çünkü Ortadoğu artık dünyanın sıradan bir kriz bölgesi değil, kanayan bir: kriz bölgesidir. Emperyalistler, giriştikleri kanlı savaşla çok uzun yılların birikimlerini ve yaralarım patlatmışlardır. Artık Ortadoğu, emperyalistler bu savaşta bir askeri zafer kazansalar bile, 1950-1960’ların Güneydoğu Asya’sı gibidir. Ye onlar gün geçtikçe, Ortadoğu halklarının sıcak nefesini enselerinde daha çok hissedecekleri bir batağa düşmüşlerdir; Filistin sorunu, Kürt sorunu yanına şimdi bir de Irak-Arap sorunu eklenmiştir. Artık, hiçbir gerici Arap şeyhi savaş öncesi kadar bile bir güvenle yerine oturamayacaktır. Dahası, Türkiye, Mısır, Suriye gibi ülkelerdeki rejimlerin niteliği de, halkların gözünde iyice açığa çıkmış, bu ülke hükümetlerin emperyalizm yanlısı, savaş yanlısı tutumlarıyla halklarının anti-emperyalist tutamları açıkça çelişmiştir. Bu durum, uzak olmayan bir gelecekte, ete cana kavuşması olanaklı devrimci bir dinamiktir.
Öte yandan, Ortadoğu’ya askeri bir sefer için birleşen emperyalistler, ganimetin paylaşılmasına sıra geldiğinde aynı birliği sağlanmaları olanaksızdır. Bugün için ABD’nin büyük patronluğunu kabul eden diğer emperyalistler, patrona ihtiyaç duymayacakları ya da çıkarlarının öyle gerektirdiği koşullarda kendi talanları için bugünkü “müttefikleriyle” bile, savaş dâhil her yolla mücadele edeceklerdir. Farklı çıkarların olduğu her yerde, hükmünü icra eden tarihin bu yasasının Ortadoğu’da çok daha şiddetli bir biçimde bir kez daha doğrulanması için bütün koşullar uygundur.
Bu genel çerçeve içinde, Türkiye’nin kendi basma bir kıymeti harbiyesi yoktur; Ama kendisine emperyalistlerin biçtiği rol ve bu role büyük bir şevkle sarılması, dahası oynadığı rolü abartarak, belirli çevrelerde “pazarlamaya” kalkması göz önüne alındığında burada birkaç şey söylemek gerekiyor. Bir başka yazımızda da belirttiğimiz gibi, Türkiye’ye biçilen rol hiç de onurluca bir rol değildir. Ama Türk egemen sınıflarının çıkarları emperyalizmle öylesine içice geçmiştir ki, başka bir seçenekleri yoktur. Bu yüzdendir ki, onlar, savaş çığırtkanlığım en önünde yeraldılar. NATO Çevik kuvvetinin Türkiye’ye çağırdılar. İncirlik, Diyarbakır, vb. üslerini Irak’ı bombalayan ABD savaş uçaklarına açtılar. ABD’nin savaş sonrası senaryolarının en pespayesini desteklemekte pervasızlık gösterdiler. Fırat ve Dicle’nin sularını komşularının boğazını sıkmak için kullanmaktan çekinmediler. Savaş, içinde, uluslararası bir “Barış Suyu Konferansı ” toplamak için girişimleri başlattılar.
Bütün bu girişimlerin tek amacı vardı. Ortadoğu’da emperyalizmin çıkarlarını ve gericiliği en iyi biz koruyabiliriz imajını vermekti. Bu çabalarında ne ölçüde başarılı oldukların elbette zaman gösterecek. Ama bugünden belirtiler, Ortadoğu gibi çok karmaşık çıkarların birbirine dolandığı bir bölgede böyle tüccar zihniyetiyle bir pazarlamanın çok da pirim yapmadığım gösteriyor. Daha savaşın en kızgın döneminde, Mısır gibi ABD’nin en sadık müttefiki olan bir ülke bile, Türkiye’nin Ortadoğu sorununa karışmasına karşı olduğunu açıkladı. Hiç kuşkusuz Suriye ve İran da bu konuda Mısırdan geri kalmayacaktır. Çünkü Arap ve Ortadoğu halklarının gözünde Türkiye, Ortadoğu’da Batı’nın bir Truva Atı’dır. Öyle olunca da Ortadoğu’da bir “düzenleyici”, “arabulucu” olmaktan çok büyük patronun bekçiliğine soyunabilir. Buda Türkiye’nin ikinci bir İsrail olmasının ötesinde (dezavantajlarıyla birlikte) bir sonuca yol açamaz. Kaldı ki, tarihinde görülmemiş bir biçimde yoğun bir işçi sınıfı mücadelesine sahne olan ve bütün belirtilerin yakın geleceğin büyük toplumsal patlamalarına gebe olduğunu gösterdiği koşullarda, Türkiye için bir İsrail rolü oynamanın neye mal olacağı en gözü kara militaristler için bile düşündürücü olacaktır. Çünkü daha bugünden, hükümetin ve egemen sınıfların savaş ve Ortadoğu politikaları geniş, emekçi yığınları tarafından desteklenmediği gibi, amaçları bilinmez de değildir. Bu yüzden de savaşı kimin kazanacağından bağımsız olarak, egemen sınıflar iktidarı, Kürt sorunundan komşularıyla olan ilişkilerine, emekçi yığınların sürekli artan hoşnutsuzluğundan kendisini büyük patlamalarla açığa vuran büyük bir devrimci dinamizm taşıyan işçi ve emekçi sınıf hareketine pek çok sorunla karşı karşıyadır. Dahası bu sorunları çözümleme ya da şiddetle bastırma olanakları da son derece kısıtlıdır.
Gerici emperyalist savaş, Ortadoğu halklarına, yıkım, ölüm, baskı ve zulüm getirmiştir. Ama aynı zamanda, emperyalizmin “demokrasi”, “özgürlük”, “ebedi barış” maskeleriyle örtülü iğrenç yüzünü çıplak bir biçimde görmelerini de getirmiştir. Ortadoğu’nun gerici hükümetlerinin kendi halklarının çıkarlarının mı yoksa emperyalizmin çıkarlarının savunucusu olduğunu, orduların ne için beklendiğini de açıkça sergilemiştir. Bu yüzden de Körfez krizinin yeni dönemi, bir, Ortadoğu krizidir ve halklar için yeni ve çok güçlü mücadeleler dönemi olacaktır. Belki emperyalistler bugün kazanmış gibi görüneceklerdir, ama yarın kazanan Ortadoğu halkları olacaktır. Günler, büyük altüst oluşlara gebedir.

Mart 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑