Bu yazımızda, Devrimci Yol özgülünde, dönemin belirgin moda eğilimlerinden birinin, örgütsüzlük ve örgütsüzlüğün teorileştirilmesinin üzerinde duracağız. İki belgeden yararlanacağız: Devrimci Yol Savunması ve İşçilerin Sesi’nin 13. sayısında Melih Pekdemir ile yapılan “Mücadele ve Örgütlenme Görevleri Birlikte Ele Alınmalı” başlıklı söyleşi.
İçinden çıkılmakta olan dönem, uluslararası ve ulusal koşullarıyla, demokratizm adına örgütsüzlük düşünce ve pratiğinin geçer akçe sayıldığı bir süreç oluşturdu. Açıktan ve doğrudan savunulan, anarşizan demokratizmden kaynaklanan örgütsüzlük; hiyerarşik yapıların reddi; örgüt ve örgüt fikrinin herkesin istediği fikri savunup uygulayabileceği, “eleştiri özgürlüğünün” ötesinde bir Marksizm karalamasını esas alan ve irade birliğinden hareketle sağlanabilecek eylem birliğinin olanaksızlaştırılması üzerine kurulan ve sözde örgütü inkâr etmiyor görünmeye çalışarak benimsenen örgütsüzlük; “kanallı parti” fikri dolayımıyla savunulan örgütsüzlük; örgütsel alanda ilkel yöntemlerin, dernekçiliğin, dergiciliğin… savunulup uygulanmasına dayanan, iki temel yönden, yasa dışı ve gizli örgütlenen çekirdeklerin ve merkezi örgütlenmenin açık ya da örtük inkarı yönünden yasalcılığı ve kendiliğindenliği yücelten örgütsüzlük – günümüz örgütsüzlük düşünce ve pratiğinin belli başlı türlerini oluşturuyor.
Uluslararası koşullarının üzerinde durmak gerekmiyor, biliniyor artık. Revizyonist örgütler bile tasfiye edildiler, çoktan terkedilmiş bulunan toplumun parti önderliğinde komünist örgütlenmesi yerine piyasa koşulları ve onun anarşik niteliğinden güç alan kapitalist örgütsel biçimler, bireycilik, özel çıkarlar, bunların “örgütlülüğü” ya da örgütsüzlük geçirildi; parti, tüm toplumsal ve siyasal süreçlerin dışına itildi, itiliyor.
Ulusal koşulları da biliniyor: Eylül darbesinin başlattığı gericilik yılları, örgüt “öcü” ve korkusunu yarattı ve gericiliğin ideolojik saldırısı “solcu” önemli bir kesimin beyinlerine de nüfuz etli, örgütler ve örgütlülük inkâr edildi. Bu, yalnızca, kaba siyasal zorun etkisiyle mahkemelerde ve “dışarıda” olmadı; ideolojik etkilenme ve duyulan korkuyla, teorisi yapılıp savunulan bir siyasal “gerçek” de oldu. Yenilgiden, örgütsüzlüğün gerekli olduğu gibi bir ders çıkarıldı; adına da örgütsel alanda demokrasi dendi, birlikçilik dendi (eski yapıların “yetersizliği” ortaya çıkmıştı çünkü eski yapıları aşan bir “birlik” gerekiyordu, “birlik” oluşuncaya kadar aydınca tartışmalarla ortalıkta dolanmak ve bütünüyle sınıf mücadelesinin dışında kalarak neredeyse legal çevreler bile oluşturmaktan uzak kalmak, dolaysız örgütsüzlük savunusu ve sonra, eğer “birlik” başarılırsa -pek olası görülmüyor- legal çevreler aracılığıyla örgütsüzlük, bu “birlikçi” yönelimin damgasıydı), eski örgütlerin basitçe toparlanması yerine aşılması dendi, yeniden üretilmesi dendi, “mücadele platformlarında mevzilenme” ve bu platformlardan, kitle örgütleri, basın vb. içinden devrimci hareketi ve devrimci örgütü yaratma dendi… Ama bir ortak nokta var; üzerinde birleşiliyor, Devrimci Yol’un da katılma eğilimi gösterdiği “birlikçi” birliğin konsensüslerinin başlıcalarından birini sağlıyor: örgütsüzlük fikri, yasadışı çekirdeklere dayanan merkezi örgüt fikrinin, profesyonel devrimcileri ve bilinçli işçileri bağrında toplayan Leninist normlarla işleyen disiplinli bir mekanizmanın, proletaryanın yönetici aygıtının reddi; yalnızca pratikte değil düşüncede de reddi, örgütsüzlük durumunun teorileştirilmesi.
İddialarla ortalarda salınan tek tek ünlü bilir gezer şahsiyetleri bir yana bırakırsak, Eylül öncesi grup ve örgütlerin önemlice bir kısmı, kimi şu kimi bu nedenle, kimi siyasal baskı ve ideolojik etkilenmenin kurbanı olarak, kimi örgütsel demokratizm ya da birlikçilik uğruna kimi yeniden örgütlenmenin belirli özel ve öznel olumsuz etkenlerini aşabilmek için örgütsüzlüğü savunmaya yönelerek, kimisiyse “demokratikleşen” (!) Türkiye’de bu sürece katkıda bulunmak üzere yasallaşarak tasfiyeye uğratıldılar ya da siyasal zorbalığın dağıtıcı-tasfiye ediciliğine karşı durma yerine örgütsel dağınıklık ve hemen hemen tasfiye olmuşluk koşullarını teorileştirmeye girişerek durumu pratikte ve düşünce planında da kabullenerek iradeleri aracılığıyla da bu sürecin gelişmesine katılma yolunu tuttular.
TKP’nin durumu ortada. TBKP adını alarak yasalcı bir yola girdi. Tüm gizli ve yasadışı örgütlerini dağıttı, tasfiye etti. Ülkenin “demokratikleşme süreci”ne yasal bir çevreler toplamı olarak omuz vermeye girişti. 5-10 kişilik orijinal eylemlerle sansasyona oynuyor, yapabilecek başka bir şeyi kalmadı.
Diğer bir örnek, bugünkü Yeni Öncü çevresinin temsil ettiği ya da artık etmediği gelenek. Eski grup yapılarının sürdürülmesine karşı bir tulum içinde “birlik” yönünde girişimler içine girdiler. Eski örgüt tasfiyeye uğradı, “birlik” sürecine katılan unsurlar, hemen tümü sadece bireyleri adına konuşmaya ve bunun doğruluğunu savunmaya yönelerek ortak bir irade ve bir eylem birliği içinde olmanın koşullarını kendi elleriyle yok ettiler, şimdi bir yasal çevre olarak bile ayakta kalmayı başaramıyorlar ve yasal bir örgütsel faaliyet içine bile giremiyorlar. Sınıf mücadelesinin hemen tümüyle dışına düştüler, herhangi bir sektörde varlıklarını ortaya koyabilme durumunda değiller. Bu durum ve tutuma karşı çıkan az sayıda eski eleman, belki konumları dolayısıyla ellerinden gelmediği için, bir ağırlık oluşturamadılar.
Ve Devrimci Yol. Savunmasında ve etkin görünen Melih Pekdemir’in yazılarında örgütsüzlüğün teorisini yaparak tasfiye sürecine noktasını koymaya yönelmiş durumda.
Savunma’da Eylül öncesi “örgütsüz oluş” şu sözlerle ortaya konmaktadır:
“Devrimci Yol Bildirgesi’nde belirli bir teorik ve siyasi çizgi ortaya konulmuş; bu görüşler çevresinde, bu görüşlerin doğruluğuna inanan yüzlerce insan kendi çalışma alanlarında faşizme karşı mücadele görevlerini temel siyasi görev olan partileşme sürecine bağlı kılarak, çeşitli faaliyetler yürütmüştür. Kendiliğinden nitelikli ilişkilerin egemen olduğu böyle bir süreç içinde, faşist saldırılar karşısında kendi aralarında belirli bir dayanışma içine giren insanlar, bu saldırılara karşı durabilmek için belirli bir örgütlülük içinde hareket etmişlerdir.
“… Bu insanlar faşizme karşı mücadele konusunda, ülkemizdeki devrimci mücadelenin genel sorunları konusunda ortak siyasi görüşleri savundukları için Devrimci Yolcu olarak anılmaktadırlar. Böyle unsurların oluşturduğu bir siyasi gruba mensup insanlar, kendi içlerinde parti örgütlenmesi anlamında merkezi bir hiyerarşik yapı yaratmamış olsa da, elbette ortak sorunlar karşısında ortak davranışlar göstermiştir. Okullarda, fabrikalarda birlikte seçimlere girmişler, mahallelerde ve hayatın diğer alanlarında faşist saldırılar karşısında … ortak savunma tedbirleri almışlar, çeşitli meslek alanlarında ortak hareket etmişlerdir. Bu nedenle de Devrimci Yol bir siyasi grup ve birçok konuda ortak düşünceler savunan insanların içinde yer aldığı bir siyasi hareket olarak görülmüş ve öyle adlandırılmıştır.
“… ilişkilerin kendiliğinden nitelikli ilişkiler düzeyini aşması… mümkün olmamış, siyasi grup ilişikleri aşılamamıştır.
“(Ama- ÖD) kendisine Devrimci Yolcu diyen veya kendisini Devrimci Yola yakın gören, Devrimci Yoldaki görüşleri benimseyen on binlerce insandan oluşan bir devrimci hareket ordusu oluşmuştur.” (Devrimci Yol Gerçeği adlı bölümden)
Bunlar, Eylül öncesinin değerlendirilmesine ilişkin söyleniyor. Elbette Dev Yol ya da Dev Yolcular çeşitli “çalışma alanlarında” birçok şeyler yapmışlardır, seçimlere girmek gibi işlerin ötesinde de bir dizi devrimci faaliyet yürütmüşlerdir, ancak, savunmalarında, tüm bu faaliyetleri yürütenlerin, parti olmasa da, merkezi hiyerarşik bir örgüt değil, merkez komitesi, çeşitli komiteleşmeleri, aralarında astlık-üstlük ilişkisi olan organları ve yine çeşitli uzmanlık örgütlenmeleriyle, demokratik merkeziyetçi işleyişi ve Marksist örgütsel normlarıyla yukarıdan-aşağıya kurulmuş merkezi bir aygıt değil, kendiliğinden ilişkilere sahip bir dergi çevresi, aralarında yalnızca dayanışan ama belirli bir disiplinle hareket etmeyen, bir örgüt disiplinine sahip olmayan merkezileşmemiş, mücadelenin çeşitli sektörleri ve çeşitli şehirler ve yerel birimlerin çevrelerinin federatif bir birliği ve bir örgütün çeşitli komitelerince kabul edilmiş, onun belirli organlarında görev verilmiş üyeleri olmayan ama kendilerine Dev Yolcu diyen, kendilerini kendilerinin Dev Yolcu kabul etliği unsurlar olduğunu belirtiyorlar. Örgüt ve örgüt üyeleri yoktur, çevreler ve kendilerini Dev Yolcu kabul eden insanlar vardır. Ve bir de yasal dergi, Devrimci Yol dergisi. Savunmaya göre, bireyler, Devrimci Yol Bildirgesi ve Devrimci Yol dergilerindeki teorik ve siyasi çizgiyi, bu dergide ortaya konan ve temsil edilen “faşizme karşı mücadele ve devrimci mücadelenin genel sorunları konusundaki ortak siyasi görüşleri” savunup benimsemelerinden hareketle kendilerine Dev Yolcu demekte veya kendilerini Dev Yol’a yakın görmektedirler. Dev Yol, bu “kendisine Devrimci Yolcu diyen veya kendisini Devrimci Yola yakın gören” bireyler değil, hatta kendisini Dev Yola yakın gören, yakın hisseden kişiler Dev Yolcudur. Dev Yolcu olmak, doğrudan ve yalnızca bireylerin iradesine bağlıdır, bu iradenin sonucudur. İnsanların bir örgüte kabul edilmesi, bunun yetkili organlar eliyle gerçekleştirilmesi ve ancak belirir örgüt organlarında çalışmayı kabul eden ve çalışan bireylerin üye olabileceği bir örgüt oluşturulması gerekmemiştir. Örgüt, hiçbir zaman kurulmamış, var olmamıştır, bireyler, ortak siyasi görüşler savundukları, kendilerine Dev Yolcu dedikleri ya da kendilerini Dev Yola yakın hissettikleri için Dev Yolcu olarak “anılmışlardır”. Anan, üçüncü şahıstır, birileridir ya da kamuoyudur. Söz konusu olan Dev Yol olduğundan ve bir örgüt olup olmadığı tartışıldığından, özne ya da birinci şahıs olması gereken Dev Yol ya da örgüt, konuyla ilişkin olarak söz sahibi değildir, olmamıştır; ikinci şahıslar, yani bireyler, kendilerini Dev Yolcu kabul edebilmeleri ve böylelikle Dev Yolcu olabilmeleri dolayısıyla söz sahibidirler, Dev Yolcu olmaya kendileri karar verebilmektedirler ve üçüncü şahıslar ya da kamuoyu onay mercii ya da rivayet yayıcı olmaktadır. Dergi ortak iradenin unsurudur, ama temsili bir organ olmamıştır, bu iradeyi örgütlemeye yönelmemiştir. Dergi etrafında bir örgüt ve örgütlenme bile olmamıştır, savunmaya göre, Dev Yol, Devrimci Yol dergisi tarafından aralarında son derece gevşek bağlar, dayanışma bağları olan bireylerin oluşturduğu örgütsüz bir çevre durumundadır. Mücadelenin çeşitli alanları ve çeşitli şehirlerde kendilerine Dev Yolcu birey ve çevrelerin içine girdikleri ortak davranışlar, bir örgütün ve örgütlülüğün sonucu, unsuru ve göstergesi değil dayanışma ihtiyacının dayattığı kendiliğinden ilişkiler çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Görülen ya da anılan “belirli bir örgütlülük içinde hareket etme”, yalnızca bu dayanışma İhtiyacının yol açtığı kendiliğinden ilişkilere dayanmakta ve bu örgütlülük türü kendiliğindenimin örgütlenmesinin ötesine geçmemektedir.
Savunma örgüt konusunu böyle koymakladır. Savunmada, böylesine temel ve önemli konularda kesinlikle yanlış olmasına ve böyle yola başvurulmaması gerekmesine rağmen, bazı hukuki kaygıların gözetildiği düşünülebilir. Doğrusu bunu düşündürecek veriler de yok değildir. Ama önemli olan, savunmada yalnızca örgütsüzlük durumunun ortaya konması değil; parti ve partileşme sürecinin fetişleştirilmesi yoluyla, bu kategorilerin, bir süreç-parti, süreç-örgütlenme kategorisi olarak, kendiliğindenliğin önünde eğilme ve onu yüceltme temelinde kavranarak savunulması ve parti-öncesi sürecin ya da partileşme sürecinin bir kendiliğindenlik ve kendiliğinden örgütlenme sureci olarak öngörülmesi; yalnızca pratikte olanın değil, olabilecek olanın ve olması gerekenin, bu, kendiliğindenliğin örgütlenmesi olduğunun belirtilmesidir. Şu pasajlar başka ne anlama gelebilir:
“Kendiliğinden nitelikli ilişiklerin egemen olduğu böyle bir süreç içinde… Dev Yolcu olarak anılan… unsurların oluşturduğu bir siyasi gruba mensup insanlar, kendi içlerinde parti örgütlenmesi anlamında merkezi bir hiyerarşik yapı yaratamamış olsa da, elbette ortak sorunlar karsısında ortak davranışlar göstermiştir.”
“Ancak ilişkilerin kendiliğinden nitelikli ilişkiler düzeyini asması, bitim anladığımız ve amaçladığımız anlamda devrimci bir parti niteliğine dönüşmesi (bizim bu yöndeki çabalarımızın, becerilerimizin yetersizliği basta olmak üzere) çeşitli nedenlerle mümkün olmamış; siyasi grup ilişkileri aşılamamıştır.”
Evet, parti amaç (aslında araçtır), savunuluyor, oluşturulması düşünülüyor; ama bir süreç-örgütlenme olarak, kendiliğinden nitelikli ilişkilerin bir sonucu ve aşılması olarak, kendiliğinden ilişkiler, parti ilişkilerine dönüşecek.
Evet, bir dağınıklık dönemi olabilir, kendiliğinden ilişkilerin egemen olduğu bir dönem olabilir. Ama hiçbir Marksist, böyle bir dağınıklık ve kendiliğindenlik ortamında eli kolu bağlı oturmaz, hemen kendiliğinden olmayan ilişkiler yaratmaya, bir örgüt oluşturmaya ve sınıf mücadelesine bu örgüt aracılığıyla müdahale etmeye girişir, örgütlenmenin, kendiliğinden ilişkilerin aşılmasını partinin kurulmasına ertelemek, kendiliğindenliği, örgütsüzlüğü savunmaktır ve bir Marksist böyle davranamaz. Marksist, parti kuruluşunu gündemine alır, alamaz, almamalıdır denemez, alır, bunun için öncelikle yapılması gerekenleri yapmaya girişir. Partinin kurulmasının önünde engeller varsa, örneğin Marksistler kendilerini burjuva, küçük burjuva akımlardan temel noktalarda ayırmışlar ama henüz bir program oluşturamamışlarsa ya da hemen tümüyle sınıftan kopuk bir grup oluşturuyorlarsa veya birçok Marksist ve işçi grubunun birliği sorunu kendini dayatıyorsa ya da başka nedenlerle bir parti oluşturmak gündeme alınmakla birlikte, bu sorunun çözümü öncelikle bir dizi sorunun çözümünü gereksiniyorsa, Marksistler durum ve koşullara uygun parti-öncesi örgütlenmelere giderler. Bu örgüt, dağınık Marksist yerel grupların birliğini sağlamayı amaçlayan bir “örgütlenme komitesi” olabileceği gibi, herhangi bir bölgedeki işçileri birleştiren “işçi ve Marksist birlikler”, “mücadele birlikleri” ya da merkezi örgütlenmenin uygun koşullarının bulunduğu durumlarda parti-inşa örgütleri, reorganizasyon (yeniden örgütleme) örgütleri vb. olabilir, Ama gereken, mutlaka bir örgüttür; gevşek dergi ya da dernek örgütleri değil, çevreler değil henüz oluşturulmamış program sorunun ve engel durumundaki başka sorunları çözmeyi gündeminin ana maddesi yapan, merkezi (ya da eğer bölgeler söz konusuysa, diğer bölgelerle birliği ve merkezileşmeyi birincil sorunu olarak saptayan), hiyerarşik, parti kuruluşuna zemin sağlayacak ve kendi zaaf ve eksikliklerini, kendini aşarak partiye dönüşecek ya da başka benzeri örgütlerle birleşerek partiyi yaratan unsurlardan biri olacak, ama bu görevi başarabilmesi için, yapabildiğince partinin görevlerini yerine getirmeye yönelmesinin yanında ve ötesinde, Leninist örgütlenme ilke ve normlarını, kavrayış ve uygulama yetersizliklerine rağmen benimseyip uygulamaya çalışan, kendiliğindenlik ve onun yüceltisiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir Marksist Örgüt. İsteyen ya da kendini yakın gören kimseler, sadece kendi iradeleriyle bu Örgütün üyesi olamayacak, merkezi ve bölgesel komitelere, fabrika ve işyeri komitelerine ve birimlerde temel örgütlere (hücrelere) sahip bu örgütün ancak bölge, fabrika ya da birimlerdeki yetkili ve görevli organlarında üyeliğe alınabilecek, aşağıdan-yukarıya değil tersine yukarıdan-aşağıya örgütlenen bir örgüt.
Oysa Devrimci Yol savunması, kendiliğinden ilişkilerin, “bizim anladığımız ve amaçladığımız anlamda devrimci bir parti niteliğine dönüşmesinden” söz etmekte ve partiyi de kendiliğindencilik ve mükemmeliyetçilikle ertelediği için, parti-öncesi uzun süreci, süreç-örgütlenmenin kendiliğindenliğine, kendiliğinden ilişkilerin egemenliğine, örgütsüzlüğe terk etmektedir. Bu, bir anlayış oluşturmaktadır savunmada, pratik durumun izahı ve ortaya konması olmamaktadır yalnızca, ama savunma, “amaçlanan anlamda parti” öncesinde “ilişkilerin kendiliğinden nitelikli ilişkiler düzeyini aşmasını mümkün” görmemektedir, Kendiliğinden nitelikli ilişkiler, savunmaya göre, ancak partiyle aşılabilecektir. Öncesi, kendiliğinden ilişkilerdir, dergi çevresidir, gevşekliktir. Teorileştirilen, bu kendiliğindenliktir, kendiliğinden ilişkilerdir.
Biz böyleyiz, ne yapalım dense, kendileri bilir diyecek ve söz söylemeyeceğiz, ama bir de bu durumun teorisi yapılıyor, devrimcilere örgütsüzlük ve kendiliğindenlik öneriliyor, buna sessiz kalınamaz.
Ve Eylül öncesi bir yana, o dönem Dev Yol’un bir örgüt olup olmaması bir yana, savunmada, soruna hukuki kaygılarla yaklaşılıp yaklaşılmaması ve eğer yaklaşılmışsa bunun ideolojik bir taviz oluşturması ve yanlışlığı bir yana, aynı kendiliğindenlik ve örgütsüzlük Eylül’den 10 yıl sonra da savunulmaktadır. Örgütsüzlük ortamında Dev Yol’un ve örgütsüzlüğün savunucusu durumunda olan Melih Pekdemir, bu konuda savunmadaki tutumu geliştirmekle ve örgütsüzlük tezinin teorik temelini zenginleştirmektedir. Başta anılan söyleşide Pekdemir şunları söylüyor:
“Yapılmaması gereken, yukarıdan aşağıya bir siyasi grup örgütlenmesinin acil olarak gündeme getirilmesidir. Bugün bu anlamda bir “Devrimci Yolcular örgütü” kurulmaması gerektiğini düşünüyorum.”
Ve Pekdemir devam ediyor: “… önümüzde gerçekten yeni bir süreç ve bu sürecin bize sunduğu yeni ve zengin olanaklar var. Bunlar değerlendirildiği ölçüde güçlü ve sağlam bir partiye ulaşmak mümkün görünüyor.
“Güçlü ve sağlam bir partiye ulaşılacak”, ama bu, yukarıdan aşağı siyasal bir örgütlenme olmaksızın başarılacak! Bu, hiçbir zaman başarılamaz. Burada her şeyden önce mantık hatası var. Ulaşılacak şey örnek alınmazsa, onun gibi olmaya çalışılmazsa, onun başka alanların yanı sıra örgütsel alanda da ilke ve normları uygulanmazsa, bu norm ve ilkeler benimsenmezse, onlara uygun davranılmaya uğraşılmazsa, o şeye ulaşılamaz.
Partinin oluşması bir mücadele ve inşa çalışmasıdır. Her mücadele ve inşa çalışması ise, o mücadele ve çalışmayı yürütecek bir örgütü gereksinir. Üstelik parti kuruluncaya kadar sınıf mücadelesi de beklemeyecektir ve bu mücadeleye de örgütlü olarak katılmak Marksistler için zorunludur. Bu mücadele ve çalışmaların örgütü, aracı yoksa, onun yaratılması önceliklidir; çünkü alternatif, bir Marksist’in her zaman kaçınması gereken kendiliğindenciliktir. Ve Pekdemir, böyle bir örgülü reddediyor. Ne adına? “Güçlü ve sağlam bir partiye ulaşmanın olanakları” adına! Bu olacak şey değildir, bizim bu ele alıştaki mantığı anlamamız olanaksızdır ve kendiliğindenlikten parti çıkması daha da büyük bir olanaksızlıktır.
Denecek ki, neden çıkmasın, biz örgütsel alanda yukarıdan aşağı örgütlenmeyi reddederek kendiliğindenliği, aşağıdan gelişi, örgütsüzlüğü öngörsek bile, siyasal alanda kendiliğindenliği öngörmüyoruz, örneğin ekonomist değiliz, ekonomik mücadeleyi öne sürüp siyasal mücadeleyi, bilinç unsurunu küçümsemiyoruz, Dev Yol Bildirge ve dergilerindeki siyasal çizgiyi “çıkış noktası” alıyoruz. Bunlar denecekse, biz de, o biraz şüphen’ deriz. Bu konularda henüz pek bir şey söylenmediğinden eleştiriyi geliştirmek durumunda değiliz. Şimdilik şunlar söylenebilir:
Henüz ortak bir siyasal hedef, bu hedefe yönelik bir irade ve eylem birliği yoktur. Her şeyden önce irade birliği yoktur. Yalnızca “Devrimci Yol dergilerindeki temel siyasi konulardaki mutabakat böyle bir ortak hedefin tespiti için çıkış noktası olabilir” deniyor. Dergide yazılmış olanlar hedef ve iradenin oluşmasının ancak çıkış noktası olabilecek ve zaten belki bu dergilerde yazılanların birçoğu reddedilecek, çünkü “basit bir toparlanma” değil, “Devrimci Yolun aşılması ve yeniden üretilmesi” söz konusu ediliyor. Kısacası en azından bugün için, çok belli başlı bir kaç sorun dışında belki, siyasal bir mücadele yürütmek mümkün görünmüyor. Hedef belli değil, irade birliği yok çünkü. Kim, hangi mücadeleyi, nereye yönelik ve nasıl hangi taktikle ve eylem planıyla yürütecek, soruların yanıtlarını kim verecek, kararlaştırıcı durumda kim olacak? Bugünkü siyasal mücadelenin 10 yıl öncesinin dergilerindeki yazılara, örneğin bu yazılarda belirtilmiş taktiklere vb. bağlı olarak yürütülmesi ve hele siyasal araçlardan, örgütten yoksun olarak yürütülmesi mümkün değildir. Bu, siyasal mücadele yürütülemeyecek ya da, on yıl sonra şimdi eğer üzerinde mutabakat sağlanabilecekse, yalnızca genel bir devrim propagandası temelinde bir tür soyut mücadele yürütülebileceği (ama bunun için de yine araçlar yaratmak gerektiği) anlamına gelir. Ya da bir siyasal mücadelenin yürütülebilir olması, mutlaka birilerinin bu sorulan yanıtlamasını gerektirecektir. Melih Pekdemir mi, bir komite mi, çeşitli sektörlerin sorumlularının bir araya gelişinden oluşturulacak bir toplam mı -ama birileri karar verici bir konumda olmak durumundalar. Bu da yetmeyecektir. Bu mücadeleye bir de aygıt gerekecektir. Yoksa örgüt gerekmeyince taktik de mi gerekmeyecektir, eylem planı da mı, mevzilenme ve dost-düşman vs. saptamaları da mı? Ve galiba böyle! Galiba siyasal açıdan da kendiliğindencilik, ekonomizm vb. savunuluyor ve giderek daha açık savunulacak, örneğin Pekdemir şöyle diyor:
“… ortak pratiğimizin ürünü olan bir ortak iradenin yaratılmasıyla hareketin demokratik bir biçimde merkezileşmesi ve temel siyasi görev olan partileşmenin gerçekleşmesi elverişli sübjektif zeminin oluşturulması mümkün hale gelecektir.”
İrade ya da bilinç unsuru ve pratik, kuşkusuz karşılıklı bir diyalektik bağ içindedirler, birbirlerini etkilerler. Ancak eğer pratik bilincin, bilinçli bir tutumun sonucu değilse, orada bilinçli müdahaleden ve bu anlama gelen siyasetten ve içeriği siyasal olan bir mücadeleden söz edilemez. Siyasal mücadeleye bilinç unsuru yön verir. Siyasal mücadele, bilinçli bir mücadeledir. Eğer iradenin belirleyici ve oluşturucusu, nedeni pratik olacaksa, ortak iradeyi ortak pratik üretecekse, bu irade, siyasal bir irade olamayacaktır. Sorun tam tersine konabilir: ortak siyasal irade, eylem birliğine, pratiğin birliğine, ortak bir pratiğe yol açabilir. Eğer iradeyi, ortak pratik belirtiyorsa, bu pratiğin (ve araçlarının) kendiliğindenliği, iradenin kendiliğindenci bir irade olmasına, yer yer ekonomist, yer yer dar pratikçi, örneğin Demokrat başyazısında öne sürüldüğü gibi “Eylül’ün yaralarının sarılmasına hizmet edecek”, bununla sınırlı bir irade olmasına yol açar ve başka türlüsü olanaksızdır. Ve bu, siyasal alanda da kendiliğindencilik demek olur. Kendilerine Dev Yolcu demekle yetinmekte ısrar edecekler, siyasal alanda da kendiliğindenciliği açık ya da örtük biçimde savunmak zorunda kalacaklardır.
Yukarıdan aşağı bir devrimciler örgütü kurulmasını gereksiz gören Pekdemir, bu ülkede neyin “suç” olup olmadığı ortadayken, “Devrimci Yol dergisindeki görüşleri savunmak suç değildir ve böyle bir şey hiçbir şekilde ‘gizli bir terör örgütü’nün mensubu olmanın kamu olarak gösterilemez” demekte, Dev Yolculuğun örgütlülük olmadığı gibi, gizlilikle ve ‘suç’la da ilgili olmadığını söylemektedir. Ama O, yine de, ne olup olmadığını iyice meçhule ya da “mevhum”a götürdüğü Dev Yolculuğu alternatif olarak ileri sürmektedir. Dev Yol ve Dev Yolculuğu küçümsemeyi düşünmüyoruz, onun, en azından oluşturduğu potansiyel gücün farkındayız, üzerinde durmaya çalıştığımız, Pekdemir’in derinleştirme durumunda olduğu savunmadaki yaklaşımla, bu potansiyelin heder edileceği, reformcu-kendiliğindenci kanallara yöneltilmekte olduğu, eski devrimci konumundan uzaklaştırılarak alternatif olmaktan çıkan İma durumuna sokulduğudur. Dev Yol ve Dev Yolculuk şimdi sokulmaya çalışıldığı yolda alternatif oluşturamaz. Devrimciliğin gerekleri ve Türkiye’nin koşulları buna olanak tanımaz.
Her ne kadar bir “Devrimci Yolcular Örgütü” kurulmasına karşı çıksa da, Melih Pekdemir de, Dev Yolculuğun oluşturduğu potansiyel güçten yararlanılması gerektiği düşüncesindedir. Bugün yapılması gerekenlerin ipuçlarını, “ortak görev” ve “hedefler”! Dev Yolculukta aramaktadır. Kim ve nasıl yapacak, hangi araçlarla yapılacak sorularını açıkta bıraksa da, var olmak için yeni çevreler oluşturulmasının zemini olarak yine Dev Yolculuk gösterilmektedir.
“Görünen odur ki, merkezi bir örgütlenmenin bulunmamasının ortak görevlerin yerine getirilmesini erteleyen bir anlayışa yol açmaması ölçüsünde ortak hedefin öznel (kendimize ilişkin) yönünün tanımlanması bakımından genel bir mutabakatı yakalayabilmek söz konusu olabilir.”
Kuşkusuz, Pekdemir’in ve bizim onunla tartıştığımız konu açısından -irade, kendiliğindenlik; neyin, neye yönelik, kimin tarafından ve nasıl yapılacağının saptanması- bilmece gibi görünen bu sözler, “yakalayabilmek” ve “olabilirlik” gibi yumuşatmalarla, örgütsel kendiliğindenliğin yanında bir de siyasal alanda aşın kendiliğindenlikten, daha doğrusu tümüyle bilinmezlik ve belirsizlikten kaçınabilmek için sarf edilmekledir. Ve bu sözlerin bağlandığı yer şurasıdır:
“Bana göre, dün olduğu gibi, bugün de Türkiye’de devrimci olabilmenin en yetkin ifadesi Devrimci Yolcu olabilmektir. Çünkü Türkiye devriminin ancak Devrimci hareketimizin teorik-pratik birikimi ve geleneği sürecinde gerçekleşebileceğine inanıyorum.”
İdeolojik süreklilik, türlü birikimler, geleneğin somutluğu diye bir şey vardır ve bunlar, lafı hiç dolandırmaya gerek yok, örgüt demektir, örgüt ve örgütlü olmak demektir. Ama Pekdemir, çevreler mantığıyla, on yıl öncesinin dergi sayfalarında ve mücadele alanlarında kalan, örgütlü, hem de merkezi bir örgütlü güç tarafından kalıcılığı sağlanmadığında ancak bireylerin hatıralarında ve arşivlerinde silik izler bırakabilecek birikimleri ve somut olarak yaşatılmakta olmayan geleneği, hatıralara ve kendine Dev Yolcu diyen her bireyin öznel ve bireysel yorumlama bırakarak, ortak hedefin yeni oluşumunun ya da kendi deyimiyle “yeniden üretilmesinin” zemini olarak ileri sürmekte sakınca görmemektedir. Yanlıştan olması ve örneğin bizim ya da başkalarının eleştirmesi bir yana tamamen eski Dev Yol platformunda ya da bunun çeşitli yönleriyle gözden geçirilmesi ve düzeltmelere uğratılmasıyla oluşturulacak bir kendini aşma platformunda, yani tamamen eskiden kalkman ya da eskinin bugüne uyarlanmasından hareketle saptanacak hedef ve görevler, yönelimler ve irade birliği temelinde toparlanacak veya yeniden oluşturulacak bir örgütle bu birikimler ve gelenek değerlendirilebilir, bunun bir sakıncası olmaz. Ama değerlendirme ve ortak zemin sağlanması, herkesin kendi yorumu ve hatıralarına, kısacası bireysel özelliğe bırakılırsa, buradan kendiliğindenliğin aşılması çıkmayacağı gibi, bu kullanım biçimiyle birikim ve gelenekten yararlanılamaz. Belki yararlanılıyor görünülür, öyle sanılır ama yararlanılamaz. Önünde sonunda, aynı zamanda bir karar mekanizması da oluşturan bir aygıt olmadan, bir irade birliği sağlanamaz, bireylerin iradelerinin “mutabakatı”, uzlaşması ya da fedaratif irade gibi bir şey ve fedaratif bir çevreler örgütü ortaya çıkabilir ki, burada herkes ve her çevre kendi bildiği gibi, en çok, belirli uzlaşma ya da mutabakat noktalarını gözeterek davranır.
Sorun, partileşme süreci ya da süreç-parti anlayışında, parti kuruluşu öncesi koşullarda kendiliğinden nitelikli ilişkilerin, örgütsüzlüğün öngörülmesinde yatmaktadır. Bu noktada örnekler yararlı olacaktır. Bolşevik partisinin (ve parti öncesinin) tarihine bakalım.
Parti, kapitalizm koşullarında doğmazlık edemeyecek işçi hareketi ve başlıca kendi sınıfına ihanet içine giren burjuva aydınların ulaşabileceği Marksist teorinin, Marksizm’in birleşmesi ve sınıfın siyasal örgütlenmesi sorunudur.
Rusya’da 1883’de ilk Marksist grup kuruldu. Başında Plehanov vardı. Esas ağırlığı Marksizm’i sınıf içinde yaymaya yönelen bir grup olmasıydı. Narodnizmden kopan Plehanov ve arkadaşları “Emeğin Kurtuluşu” grubu olarak örgüdendiler ve ağırlıklı olarak yayın faaliyeti sürdürmelerine rağmen bu yayınları gizli olarak Rusya içinde yaymaya başladılar. Başlıca yayın dağıtma işlevini yerine gelirse de gizli bir örgütlülük içine girdiler. Lenin, bu grup için, “sosyal demokrasiyi ancak teoride kurdu ve işçi hareketine doğru ilk adımı attı” der. (Bolşevik Parti Tarihi)
Sonra, “Lenin, 1895 yılında, Petersburg’da sayısı yirmiyi bulan Marksist işçi derneklerinin hepsini tek bir çatı allında, işçi Sınıfının Kurtuluşu Uğrunda Mücadele Birliğinde birleştirdi. Böylece Lenin, devrimci Marksist işçi partisinin kuruluşuna giden yolda önemli bir adım attı.” (Age)
Görülüyor ki, partinin kuruluşuna giden yolda örgüt kurulmaktadır ya da partinin kuruluşuna ancak örgüt kurularak gidilmektedir. Örneğin Lenin, Emeğin Kurtuluşu grubunun teorik ve pratik faaliyetine sahip çıkmasına, birikim ve geleneğini reddetmemesine ve bunları temel ya da zemin edinerek aşmaya yönelmesine rağmen, örgüt kurmazlık etmemiş, bu grubun birikim ve geleneğinden lafta yararlanmaya gitmemiş, sorunu somut olarak, bir örgüt zemini üzerinde çözümlemeye yönelmiştir.
“Petersburg işçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği, Lenin’in önderliğinde, Rusya da sosyalizmi işçi sınıfı hareketiyle birleştirmeye başlayan ilk kuruluştu.” (Age) Ve örgütlenme Petersburg’la özel kalmadı. “Petersburg Mücadele Birliği, Rusya’nın öteki kent ve bölgelerinde de işçi kuruluşlarının bu gibi birliklerde toplanma atılımlarına önayak oldu. 1890-1900 yılları arasında, Trans-Kafkasya’da da bu gibi Marksist kuruluşlar ortaya çıktı. Moskova’da 1894’de Moskova ‘İşçi Birliği’ kuruldu. Sibirya’da. 1890-1900 arasının son yıllarında, Sibirya ‘Sosyal Demokrat Birliği’ kuruldu. 1890-1900 yılları arasında Ivanovo-Voznesenks’te, Yaroslav’da, Konstroma’da Marksist gruplar oluştu. Daha sonra bunlar, “Sosyal Demokrat Partisi Kuzey Birliği’nde birleştiler…” (Age)
Bu örgütlerin eksikliği henüz ulus çapında ve daha ötesi ülke çapında örgütler olmamaları, kentler ve bölgelerde kurulmalarıydı ama hızla birleşmeler aracılığıyla ülke çapında örgüt olmaya yöneliyorlardı. Ama örgüttüler. Ve asıl önemlisi, Rusya’da o dönemler geçerli olan keşmekeş ve dağınıklığı gidermenin aracı olarak ortaya çıkıyorlar ve örneğin Lenin hiçbir zaman ve hiçbir şekilde dağınıklık ve örgütsüzlüğü mazur göstermiyor, hele teorileştirmeye hiç girişmiyor, tersine bu tür eğilimlere karşı yorulmaz bir mücadele veriyordu.
Lenin 1897’de yazdığı “Propaganda ve Ajitasyon Üzerine” adlı bir makalede örgütlenme, bir örgütsel yapı oluşturma ve yerel örgütlenmelerin “Mücadele Birliği” ile, bu merkezi Marksist örgüt ile ilişkileri konularında şunları yazıyordu:
“İşçiler arasında eğitim çevreleri örgütlenmesi, bu çevrelerle merkezi Sosyal Demokrat grup arasında düzenli gizli temasın sağlanması, işçi yayınlarının basılıp dağıtılması, işçi hareketlerinin bütün merkezlerinde bir rapor verme sisteminin örgütlenmesi, ajitasyon amacıyla bildiri ve çağrıların basılıp dağıtılması ve tecrübeli bir ajitatör kadrosunun yetiştirilmesi; genel hatlarıyla, Rusya Sosyal Demokrasisinin sosyalist faaliyetinin alacağı biçimler bunlardır.”
Ve gelelim Dev Yolun öteden beri fetişleştirdiği partileşme süreci tezi aracılığıyla parti kuruluşunu sürekli erteleyen ve üstelik savunmayla birlikte bu süreci örgütsüzlük süreci olarak ilan eden anlayışı karşısında Rusya ve Bolşevik partisi pratiğine:
“1898 yılında, birkaç ‘Mücadele Birliği’ -Petersburg, Moskova, Kiev, Ekaterinoslav mücadele birlikleri- ile Bund, tek bir sosyal demokrat partisinde birleşmek üzere ilk atılımı yaptılar ve bu amaçla, 1899 Mart’ında Minsk kentinde Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisinin Birinci Kongresini yaptılar.
“Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Birinci Kongresi’ne yalnızca 9 kişi katıldı. Lenin o sırada Sibirya’da sürgünde olduğu için, Kongre’de bulunamadı. Kongrede seçilen Parti Merkez Komitesi, çok geçmeden tutuklandı. Kongre adına yayınlanan ‘Manifesto’ birçok bakımdan eksikli. Burada, proletaryanın politik egemenliği ele geçirme görevine hiç değinilmiyor, proletaryanın hegemonyasından hiç söz edilmiyor, Çarlığa ve burjuvaziye karşı mücadelede proletaryanın bağlaşıkları sorununa hiç değinilmiyordu.
“… Birinci Kongrenin toplanmış olmasına karşın, Rusya’da Marksist Sosyal Demokrat İşçi Partisi gerçekte henüz kurulmuş sayılmazdı. Kongre, ayrı ayrı Marksist dernek ve örgütleri birleştirmeyi ve bunları örgüt bağlarıyla birbirlerine bağlamayı henüz başarmış değildi, yerel örgütlerin çalışmalarına temel olacak tek bir hareket çizgisi henüz saptanmamıştı. Henüz parti programı, parti tüzüğü yoktu ve ortada merkezi bir yönetim yoktu.” (Age)
Rus Marksistleri, “partileşme süreci” yaklaşımını hiç dikkate almaksızın, örgütsüzlüğe karşı ne kadar amansızlar ve partinin bir an önce kurulması konusunda ne kadar aceleci davranıyorlar! Henüz yerel örgütlerin birbirine bağlanması ve aralarında merkezileşmiş gerçek bir örgütsel ilişki gerçekleştirilmesi başarılamamış, henüz “ortak bir irade” bile, hareket çizgisi anlamında yaratılamamış, program yok, tüzük yok, seçilen merkez komitesi tutuklanıyor ve yerlerini dolduracak kimse yok, yeni bir merkezi yönetim bile oluşturulamıyor; ama Rus Marksistleri bu koşullarda, tüm bu yetersizlikler ve olumsuzluklara karşın tek bir iradeye, belirli bir konuda ortak bir iradeye sahipler: tek bir merkezi örgütün, proletaryanın siyasal partisinin yaratılması.
Lenin, 1. Kongrenin, “tam anlamıyla temsili bir nitelik taşımadığı, çok kısa sürdüğü ve son derece elverişsiz koşullarda yapıldığı”nı (RSDİP Komite ve Gruplarının Genel Parti Kongresine Sundukları Raporların Konusu Üzerine) söylüyor, “İkinci Kongremiz Birinci Kongreye oranla daha fazla kurucu nitelikle olacaktır” (Age) diyor, ve zaten Parti Tarihi’nde Birinci Kongresinde Parti “gerçekte henüz kurulmuş sayılmazdı” diye yazılıyor; ama partinin kuruluşu için ilk Kongre tüm bu elverişsizliklere karşın 1899’da toplanıyor. Bir yönüyle, 1. Kongrede “kurulan” RSDİP, bir parti-öncesi örgüt durumundadır; ama her ne olursa olsun, “partileşme süreci” ve parti kuruluşunun fetişleştirilmemesi gereğinin kesin bir kanıtı ve örgütsüzlük fikrine karşı örgüt kurma ve yaratma mutlak zorunluluğunun bir göstergesidir.
Ve Lenin, yukarıdan aşağı merkezi siyasal örgütlenmeyi reddederek Devrimci Yolun eskinin aşılması aracılığıyla “yeniden üretilmesi”ni öngören Pekdemir’le tam bir karşıtlık halinde, 1. Kongre ve onun zeminini oluşturan örgütlenmenin aşılması ve partinin yeniden üretilmesini, soyutluklara bağlamadan, kim tarafından, ne için, hangi hedefe, nasıl gibi soruları yanıtsız bırakmadan, bir “örgütleme komitesi” kurulmasını çözüm yolu olarak somut olarak ortaya koymuştur.
“Bundan dört yıl önce, çeşitli Rus Sosyal Demokrat örgütler, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi içinde birleşmişler ve partinin yayınladığı ‘Bildiri’de ortaya konulan belli bir örgütlenme planı ve genel faaliyet ilkelerini saptamışlardı. (Bu ilkeler, “ortak irade”, Pekdemir’e göre kendiliğinden sürecek ortak pratiğin sonucu olarak oluşacak!) Ama ne yazık ki, bu ilk girişim başarıyla sonuçlanmamışa. Proletaryanın her türlü baskı ve sömürü biçiminden kurtulması uğruna kararlı bir mücadele verecek olan birleşik ve güçlü bir sosyal demokrat partinin inşası için gerekli unsurlar o sırada henüz yoktu. Bir yandan, Rusya sosyal demokratlarının pratik faaliyeti daha yeni biçimlenmeye başlıyordu. Mücadele yoluna henüz atılmış bulunan sosyal demokratlar, henüz teorik görüşlerini pratiğe dökmenin en iyi yollarını arıyorlar ve hala ürkek ve belirsiz adımlarla ilerliyorlardı…
“Ama gene de, bu başarısız girişimin hiçbir iz bırakmadan geçip gittiği söylenemez. Bizden öncekilere yol göstermiş olan proletaryanın örgütlü siyasi partisi düşüncesi, o gün bu gündür bütün bilinçli sosyal demokrat militanların rehberi ve hedefi olmuştur. Şu dört yıl boyunca, ilk sosyal demokrat önderler tarafından bize devredilen bu düşünceyi gerçekleştirmek için birçok girişimde bulunulmuştur. Ama dört yıl sonra bugün, hala aynı dağınıklıkla karşı karşıyayız.
“Oysa hayat bizden her geçen gün daha fazla şey isliyor. Partinin ilk önderleri, işçi kitlelerinin uyumakla olan devrimci güçlerini uyandırma görevini üstlenmişlerdi; oysa biz çok daha karmaşık bir görevle, uyanmakta olan güçlere doğru yönde yol gösterme, bu güçlerin başına geçme ve onlara önderlik etme göreviyle karşı karşıya bulunuyoruz.
“… Rusya Sosyal Demokrasisi bugün dev bir görev ile yani hiçbir yerel komitenin, hatta hiçbir bölge örgütünün üstesinden gelemeyeceği bir görevle karşı karşıyadır. Yerel örgütler ne kadar mükemmel olurlarsa olsunlar, bu görevin üstesinden asla gelemezler, çünkü bu görev daha şimdiden yerel sınırları aşmış bulunmaktadır. Bu görev, ancak, Rusya’daki tüm Sosyal Demokratların merkezi ve disiplinli tek bir ordu içinde birleşmiş kolektif güçleri tarafından yerine getirilebilir. Öyleyse, bu birleşmenin inisiyatifini kim üstlenecektir?
“… Konferans bazı örgütlerin temsilcilerine, Rusya Sosyal Demokrat işçi Partisinin gerçekten yeniden kurulması görevini üstlenecek bir Örgütleme Komitesi kurmaları için talimat vermişti.
“St. Petersburg Mücadele Birliği, Moskora örgütü ve Yujni Raboçi grubunun temsilcileri, bu kararı uygulamak için, her şeyden önce ve en başta bir parti kongresinin toplanmasının koşullarını hazırlama görevini üstlenen bir Örgütleme Komitesi oluşturmuş bulunuyorlar.
“Ne var ki, bir kongrenin toplanması son derece karmaşık bir sorun olduğundan ve bir hayli zamanı gerektirdiğinden, merkezi parti örgütü yeniden kuruluncaya kadar örgütleme Komitesi bazı genel görevleri (bütün Rusya için bildirilerin yayınlanması, genel ulaştırma sorunları ve gizli çalışma yöntemleri, komiteler arasında bağların kurulması vb.) kendi üzerine almaktadır” (örgütleme Komitesi’nin Kuruluş Açıklaması, 1903 Ocak)
İkinci Kongre öncesi gündemi gelen Örgütleme Komitesi, büyük bir dağınıklık ve teorik keşmekeş ortamının ürünüydü ve bir yönüyle parti öncesi bir örgüte benziyorsa, diğer yönüyle dağınık ya da dağılmış bir örgütün yeniden kurulması ya da “yeniden üretilmesi” yönelim ve çabasının bir unsuru ve aracı olarak kurulmuştu. Burada, önemli olan, Örgütleme Komitesinin örgütlerle bağlantıları, kurye vb. gibi ulaşım sorunları ve gizlilik yöntemlerini elinde toplaması, sadece kongre toplamanın değil, o döneme kadar var olan örgülün işlemesi ve halta bunun ilerletilmesinin aracı olmasıydı.
Lenin örgütsüzlüğe hiç bir dönem ve koşulda tahammül edemiyordu. O, aynı dönemde, bu dağınıklıkta şöyle yazıyordu:
“Proletaryanın egemenliği ele geçirme uğrundaki mücadelesinde örgütten başka silahı yoktur. Burjuva dünyasındaki anarşik rekabetin baskısı altında ayrılığa düşürülen sermayeye kölecesine çalıştırılarak ezilen ve sürekli olarak koyu yoksulluk, gerilik ve yozlaşmanın ‘derinliklerine’ itilen proletarya, ancak Marksizm ilkelerine dayanan ideolojik birliğinin milyonlarca emekçiye işçi sınıfının ordusunda sıkı sıkıya toplayan örgütün maddi birliğiyle perçinlenmesi sayesindedir ki yenilmez bir güç durumuna gelir ve gelecektir de.” (Aktaran Parti Tarihi)
Bolşevik partinin kuruluşu ve/veya yeniden kuruluşu ya da “yeniden üretilmesi” ve Lenin’in konuya ilişkin tutumu doğrudan örgütlü bir şekilde, merkezi araçlar üzerinde durularak ve bunların kullanılmasıyla, kendiliğinden ilişkilerin bırakalım teorileştirilmesini, bu ilişkilerin varlığına tahammül edilmeyerek, üstelik kendiliğindencilikle mücadele içinde örgütlülüğün savunulması ve uygulanması biçiminde olmuşken, savunma ve Pekdemir süreç-partiyi ya da dün ve bugün örgütsel açıdan yapılması ya da yapılmaması gerekenleri nasıl ele alıyorlar?
Pekdemir, parti kuruluşu ve inşasını süreç-parti yaklaşımıyla “partileşme süreci” kendiliğindenliği ve mükemmeliyetçiliği çerçevesinde genel olarak olmazlaştırır ve yadsırken, yukarıdan-aşağıya siyasi grup örgütlenmesini bile iç savaş koşullarına bağlayarak, bugün de bu koşulların bulunmadığını söyleyerek, gereksiz görmektedir. Bugün yukarıdan-aşağıya siyasal örgütlenmenin gerekli olmamasının nedeni, Ona göre iç savaş koşullarında yaşanmıyor oluşudur:
“Bugün, 1971 yenilgisinden sonra ve 1975’lerde olduğu gibi gelişmekte olan bir iç savaş ortamı söz konusu değildir… kısa dönemde ve mevcut koşullarda iç savaş ortamının yaşanmıyor oluşu, devrimcilerin önüne iç savaşa kısa sürede hazırlanma bakımından acil bir görev olarak geçmişte olduğu gibi, yukarıdan aşağıya bir siyasi grup örgütlenmesini dayatmıyor. Temel siyasi görev elbette yine ML bir partinin yaratılmasıdır… partileşme sürecinin bugün farklı bir biçimde yaşanabileceğine dikkat çekebiliriz, öyle görülüyor ki, asıl olarak Devrimci Yol görüşünü savunanların (kendisine Dev Yolcu diyenlerin- ÖD.), birleşik devrimci muhalefet hareketi yaratma çabası sürecindeki politik birliği ile başarı şansına sahip olan böyle bir görev, açıktır ki, ideolojik netleşme ve eylemin devrimci birliği ile yerine getirilebilir.
“1975’lerde devrimcilerin görevi, kendiliğinden yükselen halk harekeline önderlik etmek ve temel siyasi görevi acil, ertelenemez bir görev olarak böyle bir pratikte yerine getirmek olarak belirlenmişti. Bugün kendiliğinden de olsa, hızla yükselen bir halk muhalefetinden söz etmek çok zordur. Bugün görev, halk muhalefetinin yeniden yükselmesi çabası içinde yer almak, birleşik devrimci muhalefet hareketini oluşturmaktır.”
Yani bugün temel siyasi görev olduğu söylenen Marksist Leninist partinin yaratılması, acil bir görev durumunda değildir. Parti bir yana siyasi bir grup örgütlenmesi bile acil bir görev değildir, örgütsüz kalınabilir, kendiliğindenliğin önünde sürüklenilebilir! Söylenen budur!
Aktardığımız pasajda kabul edilebilir hemen hiçbir şey yok. 75’lerde iç savaş ortamı yoktu, tartışmayalım şimdi, ama eğer o zaman vardıysa bugün neden olmasın? Pek mi farklı koşullar? Ve bugün kendiliğinden bile olsa hızla yükselen halk muhalefetinden nasıl söz edilemiyor? İşçiler neredeyse hiç yerlerine oturmuyorlar, ülkede dolaysız bir savaş yaşanıyor, savaşın bir yanını Kürt köylüleri oluşturuyor, eskiden farklı olarak MHP’li sivil çeteler yok ya da benzer örgütlenmeler farklı bir zeminde farklı örgütlenmeler olarak görünüyorlar, korucular gibi. 75’lerle 90’ı öyle abartarak farklılaştırmaya hiç gerek yok, hele süren açık savaş dikkate alındığında ortam bugün çok daha sert. Şimdi, ortamı falan değil, savaşın kendisi var.
Ve partinin kuruluşu ve inşası neden savaş koşullarına bağlı oluyor, hele savaş koşulu olmayınca neden siyasi grup örgütlenmesine bile gidilmeye gerek olmuyor? Mücadele ya da savaş örgütü olunca parti, böyle tanımlanınca, hemen savaşması mı ya da bir iç savaş ortamı yoksa ve hemen savaşmayacaksa kurulmaması mı gerekiyor?
Parti ya da parti-öncesi bir örgütün, devrimci bir örgütün, bir mücadele örgütünün kurulması ve inşası, hiç kuşkusuz savaş ya da barış koşullarına, mücadelenin ortamına, mücadeleye katılan kitle sayısına ve mücadelenin biçimine bağlı değildir. Lenin’den aktardığımız gibi, örgütü gerekli kılan, kapitalizm koşulları ve bu koşulların dönüştürülmesi amacıyla proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenme ihtiyacıdır. Parti, siyasal örgüt kapitalizmin alternatifini var etmek için ve bu alternatifin temel bir unsuru olarak gereklidir ve örgütlenmelidir. Yoksa yalnızca iç savaş koşullarında eline silah almak ya da silahlı birliklere kumanda etmek için değil. Üstelik barış koşullarında daha çok örgütlenmelidir. Lenin şunları yazıyor, tam da Pekdemir’in ileri sürdüğü gerekçeleri çürütecek şekilde:
“Koşulların değişmiş ve dönemlerin farklı oluşuna sarılmak saçmadır; bir mücadele örgütünün inşası ve siyasi ajitasyonun yürütülmesi, ‘durgun, barışçı’ her koşul altında ve ‘devrimci ruhun zayıflaması’ ne kadar belirgin olursa olsun her dönemde esastır. Üstelik böyle dönemlerde ve böyle koşullarda bu tür çalışma özellikle gereklidir, çünkü patlama ve taşma zamanlarında, örgütün kurulması çok geç olacaktır. Parti bir anda faaliyete geçebilmek için hazır durumda olmalıdır.” (Nereden Başlamalı?)
Pekdemir’e göre, bugün görev, acil olarak parti ya da parti-öncesi bir siyasal örgülü -hele yukarıdan aşağıya katiyen- kurmak değil, birleşik devrimci muhalefet hareketini oluşturmaktır. Partiye ya da siyasal örgüte buradan gidilecektir. Ama parti ya da öncü bir siyasal örgüt yoksa bu halk muhalefeti nasıl örgütlenecek, onu kim örgütleyecek. Marksistler, birey olmanın ötesine geçerek kolektif bir özne oluşturmadan, sınıf örgütünü yaratmadan tek bir şansa, genel muhalefet hareketi içinde erime şansına sahip olmazlar mı?
Pekdemir’in somut önerisi şu:
“Mücadele platformları fiili olarak işçi, gençlik, öğretmen, gecekondu, köylülük, insan hakları platformu vb. olarak biçimlenmiştir. Bu platformlarda hayat devam etmektedir ve sürüp giden hayata baktığımızda bu platformlarda Devrimci Yolcuların da, devrimci gençlik hareketini, devrimci işçi hareketini, devrimci öğretmen hareketini vb. yaratmak için mücadele ettiklerini görmek mümkündür.
“Görüldüğü kadarıyla, 1981 yenilgisinin yarattığı öznel konumun etkisiyle, her devrimcinin içinde bulunduğu doğal ortamda çalışması gibi nedenlerle, mücadele platformlarının birbirinden özerk oluştuğu ve bir süre daha özerk kalabilecekleri söylenebilir…
“Bugün yapılması gereken, hayatın değişik alanlarındaki mücadele görevlerini devrimci bir partinin kurulmasına ertelemeden, mücadele ve örgütlenme görevlerini birlikte ele alınabilen bir anlayışla davranabilmektedir. Mücadele platformları bu ikili görevi başlangıçta birleştiren bit çıkış noktası olarak değerlendirilebilir. ML devrimci bir partinin yukarıdan aşağıya yaratılmasının ancak böyle bir başlangıç ile oluşacak bir zeminde ve bu zeminde kurulacak siyasi ilişkiler (kadrolaşma) çerçevesinde gündeme gelebileceğini düşünüyorum, işte yeni döneme ilişkin yeni bir partileşme süreci bu şekilde kendini dayatmaktadır.”
Ve örgütlenmenin biçimine ilişkin yaklaşım:
“Önümüzdeki süreçte en önemli sorunlardan biri devlet tarafından ortaya konulan engeldir. Elbette bugünün Türkiye’sinde iç barış yok; yani TBKP’lilerin vb. önerdiği düzeyde legal çalışma olanakları yok. Ama bunun karşıtı TIKKO vb. çizgilerin savunduğu anlayış da değil. Kendini, Türkiye’de demokrasinin yerleşmekte olduğu şeklinde bir ham hayale kaptırmayan, ama polisin arzuladığı anlamda bir ‘gizli örgüt’ de olmayan meşru bir devrimci faaliyet sürdürebilmeliyiz.”
Önce sondan başlayalım, çünkü gizlilik-açıklık ya da meşruluk tartışması konunun bütününü ilgilendiriyor.
Bugünün Türkiye’sinde, kan dökücü, açık terörcü bir diktatörlük altında TBKP düzeyinde yasalcı olmasa da “gizli olmayan bir örgüt” mücadele örgütü olabilir mi? Ülkede yoksa fiilen kullanılabilecek açık örgütlenme olanakları var da biz mi göremiyoruz? Kendiliğinden örgütler, kitle örgütleri bile birçok alanda yasak durumda ve zor kurulup çalışabiliyor genel olarak. Bu sorunu tartışılmayacak kadar açık ve tersinin savunulmasını abes buluyoruz. İşle Lenin’in benzer diktatörlük koşullarında -sınıf dayanaklarının farklılığı bir yana- tanımladığı örgüt:
“Güçlü bir parti merkezleri örgütü, sistemli olarak çıkan illegal yayınlar ve en önemlisi yerel hücreler, özellikle de doğrudan doğruya işçilerin arasından gelen ve kitlelerle sıkı temas içinde yaşayan öncü üyelerin yönettiği fabrika hücreleri: devrimci ve Sosyal Demokrasi İşçi Hareketinin her türlü zorluğu göğüsleyebilecek sağlamlıktaki çekirdeğini işte bu temel üzerinde inşa ettik. Bu illegal çekirdek gerek Duma aracılığıyla, gerekse sendikalar, kooperatifler ve kültür eğitim kuruluşları içinde kendi duyargalarını ve etkisini eskisiyle kıyaslanmayacak ölçüde yayacaktır.” (Doğru Yolda)
Ve Lenin’in 1905 Devrimiyle siyasal özgürlüklerin fiilen koparılıp alındığı koşullarda söyledikleri:
“Toplantı, örgütlenme ve basın özgürlüğü kazanılmıştır. Elbette bu özgürlükler son derce eğretidir ve bunlara güvenmek delilik, hatta cinayet olur. Belirleyici mücadele henüz verilmedi, bu mücadeleye hazırlık ön planda ele alınmalıdır. Partinin gizli aygıtı korunmalıdır.” (Partinin Yeniden Örgütlenmesi Üzerine)
Bizde belirleyici mücadele verildi mi? Bu bir yana siyasal özgürlükler kazanıldı mı. TBKP’yi kıyısından, düzey farklılığını söz konusu ederek, legal olanakların düzeyini abartması dolayısıyla eleştirmekle açıkça savunulan yasal konumdan kurtulunamaz. TBKP’den fark düzey farklılığı olduğu anda, yasalcılığın derecesi ve “demokratikleşen” (!) Türkiye’nin ne derecede demokratikleştiği tartışılabilir onunla.
Lenin’in “Doğru Yolda” adlı makalesinden aktardığımız pasaj, parti ya da parti-öncesi örgütün inşasında çeşidi türden yasal örgütlerle, bu arada kitle örgütleriyle ilişkisi sorununa da açıklık getirmektedir. Parti ya da parti-öncesi örgüt, inşa olurken, kuşkusuz yasal ve kitle örgütleri içindeki çalışmasıyla da inşa faaliyetini sürdürecektir. Ancak öncelikli olan partidir, merkezi mücadele örgütüdür. Siyasal örgüttür. Yığınsal çeşidi platformlar değildir. Parti, bu tür platformlarda, bu platformlarda yürütülen halk muhalefetinden hareketle örgütlenemez, inşa edilemez; parti, tersine bu platformlarda mücadele yürütecek ve mücadele ettikçe inşasını ilerletecek, ama bu platformlardaki mücadelelere önderlik edecek güçtür, hareket noktasıdır. Parti yasadışı gizli çekirdekler temelinde örgütlenecek, yasal ve çeşidi kitlesel örgütlerde hücreleri vb. aracılığıyla faaliyet yürütecek, bunlar içinde etkisini yayacaktır. Yoksa bu platformların etkisiyle parti oluşturulamaz. Parti ile kitle örgütleri ve platformlar arasındaki ilişki, Pekdemir’in öngörüsünün tam tersine olduğunda, parti Marksist bir parti olmaya hak kazanabilir.
“Parti, illegal sosyal demokrat çekirdeklerden meydana gelir. Bu illegal sosyal demokrat çekirdekler de, kendilerine çeşitli legal işçi örgütlerinden oluşan mümkün olduğu kadar geniş ve dal budak salmış bir ağ şeklinde ‘kitle içinde çalışmak için dayanak noktaları’ yaratmak zorundadırlar.” (İllegal Parti ve Legal Çalışma) diyor Lenin.
“Parti dört yıldır şunu söylüyor Örgütümüz, mümkün olduğu kadar geniş ve dal budak salmış bir legal örgütler ağının kuşattığı illegal çekirdeklerden meydana gelir.” (Age) diyor.
Legal örgütler ağının, platformların, kitle örgütleri ağının kuşatacağı bir örgüt olmalıdır, çekirdekler olmalıdır, parti ya da parti-öncesi bir örgüt olmalıda-. Kuşatacağın şey yoksa onu kuşatamazsın ve kuşatacağın şeyi kuşatma araçlarıyla var edemezsin. Parti ya da öncesi örgüt, sözü edilen platformlarda kendi etkisini yaymak, işçilere ve emekçilere doğru yolu, bu platformların mücadelesi içinde göstermek için vardır; bu görevini başardıkça büyür gelişir, inşa olur, bu doğrudur, ancak, bu, partinin, bu platformların mücadelesinden hareketle inşa olacağı anlamına gelmediği gibi, tam tersi anlama gelir. “Legal örgütler, illegal çekirdeklerin fikirlerini kitleler arasında yaymak için dayanak noktalarıdır.” (Age) Yoksa, legal örgütler ya da platformlarda oluşacak ya da varolan fikirlerin parti içinde yayılması mı amaçlanan? Ama eğer, Pekdemir’in öngörüsündeki gibi, ne illegal çekirdekler ne de onların oluşmuş fikirleri, “ortak iradeleri” yoksa ve bu “ortak irade” platformların mücadelesinde oluşacaksa, kitleleri etkilemek mümkün olmayacak demektir ve tersine kitleler bu platformlardan parti kurmaya çalışan bireyleri ve çevreleri etkileyecek demektir. Lenin, parti militanlarının şekilsiz legal örgütler içinde erime tehlikesine dikkat çekerek örgütlenme siyasetini şöyle ortaya koyuyor:
“Bugünkü görevimiz, partinin illegal örgütlerini sağlamlaştırmak; bütün çalışma alanlarında parti hücreleri kurmak; özellikle ‘her sanayi işletmesinde sayıları az bile olsa sadece partili işçilerden oluşan Parti Komiteleri kurmak; yönetim görevlerinin bizzat işçiler arasından çıkmış sosyal demokrat önderlerin elinde toplanmasını sağlamaktır. Bu hücre ve komitelerin görevinin, bütün yarı-legal örgütlerden ve mümkün olduğu ölçüde legal örgütlerden yararlanmak, ‘kitlelerle sıkı bağı’ korumak ve çalışmalarını, Sosyal Demokrasinin, kitlelerin bütün taleplerine cevap vermesini sağlayacak şekilde yönlendirmek olduğu açıktır. Her parti hücresi ve her parti işçi komitesi ‘kitleler arasındaki, ajitasyon, propaganda ve örgütleme çalışması için birer dayanak noktası’ haline gelmeli, yani mutlaka kitle neredeyse oraya gitmelidir; bunlar, her adımda kitlenin bilincini sosyalizm doğrultusunda geliştirmek, her özel meseleyi proletaryanın genel görevleriyle birleştirmek, her örgütlenme eylemini bir sınıf dayanışması eylemine dönüştürmek ve çalışkanlık ve ideolojik etkinlik yoluyla (elbette unvan ve mevki ile değil) bütün legal proletarya örgütlerinde yönetici bir role sahip olmak için çalışmalıdırlar. Bu hücre ve komiteler bazen çok az sayıda kimseden oluşabilirler, ancak onlar parti geleneği, parti örgütü ve somut sınıf programıyla birbirlerine bağlı olacaklardır; böylelikle Sosyal Demokrat Partinin iki-üç militanı şekilsiz legal bir örgüt içinde erimek yerine, her durumda, her şart altında kendi parti çizgilerini izleyebilecek, partinin bütününün ruhuna uygun olarak çevrelerini etkileyebilecek ve bu çevrenin kendilerini eritip yutmasına izin vermeyeceklerdir.” (Yolda)
Ama hayır, Pekdemir, platformlarda, legal örgütlerde erimeyi istiyor. Bu legal örgütlere iki-üç kişinin örgütsüz, bağlantısız, bu örgüt ve platformları kazanmak için değil, oralarda öğrenecekleriyle oluşturulmasına katılacağı ortak iradeyi belirlemek için ve bu iradeye dayanarak siyasal örgüt ve parti oluşturmak için gitmelerini istiyor. Bu kaçınılmaz bir erime demektir.
Tüm bu yönelimler Gorbaçov etkeninin yanı sıra Eylül döneminin ürünüdür. 1905 yenilgisi sonrası karşı devrim yılları da aynı tür eğilimlere neden olmuştu:
“Azgın karşı devrim dönemi, bize, ideolojik karışıklık ve yozlaşmayı, işçi sınıfı hareketinin birçok merkezinde örgütsel dağınıklığı, ilkel yöntemleri, bazılarının zorla partiden kopmasını ve bazılarının da, devrimin gereklerini yerine getiren ve devrimci taktiği ustaca uygulayan ‘gizliliğe’ karşı horlayıcı ve hatta düşmanca tavrını miras bıraktı.” diyordu 1913’te Lenin.
Ağustos 1990