· Amerikancı politikanın ekonomiye getirdiği yeni yükler…
· Yeni yükler ve yaşam koşullarının kötüleşmesi, ekonominin kriz-öncesi sıhhatinin belirtisi olarak gösterilmeye çalışılıyor…
· Yazık, ekonomimiz tam kurtulmuştu! Kahrolsun artan petrol fiyatları! Kahrolsun Saddam!
· Patronlar Özal ve bakanlarını yalanlıyor…
Özal konuşuyor: “Türk ekonomisi Körfez kriziyle baş edebilecek durumda.” (Milliyet, 28 Eylül, Türk-ABD İş Konseyi toplantısında)
Ayrıca, “Türkiye’nin krizden doğan zararlarının abartılmaması gerektiğini” söyleyen Özal, “abartılı değerlendirmelerin Türkiye’nin kredibilitesini etkileyebileceğini”, “olumsuz değerlendirmeler karşısında bankaların ve mali çevrelerin Türkiye konusunda kendilerini geriye çekmeye başlayabileceklerini” belirtiyordu.
Belki biraz siyasal amaçlı sözler bunlar ya da öyle değilse Özal başbakan ve bakanlarıyla ayrı telden çalıyor. Özal’ın söylediklerinden anlaşılan, Körfez krizinin Türk ekonomisi üzerinde pek önemli etkileri olmadığı ve Körfez sorunu öne sürülerek ekonominin ve uygulanmakta olan ekonomik ve mali politikaların açıklanamayacağıdır.
Ancak Akbulut ve bakanlar, sözbirliği ederek, zamları, enflasyonun aşağı çekilmeyişini ve hatta işçi ve memur ücretlerine zam yapılamayacak olmasını Körfez krizinin Türk ekonomisi üzerindeki olumsuz etkileri ile açıklamaya yönelmişlerdir.
Akbulut “Körfez krizi nedeniyle petrol fiyatlarında hemen hemen bir misli artış oldu. Elbette ki bu artış ekonomiye de bir yük getiriyor. Mecburen bu pahalılığı bütün dünya paylaşıyor, biz de paylaşacağız. Hepinizin de bildiği gibi, krizden evvel enflasyonda bariz bir şekilde düşüş gerçekleşmiştir. Toptan eşyada % 46.45’e kadar indi. Yine aynı düzeyde tutmaya gayret sarf edeceğiz. Bazılarının söylediği gibi % 100’lcre ulaşacağı, 120 civarında olacağını kimse düşünmesin.” (Güneş, 26 Eylül)
Akbulut ilginç adam, söyledikleri zor anlaşılıyor, ama pahalılık olacak, bazı zamlar kaçınılmaz yapılacak, enflasyonu 46.5’a düşürmüştük başarıyla diyor. Enflasyon konusunda rakamları çok ihtiyatlı seçiyor “kurnazlıkla”. 46.5’lan % 100’lcre çıkarmayacağız buyuruyor. Kaç, 70 mi, 80 mi, 90 mı olacak? 46.5’la 100 arasında bayağı bir mesafe var. Bazen tedbiri elden bırakmamak gerekiyor!
Peki, enflasyon nasıl yükselmeyecek? Az sonra rakamları göreceğiz. Üst üste gelen zamlar maliyetleri yükseltecek. Bu zamlar ortamında sektörler arasında dengeli bir mübadele sağlanabilecek mi? Örneğin işçi ve emekçilerin ücretleri de zam görüp alım güçleri zamlarla orantılı olarak yükseltilecek mi? Böyle düşünülmediğini yine aktaracağız, çünkü bunun enflasyonist bir baskı yaratacağı düşünülüyor. Öyleyse fiyatları yükselen malları kim alacak, tümünü “mutlu azınlık mı”? Onlar milyara villa, milyonlara saat, banyo takımı vb. almakla yetiniyorlar. Bütün sigara ve rakıları nüfusun bu en çok % 5’lik kesimi içmez ki, tüm ekmekleri bunlar yiyip bütün demirleri ve boyaları bunlar kullanamaz ki! Ve sadece enflasyonu yükseltmemeyi başarmak da değil, siz o enflasyonu % 40’lara nasıl düşürdünüz? Rakamları sıralayacağız. İhracat-ithalat dengesi, genel olarak ödemeler dengesi bunca bozukken, son aylarda özellikle sanayi üretimi gerilemişken, bütçe açığı 10 trilyonu geçmişken ve hele bütün bunların yanı sıra % 10’luk bir büyüme hızına ulaşıldığı iddia edilirken, enflasyon nasıl oldu da, % 80-90 ve belki 100’lcrdcn % 40’lara çekilebilmişti? Yoksa bunca “başarı” Körfez “kedisi”ne mi yüklenecek? Yaz aylarında normal olarak duralayan ama sonbaharla birlikte artan enflasyonun önlenemez yüksekliği ve daha da yükselişinin suçu Körfez krizine mi yıkılacak? Tam aşağı çekmiştik, iyi gidiyorduk, ne yapalım Körfez krizi nedeniyle yine yükseldi, “yapacak bir şey yoktu” mu denecek? Böyle diyen “dahi çocuklar” var da!
Biliniyor, “Körfez krizi nedeniyle” artan petrol maliyetlerinin getirdiği yükleri karşılamak üzere yeni gelir kaynakları yaratmanın yolu olarak KDV oranlarının artırılması “tedbiri” alınmıştı. Genel olarak % 10’dan 11’e, temel gıda maddelerinde % 3’ten 5’e yükseltilen KDV oranlarıyla, sanki Körfez krizi öncesi 10 trilyon TL olarak gerçekleşmeyen (!) ama hemen Körfez kriziyle birlikte 1 ay içinde bu rakama vuran bütçe açıklan kapatılacaktı! Ne güzel bahane! Kriz patladı, böyle oldu. Açıkları kapamanın tam sırasıydı. Suç Körfez’e, Saddam’a atılabilirdi! Belki ekmeği daha az yiyecek emekçilerde Saddam düşmanlığı bile geliştirilebilirdi! “Dahi çocuk” Kahveci, KDV oranlarının artırılmasıyla emekçilere yeni yükler yüklendiği yolundaki eleştirileri yanıtlarken şöyle diyor:
“Bu tenkitlere katılmamak mümkün değil, söylenecek bir şey yok, söylenenlerin tersini serdedemem. Türkiye’nin geçtiği sıkıntılar maalesef başka türlü önlenemeyecek durumda.” Kahveci zekâsı nedeniyle boşlukta mı bıraktı yoksa gazetecilerin yetersizliği mi belli değil, “Türkiye’nin geçtiği sıkıntılar”ın neler olduğu anlaşılmıyor. Türk ekonomisinin iflah olmaz bozukluğu mu yoksa Körfez krizi mi, ortada kalıyor. Kriz olmalı! Siz, bu krizi hazır bulmuşken, daha çok KDV oranı yükseltir, daha çok zam yaparsınız. Yoksa bütçe açıkları nasıl kapatılacak, hele ihracat da düşmekteyken ve o % 10’luk büyümenin “yatırımları” (nerede bu, Türkiye’yi 6 ayda onda bir büyüten yatırımlar?) nasıl finanse edilecek? Dış borçlanmayla mı? Bu durumda ödemeler dengesi açığı büyümeyecek mi ve yine bu durumda paranın değer kaybı, yani enflasyon artışı gündeme gelmeden işin içinden nasıl çıkılacak?
Aşırı iddialı, has Özalcı, “Türk ekonomisinin Körfez kriziyle baş edebileceği” noktasında da Özal’la aynı görüşü paylaşan Güneş Taner’e bakalım: Körfez krizi ve petrol fiyatlarındaki artışın Ağustos ve Eylül enflasyonunu biraz yükseltebileceğini söyleyerek şöyle devam ediyor:
“Eylül ayında zaten mevsimsel olarak enflasyon artışı diğer aylardan yüksektir. Geçmiş yıllarda da bu böyle olmuştur. Yine de olağanüstü bir artış olacağını sanmıyorum. Enflasyon her şeye rağmen program hedefi doğrultusunda gelişecektir. Enflasyon beklentisi kırılmıştır. Bu pozitif psikolojiyi saptırmak, kamuoyunu yeni bir enflasyon beklentisine sokmak, bundan yararlanıp keyfi, haksız zamlar yapmak isteyenlere fırsat verilmeyecektir. Türkiye ekonomisi ilk yanda onda bir oranında büyümüştür. Bu büyümeyle ekonomiye kazandırılan dinamizme rağmen, enflasyon 15 puan aşağı çekilmiştir. Zam fırsatçılarının bu olumlu gelişmeyi yok etmesine izin verilmeyecektir.” (Milliyet, 23 Eylül)
Gerçekten iddialı. Artmayacak enflasyon diyor. En çok birkaç puan. Ama biz ne ekonominin ilk 6 ayda onda bir büyüdüğü ne de enflasyonun 15 puan aşağı çekildiği konusunda kendisiyle mutabıkız. Durgunluk içinde enflasyon olur, ama çok olağanüstü durumlar dışında ekonomi büyürken, hem de onda bir büyürken (doğru dürüst sanayi yatınım örneği vermek olanaksızdır, peki ekonomi hizmet sektörünün şişmesiyle mi yoksa ticari, hayali vb. faaliyetler aracılığıyla mı büyüdü?) enflasyonun düşmesi, üstelik 15 puan birden düşmesi ancak hayali olarak mümkündür. Piyasadan trilyonlarca para mı çekildi? Bütçe açıklan ne oldu, on trilyon tutuyor, nasıl izah edilecek? Bütçe açıkken, bir de üstelik piyasadan para çekildiyse onda birlik büyüme hangi kaynakla sağlandı? Delinin biri kuyuya bir taş almış, 40 akıllı çıkaramamış! Güçlü ve istikrarlı bir ekonomi olsa, Körfez kriziyle enflasyonun pek de artmayacağı düşünülebilir. Ama bu, bildiğimiz Türk ekonomisi. Ve iddia, kuyudan bir türlü çıkarılması mümkün olmayacak taşın hikâyesi. O kuyuya enflasyon mu düşürüldü yoksa? Enflasyon yükselişini engellemek üzere zamlara olanak tanınmayacağı iddiasını da kanıtlarıyla çürüteceğiz. Ama önce Devlet İstatistik Enstitüsü Başkam Prof. Dr. Orhan Güvenen’i dinleyelim:
“Enflasyonda Türkiye 1989 Temmuzundan bu yana çok önemli bir düşüş gerçekleştirmiştir. Enflasyon % 74.6’lardan son olarak ağustos ayında 45.9’a düştü. 28 puan düşme var ve çok büyük bir basandır. Türk ekonomisi bunu yaparken, % 10’lar civarında bir büyümeyi sağladı. Bu genellikle kitapların yazdığıyla ters bir olgudur. Türk ekonomisi her şeye rağmen bir etkinliğe ulaşmak üzere. Ancak Körfez olayının gelmiş olması, petrol fiyatlarının birdenbire yukarı tırmanması, enflasyonu isler istemez etkileyen bir durum. Biz bunun etkilerini hesapladık. Petroldeki her % 10’luk zam, % 1.5’un üzerinde etki yapmaktadır. Bunun toplam endekse getireceği artış 7-8 puandır. Bundan sonraki gelişmeler beklentiyle ilgilidir. Petrol birçok konuda girdidir. İç ve dış talep canlı olduğu için fiyatları yukarı çekme eğilimi doğabilir. Yani fahiş fiyat artışları karlar söz konusudur. Bundan kaçınmak gerekir. İkinci önemli olgu da beklentidir. Artış beklentisi. Bizim ekonomimizdir, bizim ülkemizdir. Sahip çıkmamız lazım.” (Agy.)
Güneş Taner’den farklı değil. Daha açıklayıcı. Birincisi ağustos başından bu yana petrol fiyatları dışarıda varili 20 dolardan 40 dolara, % 100, içerde yaklaşık % 60 arttı. Bu demektir ki, 7.5×6=45 puan enflasyon artışı. Yıl sonuna kadar % 10’luk artışın toplam endekse etkisi 7.5 kabul edilirse, % 60’lık artış 45 puan etkiler. Bu, beş ay içinde % 100’lük bir artışla, Prof un rakamlan veri alındığında, günümüzün % 45’lik oranının % 90’a vurması demektir. Hocamız başarısını ve Türk ekonomisinin başarısını tersten mi kanıtlamak istiyor? Yılsonu, düzgün bir hesaplamayla enflasyon oranı % 100 olarak ortaya çıktığında “ne yapalım, Körfez krizi, petrol fiyatlarındaki artış sonucu” mu diyecek, bahaneyi şimdiden mi hazırlıyor? Bugünkü iddia edilen % 46’lık oran sadece bir hesap oyunumu? Bizce öyle, önlenemeyen enflasyonun ve ne kadar % 10’luk büyüme iddia edilirse edilsin bir türlü rayına oturmayan ekonominin krizli durumunun suçu, yılsonunda Körfez krizine yıkılacak. Üstelik korktukları hocamızın ve onun istatistiğini tuttuğu nazenin kapitalizmimizin, “mutlu” burjuvalarımız ve siyasal temsilcilerinin başlarına gelecek. Yalnızca petrol zamları yansımayacak endekslere. Şimdiden petrolün girdi olduğu ve olmadığı tüm ürünlere yapılan zamlar da yansıyacak, fahiş fiyat artışları şimdiden oluyor, bunlar, bugünden yansıyor. Ve zaten verilen rakamlardan yüksek olan enflasyonun daha da yükselmesi beklentisi, tam bir kamçılayıcı etki yapacak. Burası Türkiye! Enflasyon eğrisi okunun sivri ucunu milimetrik kağıt üzerinde nerede bulup yakalayabileceğimiz meçhul. Bahane, hep Körfez krizi ve Saddam olacak! Gelelim zamlara.
3 EYLÜL: SEKA, kâğıt ve kartona % 3 ile 9 arasında zam yaptı. TCDD, yolcu taşıma ücretlerini % 15 ile 90 oranında artırdı. İstanbul’da ekmek fiyatına % 50 zam yapıldı. Bunların son ikisi doğrudan emekçilere yönelik.
11 EYLÜL: Demire yılın 4. zammı yapıldı, böylece 8 ayda demire toplam % 20’lik bir zam geldi. Bunun sonuncusu diyelim ki petrol fiyatlarındaki artıştan yansımaktadır. Peki ya ilk üçü? O zaman ne Körfez krizi vardı ne de petrol fiyatları başını alıp gitmişti. Ve demir temel bir girdi. Sanayin, inşaat sektörünün temel girdisi. Demire toplam % 20 zam yapılıyor ama enflasyon yılbaşından bu yana 15 puan düşüyor, öyle mi! Demir zamları ekonomimizin pespayeliğinin olduğu kadar enflasyonun aşağı çekilmesi ve istikrarın Körfez kriziyle bozulmakla olduğu yalanlarının da açık bir kanılıdır.
Aynı şey, 13 Eylül Tekel maddelerine yapılan zam için de söylenmelidir. Bu yıl Tekel ürünlerine kaç kez zam yapıldığını kimse hatırlamaz olmuştur. Son zammın oranı % 14-25 arasında değişmektedir. Bunun petrolden yansıdığı söylenemez. Ancak bu zammın Körfez krizi sonrası emekçilere yüklenen yeni yükler arasında olduğu kesindir. Hani haksız zam olmayacaktı? Ve bundan önceki Tekel zamlarının nedeni ile olmayan Körfez krizi miydi? Şu kesindir: Bozuk, enflasyonist ekonomik durum Körfez öncesi olduğu gibi sonrası için de geçerlidir. Değişen şey, Körfez krizi sonrasında bozukluğun, istikrarsızlığın, enflasyonun artması, emekçilere yük üstüne yük bindirilir olmasıdır.
14 EYLÜL: (Kriz sonrası artışlar- özel) Tüp gaz % 35, kablo % 8, Alüminyum % 9-12, şehir içi yolcu taşıma % 60-70, yoğurt % 10-20, pirinç % 10, kuru fasulye % 46, (pirinçle fasulyede petrol girdi değildir), çay % 8-14, kahve % 28, margarin % 21, SEK ürünleri % 5-20, deterjan % 7-17, hastane ücretleri % 32-200, bira % 20-25, boya % 10. Peynir, zeytin, giyecek, akla gelebilecek her şey zamlandı. Körfez krizi ekonomiye, daha doğrusu emekçilere yeni yükler getirdi. Ama bu kriz, sağlam ve istikrarlı bir ekonomiyi bozulmaya uğratmadı, zaten bozuk olan ekonomiyi daha da bozdu. Güneş Taner iki yönlü yanlış ya da hayal içinde. Hem Körfez krizi sonrası zamlarla enflasyon oranı yükselmektedir, yükselecektir, bu ekonomide bunu önlemenin olanağı yoktur; hem de demir ve Tekel zamlarının gösterdiği gibi zamlar yalnızca Körfez sonrasının değil, Türk ekonomisinin eski bir hastalığıdır. Haziran’da 200 TL olan yumurtanın Eylül’de 300-350 TL’ye yükseldiği, hem de yumurtanın önemli bir pazarını oluşturan Arap ülkelerine ihracatı düşmüşken iç fiyatının düşmesi gerektiği halde bu denli yükseldiği bir ülke ekonomisinin istikrarından söz edilebilir mi?
Ve Kahveci’ye soruyorlar: “Memur ve işçinin alım gücünü artırmak için kriz zammı (ücretlere zam- ÖD) gündemde mi?” Soru kuşkusuz iki amaçlı. Alım gücünü yükseltip anti-enflasyonist bir eğilim yaratmak ve emekçilerin yüklerini hafifletmek düşünülüyor mu- soru bu. Yanıt veriyor “Şu anda memura verdiğimiz artış bir hesaba göre % 57, diğer hesaba göre % 76’dır. Dolayısıyla enflasyon oranı bu oranlara ulaşmaktan uzak. Bu öneriyi yapanların hesaplarını tekrar kontrol etmeleri lazım. (Milliyet, 23 Eylül)
Hiç niyeti yok. Hadi emekçilerin sırtındaki yükü hafifletmek bir yana, beyzadenin enflasyonist baskılara karşı bir set oluşturmak gibi bir yönelimi de yok. İşçi ve memur aracılığıyla enflasyon mu dizginlenilmiş diye düşünüyordur!
Kendisi olsa aynı şekilde davranıp davranmayacağı bir yana, “zamlara bir bahane gerekiyordu, şimdi ve yarın bütün kusurlarını Körfez krizine yükleyecekler.” derken ve KDV oranlarının artırılması karşısında “bunu Körfez krizi ile örtbas etmek mümkün değildir” eleştirisini yöneltirken Demirci haksız değildir. Zamlara karşı tepkisini “enflasyonu düzeltme ümitleri başka bahara kaldı. Enflasyonun bütün zorluklarını sırtında taşıyan Türk tüketicisi yeni bir kambur daha sırtladı” dediğinde Odalar Birliği’nin eski ileri gelenlerinden, eski Evren (Danışma) meclisinin üyelerinden Dündar Soyer yanlış bir şey söylemiş olmuyor.
Sürekli laf salatasıyla uğraşıp çok şey söyleyen, bununla yasak savıp hiç iş yapmayan Şevket Yılmaz ağa, “Körfez bunalımı bahane edilerek hesapsız ve insafsız yapılan bu büyük ölçüdeki zamların tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Kriz bahane edilmemelidir.” diye yakındığında doğruyu dile getiriyor. “Bizde kriz (Körfez krizi (ÖD), enflasyonist bir ekonomik politika uygulayan hükümet için can simidi yerine geçmiştir. Hükümet daha önce parça parça yapmaya cesaret edemediği zamları şimdi krizi bahane edip katlayarak yapıyor.” diyen Münir Ceylan’ın söyledikleri de tümüyle doğrudur.
Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Yüce de petrol zamlarının bahaneye dayalı olduğunu düşünüyor “Akaryakıt zamları ve Türkiye’ye getirdiği mali yükün aslında başka açıkların sübvansiyonu için kullanıldığını düşünüyorum. Yani bunun politik amaçlı olduğu kanısındayım. Bütçe açıkları planlananın da çok üstünde cereyan etliğinden ve çok büyük bazı fon kayıpları olduğundan bunun bir bahane olarak kullanıldığı gerçektir.” (Milliyet, 23 Eylül)
Benzeri düşüncelere sahip olmak için herhalde ANAP’lı olmamak yetiyor.
“Sağlam ve istikrarlı”, “enflasyonu aşağı çekilmiş” ekonomimizin (!) bir başka istikrar unsuruna gelelim. Ekonominin Körfez krizinden etkilenmemiş haliyle asli yapısının unsurları hakkında bir fikir sahibi olabilmek için Körfez bunalımı öncesi dönemin rakamları ve durumuna bakacağız.
Temmuz 1990 üretim hacmi ve endekslenmesi ne durumdaydı?
Rakamlar DİE’nin, yani sayın Prof. Dr. Orhan Güve-nen’in Temmuz 1990 sanayi üretimi 1989 Temmuz’una göre % 1.6 oranında artmış. Bunun basan sayılması gerekiyor. Artış, az da olsa, yine de artıştır. Ancak, 1990 Haziranına göre Temmuz üretimi, % 12.8 azalmış durumda. Buna ne buyrulacak? Bu ne istikrar, bu nasıl bir onda birlik ya da % 10’luk büyüme, sayın hocam, sayın G. Taner? Üstelik enerji ve madencilik sektörleri dışta tutulup imalat sanayi kendi başına alındığında hazirana göre gerileme % 16.3.
Ya dış ticarette durum nasıl? Gelişme hızı ve istikrar ne âlemde?
Dış ticaret açısından Temmuz ayı, “kara Temmuz” diye anılıyor. 1981 Ağustos’undan bu yana en kötü sonuçlar 1990 Temmuz’unda alındı.
1990 Temmuz ihracatı 1989 Temmuz’una göre artıyor, % 4.4’lük küçük bir artış ama yine de artıyor. Geçen yıla göre bir istikrardan söz edilebilir. Aynı görecelikle ithalat ise % 20.3 artıyor. Temmuz 1990’da ihracatın ithalatı karşılama oranı % 51.3’e kadar düşüyor. 1990’ın ilk yedi ayı açısından ihracat 1989’un ilk yedi ayına göre % 6.2 oranında artarak 6.505 milyon dolar olarak gerçekleşiyor. Aynı dönemlerin kıyaslanmasında ithalat ise % 32.9’luk bir artışla 11.129 milyon dolar olarak gerçekleşiyor. İthalatın hızlı artışı ve ihracatın ithalatı karşılama oranındaki azalmada “istikrar” var, karşılama oranı “istikrarlı” bir şekilde düşüyor. 1989’un ilk 7 ayı sonunda ihracatın ithalatı karşılama oranı % 73 iken 1990’ın aynı dönem sonunda bu oran % 58.5’a düşüyor. Bu rakamlar oldukça “düze çıkmış” ekonominin verileri kabul edilebiliyor, DİE Başkanı ve Bakanlarımızca!
Ya ödemeler dengesi ne durumda? Özal’ın “döviz stoklarımızda yerli-yersiz övündüğü biliniyor. Haklı mı?
Rakamlar 1990’ın ilkv6 ayının rakamları, verileri Merkez Bankası yayınlıyor. Ödemeler dengesi bilânçosuna göre, 1990’ın ilk 6 ayında cari işlemler dengesi 1.448 milyon dolar açık veriyor, Özal geçen yılın rakamlarıyla övünüyor hala, çünkü 1989’un ilk 6 ayında fazla var: 340 milyon dolar. Ekonominin sağlamlığını da göstermek üzere istikrar müthiş! Geçen yılın ilk 6 ayına göre gerileme 1.788 milyon dolar. 89 Haziran’ında fazla var, 75 milyon dolar, bu yıl açık 46 milyon dolar.
Ödemeler dengesi bilânçosuna göre, dış borç geri ödemelerinde zorluklar baş göstermiş. Geri ödemelerde bu yılın ilk 6 ayında geçen yılın aynı dönemine göre % 8’lik bir azalma var. Dış borç mu azaldı. Kuşkusuz hayır. Katlanan faiz borçlarıyla birlikte borç artmış durumda, azalan ödeme gücü. Bu da sağlamlık ve istikrar unsuru! Yabancı sermaye girişi artıyor, artış oranı % 68. Türk ekonomisinin vefalı bir istikrarlı artış unsuru işçi dövizi girdileri, % 17.6 artışla 1.395 milyon dolar oluyor. Ve bir de son yılların gözdesi turizm gelirleri artıyor. 1.372 milyon dolara ulaşıyor. 1990’ın ikinci yarısında turizm gelirlerinden umudu kesmek gerekiyor, çünkü hemen tüm rezervasyonlar iptal edilmiş durumda, savaş tehlikesi nedeniyle. Bu üç kalemdeki artışlara rağmen, ödemeler dengesi açık veriyor. Kısacası, durum felaket.
Bir de enflasyon 28 puan düştü, onda bir büyüdük, istikrarlı bir ekonomiye sahibiz, Körfez krizini adatırız deniyor! Yılsonunda “Körfez krizi nedeniyle…” bahanelerini çok dinleyeceğiz…
Peki, bahanelerin ötesinde Körfez krizinin Türk ekonomisi üzerindeki olumsuz etkileri neler?
* Türkiye’den Irak ve Kuveyt’e 1990 sonuna kadar 700 milyon dolarlık ihracat öngörülüyordu. İhracat tümden durmuş durumda. Kayıp…
* Irak’ın Türkiye’ye, ithalat kredisi olarak, 750 milyon dolarlık borcu var, bu yılki taksit 180 milyon dolardı. Kayıp…
* Petrol boru hattı yıllık taşma ücreti olarak bu yır tahsil edilmemiş 125 milyon dolarlık bir alacak var. Kayıp…
* Taşımacılık firmalarının yıl sonuna kadar (5 aylık) tahmini kaybı: 230 milyon dolar. Tanker ve kamyonların işsiz kalması. Artan mazot giderleri karşısında taşımacılık fiyatlarını düşürmelerine rağmen iş bulamamaları -atıl sermaye… Ek kayıp…
* Irak ve Kuveyt’teki müteahhitlik firmalarının kayıpları, tahmini 150 milyon dolar. Mal varlıklarına el konma durumunda kayıp 600 milyon dolar.
* Müteahhitlik firmalarının kar transferlerine izin verilmemesi ve iki ülkede çalışmakta olan yaklaşık 9000 Türkiyeli işçinin döviz tasarruflarına el konması durumunda yüklü bir kayıp…
* Türkiye’nin ithal edeceği petrolün şişecek navlun ücretleri. Boru hattıyla tonu 1.5 dolara taşınan petrol navlunu şimdi ithal edilecek ülkeye ve navlun piyasasına göre belirlenecek, yaklaşık 20 milyon dolar fazla ödeme…
* Turizm gelirlerinde savaş tehlikesi nedeniyle düşmeler. Güney boşalmış durumda. Kayıp oranı yüksek…
Turizme bağlı dövizli satışlarda düşme, hediyelik eşya, deri eşya vb. sektörlerinde durgunluk… Bunun gibi…
Bunlar, Türkiye’nin ödemeler dengesini, petrol fiyatlarındaki artış gibi başlıcaları dolayısıyla yatırımları (maliyetleri yükselterek), bir dizi ürünün üretim maliyetinin artışını etkileyecektin Kapitalizm koşullarında, bu etkenler kaçınılmaz zamlara neden olacak, piyasada bir dizi dalgalanma görülecektir.
Aslında kapitalizm koşullarında da, zamlar ve dalgalanmaların önüne geçilebilmesinin çaresi vardır. Özal övünüp durduğu döviz rezervlerinin bir kısmından fedakârlık ederek, hiçbir enflasyonist baskıya meydan vermeden yılsonunu getirebilir. Ama bu kuşkusuz yapılmayacak, yükler emekçilerin sırtına -zamlar ve vergilerle- yıkılmaya çalışılacaktır. Bir başka seçenek, Irak’la dostluk içine girmek ve Körfez’e ilişkin politikayı değiştirmektir. Irak’ın bedava vereceğini açıkladığı petrol tüm bu ek dertlerin sonu demek olacaktır. Bunun da gerçekleşmeyeceği ortada.
Geriye tek alternatif kalıyor İşçi sınıfı ve emekçilerle burjuvazi arasında, sömürüye, Körfez krizinin ek yüklerine, Amerikancı saldırganlık politikasına karşı dişe diş bir mücadele. Zamlara, vergilerin artırılmasına, ek yüklere, Türkiye’nin Amerikancı savaş arabasına bağlanmasına karşı grevler, direnişler. Yükleri burjuvaziye iade etme. Genel grev…
Ekim 1990