Kitle çalışması ve üniversite gençliği

1991 yılına Türkiye, işçi ve halk hareketi cephesinde büyük ileri atılışların yeni olanaklarıyla girdi. İşçi sınıfı ve emekçiler, diktatörlüğe karşı, tarihinde şimdiye dek görülmemiş ölçü ve nitelikte kitlemi mücadele ve çarpışmaları yaşayarak; kimi zaman yeni mevziler kazanarak, kimi de geçici cephesel yenilgiler alarak, ama daha ileri mücadele ve çarpışmaların yolunu, yeni olanaklar sağlayarak açtı bu süreçte.
Faşizme ve sermayeye karşı halk hareketinin bir parçası olan gençlik de -çeşitli kesimlerde farklı oranlarda- hareketlenme ve mücadele içerisine girmiş durumda İşçi sınıfı hareketinin ve sosyalizmin, sosyalizm uğruna mücadelenin garantisi olan, sınıfın en genç, en dinamik unsurları genç işçiler mücadeleye henüz damgalarını vurmuş olmamakla beraber, sınıfın hareketlenmesinde ve ileriye atılımında kuşkusuz büyük pay sahibiler. Köylü gençlik, özellikle Kürt köylü ve yoksul köylü gençliği, özgürlük mücadelesinde önemli bir rol oynuyor, yiğitçe savaşıyor. Öğrenci gençlik, üniversitelerde 84-85’lerden itibaren sesini duyurmaya başladı. Liseli gençlik faşist-feodal eğitim kıskacı altında ezilme, aşağılanma ve sömürülme durumuna karşı yaşa-dışılık çizgisinde örgütlenmeye ve mücadele etmeye başladı.
Biz bu yazımızda, geçici kısmi yenilgisine karşın yükselen işçi sınıfı ve ezilen halk hareketinin mevcut durumu; bu ikisinin, halk hareketinin, sağladığı yeni olanaklara rağmen üniversiteli gençliğin mücadelesinde yaşanan gerilemenin nedenleri ve bunların aşılması üzerinde bazı yönleriyle durmağa çalışacağız,
12 Eylül darbesiyle gençlik hareketi bir yandan boğulmaya, öte yandan gençlik düzene kazanılmaya çalışıldı. “Zor”a, gençliğin geçmişle bağlarının koparılması, geçmişini inkar etmesini hedef alan çalışmalar, ideolojik bombardımanlar, kültürel ve ahlaki dejenerasyon vs. eşlik etti. Diktatörlük, gençliğin mücadelesini ezmeyi başardıysa da, onu kazanamadı. Gençliği kazanamaması, onun mücadelesinin yeniden doğmasına yol açtı. 1984-85’lerde gençliğin ileri kesimleri uyanış içine girdi. Revizyonist ve reformistlerin etkinliği altında hareketi düzen içine akıtılmaya ve yozlaştırılmaya çalışıldıysa da, 1987 ve 89 yıllan boyunca revizyonist ve reformistlerin önemli ölçüde teşhir ve tecridi ve etkisinin bertaraf edilmesiyle, üniversiteli gençliğin hareketi yükseliş ve gelişme gösterdi.
Böyle olmakla beraber, öğrenci hareketi, işçi ve halk hareketinin yükselişine karşın, gerek bu hareketle birleşememekten ve onun sunduğu yeni olanaklardan yararlanamamaktan ötürü, gerekse kendi bünyesinde taşıdığı hata ve zaaflarından ve gençlik içindeki siyasal grupların izledikleri çizgi ve anlayışlardan ötürü geriledi.
Üniversiteli gençliğin hareketindeki gerileme, özellikle kitleselleşememesinde ve daralmasında, birliğinin sağlanamamasında ve direniş çizgisinin yakalanamamasında yaşanıyor.
86’larda başlayan birim demeklerinin oluşturulması-örgütlenmesi çalışmaları, bir dönem boyunca uyanışa geçen öğrenci kesimlerini bünyesinde toplamayı başarabilmişti; çünkü o dönem yasal ve fiili yasaklamalara karşın, hareketlenen öğrenci kitlesinin eylemi üzerinde yükseliyorlardı. 1987 ve 1989 yılları, üniversiteli gençliğin mücadelesinin toparlanıp kitleselleştiği; revizyonist ve reformistlerin etkinliğinin kırılarak devrimci ve Marksist hareket ve bunlara ilgi duyan çevrelerin etkinliğinin artığı yıllar oldu; aynı zamanda yükselen hareket içinde geçmişin olumsuz mirasının yeniden gün ışığına çıktığı ve böylelikle mücadeleyi zayıflatan etkenlerin yolunun açıldığı dönem oldu. Sonuç, bugün kendini, TÖDEF (Türkiye Öğrenci Dernekleri Federasyonu) ve buna bağlı İYÖ-DER, AYÖ-DER vb. merkezi derneklerle, İstanbul’da gerçekleştiği üzere İstanbul Öğrenci Dernekleri Federasyonu (İÖDF) şeklinde bir bölünmenin yaşanmasına ve bu her iki “merkezi örgüte rağmen, geniş öğrenci kitlesinin % 90-95’inin hala örgütsüz oluşları ve fiili mücadelenin dışında kalışları şeklinde gösteriyor.
Bu durum ve yanı sıra siyasal gruplar arasında sekterlik, dar grupçuluk ve rekabetçiliğin egemen olması; yığın taleplerinin ve gençliğin sorunlarının göz ardı edilmesi vs. hep, “devrimin kitlelerin eseri olduğu” gerçeğinin kavranılamamasından kaynaklanıyor.
Devrimin kitlelerin eseri olduğu düşüncesi, kitle mücadelesini, kitle mücadelesi çizgisinin izlenmesini gerekli ve hatta zorunlu kılar.
Yüksek öğrenim gençliğinin durumuna bakıldığında; gerek etrafında birleşilen ve ileri sürülen taleplerin geniş gençlik yığınlarının genel eğilimini taşımaktan uzak olduğu, daha çok siyasileşmiş azınlık bir kesimin taleplerinin öne çıkarıldığı ve gerekse oluşturulan örgütlerin çalışma yöntem ve eylem biçimlerinin geniş kitleleri kazanmaktan uzak, kitlelerin eylemini, hareketini ilerletmeyi, genişletmeyi ve derinleştirmeyi gözetmeyen, siyasileşmiş azınlığın eylemlerinden oluştuğu görülmekte.
Daha önceleri de birçok kereler değinildiği gibi, geniş öğrenci kesimlerinin eğilim ve taleplerinin dikkate alınmaması; söylemde herkesçe, gençlik içinde faaliyet yürüten tüm devrimci-demokrat ve Marksist gruplarca kabul edilse bile, yüksek öğrenim gençliğinin güncel ve akademik sorun ve talepleriyle ya tümden ya da hemen hemen hiç ilgilenilmemekte. Siyasileşmiş öğrenci gruplarının bilinçliliği ve buna bağlı olarak da taleplerinin, gençliğin bütün kesimlerinin bilinçliliği ve talepleri yerine geçirilmesi hala etkin olabilmektedir. Üniversiteli gençliğin yaşam ve eğitim durumunun ne olduğuyla nasıl olması gerektiği arasındaki çelişmeyi açmak, üniversiteli gençlik ve genel olarak bütün bir halk üzerindeki siyasal başlaya karşı ajitasyonun yanı sıra, bütün yönleriyle ve derinlemesine, kesintisiz bir teşhire gitmek gerekirken; bugün yapılan, daha çok yüzeysel ve genel teşhirler ile eğitsel işlev görmekten uzak sınırlı kızıştırıcı ajitasyon olmakta.
Öğrenci kitleleri içinde birimlere dayalı özgül örgütlenmeler, okuma grupları oluşturma, gençlik kitlelerine yönelik propaganda toplantıları düzenleme; öğrenciler arasında kitaplıklar kurma; onların kültürel ve sanatsal ihtiyaçlarıyla ilgili çalışmalar yapma vb; bütün bunlar, yapılması gerektiği halde, bugün çok az yapılan ya da hemen hemen hiç yapılmayan çalışmalardır.
Kitleselleşememe ve diktatörlüğe karşı üniversiteli gençliğin kitlesel direniş ve mücadelesinin örgütlenmesinde, taleplerin belirlenmesinde ve öne çıkarılmasında, gençliğin kendine özgü sorunlarının ve ülke sorunlarının tartışılıp çözüm üretilmesi konusunda ve eylem kararlarının almış ve örgütlenmesinde en geniş öğrenci kitlesinin katılımının sağlanamaması ve buna hizmet edecek bir çizginin izlenmemesi de önemli bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Gerçekten de, objektif koşullar açısından bakıldığında; geniş öğrenci yığınları kendi akademik-demokratik sorunları konusunda olsun, özerk-demokratik üniversite talebinde olsun, ülke ve dünya sorunları konularında olsun, söz söylemek, düşüncelerini açmak ve tartışmak ve sorunlarının çözümüyle bizatihi ilgilenmek istiyorlar. Ancak, bir yandan devletin, siyasal polisin, üniversite ve yurt yönetimlerinin ağır baskısı ve zoru, öte yandan da Marksist ve devrimci öğrenci gruplarının tutumları nedeniyle mücadelenin dışında kalmaktadırlar.
Bugünkü haliyle demekler, geniş öğrenci kitlelerinin örgütlendiği ve mücadele ettikleri platformlar olmaktan çok, çeşitli siyasal grupların taraftarlarından oluşan devrimci ve Marksist öğrencilerin bir tür güç ve eylem birliği platformu durumundadır. Böyle olunca, çalışmada izlenen yöntem, kitlelerin inisiyatifini, eylemini geliştirme yerine dar grupların sansasyonel eylemleri, göstericilik ve “anma”cılıkla sınırlı çalışmalarla birleşince, geniş öğrenci kesimleri sorunların tanışılıp çözümü ve eylemlerin örgütlenmesinde, tartışma ve karar aşamalarının dışında kalmakta, bu yüzden gerekliliğine inandıkları eylemlere bile istisnalar dışında ya çok az katılmakta ya da katılım lan daha çok pasif düzeyde gerçekleşmektedir. Zaten, izlenen çizgi de, kitlelerin inisiyatif ve eylemini geliştirmeye hizmet etmekten çok, onları izleyiciler veya en fazla pasif katılımcılar konumuna çekme niteliğinde gerçekleşiyor. Bu konuyu hemen aşağıda daha geniş olarak açmağa çalışacağız. Ama belirtelim ki, daha baştan, öğrenci derneklerinin oluşturulmasının ilk döneminden itibaren, geniş yığınları kucaklayacak çalışmalar yerine; “gençlik hareketinde hangi dönemlerde hangi taleplerin öne çıkarılacağı, geniş öğrenci gençlik kesimlerinin mücadeleye nasıl çekileceği, gündelik taleplerle anti-faşist mücadele talepleri arasındaki bağın nasıl kurulacağı, emekçi gençliğin mücadelesiyle öğrenci gençliğin mücadelesinin birliğinin nasıl gerçekleştirileceği gibi gençlik hareketinin temel sorunları yok sayılırken, gençlik örgütlenmesi ile ilgili olarak kurulan platformlar, birim örgütlerinde “demokratik” yön ne kadar fazla “merkezi” yön ne kadar az olmalı, birim örgütüne bütün öğrenciler mi yoksa bazı öğren çiler mi üye olmalı, dernek tüzüğünde “anti-emperyalist, anti-faşist” ilke olmalı mı olmamalı mı gibi, sonuçta hiç bir şey çıkmayacak, çıksa da esası ilgilendirmeyecek sözde sorunlar gündemin esas sorunu yapılmış; bu tartışmalar aylarca, hatta yıllarca tam bir aydın gevezeliği içinde, küçük burjuva dar kafalılığı ile sürdürülmüştür.” (Ö.D. S.22, “Kitle örgütleri ve Bazı Sorunları-3-” başlıklı yazıdan).
“Hangi nitelikte olursa olsun, bir gençlik örgütü gençliğin yığınsal eyleminin dışında kurulamaz. Gençliğin yığınsal hareketini geliştirme, genişletme ve devrimci bir çizgiye çekme çalışması, yani kitlesel iktisadı, politik ajitasyon ve teorik propaganda faaliyeti kitlesel bir gençlik hareketi yaratmanın önkoşuludur.”
Gençlik içinde yer alan Marksist ve devrimci gruplar ve bunların içinde birleştikleri demekler, kitleler içinde, kitleleri kazanma perspektifiyle hareket edip günlük yaşamın ve yüksek öğrenim gençliğinin sorunlarının ve düzenle olan her türlü çelişmelerinin, eylemlerinin her gün ortaya çıkardığı sorunlarla ilgili sistematik yazılı ajitasyon yürütmek; sözlü kitlesel ajitasyon toplantıları, forum, konferans, seminer vb. biçimlerini her günkü faaliyetin aracı haline getirmek; ve bu yolla gençliğin eğitimi ve bilinçlendirilmesi görevini kesintisizce sürdürme yoluna girmediler. Yapılan, daha çok, genel formülasyonların ifade edilmesi ya da taleplerin, içeriğinin doldurulmaksızın tekrarlanmasıydı. Yazılı ve sözlü ajitasyonun yukarıda saydığımız biçimleri yer yer kullanılmasına karşın, ajitasyonun sığlığı; eğitsel yönünün hemen hemen hiç gözetilmeyip yalnızca kızıştırıcı yeteneğinin kısmen kullanılması; propaganda faaliyetinin ajitasyon ile karıştırılarak, ikincisinin birincisinin yerine geçirilmesiydi söz konusu olan. Sözgelimi, somut eylem çağrılarını, gençliğin gündelik ve acil sorunlarını işleyen ve onları çözmeye yönelik çağrıları içermek yerine, yazılı ve sözlü olarak “yaşasın halk savaşı”, “yaşasın partimiz”, “kahrolsun faşizm” gibi genel formülasyonlar, ajitasyonun ağırlıklı olarak konusu oldu. Ajitasyon faaliyeti “slogancılığa indirgendi. Kitlelerin bilinç ve taleplerine değil, esas olarak duygularına seslenen yöntemler izlenildi. Yine yüksek öğrenim gençliğinin her türlü ihtiyaç ve sorunundan kalkarak diktatörlüğün gençliğe yönelik saldırı ve politikalarının teşhirine uzanan somut, yerinde ve anında müdahalede bulunmaya muktedir ve sistemli bir ajitasyon (Ajitasyon propaganda faaliyeti, ÖD’nin 29. sayısında geniş olarak ele alınmıştır.) faaliyeti gerektiği gibi/kadar yürütülmedi. 6 Kasım boykotunda olduğu gibi, ajitasyonun eyleme çağrı işlevi yeterince gözetilmedi. Tekdüze ve sürekli aynı kalıplan yineleyen ajitasyon bıktırıcı etki yaratarak, ajitasyon konusunun da kendisi gibi etki ve öneminin silinmesine, kanıksanmasına yol açtı.
Buna, gerek kimi akademik, demokratik sorun ve talepler, gerekse kimi “anma” ve “kutlama”lar için yürütülen çalışmaların dernek bünyesinde oluşturulan beş-on kişilik “komisyon”larla bir ya da iki haftalık, en fazla bir aylık (o da çok istisnaen) “kampanya”Iarın düzenlenmesi eşlik etti. Örneğin, sınav yönetmeliğinin değiştirilmesi için birkaç hafta süreyle bir imza kampanyası düzenlendiğinde; yapılan, dernek ya da “komisyon” tarafından belirlenen taleplerin sıralandığı döviz, pul vs. ile sınırlı ajitasyon yapmak oluyordu. Sorunun çözümü ve istemler noktasında birimlerde, sınıf ve amfilerde bütün öğrencilerin sıcak bir atmosfer içerisinde tartışarak karar almasını sağlamak söz konusu olmuyordu. Yine örneğin, 16 Mart, Maraş katliamlarının yıldönümleri vesilesiyle bir hafta sureyle kampanya başlatılıyor; “16 Mart’ı unutmadık”, “Maraş’ın hesabını soracağız” yazılı kuş, pul ya da afiş ve en fazla o günü anlatan gazete kupürleriyle olayın gelişimini içeren bir pano hazırlanıyor ve bir forumla faşizm “teşhir” ediliyor ve lanetleniyordu. Faşizmin teşhiri açısından yaşanan örneklerin verilmesi gerekli olmakla birlikte; bu, ancak kitlelerin faşizmle her günkü ve genel çelişkisi ortaya çıkarılamadıkça ve faşizmin gençliğe somut ve gündelik saldırılarının teşhiriyle birleştirilmedikçe sınırlı sayıdaki öğrencinin protestosundan öte pek bir işlev görmemektedir.
Yıldönümleri, anmalar, idamları protesto vb.den amaç, bu vesileyle izlenmesi gereken yol, alınacak tutum, devrimci öğrencilerin anlayışlarını ve yapılanların hedeflerini vb gençliğin geniş kitleleri içinde tanıtma faaliyetine girişmek; bu amaçlarla gençliğin olabilecek en geniş kesimlerini harekete geçirme ve örgütleme amacıyla, buna dönük bir mücadeleye dönüştürme perspektifiyle çalışmak olması gerekir. Oysa pratikte durum devrimci öğrencilerin kendileriyle sınırlı protesto ya da sembolik eylemlerinden veya “günü geçiştirmek için yapılan eylem ve çalışmalar”dan ibaret oluyordu.
Devrimin kitlelerin eseri olduğu düşüncesi kitle mücadelesi çizgisini zorunlu kılar
Yüksek öğrenim gençliğinin örgütleri olan dernekler ve gençlik içindeki siyasal grupların eylem çizgisi esas olarak “kitle” çizgisi değil, daha çok dar kadroların eylemini ifade eden “öncü” çizgisine karşılık düşmektedir.
Devrimin kitlelerin eseri olduğu düşüncesi ve bunun bir ifadesi olan kitle mücadelesi çizgisi, öncüler için kitleler içinde olmayı, kitlelerin nabzını her an elde bulundurmayı öngörür. Bu, öncü örgüt ve kadrolar için, kitleler içinde faaliyet yürüten her gerçek devrimci siyasal hareket için, bütün çalışma ve eylemlerini kitle mücadelesinin ilerletilmesi, genişletilmesi ve örgütlenmesine bağlı kılmayı; bunun amaç edinilmesini zorunlu kılar. “Kitlelerden öğrenme”, onların eylem ve hareketinin deneylerinden ders çıkarma, kitlelerin kendi öz siyasal deneyimleriyle öğrenmesinin olanaklarını yaratma vs. hep, kitle mücadelesi çizgisi izlemenin en temel gereklerindendir.
Gençlik içinde faaliyet yürüten devrimci ve Marksist öğrenciler, bunların bileşiminden oluşan dernekler, eylem çizgisi olarak, “solcu” “öncücülük”ün yanı sıra, esas itibariyle Türkiye “sol”unun tarihsel olarak kitle mücadelesi karşısındaki sağcı, sendikalist ve parlamentarist konumundan tam bir kopuşu gerçekleştiremeyerek hareket etti.
Türkiye devrimci hareketini uzun yıllar etkisi altına alan ve halen de birçok yönden etkilemeye devam eden reformizm, sendikalist ve parlamentarist yollarla (çalışma ve örgütlenme biçim ve yöntemleriyle, mücadele çizgisiyle) kitlelerin hareketlenmesinin kırılması, inisiyatifsizleştirilmesi; onların eylem ve inisiyatifi yerine “öncülerin sınıf işbirlikçisi eylem ve inisiyatifinin geçirilmesini ifade eden anlayış ve tutum içinde hareket edilmiştir. TKP’nin, TİP’in, DİSK ve Türk-İş’in sözde solcu yöneticilerinin geleneksel “mücadele çizgisi”, “örgütlenme ve çalışma yöntemleri”, bu anlayış tarafından belirlenmiştir.
Türkiye solunda tarihsel olarak egemen olan bu çizgi ve anlayışın baskısı, 60’lı yıllardaki gençlik hareketi içinde Deniz Gezmiş’in bu hareket karşısına dönemin gençlik hareketinin temsil ve ifade ettiği kitle mücadelesi, kitle çalışması ve kitle örgütleri anlayış ve tutumuyla çıkmasıyla kırılmıştır.
Bugünse, gerek Marksist-Leninistlerin gerekse devrimci-demokratların ortaya koydukları tutum ve çizgi, Türkiye devrimci hareketi içinde esâs olarak yukarıda değindiğimiz geleneksel olarak egemen olan sendikalist-parlamentarist ve reformist tutum ve anlayıştan köklü bir kopuşu ifade eden bir kitle mücadelesi çizgisi ve anlayışına ulaşabilmiş bir çizgi ve tutum değildir. Parlamentarizme ve reformist sendikalizme “tepki” içinde “devrimci mücadele” veren grupların, sözgelimi Dev-Sol’un eylem çizgisi incelendiğinde bu gerçek daha iyi görülecektir.
Mücadele çizgisi olarak “öncü savaşı” çizgisini, bu çizginin sözde “kitle mücadelesi”ne uyarlanmış biçimi olan ve Dev-Sol’cu “kitle”nin “korsan” eylemlerini “kitle eylemi” ve “kitle mücadelesi” olarak ele alan anlayış, kuleler ve kulelerin kendiliğinden eylemi karşısında geleneksel reformist sendikalist konumdan özde bir kopuşu ifade etmemektedir. Şöyle ki; reformist parlamentarist sendikalist ve bunların temsilcisi akımlar, kulelerin hareketi, uyanışı, inisiyatif ve eyleminin yerine kendilerinin “parlamenter” faaliyetini ve sınıf işbirlikçisi düzen içi eylemlerini koyar; ve böylelikle kendi iradeleri dışındaki (ve ona rağmen) kitle harekelini ve inisiyatifini bu barikatlarla durdurup kırmaya çalışırlarken; buna “tepki” içinde hareket eden Dev-Sol ve benzeri küçük burjuva akımlar, sağcı reformist sendikalizmin sağcılığını, sağcı faaliyetini eleştirirler, ama kitlelerin inisiyatifi ve eylemi yerine kendi “solcu” faaliyet ve eylemlerini geçirirler.
Her türlü niyetten bağımsız olarak, bu “öncü” anlayışına göre, devrim kitlelerin değil, “devrimciler”in eseri olacaktır. Ve yine bu anlayışa göre, devrimci grupların korsan “eylem”leri, devrimci kitle eylemleridir! Yığınların hareketi ise, sendikal ekonomik eylemlerdir. Tıpkı sendikalist-parlamentarist reformizmin temsilcisi akımların yığın eylemlerine bakışında olduğu gibi!
“Korsan” eylemlerin (Burada eleştirilen kitlelerin eylemi yerine, azınlık ileri unsurların eylemini temel alan mantıktır; yasa-dışı kitle eylemleri değil.), devrimci kitle eylemleri olarak görülüp; teoride sistemli bir çizgi olarak savunulmasa da, bu tür eylemlere diğer siyasi gruplar ve hatta yer yer Marksist-Leninistler tarafından bile azımsanmayacak oranda başvurulduğu bir gerçek, öğrenci derneklerinin kitleselleşememesinde, kitlelerin yığınsal mücadelesinin geliştirilememesinde bu “eylem” çizgisi ve mantığının etkisi küçümsenmeyecek ölçüdedir.
Reformist sendikalizmin, yığınların eylemi yerine, “öncülerin sağcı eylem ve faaliyetini geçirmesinin karşısında, “solcu” anlayış, konum ve eylemleriyle kitle mücadelesi çizgisi karşısında sendikalizm sınırında kalıyor, reformist sendikalizmin yerini yarı oportünist,”devrimci sendikalizm” alıyor.
Bu “solcu” anlayış devrimci gençlik grupları arasında, kitlelerin değil, sansasyonel yöntemlerle “kitleleri” sarsmayı hedefleyen küçük grupların, “öncüler”in eylemlerinin revaçta olmasına yol açıyor.
Siyasal gençlik gruplarının ve öğrenci derneklerinin “korsan eylem” mantığı ve korsana çalışma yöntemleri, biçimde “sol”cu görünmesine karşın, yığınların hareketini örgütleme, ilerletme ve sıradan kitleleri eyleme çekme zorlukları karşısında, uzun ve sebatlı bir çalışmanın sinir ve moral dayanıklılığı gerektiren zorlu koşulları karşısında, “eylem yapmak için eylem yapmak” anlamına gelen “kolaycı”, sağcı bir yola girmekten öte bir anlam taşımıyor. Böyle olmakla da, kitlelerin eylemi karşısında kendiliğindenciliğe kölece bir boyun eğmeye varılıyor.
En geniş yığınların eylemi yerine, devrimci ve komünist gençlik “kitle”sinin, ileri bilinçli sayıca az gençlik “kitle”sinin eylemini geçirme mantığının ifadesi ve bir sonucu olan “korsan” eylemcilik, eylemlerin yapacağı “yankı” ile daha geniş kitlelerin “etkileneceği” düşüncesine dayanır ve böylelikle, kitle mücadelesini ilerletme, kitleleri harekete geçirme, örgütleme ve onları kendi eylemlerinin tecrübe ve deneyimleriyle devrimcileştirme düşüncesi ve tutumunun yerini almış olur.
Her türlü niyetten bağımsız olarak, “korsan” eylemlere bağlanan mücadele çizgisi en iyimser nitelemeyle, yığınların hareketlenmesine, örgütlenmesine ve inisiyatifinin geliştirilmesine bağlanan bir çizgi değil; objektif olarak, kitlelerin hareketsizliği, kendiliğindenliği ve siyaset dışılığına bağlanan bir çizgidir. O, bu yönüyle; kendiliğindenci reformist sendikalizmle ortak temele sahip bir çizgidir.
Öğrenci demeklerinin de oldukça uzun bir süre, polisin ve idarenin baskısı karşısında üniversiteler yerine “dış” mekânlarda ve “korsan” eylemler yaptıkları ve bu yüzden, bir korsandan ötekine sürekli bir koşuşturmacanın da etkisiyle yorulan “kitle”nin giderek daraldığı, bu eylemlere olan ilginin azaldığı, “korsan” eylemlerin sonuçta anlamsızlaştığı ve “eylem yapmak için” yapılır hale geldiği görüldü.
Geçerken, bu tür “korsan” eylemlerin “öncü” kadroların bile militanlaşmasında, -konunun aynalarının bir başka yazıda incelenmesi gerekliliğine değinerek-, sanıldığı kadar bir işlev görmediğine; tersine, açık kitle eylemlerinin ve sokak hareketlerinin birçok açıdan daha eğitici ve tecrübe kazandırıcı olduğuna da işaret edelim.
Gençlik hareketinin zaaflarından bir diğeri de geleneksel çalışma ve örgütlenme anlayışlarından tam bir kopuşu gösterememesidir.
“Hiç bir hareket, eylem ve örgütlenme, tarihin akışı içinde kendini tüm özellikleriyle ve aynı biçimleriyle yenilemez.”
Bugünkü gençlik gençliktir, ama 80 öncesinin gençliği değildir. Ve yine, faşist siyasal sistemde bir değişiklik olmamasına karşın,1980 öncesinin koşullarıyla bugünün koşulları önemli farklılıklar göstermektedir.
Olguların ve olayların diyalektiği, karşılıklı çatışan sınıfları, mücadele eden siyasal güçlen, bu sınıflar ve güçler arasındaki ve bütün toplumsal siyasal koşulları sürekli değiştirerek ve yeni özellikler kazandırarak ve yeni bağlar içinde yenilemektedir. Dolayısıyla, bu yenilenme ve her gün değişen koşullar tarafından belirlenen devrimci çalışma, örgütlenme ve devrimci eylem de sürekli değişmek, dönüşmek ve yenilenmek ve yeni özellikleriyle, yeni yöntemleriyle oluşmak zorundadır. Yüksek öğrenim gençliğinin anti-faşist mücadelesi de yeni koşullara uygun olarak yeni yöntemlerle ele alınmak durumundadır.
Gençlik içinde faaliyet yürüten her devrimci siyasal grup çalışma ve mücadele yöntemlerini, gençliğin anti-faşist hareketinin örgütlenmesi ve birliğinin sağmaması yolunda, içinde bulunduğumuz dönemin olay ve olgularına ve bunların dayattığı koşullara göre yeniden düzenlemek ve yeni koşullara ayak uyduramayan taşlaşmış, dogmatik, eskimiş ve yaratıcı olmayan anlayış ve çalışma yöntemlerini terk etmek, bunlardan tam bir kopuşu gerçekleştirmek zorunluluğu ile karşı karşıyadır.
Hayatın dışında ve ondan kopuk yapay örgütler ve anlayışlar, kitleler içindeki kitlesel politik çalışmayı temel alma, kitlelerin eylemini ilerletme ve hareketlenmiş kitleyi o hareketin güncel ve uzun vadeli görevlerine uygun olarak örgütleme görevim yerine getiremezler. Kaçınılması gereken şey, hayatın dışında, mücadelenin gereklerini karşılama yeteneği göstermeyen, kitlelerin içindeki çalışmadan ve onların eyleminden kopuk, buna yaslanmayan mücadele ve çalışma yöntemleri ile örgütlenmelerdir. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer konu da, geniş kitleleri kucaklama yeteneğine sahip örgütlerin her koşul altında mücadeleyi sürdürme esnekliğine sahip olmalarıdır. Ve ayrıca içinde bulunduğumuz siyasal ortam koşullarında reformculuktan miras kalan yasalcılığa düşmeme uyanıklığıdır.
Gençlik hareketinin hata ve zatlarından birisi de gençliğin eylem birliğinin sağlanamaması ve gençlik içerisinde faaliyet gösteren siyasal gruplar arasındaki rekabetçiliktir.
Bugün, yüksek öğrenim gençliğinin % 90’ından fazlasının kendi öz örgütleri olan öğrenci derneklerinde örgütlenmemiş oldukları görülür.
Sınıf mücadeleleri tarihi, örgütsüz yığınların ezildiği ve hareketlerin yenilmeye mahkûm olduğunun sayısız örnekleriyle doludur.
İşçi sınıfı ve emekçi halkın olduğu gibi, gençliğin de faşizm ve gericiliğe karşı silahı onun örgütlenmesidir. Yüksek öğrenim gençliği örgütlenmeksizin faşizm ve gericiliğe karşı mücadele edemeyeceği gibi, en küçük istemleri uğruna bile, her harekete geçişinde başarılı olamayacak ve kazanından birer birer gasp edilecektir. Bunun içindir ki, gençliğin birliği ve örgütlenmesi, onun faşizme karşı ve gündelik mücadelesi açısından bir zorunluluktur.
Öğrenci dernekleri, yüksek öğrenim gençliğinin mesleki-akademik örgütleri olarak gençliğin anti-faşist, anti-emperyalist mücadelesinin araçlarıdır. Genel olarak “ideolojik içerik”ten arınmış salt mesleki örgütler olmadığı gibi, mesleki örgütler, sendikalar gibi öğrenci dernekleri de siyasetin dışında değildir. Sınıf mücadeleleri tarihi, emekçi sınıfların ve gençliğin birim (mesleki-sendikal) örgütlerinin siyasi mücadelenin de araçları olduğunu kanıtlamıştır. Sorun, mesleki örgütlerin ve bu arada konumuz olan öğrenci derneklerinin izleyeceği siyasetin ne olması gerektiğindedir. Ekonomik mücadele ile siyasal mücadelenin kopmazcasına birbirine bağlı oluşları da bunu gerekli kılar.
Mevcut siyasal gençlik örgütlerinin bütün gençliği (sıradan gençlerin tümünü) kucaklayabilecek meslek örgütü özelliklerini taşımadıklarını dikkate aldığımızda, mesleki-sendikal, akademik örgütlerin işlev ve önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bu tür örgütler, her gencin saflarına katılıp otoritesini tanıyabileceği; geniş gençlik kitlelerini örgütleyip birleştirmeye yetenekli başlıca örgüt biçimleridir, pratikte de böyle olmak durumundadır.
Her koşulda, gençliğin anti-faşist merkezi örgütlenmesi, gençlik kesimlerinin birimlerine dayalı mesleki ve akademik örgütlerinin birliği olarak gerçekleşebilir, önemli olan bu örgütleri ve gençliğin hareketini merkezileştirecek platformun niteliğidir. Bu örgütler dışında ve onlara dayanmayan ya da onlar içindeki ileri gençleri yeniden örgütleyen anti-faşist merkezi örgütler, gençlik yığınlarını kucaklama yeteneğinden yoksun olurlar.
Belli bir siyasal görüşe taraftar öğrenci kitlesinin katılımıyla oluşan TÖDEF ve çeşidi illerde ona bağlı İYÖ-DER, AYÖ-DER gibi merkezi dernekler ile farklı siyasal görüşlere sahip öğrencilerin içinde örgütlendikleri birim derneklerine dayanan 1ÖDF, öğrenci gençliğin anti-faşist mücadelesinin birliğini sağlamanın merkezi olma durumundan uzaktırlar. TÖDEF, yüksek öğrenim gençliğinin büyük çoğunluğunun hala örgütsüz, devrimci grupların gençlik üzerindeki etkisinin sınırlı ve yetersiz olduğu koşullarda grupçu ve sekter tavırlarıyla, bölücü bir pozisyon alarak birim derneklerinden kendisini ayırdı ve kendisini yüksek öğrenim gençliğinin merkezi anti-faşist örgütü olarak ilan etti. Yalnızca belirli bir siyasal görüşün taraftarlarından oluşan bir örgütün, adı ya da kendisine yakıştırdığı sıfat ne olursa olsun, bütün gençliğin örgütü olmadığı çok açıktır.
Biraz yukarıda, hangi nitelikte olursa olsun, bir gençlik örgütünün, gençliğin yığınsal eyleminin dışında oluşturulamayacağını belirtmiştik. Birimlerde özgün kitlesel örgütler oluşturma, birim çalışmasının araçlarını yaratma ve gençlik olaylarının merkezi haline gelme gibi hedefler, kitlelerin dışında ve kitle çalışması pratiğinden kopuk, yapay olarak kurulmuş TÖDEF gibi örgütler için esas olarak ulaşılamayacak hedeflerdir.
İÖDF, TÖDEF’i oluşturan kesimin dışında kalan siyasal gençlik gruplarına mensup/taraftar azınlık ileri öğrenci kesimlerinin, birim derneklerindeki güç ve eylem birliğinin yeniden ve üst düzeyde örgütlenmesinin gerçekleştiği bir platform durumunda. İÖDF’in farklı siyasal görüşlere mensup öğrenci kesimlerini kapsaması, bundan doğan demokratik niteliği, onun, yüksek öğrenim gençliğinin birlik ve mücadelesini merkezi düzeyde sağladığı anlamına gelmiyor. Tam tersine bu sorunu daha da yakıcı hale getiriyor.
Öğrenci gençlik federasyonunun kurulması, öğrenci gençliğin örgütlenme, kitleselleşme ve birliğini sağlama çalışmalarını noktalanması anlamına gelmiyor. Federasyonun öğrenci gençlik mücadelesinde olumlu bir rol oynaması, onun tutacağı yol, ortaya koyacağı mücadele ve direnme potansiyelinin varlığına bağlıdır. Onu böyle bir mücadeleci yola sokacak olan da, federasyon içinde yer alan başta Marksist öğrenciler olmak üzere devrimci-demokrat öğrencilerin hata ve zaaflara karşı ciddi ve samimi bir tavır takınarak, bugünün koşulları ve ihtiyaçlarına uygun çalışma ve çaba göstermeleri olacaktır.
Kitlesel militan bir gençlik hareketi yaratmak, gençliğin mücadele birliğini sağlamak, birim-taban çalışmalarına dayanmakla ve gençlik kitlelerinin talep ve sorunlarına sahip çıkmakla mümkün olacaktır.
Güçlü birim çalışması üzerinde yükselmeyen, ayaklan güçlü olarak bu zemine basmayan bir federasyon, yüklendiği görevleri yerine getiremeyecek, giderek işlevsizleşecektir. Federasyonun yüksek öğrenim gençliğinin siyasileşmiş ileri unsurlarının kısır tartışma ve çekişmelerine hapsedilmemesi için bu durumu aşmayı sağlayacak olan, birim çalışmasıdır. Federasyonun ve onun bünyesinde faaliyet yürüten öğrenci demeklerinin, devrimci öğrencilerin, yüksek öğrenim gençliğini ve bütün gençliği her alanda savunması; maddi ve manevi ihtiyaçları için öne sürdüğü her talep için mücadele çizgisi izlemesi, gençlik yığınlarını ilgilendiren kısmı ekonomik, akademik talepleri, manevi ve kültürel istekleri ve bu talepler ve istekler için okullarda, yurtlarda girdiği “geri” mücadele biçimlerini küçümsemeyip benimsemesi ve onları geliştirmesi; gençliğin hareketini, bilincini ve örgütlenmesini ilerletici her türlü mücadele biçimini izlemesi ve sistemleştirmesi olacaktır. İÖDF, birim çalışmalarım, kendisinin üzerinde yükseldiği maddi temel olarak güçlendirmek ve buna özel önem vermek zorunluluğu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Biraz ileride değineceğimiz üzere, İODF, işçi ve halk hareketinin sağladığı olanaklardan yararlanma ve işçi ve halk hareketiyle birleşme yoluna girdiği ölçüde de yüksek öğrenim gençliğinin merkezi antifaşist örgütü olma niteliğini kazanacak ve pekiştirecektir.
Yüksek öğrenim gençliğinin birliği sorunu, gençlik içindeki siyasal grupların birliği sorunu değildir, buna indirgenemez. Böyle olmakla beraber, gençliğin birliğini ve mücadelesini baltalayan en önemli etkenlerden biri de, gençlik içindeki farklı siyasal grupların aralarındaki ilişkilerde egemen olan dar grupçuluk, rekabetçilik, anti-demokratik tutum ve davranışlardır.
Sınıflı toplumlarda, farklı sınıfların çıkarlarının savunucusu ve temsilcisi olarak farklı siyasi yapılanmaların olması ne kadar doğalsa, homojen bir nitelik taşımayan, farklı sınıfsal kökenlere mensup gençliğin de farklı kümelenmelere bölünmesi o ölçüde doğal ve kaçınılmaz bir şeydir. Farklı sınıfsal kökenlere ve siyasal eğilimlere sahip olması, gençliğin ortak sorun ve istemleri olduğu gerçeğini ve bu nedenle ortak mücadelesinin ve birliğinin gerekliliğini ortadan kaldırmaz.
Farklı devrimci grupların eylem birliği, kuşkusuz gençliğin birliğini sağlamada bir adım olacaktır. Fakat gençliğin birliğinin temeli, onun kendi öz-sorunları ve taleplerinden harekede faşizme karşı mücadelede yaratacağı eyleminin birliğidir. Birim örgütlerinin amaç ve işlevleri de kitleleri birleştirmektir, siyasetleri değil. Fakat ikincisini istememizin sebebi, birincisini kolaylaştıracağı içindir. Bugün, dar grup çıkarları, slogan rekabeti ve grup ön yargılarıyla günlük mücadelenin kısır alanlarına sıkışıp kalınmakta; bu durum, gençlik kitlelerinin genel eğilimlerinin göz ardı edilerek ona karşı görevlerin yerine getirilmesinden kaçınılmasına yol açarak gençliğin eylem birliğinin ve yığın örgütlenmesinin gerçekleştirilmesine engel olmaktadır. Dar grup çıkarları ve kısır çekişmeler, gençlik yığınlarına karşı sorumluluk altına girmenin, bu konuda yetenek ve uğraş göstermenin de engeli oluyor.
Dar grupçuluk ve anti-demokratik tutum ve anlayışların aşılması ve gençliğin eylem birliğinin yaratılması sorununda “ajitasyon ve propagandada özgürlük, eylemde birlik” ilkesi, gençlik içinde değişik siyasi eğitimlerin varlığı ile gençliğin bütünün ortak talepler etrafında birleşip hareket etmesi arasındaki çelişmenin çözümünün bir ifadesi olarak olumlu bir işlev görecektir. “Ajitasyon-propagandada özgürlük, eylemde birlik” ilkesinin ne olduğu ve gördüğü işlev üzerinde özgürlük Dünyası’nın Temmuz, Ağustos 89, 9 ve 10. sayıları ile Mart 91, 29. sayısında yeterince durulduğu için burada tekrar girmeyeceğiz. Bu bölümü bitirirken bir şey daha söylemek istiyoruz. Gençlik içinde demokrasinin yerleşmesi, farklı gruplar arasında demokratik bir ilişkinin doğması, birim derneklerinin ve merkezi gençlik örgütünün demokratik işlerliğine özel önem verilmesi, gençlik mücadelesinin kitleselleşmesinin sağlanmasında özel bir öneme sahiptir.
Gençliğin mücadelesinin temel bir zaafı, genel olarak değinildiği gibi, ileri unsurlarla geri bilinçli geniş kitleler arasındaki kopukluk ve iletişimsizliktir. Bu sorun, devrimci öğrencilerin geniş gençlik kitlelerinden yalıtılmış olmasında, devrimci ve Marksist öğrencilerin kitlelerin nabzını yakalayamamalarında ve öğrenci yığınlarının yaşam ve sorunlarına yabancılaşmalarında vs. kendini hissettiriyor.
Devrimci öğrencilerin kitleler üzerindeki etkisinin cılızlığı, daralma, kısır tartışmalar içinde dönüp kalma, kitlelerin eylemleri yerine kendi eylemlerini geçirme gibi bir dizi sonuçlara yol açan geniş kitlelerden kopukluk, her şeyden önce, devrimci öğrencilerin, aynı zamanda, iyi birer öğrenci olmaya yönelmeyip onun gereklerini göz önünde bulundurarak hareket etmemelerinden kaynaklanıyor. Gerçekten de, uzaktan bakıldığında bile, bütün çıplaklığıyla kendisini gösteren bir gerçeklik olarak, devrimci “öğrenci”lerle geniş öğrenci kesimlerinin fizik mekân olarak bile bir arada bulunmamaları sorunu yaşanmaya devam ediyor. Devrimciler, korsandan korsana koşmaktan, kantin ve kahve köşelerinde devrimin temel sorunlarını birbirleriyle tartışmaktan derslere girmeye vakit bulamıyorlar! Kuşkusuz, bu durum, biraz da, devrimci öğrencilerin, mücadelenin gereklerinin “profesyonel” olmayı gerektirdiği,”profesyonel devrimci çalışmanın okul ve derslere zaman bırakmadığı vs gibi iyi-niyetli olabilecek ama yanlış bir kavrayıştan da kaynaklanıyor olabilir. Ancak sonuç, devrimcilerin geniş öğrenci kitlelerinin yaşam ve sorunları ve taleplerinden uzaklaşmaları, iletişimsizlik, devrimciler ile kendileri dışında kalan öğrencilerin oturduktan kahve, kantin vs.nin bile ayrılmasına varacak kadar uç noktalar oluyor.
Devrimci öğrenciler, geniş kitlelerle sıcak ve sağlıklı bağlar kurabilmek, kitlelerin nabzını yakalayabilmek için, onların her günkü sorun ve yaşamlarını yakından takip edebilmek, kitleler üzerindeki burjuva-faşist ideolojilerin etkisini kırabilmek, kitleleri devrimci mücadele içine çekmek için, her şeyden önce bulunduktan birimde, yani okullarda, öğrenci gençliğin organik bir parçası olmalıdırlar. Öncü ve ileri unsurlar olmak, gençliğin organik bir parçası olmaklığı ortadan kaldırmaz; tersine onu daha da gerekli kılar. Nasıl ki, işçi sınıfının öncüleri, yalnızca sınıfın öncüleri olmakla kalmayıp aynı zamanda sınıfın bir parçasıysalar ve ancak sınıfın içinde, onun her günkü yaşamının, çalışmasının ve pratik mücadelesinin içinde yer alarak sınıfı kazanmayı başarabiliyorlarsa, devrimci ve Marksist öğrenciler için de aynı durum geçerlidir.
Komünist ve devrimci öğrenciler, öğrenci gençliğin bir parçası olabildikleri, geniş gençlik kesimlerinin yaşam ve sorunlarını tanıyabildikleri, talep ve istemlerine; sahip çıkmayı başarabildikleri oranda, yığınlarla aralarındaki kopukluk ve iletişimsizlik ortadan kalkar ve geniş öğrenci yığınları devrimci ve Marksist öğrencileri izleme yoluna girerler. Kitlesel mücadelenin üst doruklarına vardığı 68 gençlik hareketi hatırlandığında, Deniz Gezmiş’in şahsında, kitle mücadelesinin, kitle örgütlenmesinin ve kitlelerin inisiyatifinin geliştirilmesini hedef alan bir çizgiyi izleyen doğal gençlik önderleri belirir. Devrimci öğrencilerin Deniz Gezmişler ve 68 hareketinden öğrenecekleri şeylerden biri budur.
Gençliğin birliği sorununda bir başka konu da, Türk ve Kürt gençliğinin birliği meselesidir. Kürt gençliği, K…’da mücadelenin ön saflarında yer alırken, son birkaç yıl içinde Türk ve Kürt gençliğinin ortak mücadelesi de gelişmektedir. Türkiye devrimci gençlik hareketlerinin, reformizm ve revizyonizmin etkilerinin izini taşıyan Kürt gençliğinin ve Kürtlerin sorunlarına ve istemlerine karşı duyarlılık eksikliği, Kürt gençliğinin Türkiye’deki gençlik mücadelesinin ve YÖK’e sermayeye ve faşizme karşı gençliğin ortak mücadelesinin dışında kalmasına, kendisini bu sorunların dışında görme anlayış ve tutumlarına yol açtı. Kürt gençliğinin bu yaklaşımında ve Türkiye’deki gençlik hareketine uzak kalışında, Kürt gençliğinin geçmişten kalma Türk kökenli devrimcilere ilişkin haklı önyargıların ve milliyetçiliğin de etkisi olmuştur. Türk kökenli devrimci öğrencilerin Kürtler üzerindeki baskıya karşı çıkış ve onların hak ve istemlerini savunmasıyla birlikte, Kurt gençliği Türk gençliğiyle ortak harekete yönelmeye başladı. Türk devrimci öğrencilerin ve hareketlerin mücadelelerinin tutarlı bir anti-faşist ve demokratik bir içeriğe sahip olabilmesi için, Kürtler ve gençliği üzerindeki baskılara sessiz kalmayıp tavır alması ve Kürtler ve gençliğinin sorunlarına ilgi göstermesi, taleplerini savunması gerekmektedir. Bu gereklilik, Türk ve Kürt gençliğinin sermayeye ve faşizme karşı ortak mücadelesinin önkoşuludur, onu perçinleyen bir etkendir ve aynı zamanda sosyalizm uğruna mücadelenin zaferinin bir garantisidir.
Yüksek öğrenim gençliğinin, işçi ve halk hareketinin ulaştığı boyutunun sağladığı kusul ve olanaklardan yararlanamaması, onun mücadelesinin ve hareketinin zaaflarından bir diğeridir; onun mücadelesinin gerileme sebeplerinden biridir.
Gençlik hareketi, geçici gerileyişine rağmen, ulaştığı boyutlar itibariyle, işçi ve halk hareketinin sağladığı olanaklardan yararlanamama zaafının yaraşıra, bu hareketle birleşememe eksiğini de gösteriyor.
İşçi hareketinin öğrenilmesi ve örnek alınması gereken en temel yanlarından birisi onun kitlesel niteliğidir. Sınıf eyleme geçtiğinde, yalnızca siyasileşmiş ileri kesimlerini değil, ana gövdesini de harekete geçirmeyi başarmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken bir başka önemli yan da, sınıfın geri unsurlarının, “gerici, burjuva ideolojilerin” etkisi altında kalmış kesimlerinin harekete büyük oranda katılmalarıydı. İşçi hareketindeki kitleselliğin nedeni sorulduğunda ilk verilecek yanıt, doğallıkla, işçilerin her gün üzerlerinde hissettikleri, sıkıntısını yaşadıktan, elde edilmesi mutlak zorunlu olan talepleri ile yola çıkmalarıydı. Çıkış noktası ne olursa olsun, kitle hareketlerinin zorunlu olarak siyasi bir mecraya doğru sürükleneceği Zonguldak örneğinde de yaşandı.
Öğrenci gençlik, sınıfın hareketinin bu yönünü iyi tespit etmek durumundadır ve bundan ders çıkarmalıdır. Kendi çalışmasını, kitleselleşmesinin ihtiyaçlarına göre yeniden belirlemelidir. Öğrenci gençliğin, alıp işleyebileceği, elde etmek için içten bir mücadele yürüteceği, geniş kitlelerin desteğini kazanıp onları da yanma çekebileceği, uğruna mücadeleye atılıp çözmesi gereken yığınlarca sorunu vardır ve her geçen gün bunlara yenileri eklenmektedir.
Gençliğin siyasal olarak aydınlanmış kesimleri, gençlik örgütleri, kitleler neredeyse oraya gitmek, ajitasyonun en temel yöntemlerini kullanarak kitlelerin arasına karışmak ve böylelikle sıcak, etkili ve içten bağlantılar kurmak göreviyle karşı karşıyalar. Gençliğe karşı gündelik ve uzun vadeli görevlerin eksiksiz yerine getirilmesi anlayış ve tutumuyla hareket etmek; içinde bulunulan eylem ve yürütülen çalışmaların deney ve tecrübelerini toparlayarak bunlardan kitle hareketini ilerletmenin koşullarını yaratmaya çalışmak, gençliğin ve ileri unsurlarının önlerinde duran görevlerdendir.
İşçi ve halk hareketinin genel grev ve direnişlere evrildiği koşullarda, gençlik hareketinin bu hareketle birleşmesi ona yeni bir atılım kazandıracaktır; ancak eski çalışma ve mücadele yöntemlerine bağlı kalınarak bu harekete gerektiği gibi katılabilmesi hemen hemen olanaksızdır. İşçi ve halk hareketinin bugünkü koşullarında genel boykot ve direnişlerin koşullan 6 Kasım’a göre daha fazladır.
Genel boykot ve direniş komitelerinin yaratılması için geniş gençlik yığınlarıyla ülkenin sorunlarının tartışılıp çözüm önerilerinin ortaya konulması, onları pratik mücadeleye kazanmanın kanallarının açılması gerekmektedir. İşçi ve halk hareketi gençliğe yeni bir ufuk açıyor.

Mayıs 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑