Haziran’da ilk sayısı çıkan yeni bir dergi var. Adı, Demokrat! Demokrat!’ın ilk başyazısının başlığı, “Bugün Demokrat Olmak Zor!” Demokrat’ı karşılamak amacıyla bir “hoş geldin!” diyelim, eleştirel bir yazı yazalım dedik, ama o da zor.
Devrim tercihini yazılarında ortaya koyan bir yayım henüz ilk sayısında sertçe eleştirmekten kaçınmak istiyoruz. Kaçınmak istiyoruz, çünkü üstelik bu, herhangi bir yayın değil; özellikleri var, “şimdi yeniden Demokrat!” diyor, tanıdık, bildik çevrelerce çıkarıldığı, Eylül öncesi Marksist hareketin birlikte uzunca yollar yürüdüğü yol arkadaşlarının sesini yansıtmaya giriştiği ortada. Eski yol arkadaşlarının yeni yol arkadaşları da olması istenir, çünkü onların geleneğinde devrimci bir ruh var, yani ışı-eksiği bir yanı, reformizmden kopamayan, revizyonizme bağlanan yönleri, bu iki sapkınlık ve yozluktan etkilenmeleri bir yanı, onlarda devrimci bir yönelim ve militan devrimci bir tutum da var. Eylül sonrası deneyleri iyi değildi, burada tartışmak yersiz. Olumsuzluk olumsuzluktur, mutlaka bir bedeli olacaktır, olmalıdır da. Ancak her polis-mahkeme-mahpushane her şey değildir, başka şeyler de vardır ve zaaf ve yanlışların üstesinden gelinebilir, hem de kişiler ve kişisel tutumlar, bunlar önderlik içinde yer alsalar bile belirleyici olamaz. Kuşkusuz önemlidir, genel hakkında fikir verecek faktörler arasındadır, etkilidir, geleneğin genel zaaflarının göstergelerini sağlar, ama, reformcu revizyonist etkilenmeler altında olsa da, yüz binlerce işçi, köylü, genç, öğretmen, memuru… emekçiyi devrimci bir hareketlenme içine sokmuş bir gelenek görmezden gelinemez, ne olursa olsun “bir olumsuzluktan ibaret” olarak değerlendirilemez. (Böyle bir gelenek hiçbir şey olmamış gibi, sıfırdan başlıyormuş gibi, “nerede kalmıştık?” diyerek başlayamaz yeniden, başlamamalıdır. Sert ve sağlam, bedelleri ödenmiş, kalıcı, hesaplaşması yapılmış adımlar atmak ihtiyaç halindedir. Ancak, bu, önünde sonunda onların sorunudur, başkasına, karışmak değil eleştirmek düşebilir.)
Kısacası, böyle özellikler taşıyan yeni bir yayını, devrimi güçlendirdiğini görerek hoşça karşılamak, sertçe eleştirmekten kaçınmak isterdik. Devrimi güçlendirmiyor mu, devrimci değil mi? Böyle bir yön var kuşkusuz. Çetin Uygur’un “Merhaba Proletarya” başlıklı yazısında dile getirilen işçilere ve 1 Mayıs’a yönelik tutum,
M. Pekdemir’in “Türkiye Nereye” başlıklı yazısındaki Kürtlere yönelik tutum örneğin, geliştiricidir.
Öte yandan, böyle bir yayın, bütünü açısından, dahi sert ve sağlam, devrimci militan bir yayın olmalıydı, örneğin, Gorbaçovculuktan, başlıca ondan ve Trotskizm den kaynaklanan demokratizm rüzgârından etkilenmemeli, onun önünde sürüklenmemeliydi, eski, kötü hastalık, yasalcılık aşılmış olmalıydı, bir avuç suda fırtına koparılan anti-Leninist, burjuva ve küçük burjuva demokrasisinin birlikçiliğinde olumluluk varsayılmamak aynı değil değişik güçlerle değişik, militan, devrimci bir birlikçilik öngörülmeliydi, vb. vb. Bu durumuyla Demokrat! sert eleştiriyi gereksiniyor.
Önce Demokrat’ın adı sorunu. M. Pekdemir, bu sorun üzerinde uzunca duruyor, kuşkusuz durmak gerekiyor, her şey ve olgunun içeriği, seçilmiş adında yansır çünkü.
İşçi sınıfının kurtuluşunun ilkeleri, yol ve yöntemlerinin öğretisi, sınıfın eylem kılavuzu olan Marksizm’de Marksizm Leninizm’de adını bulur. Onu bir baskı “izm”le tanımlayıp adlandırmaya çalışmak, sınıfın teorik olarak belirlenmiş ve yılların sosyal pratiğiyle doğrulanmış ilke, yol ve yöntemlerinin yadsınması anlamındadır, onun eylem kılavuzu başka bir adla adlandırılamaz. Komünizm örneğin. Sınıfsız, sömürüşüz, zorsuz toplumun, özgürlük dünyasının adıdır, onu başka bir adla atlamazsınız. Proletarya diktatörlüğü, kapitalizmde komünizme geçiş döneminin devletidir, siyasal yaşama devlete, toplumun kapitalizm sonrası örgütlenişine ilişkin konuşulurken, geçiş dönemi söz konusu edilirken, başka bir ad kullanılamaz, TBKP’Iilerin yaptıkları gibi “evrensel demokrasi” ya da Kuruçeşmecilerin yaptıkları gibi “sosyalist demokrasi” adlandırmaları, proletarya diktatörlüğünü, geçiş döneminin içeriğini bozmak ve reddetmektir.
Adcı değiliz, dünyanın adlarla açıklanabileceğini düşünmüyoruz. Kuşkusuz, adlar da gelip geçicidirler, eskirler, toplumsal koşullar değiştiği için ya da şey veya olguların özgünlüklerini, diğer şey veya olgulardan farklılık ve ayrı oluşlarını belirtmede yetersizleştikleri için değişmeleri gerekebilir. Lenin’in partisi ve Bolşevikler örnektir. Bolşevikler önceleri kendilerini sosyal demokrat olarak adlandırıyorlardı, partilerinin adı da Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi idi. 2. Enternasyonal’in, Kautsky ve şürekâsının ihanetinden sonra, sosyal demokrat adı Bolşevikleri döneklerden ayırmaz oldu ve Lenin’in önerisiyle partinin adı komünist olarak değiştirildi. Bu, olanaklıdır, farklı olunanlardan ayırmaya yönelik bir yeni adlandırma -bu, gerekli olduğunda, yapılmalıdır. Ama Lenin’in “sosyal demokrat” adını “komünist” ile değil de “demokrat” ile değiştirmeyi önermesi düşünülebilir miydi? Bu olanaklı mıdır?
Şeyleri ya da olguları, özellikle siyasal kategorileri, eski adları onları belirtip tanımını vermede yetersiz kaldıkça, yeni adlarla anmakta yanlışlık yoktur. Eski adlar, siyasal kategorilerin ayırıcı özelliklerini çeşitli nedenlerle ortaya koyamaz, onların başka siyasal kategorilerden farklılıklarım gösteremez, onları ayıramaz olunca, yeni adlandırmalar gerekli olur. Ama ayırmak için gerekli olur; yoksa siyasal kategorilere, onların başka kategorilerden ayrılığını, özgünlüğü ve farkım örtmek, onları başkalarından ayrılamaz kılmak için yeni adlandırmalar vahim durumlar oluşturur. Siyasal kategorilerin ortak ve benzer özelliklerini belirtmek, ayrılık değil benzerliklerini belirtmek için de adlar gerekebilir, ancak bu adlar, eğer benzer siyasal kategoriler, benzerlikleri nedeniyle yok sayılmayacaksa, oluşan ya da oluşturulan bileşik kategori lehine hala farklılıkları da var olmaya devam eden asal kategorilerden vazgeçilmeyecekse, asal kategorilerin öz adlan yerine geçirilemez.
Örnek: herhangi türden birlikler kurulabilir, eylem birlikleri, cepheler oluşturulabilir; ancak bunlar, her açıdan tam bir birleşme, örneğin bir parti içinde birleşme değilse, birlik oluşturan sınıf, parti ya da örgütler aynı zamanda kendileri olarak da var olmaya devam edeceklerdir. Ve Marksistler açısından, eğer herhangi türden birlikler içinde bağımsız varoluş, sosyalist propaganda ve ajitasyon özgürlüğü olanaklı değilse, bu tur birlikler kabul edilemez. Marksistler, içinde erimelerine yol açacak, kendilerini bağımsız olarak ortaya koyamayacakları türden birleşmeleri reddedecekleri gibi, böyle birlikler lehine ne kendi propaganda ve ajitasyon özgürlüklerinden vazgeçerler ne de kendilerini Marksistler olarak değil de, adı her neyse, oluşturulacak birliğin adıyla adlandırmayı kabullenirler.
Demokrat!, “demokratik muhalefetin birliği”ni öngörüyor, “demokratik muhalefet hareketinin birleştirici zemini oluşturma ve sözcülerinde biri olma”, Demokrat’ın, kendine biçtiği başlıca misyondur. Böyle bir birlik lehine, sınırlandırılmışlığı savunuyor, kendi kendine sınır koyuyor, bağımsız varoluşu gerekli görmüyor, birliğin oluşturulabilmesi için farklılığım belirtmekten kaçınıyor, kendisini, kendisinin değil başkalarının adıyla anmaya rıza gösteriyor: Demokrat!
Demokratlık, azınlığın egemenliği ve dikte ettiriciliğine karşı oluşun adıdır. Çeşitli sınıfsal güçler, farklı nedenlerle ve farklı içerikleriyle demokrattırlar. Feodalitenin egemenliği, dikte ettiriciliği ve baskısına karşı çıkışla da, emperyalizme ve tekellere, onun oligarşik diktatörlüğüne -bu diktatörlük “demokratik” de faşist de olabilir- karşı çıkışla da demokrat olunabilir, bunların yanı sıra kapitalist sömürü ve baskıya karşı çıkışla da. Salt siyasal demokrasi talep eden de demokrattır, bununla yetinmeyip toplumsal demokrasi talep eden de. Kuşkusuz birincisi, yetersizlikler içinde olacaktır ve tutarsız bir demokrat olmaya yazgılıdır, sömürü ve baskının yalnızca çeşitli biçimlerinden, bunların bir ya da birkaçından değil genel olarak sömürü ve baskıdan kurtuluşu talep edip hedef ve program edinmek, tutarlı demokratlığın, proleter ya da sosyalist demokratlığın ayırt edici özelliğidir. Bu nedenle, demokratlık, birleştirici bir ortak Özelliktir. Proletarya, bilinçli proleterler olarak Marksistler, “demokrat” tanımıyla kendilerini ifade edemezler. Demokratlık, proleter varoluşun tanımı ve adı olarak yetersizdir. Proletarya ve Marksistler, çünkü “sosyal demokrattırlar” ya da yetersizleşip eskimiş bu adlandırma yerine, sosyalist demokrattırlar, sıradan demokratlardan toplumsal kurtuluşu savunmaları dolayısıyla ayrılan toplumcu demokratlardır ya da kısacası sosyalistlerdir, komünistler, Marksistlerdir.
Henüz feodal kalıntıların var olmaya devam ettiği ve buradan kaynaklanan yağma ve zorbalığın egemenlik sisteminin renk verici unsurları arasında olduğu, emperyalizmin tahakkümü altında bulunan, tekelci siyasal yaşamın ve bunun örgütlenmesinin siyasal özgürlükleri tanımayan faşist egemenlik sistemi biçimiyle gerçekleştiği bir ülkede proletarya dışında demokratlığa sosyal dayanaktık edecek sınıf ve tabakalar bulunmasından doğal şey yoktur. Türkiye gibi bir ülkede demokratlığın sosyal dayanakları proletaryanın yanı sıra şehir ve köy küçük burjuvazisinin çeşitli katmanlarından tekelci olmayan burjuvaziye, orta burjuvaziye kadar uzanır. Bunlar, her birisi, demokratlığa, derece derece, tutarlısından, az tutarlısına, tutarsızına, her zaman için demokrasiye ihanete açık ve yatkın olanına ve zaten demokratlığı olağanüstü güdük ve kolaylıkla vazgeçilebilir olanına, proleter, küçük burjuva ve burjuva demokratizmine temel olurlar: Proleter sosyalist demokratizm, sosyalizm; uzlaşmacılıktan ve tutarsızlıktan tümüyle arınık olmayan az ya da çok devrimci küçük burjuva demokratlığı ve burjuva liberal demokratlığı, liberalizm.
Proletarya, demokrat olmasına demokrattır, üstelik sıradan bir demokrat değildir, o, en kararlı ve sonuna kadar tutarlı bir demokrasi savaşçısıdır. Bu, onun konumundan, sınıflı toplum içinde tuttuğu yerden gelir, yalnızca demokrasiye ihtiyaç duymakla kalmayıp, daha ileri, siyasal demokrasinin ötesinde ihtiyaçlar sahibi olmasından gelir. Proletarya, sömürü ve baskının, sınıfların kaldırılmasıyla tarihsel olarak yükümlendirilmiştir. Onun sınıfsal çıkarı, komünizmde, komünizme varmanın zorunlu yolu olan proletarya diktatörlüğündedir. Demokrasi, proletarya için, nihai amacına varmanın zorunlu bir durağı olarak önem taşıyan, daha ileriye, komünizme varabilmek için uğruna mücadele etmek gereken bir amaçtır – aslında bir araçtır. Demokrasi uğruna mücadele, proletaryanın geçici, kalımlı olmayan bir görevidir. Demokrasiyi kazanıp durmayacağı, bunun geçici bir görevi olması gerekçesiyle, proletarya demokrasi için savaşmazlık etmez, çünkü proletarya diktatörlüğü, sosyalizm ve komünizme varmanın başka yolu yoktur, örgütlenmesi ve eğitimini tamamlamak için proletarya siyasal demokrasiye ihtiyaç duyar. Ayrıca, sosyalizme geçişin önünde emperyalizm, onun talan ve baskısı, kalıntılar halinde varlığını sürdüren feodal kategori ve unsurların oluşturduğu aşılması gerekli engeller vardır. Emperyalist, tekelci sömürü ve baskı, varlık koşullarını bunlarla birleşmekte gören feodal kalıntılar geniş bir küçük burjuva yığınını ve hatta burjuvazinin tekelci olmayan tabakalarını etkilemekte, derece derece bu tabakaların mücadeleye atılışının koşullarım sağlamakta, öte yandan burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişmenin, salt kapitalist çelişmenin olanca şiddeti ve derinliğiyle açılıp serpilmesinin engelini oluşturmaktadır. Proletarya, şimdiden yürütmeye başladığı anti-kapitalist mücadelesini başarıyla geliştirebilmek, köylülüğün mücadele potansiyelini değerlendirip onu kazanmak ve devrim sürecinin ilerlemesi içinde yoksul köylülükle sağlam bağlar ve bağlaşıklıklar kurabilmek için demokrasi mücadelesinin en önünde yer almak durumundadır.
Ancak burada sorunun dirimsel özü yatıyor: Proletarya en kararlı ve tutarlı demokrasi savaşçısıdır, ama bu onun sadece geçici bir görevidir ve zaten proletarya çıkarları demokrasinin kazanılmasıyla sınırlı olmadığı için en kararlı ve tutarlı demokrasi savaşçısıdır. Demokrasinin kazanılması proletaryanın asgari programını oluşturur. Proletaryanın bir de azami programı vardır: Sosyalizm ve komünizm. Proletaryayı karakterize eden bu ikincisidir. Proletarya çıkan komünizmi gerektirdiği için demokrasi uğruna savaşır. Ve proletarya kendisini demokrat değil komünist olarak tanımlar. Sınıf bilinçli proletarya, kendisini şuadan bir demokrat düzeyine indirmez, demokratlar arasında iyisi prima enter pares olarak tanımlayıp adlandırmaz.
Örneğin küçük burjuvazinin çıkan siyasal demokrasidedir, demokratik devrimdedir. Ama şehir ya da köy küçük burjuvazisinin son amacı demokrasidir. Proletarya açısından asgari programı oluşturan demokrasi, demokratlık, köylülüğün, genel olarak küçük burjuvazinin azami programıdır. Burada bir ortak nokta vardır ve bir ortaklık, bir birlik olanaklıdır. Ancak proletarya kendisini ve çıkarlarını reddetmeden, demokratlıkla, demokrasi savaşçılığıyla sınırlandırılmayı kabullenmeyecektir. Proletaryayı köylülük ve genel olarak küçük burjuvaziden ayıran, yalnızca demokrasi savaşçılığındaki tutarlılık derecesi değildir; bu tutarlılığın derecesini de tayin etmekte olan, demokratik devrim programıyla sınırlanmamış olmak, çıkartan demokratik devrimin daha ötesinde bulunmaktır.
Proletarya demokratik devrimle yetinirse, kendisini demokrasi savaşçılığıyla, demokratlıkla sınırlandırırsa, sınıf çıkarının, bunun belirlediği azami programının farkına ve bilincine varmamış demektir. Bu durumda tutarlı demokrasi savaşçılığı da zedelenecek, yalnızca sınıf dürtü ve sezgilerinden kaynaklanarak gerçekleşebilecek ve önemlisi, proletarya bu takdirde geçen yüzyıl örnekleri görüldüğü gibi demokrasi savaşında burjuvazinin yedeğine düşecek, burjuva demokrasisi içinde eriyecektir.
Demokrat!, bu noktada bir zaaf içindedir, kendisini demokrat olarak tanımlaması ve misyonunu “demokratik muhalefet hareketinin sözcüsü” olarak belirlemesiyle, ilk adımını burjuva demokrasisi içinde erimeye doğru atmaktadır. Bu adlandırma ve saptamayla Demokrat!, kendi demokratlığını küçük burjuva ve burjuva demokratlığından ayıramaz olmakta, sosyalist eğilimli bir geleneği, sosyalistlerin ancak asgari programını oluşturabilecek demokrasi programıyla, asgari programla sınırlamaktadır. Farklı sınıfların demokratik muhalefetini birleştirme kaygısı, yanlış ele alınıp yanlış işlendiğinde, demokratik muhalefet hareketinin birleştirilmesine zarar verir ve hatta bunu olanaksızlaştırır olmakta, haklı bir kaygı tam tersine bir sonuca yol açar olmaktadır. Çünkü bu tutumla, liberal burjuva demokratizmini etkisizleştirip küçük burjuva devrimci demokrasisinin dayanağı olan köylülüğü genel olarak küçük burjuvaziyi proletaryanın tutarlı demokratizmi çizgisine çekip kazanmak ve onun burjuva liberallerin peşine takılmaktan alıkoymak mümkün olmaktan çıkmaktadır. Kendi ileri amaçlarından, söz etmemek anlamında da olsa, vazgeçerek, başkalarını kendi düzeyine yükseltmek olanaklı mıdır? Kendini başkalarının düzeyine indirerek, onlar gibi adlandırarak, adlandırmanın ötesinde, demokratik muhalefeti yalnızca demokratlıkla birleştirmeye çalışarak kendini (kendini kendin yapan azami programını en iyi olasılıkla ileriye erteleyerek, sosyalistliği değil, demokratlığı temel platform edinerek) başkaları kazanılabilir mi? Bu tutum, başkalarının seni kazandığı anlamındadır. Bu, kuyrukçuluğun siyaset düzeyine yükseltilmesi olacaktır.
İşin içinde bir terslik olduğunun Demokrat! da farkındadır ve ilginç bir çözüm yolu bularak kendini başka demokratlardan ayırma işlevini basit bir ünlem işaretine yüklemekte, literatüre bir de ünlemli demokratı sokmayı denemektedir. Melih Pekdemir, “bizim Demokrat” ünlemli Demokrat’tır, sadece ‘Demokrat’ değil, ‘Demokrat!’ Ünlem işareti dikkat işaretidir. Ünlem işareti bir çağrıdır. Demokrasi çağrısıdır. Demokrat olma çağrısıdır.” demektedir. Kastedileni, farklı şekilde de anlatılsa, anlıyoruz: biz tutarlı demokratız, demek isteniyor. Ünlemli ya da dikkatli demokrat, tutarlı demokrat demek oluyor! Ama bu yeter mi? Sorun, demokrat olmanın ötesine geçebilmektir, bunu sadece yüreğinde ya da beyninde tutmayıp açıklamak, yalnızca açıklamakla da yetinmeyip bu yönde, yani sosyalizm propagandası yapmak, demokratlığı da sosyalizm amacından hareketle ortaya koyup geliştirebilmektir. Yoksa üç tane ünlem bile yetersiz kalacaktır.
Demokrat’ı anlamaya çalışıyoruz, anlayabildiğimiz şu oluyor:
Kendini demokratlıkla sınırlandırmanın, biri açıkça belirtilen, diğeri belirtilmeyip dokuya sinen, hissedilen iki belirgin faktörü görülüyor.
Bunlardan birincisi, toplumsal muhalefetin yeniden gelişmekte oluşundan kaynaklanıyor. Eski -ve yeni de olmaları istenir- yol arkadaşlarımız, bu muhalefetin geliştirilmesini görev olarak saptıyorlar ve bu “hareketin dağınıklıktan kurtarılması ve eyleminin birliğini”n sağlanmasını “acil sorun” sayıyorlar. (Böyle bir sorun kuşkusuz var, ancak aciliyet sıralamasını tartışacağız.) Ve sınırlandırıcı birinci kaygı ya da faktöre şöyle takılıyorlar: “Türkiye solu kendini sınırlayıcı (heyhat! ne ters bir sınırlayıcılık üzerinde duruş -Ö.D) kısır tartışmalarla, uzak ve soyut hedefleri öne çıkaran anlayışlarla marjinalleşme tehlikesini aşamaz. Oysa sol hareket bugün çoğalmak, özgürlük, demokrasi ve sosyalizmden yana tüm toplumsal kesimlerle bütünleşmek zorundadır. Bunun yolu ise 12 Eylül rejimini geriletecek 12 Eylül’ün toplumda açtığı yaraları saracak politikalardan, kısacası gasp edilen demokratik hakların kazanılmasına hizmet edecek yakın ve somut hedeflerden geçmektedir.”
İşte kendini sınırlandırıcılık, kendini sınırlayıcılık buradadır.
Ve ikinci kaygı ya da kendini sınırlayıcı faktör, aktardığımız pasajın kaldığı yerden devam ederek, ima yoluyla şu tümcede dile getirilen yol arkadaşlarının kendilerinin dağınıklığı ve toparlanma ihtiyacı, bu ihtiyacı gidermenin aşağıdan ve demokratik, en başından, sıfırdan başlatıcı, demokratizmden sosyalizme, demokratlıktan Marksistliğe, demokratik birleşik muhalefet hareketinden sosyalist örgütlenmeye, partiye varmayı tasarlayan, Türkiye’nin kapitalist gelişmesinin boyutları, proletaryanın nitel ve nicel gelişmişlik düzeyi ve Marksizm’in ve sosyalist hareketin teorik ve pratik birikimlerinin inkârı üzerine kurulan ve bugünkü Türkiye’yi örneğin 1848’in feodal parçalanmışlık içinde birleşmemiş, proletaryası gelişmemiş, Marksizm’in teorik olarak yeni kurulmakta ve pratik siyasal yaşamda da yeni yeni görülmeye başladığı bir köylü ülkesi olan Almanya’ya döndüren, Eylül kompleksinin etkisindeki yolu anlayışında ortaya çıkmaktadır. “Bu anlayışla oluşacak demokratik muhalefet hareketinin birliği aynı zamanda, uzun dönemde gerçekleşecek etkin siyasal girişimlerin yeşereceği toprak olacaktır.”
İşte ikinci kendini sınırlayıcılık buradadır; demokratik muhalefet hareketinin örgütlenmesinden sosyalist hareketin örgütlenmesine gitme, yol arkadaşlarının kendilerini ve sosyalist hareketi demokratik muhalefet hareketinin gelişmesi içinde toparlayıp örgütleme anlayışı, tepetaklak edilmiş, kendini sınırlayıcı bir anlayıştır.
Savunulan, demokratik bir pozisyonda sınıf güçlerinin ve ilerici, demokrat ve sosyalist güç ve çevrelerin birleştirilmesi, eyleminin birliğinin sağlanmasıdır.
Marksist ve devrimci demokratik hareketin ve genel olarak toplumsal muhalefet hareketinin henüz dağınık olduğu, proletaryanın ve emekçi katmanların geniş yığınlarının büyük ölçüde örgütsüz, eğitilmişlikten uzak ve geri olduğu, hatta Eylül şokunun neden olduğu korku ve siyasetten uzak duruş atmosferinin etkilerinin henüz tümüyle giderilemediği yadsınamaz. Toparlanma ve örgütlenme ihtiyaç halindedir ve Eylül yenilgisi nedeniyle genel olarak devrimci örgütlere yığınların kuşkulu ve güveni zedelenmiş yaklaşımının da üstesinden gelinmesi gerekliliği, bu ihtiyacın karşılanmasını zorlaştırıcı bir rol oynamaktadır. Hesapsız davranmak sakıncalıdır, bu doğru; ancak hesap olarak, sosyalizmi değil demokratizmi platform edinmek, sosyalizm eğilimli bir gelenek açısından hesabın en kötüsü olmaktadır.
Arkadaşlar “Demokrat!” başlıklı çıkış yazısında, “Yaşadığımız son on yd ülkemiz için hemen her bakımdan tam bir kayıp olmuştur” diye başlayarak ne kadar olumsuzluk varsa, hatta abartarak ardı ardına diziyorlar, tek olumluluk olarak ise, “toplumsal muhalefet hareketinin kıpırdanmaya, 12 Eylül’ün üzerine serptiği ölü toprağını silkelemeye başlaması”nı sayıyorlar. Olumluluk, arkadaşlara göre, bugün yalnızca kendiliğinden gelişmekte olan hareket tarafından temsil edilmektedir. Arkadaşlar, bugünden pratik sonuçlar da vermeye başlamış olan, proletaryanın deney birikimi, Marksizm ve Marksist hareketin teorik ve pratik, siyasal, örgütsel kazanım ve birikimlerini göremiyor ya da görmek istemiyorlar. Sonuç, Marksizm’in, bir siyasal hareket olarak sosyalizmin gücünü küçümsemek, sosyalizme ve kendine güvensizlik ve ileri sosyalist mevzilere yerleşme ve demokrasi mücadelesini bu sağlam zemine basarak yürütme yerine geri demokratik mevzilerde kalmayla yetinme ve “etkin siyasal girişimlerin yeşermesini”, yani, sosyalist örgütsel ve siyasal pozisyonların yaratılmasını “uzun dönemde gerçekleşecek” ve “demokratik muhalefet hareketinin birliğinin yeşerteceği” bir gelecek ya da geleceğe ilişkin bir faktör olarak varsaymak oluyor. Tarih çok yakın. Demokrat! ta da üzerine yazı yazılan 1 Mayıs gösterileri, Marksizm ve Marksist hareketin çok yönlü birikim ve kazananlarının kendini somut ifadelendirişi olarak az mı önemlidir? Marksizm’in politik etkisinin, taşıdığı ve durmaksızın somuta aktarmakta olduğu örgütlendirici potansiyelin boyudan, hemen herhangi bir fabrikaya görmesini bilen gözlerle bakan herkes tarafından kolaylıkla saptanabilir. Aşın iyimserlik gerekmiyor, ama kötümser olmaya da hiç gerek yok, olumsuz tablolar çizilmemelidir, hele bu tür tablolardan hareketle sosyalizmin, Marksizm’in ifadelendirilmesin-den uzak durup demokratlıkla yetinmek ve proletaryanın demokratlaştırılmasını savunmak hiç olacak şey değildir.
“Unutulmaması gerekir ki, yığınlarla olan bağlanınız konusundaki yaygın kötümserlik, çoğu kez, proletaryanın devrimdeki rolü açısından burjuva düşünceler için bir paravan görevi görür” diyen Lenin’in 1905 Devrimi içinde yazdıkları çok öğreticidir:
“… Zaferin olasılık ölçüsünün ne olduğu bir başka sorundur. Bu konuda hiç de düşüncesizce iyimserliğe kapılma eğiliminde değiliz; bir an bile olsun bu görevin çok büyük güçlüklerini unutmuyoruz, ama dövüşmek için yola çıktığımıza göre, zaferi kazanmayı istemeli ve ona varan doğru yolu göstermeliyiz. Böyle bir zafere Öncülük edebilecek olan eğilimler kuşkusuz vardır. Proletarya üzerindeki etkimizin -sosyal demokrat etkinin-henüz pek, pek yetersiz olduğu; proletaryanın ve özellikle de köylülerin dağınıklığı, geriliği ve bilgisizliğinin hala korku verici olduğu doğrudur. Ne var ki, devrim, onları hızla birleştirir ve hızla aydınlatır. Gelişmesinin her adımında yığınları uyandırır ve onları karşı konmaz bir güçle devrimci programın yanma, onların gerçek ve hayati çıkarını tam ve tutarlı bir biçimde ifade eden bu biricik programın yanına çeker.” (iki Taktik)
Lenin, devrim içinde, devrim başladığı bir zamanda konuşuyor ve proletarya ve köylülüğün geriliği, dağınıklığı, örgütsüzlüğünü belirtiyor, ama “zaferi kazanmayı istemeli ve ona varan doğru yolu göstermeliyiz”, yığınlar “devrimci programın yanına” devrimin gelişmesi içinde gelecektir diyor. Ve Lenin ne yapıyor? Kendini demokratlıkla sınırlandırmıyor. Proletarya yığını üzerindeki “sosyal demokrat etkinin” (sosyalist etkinin, Marksizm’in bilinçlendirici ve örgütlendirici etkisinin) geliştirilmesine çalışıyor. Örneğin Menşeviklerle kendi sosyalist pozisyonunu unutarak demokratik bir platformda birleşmeyi öngörmüyor, köylülerle ve genel olarak demokratik hareketle birleşmek için Marksizm’in ve sosyalistliğinin, sosyalist görevlerinin sözünü etmezlik etmiyor, kendini demokrasi platformuyla sınırlandırmıyor. Kuşkusuz Lenin demokrasi uğruna mücadelenin önemi üzerinde duruyor, tutarlı proleter demokratlığıyla proletaryanın bu mücadelenin en önünde yürümesinin gerekliliğini belirtiyor -bunu, biz de söylüyoruz, ama nasıl? Kendisini demokratlık platformuna hapsetmediği gibi, proletaryanın sınıf hareketinin bağımsız sosyalist varoluşunu vurgulayan Lenin, bu platformun ötesinden hareket edip güç alışıyla, her türden demokratın birliği tezinin geçersizliği ve Menşevizmini de ortaya koyup eleştirmektedir; O’nun tutarsız demokrat burjuvaziyle birliği gözetme sorunu yoktur. “… Tam özgürlüğümüz uğruna yalnızca otokrasiye karşı değil, bundan bizi yoksun bırakmaya kalkışırsa (ve kalkışacağı da kesindir) burjuvaziye karşı da savaş…” (İki Taktik)
Lenin, demokratizmin yetersizliğini, demokratik ve sosyalist devrimlerin birbirlerinden farklı ve iki ayrı aşama oluşturduklarını görmek ve buna uygun davranmak gerekmekle birlikte, bu iki devrimin unsurlarının iç içe geçmiş halde olduklarını belirterek, proletaryanın sosyalist amaçlarının yalnızca geleceğin belirli bir zamanına ilişkin olmakla kalıp bu geleceğin soyutluğuna kurban edilemeyeceğini, o gelecek ve soyutluk eğer bugünde, demokratik devrim döneminde temel bir kaldıraç olarak somutlanmıyorsa, ete kemiğe bürünmüyorsa, soyutluğu içinde anlamsızlaşacağını, bu somutluğun da en başta “ayrı, bağımsız ve tamamen bir sınıf partisinin mutlak zorunluluğu”, sosyalist etkinin, sosyalist bilinç ve örgütlenmenin yaygınlaştırılması olarak şekillenmesi gerektiğini yaşamı boyunca savunup vurgulamıştır. Bir örnek:
“Elbette, bugünkü tarihsel koşullarda, geçmişin unsurları, geleceğin unsurları ile içice girmişlerdir; iki yol kesişmektedir. Ücretli emeğin özel mülkiyete karşı savaşımı, otokrasi koşullarında da vardır; sertlikte bile vardır. Ama bu, hiç de bizi gelişmenin belli başlı aşamaları arasındaki mantıksal ve tarihsel ayrımı yapmaktan alıkoymaz. Hepimiz burjuva devrim ve sosyalist devrimi karşı karşıya koyarız; hepimiz ikisi arasında kesinkes bir ayrımın mutlak zorunluluğu konusunda direniriz; ama tarihin akışı içerisinde, bu iki devrimin tek tek özgün unsurlarının içice geçmiş oldukları yadsınabilir mi? Avrupa’da demokratik devrimler dönemi bir takım sosyalist hareketler ve sosyalizmi kurma yolundaki girişimlerle karşılaşmadı mı? Ve Avrupa’daki geleceğin sosyalist devrimi, demokrasi alanında geride bırakılmış olan bir sürü tamamlanmamış şeyi tamamlamak zorunda kalmayacak mıdır?
“Bir sosyal demokrat, proletaryanın, kaçınılmaz olarak, sosyalizm uğruna, en demokratik ve cumhuriyetçi burjuvaziye ve küçük burjuvaziye karşı sınıf savaşımı açmak zorunda olduğunu bir an için bile olsun unutmamalıdır. Bu, her türlü kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, sosyal demokrasinin ayrı, bağımsız ve tamamen bir sınıf partisinin mutlak zorunluluğu da, her türlü kuşkunun ötesindedir, öyleyse, burjuvaziyle birlikte ‘ortak bir darbe vurma’ taktiklerimizin geçici niteliği ve ‘bir düşmanı’ kollar gibi ‘müttefikimizi de’ sıkı bir biçimde kollama görevi de her türlü kuşkunun ötesindedir vb.” (İki Taktik)
Aslında sorunun tartışılabilir yanı yoktur; proletarya hiç bir dönem ve koşulda kendisini demokrasi savaşçılığıyla sınırlandıramaz, çıkarları sosyalizmi gerektirir ve proletaryanın ayrı bağımsız sınıf örgütlenmesi ve sosyalist eğitimiyle, bugünkü Türkiye’de, ilgilenmeyen bir kişi ya da çevre, gerçekten sıradan demokrattan ötesi değil demektir. İstenilen sayıda ünlem kullanılsın, bu gerçek değişmeyecektir. Üstelik proletaryanın bağımsız örgütlenmesi ve sınıf eğitimi, olumsuz koşullar ve kötü günlerde önemini yitirmediği gibi, daha bir önem kazanır. “Sosyal demokrasi hayallerle oyalanmıyor; burjuvazinin hainliğini biliyor, burjuva-anayasal ‘Şipov’ mutluluğunun en cansız, en kötü günlerinde bile, proletaryayı sınıf eğitiminden geçirme işindeki direngen, sabırlı ve soluklu görevini bırakmayacak, bu konuda cesaretini yitirmeyecektir.” (İki Taktik) diyor Lenin.
Demokratlıkla, demokratik bir platformda, sınıfın örgütlenmesi ve eğitimi nasıl gerçekleştirilecek? Sınıf, “yakın ve somut hedefler” ve “gasp edilen (Eylül tarafından -Ö.D.) demokratik hakların kazanılması” talep ve mücadelesi temelinde mi örgütlenecek? Sınıfın sosyalist değil demokratik bir temelde örgütlenmesi ve bunun için sosyalist değil demokratik, ulusal vb. bilinçle donandırılıp eğitilmesi, sosyalist amaçların, azami program, yani “uzak ve soyut hedefler”in oluşturulduğu “marjinalleşme tehlikesi”nden kaçınıp “yakın ve somut hedeflerin”, demokratik devrim programının, asgari programın bile bütünlüğü üzerinde değil, Eylül ve sonuçlarına ilişkin acil talep ve amaçlarla “dağınıklıktan kurtarılıp” bu tür bir perspektifle mücadeleye çekilmesi, bir yönüyle Menşevizm, bir yönüyle ise Menşevizm bile değildir.
Menşevizmin konumuza ilişkin olarak esas özelliği, gelecekteki sosyalist hedefleri, sınıfın sosyalist amaçlarım ileri sürüp, bunların da siyasal olanlarını tümüyle geleceğe bırakarak, sınıfın yalnızca ekonomik hak talepleri ve bu içerikli mücadelesine ilgi duyması, burjuva nitelikli bir devrim olduğu gerekçesiyle demokratik devrimi s, de burjuvazinin işi olarak görmesi ve siyasal demokrasi uğruna mücadeleyi, siyaseti burjuvaziye terk etmesiydi. Menşevizm, sosyalizmi, sosyalistliğini gerekçe gösterip, demokrasi uğruna mücadeleyle ilgilenmiyor, demokrasi savaşında burjuvazinin yedeği olmayı gönüllü olarak kabulleniyordu. Demokratın vardığı sonuç farklı değil, ama gerekçeleri değişik. Onlar sosyalizmi, sosyalistliği baştan vazgeçilebilir bir şey olarak görüyor, demokratlığı benimsiyorlar, “zoru” seçtiklerini söylüyorlar, “bugün demokrat olmak zor”muş, sanki sosyalist olmak çok kolay! Sonuçta varılan nokta farklı değil: arkadaşlarımız da demokratlıkta karar kılarak burjuva içerikli bir çerçeveye sıkıştırıyorlar kendilerini. Ve daha ötesine yönelmeksizin, ötesinden harekede siyasal demokrasiyi geçici bir talep olarak kazanmaya çalışmaksızın, demokratizm, burjuva içeriğin dışına taşamayacağı için, kendilerini burjuva demokrasisi içinde eritmenin gönüllülüğünü yapmış oluyorlar, burjuvazinin yedeğine düşüyorlar. Ama bu noktada, gerekçeleri daha da geri olduğundan, Menşevik bile olamıyorlar.
Menşevizmleri, asıl olarak, “süreç-içinde taktik”, “süreç içinde örgütlenme” anlayışları dolayısıyladır. Taktikler ve örgütlenmenin aşama aşama süreç içinde ilerletilmesi, sosyalizmin, asgari programın bütünü çerçevesinde bir mücadelenin bile değil, Eylül tarafından “gasp edilen demokratik hakların kazanılması” ve ” 12 Eylül’ün toplumda açtığı yaraların sarılması” talebi uğruna, buna “hizmet edecek yakın ve somut hedefler” uğruna mücadelenin bugünkü taktik hedefleri ve taktiği belirlemesi, faşist diktatörlüğün devrilmesine ve buna yönelik bir taktik izlenmesine sonradan sıra gelecek olması, şimdilik emekçilerin kendiliğinden eylemlerinin bu sınırlının sınırlısı demokratik talepler zemininde geliştirilmesi; örgütlenme alanında, önce, demokratik örgütlenmelerle yetinme, emekçilerin acil taleplerle sınırlandırılan eylemini buna uygun örgütler, sendikalar, dernekler, halkevleri, demokratik katılımın tabandan, aşağıdan örgütlenmesinin araçları olarak deri sürülen işyeri vb. komiteleri gibi örgütler aracılığıyla geliştirmeye, ama sosyalist örgütlenmelere, başlıca parti örgütlenmesine yönelmeme, buna sıranın süreç içinde ileride, “muhalefet hareketinin birliği” demokratik temelde sağlandıktan sonra, bu “toprakta yeşerecek etkin siyasal girişimler” olarak gelecek olması, yol arkadaşlarının savunduğu bu yöndeki fikirlerdir. Bunlar da aslında Menşeviklerin somadan devraldıkları ekonomist fikirlerdir. Şimdilik “haklar uğruna mücadele” ve yine şimdilik parti örgütlenmesine götürecek (!) demokratik birlikler, böyle bir birliğin zeminim sağlayacak ve sözcüsü olacak bir yayın: Demokrat! … Elbette, ileride, sosyalizm de parti de olacak!…
RSDİP 3. Kongre kararında şöyle deniyor: “örgütlenme sorununda, bu eğilimlerin temsilcileri, teoride, düzenli bir şekilde yürütülen parti çalışmalarıyla uyuşmayan süreç içinde örgütlenme ilkesini ileri sürerlerken, pratikte de, birçok durumlarda parti disiplininden sistemli olarak sapmakta ve başka durumlarda da, partinin en geri kesimlerine Rus yaşamının nesnel koşullarım hesaba katmadan, seçim ilkesinin yaygın bir biçimde uygulanması düşüncesini örgütlemekte ve bugünkü durumda, parti bağları için esas olan tek temel şeyi yıkmaya çalışmaktadırlar. (Geniş bilgi için bkz. İki Taktik, Devrimin Çarlık Üzerinde Kesin Zaferi Ne Demektir bölümü)
Süreç içinde örgütlenme ilkesi parti çalışmasıyla uyuşmaz kuşkusuz, ancak anlaşıldığı kadarıyla, zaten, yol arkadaşlarının proletaryanın tüm mücadelesinin yönetim, yönlendirme ve örgütlendirme merkezi bir genelkurmay olarak, onun en bilinçli ve militan evlatlarını içinde barındıran, sosyalizm ve komünizm ülküsü temelinde örgütlenmiş bir partiye, en azından şimdi, ihtiyaçları yok ve bu nedenle onun disiplininden sapmaları söz konusu değil, bizatihi örgütsüzlük ve disiplinsizliği öngörüyorlar, en azından şimdilik ve seçim ilkesi parti açısından değil, taban inisiyatifi organları çeşitli komiteleşmelerin aşağıdan yukarı kurulmalarının her şey olarak görülmesi dolayısıyla partisizliğin ve partiye ancak buralardan gidilebileceğinin savunulduğu koşullar açısından uyarlanmış biçimiyle ortaya konuyor. Ve doğal ki, “parti bağları için esas olan tek temel şey”i, merkeziyetçiliği ve onu gerekli kılan koşullardan biri olan gizliliği ve yasa dışılığı gözetmeleri de, sorun olarak bile ortaya çıkamıyor. Çünkü zaten demokratlığın dağınıklık ortamında, demokrat bir yayınla ve üstelik yasal bir yayın aracılığıyla, ne merkeziyetçilik ve ne de gizlilik sorunu ele alınabilir, tartışılabilir ve uygulanabilir.
Bilinç yayıcı ve eğitici araç olarak yayın sorunu karşısında Demokrat!’ın pozisyonu ise, pek olumsuzdur. Emekçilere sınıf bilinci götürmenin, onları sosyalist fikirlerle eğitmenin aracı olmadığım ortaya koyan ve sadece demokrat olduğunu beyan eden Demokrat!’ı yayınlayan eski yol arkadaşları, önce toparlanalım, demokratik muhalefet hareketi içinde toparlandıktan sonra, böyle geniş katılımlı bir süreç içinde partileşme sorunu çözülür, bugün böyle davranılmalı gibi gerekçeler ardında asıl çevrenin ya da çekirdeğin sosyalist olduğunu iddia edeceklerse, ederlerse, bu inandırıcı olmayacaktır, çünkü bu, sosyalistlerin yolu, yöntemi değildir, olamaz. Ne bir Marksist parti ya da sosyalist örgüt bu yolla var edilebilir ne de bir demokrasi organı ve sözcüsü yayın böyle bir sürecin aracı olabilir.
Marksistler, salt demokrasi organı olmayan ama başlıca misyonu demokratik muhalefetin sözcüsü olmak olabilecek yayınlar çıkarılmasına da önayak olabilir. Ama en başta gelen koşul, Marksistlerin parti ya da parti öncesi Marksist örgüt içinde örgütlenmiş ve proletaryaya yönelik sınıf bilinci yayma ve eğitim aracı olarak parti basınına sahip olmalarıdır. Sınıfın ayrı, bağımsız, sosyalist sınıf örgütüne ve basınına sahip olmalarıdır.
Mümkündür, Demokrat!’ı çıkaranlar, Marks ve Engels zamanında, 1948’de Almanya’da “demokrasi organı” olarak çıkan Neue Rheinische Zeitung’u örnek aldıklarını, o zaman Marks ve Engels’in bu yayma ve onun proletaryanın partisi ve parti yayını öncesi çıkışına ve öncelikle bir parti olarak örgütlenmemiş oluşa karşı çıkmadıklarını söyleyerek tulumlarını savunmaya çalışacaklardır. Lenin’in konuya ilişkin değerlendirmesini biraz uzunca olmasına karşın aktarıyoruz:
“… Ancak Nisan 1949’da, devrimci bir gazetenin çıkmaya başlamasından aşağı yukarı bir yıl sonradır ki (Neu Rheinische Zeitung, yayına, 1 Haziran 1948’de başlamıştır), Marks ve Engels, özel bir işçi sınıfı örgütünden yana olduklarını açıklamışlardır! O zamana dek bir işçi sınıfı partisiyle her hangi bir örgütsel bağı olmayan bir ‘demokrasi organı’ çıkarmakla yetiniyorlardı. Bugün, bize, korkunç ve olanaksız olarak görünen bu olgu, o günlerin Alman Sosyal Demokrat Partisiyle, bugünün Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi arasında çok büyük farklar olduğunu açıkça göstermektedir. Bu olgu, Alman demokratik devriminde, hareketin proleter özelliklerinin, proleter akımın, ne denli az olduğunu göstermektedir (1948’de Almanya’nın hem ekonomik ve hem de siyasal geriliği -devlet bütünlüğüne sahip olmayışı- yüzünden). Bu dönemde ve daha sonrasında bağımsız bir proletarya partisinin örgütlendirilmesinin gereği konusunda Marks’ın yineleyerek yaptığı açıklamaların değerlendirilmesinde, bu unutulmamalıdır. Marks, bu pratik sonuca, demokratik devrim deneyiminin bir sonucu olarak ancak aşağı yukarı bir yıl sonra varmıştır, bu şuada Almanya’da esmekte olan hava o denli dar kafalı, o derdi küçük burjuvacaydı ki. Bu sonuç, bizim için, uluslararası sosyal demokrasinin yarım yüzyıllık deneyiminin çok iyi bilinen ve somut bir kazanımıdır-temeli üzerinde Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisini örgütlemeye başladığımız bir kazanım. Bizim durumumuzda, örneğin proletaryanın sosyal demokrat partisinin dışında kalan devrimci proleter gazeteleri, ya da bunların bir an için bile salt ‘demokrasi organları’ olarak yayınlanmaları diye bir sorun söz konusu olamaz.” (İki Taktik)
Durum çok açıktır, bir şey eklemeye gerek yok.
Peki, Demokrat!’ın bir demokrasi organı olarak çıkmasının görünür/ileri sürülen gerekçesi nedir? M. Pek-demir’den özetleyerek aktarıyoruz:
“Demokrat’ kavramı, demokrasi isteyen herkesi kucaklıyor, önce demokrasi isteyelim, sonra bunun nasıl bir demokrasi olduğunu mu tartışalım. Ama önce demokrasi isteyelim mi? (…) isteyelim. (…) burjuva demokrasisi denilince başka bir demokrasi, sosyalist demokrasi denilince başka bir demokrasi anlaşılıyor. Bugün sosyalistlere düşen görev ((!)-ÖD), bu farklılığı unutmadan, unutturmadan demokrat kavramının demokrasi isteyen herkesi kucaklaması, ama gerçekten kucaklaması yönünde çaba sarf etmektir. Çünkü bugün burjuva demokratı diye bilinenlerin çoğu burjuva demokrasisini de savunmuyorlar. Eski demokratlar bugün demokrat olamıyorlar. Bugün dünyada demokrat olmak/kalmak çok zor bir iş. Türkiye’de üç kere zor bir iş. (…) Çünkü insan haklan boyutunda ufak tefek itirazlarla yetinerek devlet terörüne verilen tam destek demokratlığı iptal ediyor. (…) Sosyalizme küfür etmek, emeğe düşman olmak anlamına geldiği için, bu küfür de demokratlığı iptal ediyor. (…) Eski demokratların bir kısmı artık yeni şovenlerdir. (…) Hem milliyetçi hem demokrat olamıyorlar. Hükümete muhalefet etmek de demokratlık için yeterli görülmüyor. Bugün her muhalif bir demokrat gibi davranamıyor. (…) Şimdi sosyalistlerin önce ve mutlaka ‘Demokrat!’ olmaları gerekiyor. (…) demokrasi mi, sosyalizm mi ikilemini(n) daha doğrusu saçmalığının) ortadan (kalkması)… Demokrat, ait olduğu sınıfa, burjuvaziye bütünüyle yabancılaşmıştır. (…) Sosyalist kavramı da, bilindiği gibi, epey yara bere almış, yıpranmıştır. (…) Demokratlık’ı da sosyalistlerin üstlenmesi şaşırtıcı bulunmamalı. Dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeler sosyalist ve demokrat olmayı bir ikilemden kurtarıyor. Dolayısıyla bugün demokrat kavramının içeriğini sosyalist anlayışla doldurmaktan başka çıkış yolu yok. (…) bugün demokrat adını da almak sosyalistler bakımından kendilerine ait olmayan bir kimliği taşımak değildir, demokratlığı da kendi nüfuslarına kaydetmiş olmalarıdır. (…) gerçek demokratlar artık sosyalistlerdir. (…) demokrasiyi asıl olarak devrimden yana sosyalistler savunabiliyorsa, demokrasiyi devrimcilik kazanacaksa, onlar artık demokrattır. (…) Artık demokrat olmak hiç kolay değil.”
Özetin özeti şudur. Dünya ve Türkiye’deki gelişmeler artık burjuva katmanları demokrat olmaktan çıkardı, demokratlık sosyalistlere özgü hale geldi, zorlaştı ve artık demokratlar sosyalistlerdir, sosyalistler de, başka demokrat kalmadığına göre, herhalde asıllarına rücu ederek, demokrat olmuşlardır, olmalıdırlar! Bu nedenle, önce demokrasi! “Demokrasiyi asıl olarak sosyalistler savunuyorsa, onlar artık demokrattır” – mantığın tersliğine ne demeli? Peki, eskiden kim savunuyordu asıl olarak? Proletarya ve sosyalistler demokrasinin asıl savunucusu, en kararlı savaşçısı ise, ki öyledir, bundan çıkarılması gereken sonuç, proletarya ve sosyalistlerin daha çok sosyalist olmaları ve olmaları gerektiği değil midir?
Dünyada ve Türkiye’de elbette değişmeler var. Ama bu değişmelerin boyut ve içeriğine ilişkin değerlendirmelerinde Melih Pekdemir ve genel olarak Demokrat! yanılmakta ve değerlendirmelerinde “Gorbaçov demokratizmi”nden etkilenmektedirler. Gelişme ve değişmeler demokratla sosyalisti aynılaştıracak ne boyutta ne de içeriktedir. Bu aynılaşma, ancak sınıf zıtlık ve farklılıklarının kalmakta oluşuyla, iddia edile-geldiği gibi proletaryasızlaştırmanın gerçekleşmesi durumunda olanakladır. İki tez ancak birlikte savunulabilir, aksi durumda, ayrı ayrı demokratlar ve sosyalistler olacaktır.
Eskiden, Lenin zamanında örneğin, burjuvaların pek mi demokrat olduğu, ya da demokrat olmanın pek mi kolay olduğu sanılıyor? Burjuvazi, o zaman da liberaldi, tutarsız demokrattı, her zaman için demokrasiye ihanet etmeye hazırdı ve ederdi, şimdi de. Şimdi, olsa olsa, tekelleşmenin ilerlemesinin, tekelci ilişkilerin hemen tüm burjuvaziyi şöyle ya da böyle sarmalamasının burjuvazinin demokratlığını ve burjuva demokrasisini daha da güdükleştirdiğinden söz edilebilir.
“Sımf olarak burjuvazinin kapitalist toplumda tuttuğu yer, onu demokratik devrimde kaçınılmaz olarak tutarsızlığa götürmektedir”, “burjuvazinin devrimi desteklemekte tutarsız, çıkarcı ve korkak olduğunu biliyoruz. Burjuvazi, dar, bencil çıkartan karşılanır karşılanmaz, tutarlı demokrasiye ‘yüz çevirir çevirmez’ (ve bunu daha şimdiden yapmaktadır!), yığın halinde, kaçınılmaz olarak karşı devrime, otokrasiye yönelecek, devrime ve halka karşı dönecektir.” diyen Lenin, burjuvazinin yalnız bugün değil kendi zamanında da ne denli demokrat olduğunu, tutarsızlığını, ihanete hazır ve yatkın olduğunu şöyle anlatıyor.
“… burjuvazinin proletaryaya karşı, geçmişin bazı kalıntılarına, örneğin monarşiye, sürekli orduya vb. dayanması, onun yararınadır. Burjuva devrimin geçmişin bütün kalıntılarını tam olarak sürüp atmaması ve bunların bazılarını alıkoyması, yani bu devrimin tam olarak tutarlı olmaması, sonuna dek götürülmemesi ve kararlı ve amansız olmaması, burjuvazinin çıkarınadır. Burjuvazinin kendi kendine ihanet ettiğini, özgürlük davasına ihanet ettiğini, sonuna kadar demokrat olarak davranamayacağını söyleyerek, sosyal demokratlar, bu düşünceyi, çoğu kez, biraz farklı bir biçimde ifade etmektedirler. Burjuva demokrasisi doğrultusunda zorunlu değişmelerin daha yavaşça, daha tedrici, daha dikkatli, daha az kararlı, devrim yoluyla değil de, reformlar yoluyla olması; bu değişmelerin feodal sistemin ‘saygıdeğer kurumlarını (monarşi gibi) olabildiğince kayırması burjuvazinin daha çok işine gelir, burjuvazi, bu değişmelerin, tabandaki halkın, yani köylülerin ve özellikle de işçilerin bağımsız devrimci eylemini, inisiyatifini ve enerjisini olabildiğince yavaş geliştirmelerini ister.” (İki Taktik)
Burjuvazi yalnız bugün sosyalizme küfretmiyor, demokrasi ve özgürlük davasına ihanet edecek denli demokratlığa yabancılığı yalnızca bugüne özgü değil, o yalnız bugün faşist diktatörlüğe dayanıp onun açık terörünün teşvikçiliğini yapmıyor, eskiden de otokrasiye, gericiliğe onun sürekli ordusuna vb. dayanırdı, karşı devrime yönelirdi. Şovenliği de bugünün özelliği değil yalnızca. Burjuvazi, eskiden de bugün olduğu türden bir demokrattı, bugün de eski özelliklerini taşımaktadır. Eski burjuvaları övmeye ve bugünkülere “haksızlık” etmeye hiç gerek yok.
Ve üstelik demokratlık eskiden de bugün de yalnızca burjuvaziye özgü değildir ve esas olarak ona özgü değildir. Bir de şehir ve kırın küçük burjuvazisi vardır ki, az çok tutarlı ve devrimci olan demokrat eskiden de oydu bugün de odur.” Bir üst meclisin kurulmasından yana olan ve bir yandan gizlice, el alandan, çarlıkla, kuşa çevrilmiş bir anayasa için pazarlığa girişirken, öte yandan genel oy hakkı ‘isteyen’ Zemstvo monarşisti de bir burjuva demokrattır. Toprak beylerine ve devlet yetkililerine karşı silaha sarılan ve ‘safça bir cumhuriyetçilik’ ile ‘çarın kapı dışarı edilmesini’ öneren köylü de bir burjuva demokrattır.” diyen ve köylülükle liberal burjuvazinin demokratlığı arasındaki farkı vurgulayan Lenin şunları da belirtiyor:
“… köylülüğün kararsızlığı burjuvazinin kararsızlığından temelden ayrıdır, çünkü bugün köylülük, özel mülkiyetin başlıca biçimlerinden biri olan malikane topraklarına el konması durumunda olduğu gibi özel mülkiyetin mutlak korunumuna pek ilgi duymaz. Böylece sosyalist olmayan, ya da küçük burjuva olmaktan çıkmayan köylülük, demokratik devrimin yürekten ve en radikal yanlısı olabilme yetisine sahiptir. Köylülük, ancak ona aydınlık getiren devrimci olayların akışı, burjuvazinin ihaneti ve proletaryanın yenilgisiyle daha olgunlaşmadan kesintiye uğramayacak olursa, bu duruma gelebilir. Ancak bu koşullar alandadır ki, köylülük, kaçınılmaz olarak devrimin ve cumhuriyetin bir kalesi haline gelir…” (İki Taktik)
Köylülük bugün de bu niteliğe sahip olduğunu göstermiyor mu? Bugün ülkenin önemli bir bölümünde Kürdistan’da, ulusal devrimi destekleyen ve ona yığınsal olarak kanlan köylülük o “zor” olduğu ileri sürülen tutumu almıyor mu?
Ve tam da bir demokratik devrim aşamasında bulunulduğu ve proletaryadan başka demokratlar da var olduğu için, proletarya ve sosyalistler kimliklerinden vazgeçmek değil ama ayrı bir parti olarak örgütlenmek durumunda değiller mi?
“(Demokratik devrimin burjuva nitelikte olduğu gerçeği – ÖD) üzerinde direnmek, sosyal demokrasi için yalnızca teorik görüş açısından değil, aynı zamanda pratik siyaset açısından da son derece büyük bir önem taşımaktadır; çünkü bugünkü “genel demokratik” hareket içerisinde proletarya partisinin kesin sınıfsal bağımsızlığının kaçınılmaz bir koşul olduğu buradan çıkmaktadır.” diyor Lenin; proletarya ve sosyalistlerin “demokratik muhalefet hareketi” içerisinde sınıfsal bağımsızlıklarını korumaları ve kendilerini burjuva demokratlardan -onlarla birlik halinde muhalefet oluştururken- ayırmalarının önemini belirtiyor. “… tutarsız burjuva demokrasisine karşı eli kolu bağlı kalmaktan sakınmak için, proletarya, sınıf bilincine sahip olmalı ve köylülüğü devrimci bilince kavuşturacak kadar güçlü olmalı, savaşımına önderlik etmeli, ve böylece, bağımsız olarak, tutarlı proleter demokratçılık çizgisini izlemelidir.” diyor; ayırıcı özellik olan sosyalistliğin, sosyalist bilincin diğer demokratlardan bağımsız oluşun gerekliliğini vurguluyor. “Köylülük, küçük burjuva unsurları olduğu kadar, çok sayıdaki yan proleterleri de kapsar. Bu, onu ayrıca kararsız yapar ve proletaryayı tam anlamıyla bir sınıf partisi içinde toplanmaya zorlar” diyor, köylülük ve onun demokratizmi karşısında proletaryanın bağımsız pozisyona sahip olmasının önemine dikkat çekiyor.
Daha genel olarak, “… Eğer sosyal demokrasi, proletaryayı küçük burjuvaziden ayıran sınıf özelliklerini bir an olsun unutsaydı, eğer güvene değmez bir entelektüel küçük burjuva parti ile hiç yeri yokken elverişsiz bir bağlaşma yapsaydı, eğer kendi öz ereklerini ve (siyasal durum ve konjonktürler ne olursa olsun, siyasal dönemeç ve devrimler ne olursa olsun) en başta proletaryanın sınıf bilincini ve bağımsız siyasal örgütlenmesini geliştirme zorunluluğunu bir an bile gözden yitirseydi…” diyor Lenin, bundan daha vahim ve tehlikeli bir şey olmazdı. (Proletarya ve Köylülüğün Devrimci Demokratik Diktatörlüğü) Kesindir, hiçbir koşulda proletaryanın bağımsız sosyalist örgütlenmesinden, sosyalizme ve sosyalistlikten, sosyalist faaliyetten vazgeçilemez.
Demokratlık başka sosyalistlik, Marksistlik başkadır; istendiği kadar “saçmalık” densin, proleterler ve Marksistler kendi yollarında, küçük burjuvalar ve demokratlar kendi yollarında yürüyecekler, kim onları aynılaştırmaya yeltenirse, kendisini “genel demokratik hareket” içinde erimiş bulacaktır.
Demokrat’ın bu demokratlığı kuşkusuz “Gorbaçov demokratizminden” etkilenme sonucudur. Birlikçilik ve demokratlık, Gorbaçovculuktan kaynaklanarak iki moda eğilim olarak gündemdedir ve Demokrat! bu iki eğilimi “demokratik muhalefet hareketinin birliği” olarak birleştirmiştir.
Bir yönüyle katılıyoruz; demokratik muhalefetin birliği gereklidir, ama sosyalizmle demokratizmi birbirine karıştırıp özdeşleştirmek bizden uzak olsun.
Ve demokratik muhalefetin birliğini sağlamak için, öncelikli olarak yapılması gereken, sınıfın bağımsız siyasal örgütlenmesini ve sınıf bilincini geliştirmektir. Marksizm’le işçi hareketinin birleşmesini ve bağlantısını güçlendirmek ve sağlamlaştırmaktır. Demokratik muhalefetin birliği, sosyalist işçi hareketinin demokratik köylü ve genel olarak küçük burjuva hareketiyle birliği olarak, örgütlü proletaryanın köylülüğe yol göstererek onu devrimci hedeflere kanalize etmesi biçiminde gerçekleşebilir. Proletarya, onun sınıf bilinciyle donanması ve bağımsız örgütlenmesi önceliklidir ve proletarya sınıf bilinciyle donanıp örgütlendikçe, parti olarak geliştikçe, ancak bunu başardığı ölçüde ve başardığı kadarıyla köylülüğü ve genel olarak emekçileri kazanabilir, onları tutarlı demokratizmin düzeyine yükseltebilir, burjuva demokrasisi içinde erimeden demokratik hareketin en önünde demokratik devrimin ve oradan da sosyalizmin zaferine ilerleyebilir. Demokratizm temelinden hareketle sosyalistlik değil, sosyalist temelden, proletaryadan hareketle demokrasi mücadelesi ve demokratik birlikler…
Ama Gorbaçov, sosyalizmi de, demokratizmi de, bunlara ilişkin tüm sorunları da karmakarışık ederek içinden çıkılmaz hale soktu, kafa karışıklıklarına neden oldu. “Evrensel demokrasi”yi, “kapsayıcı demokrasi”yi yeniden gündeme sokan ve sosyalizmi, sosyalistliği bunlar lehine gündemden çıkaran O’dur. Demokrat!, yalnızca “demokratizmi” dolayısıyla Gorbaçov’dan etkilenmiyor. “Demokrat!” başlıklı yazıda, “dünya belki de insanlık tarihinde yeni bir döneme doğru evriliyor” diyorlar, nereye evriliyor, emperyalizm ve proleter devrimleri dönemi geride mi kalıyor, bu Gorbaçov’un iddiasıdır ve çalakalem yazılmaması gereken çok büyük bir iddiadır.
“Türkiye’de sol hareketin ve emekçilerin artık ‘siyasi tekerlemelere’ ihtiyacı yoktur…” diyorlar. Sol hareketin, gerçekten bir basit formülleştirmeler hastalığı vardır, “emperyalizmin 3. bunalım dönemi -suni denge-evrim ile devrimin iç içe girmesi- askerileştirilmiş politik savaş stratejisi” vb. gibi “tekerlemelerle”, Marksist, iyi düşünülmüş ve araştırılmış, derinlemesine tahlil ve düşünceler geliştirilmeye yönelinmeden işlerin halline çalışmaktan kaçınmak gerektiği kastediliyorsa, katılıyoruz.
Ancak “siyasi tekerlemeler” deyip bırakmamak, kastedileni açıklamak gereklidir; çünkü Gorbaçov’un da böyle bir iddiası var, O, bu tür karalamalarla “Stalin dogmatizmine” savaş açmış durumdadır. Leninist ilke ve normlar, Gorbaçov’un dilinde “dogmatizm” ve “tekerlemelerdir!
“… Siyaseti sağlıklı bir zeminde yürütecek olanların önündeki önemli sorunlarından biri de, başta kısaca değindiğimiz değişen dünya dengelerinin ve değişmek zorunda olan Türkiye’nin gereklerine cevap verecek yeni düşüncelerdir” diyorlar. Nedir “yeni düşünceler?” Biliniyor, Gorbaçov bir “yeni düşünce” ortaya attı, değişen koşulların “yeni politik düşünce”yi gerekli kıldığım söylüyor. Ortalığın toz dumandan geçilmediği dönemlerde özellikle içi doldurulmayan teshillerden kaçınmakta fayda vardır. Yeni düşünceler olarak neler öngörülüyorsa, onları ortaya koymak, böyle yapılmıyorsa, genel bir “yeni düşünce” propagandası yapmamak doğru olur. “İnsanlık tarihinde yeni bir dönem” tespitiyle birlikte ortaya atıldığı göz önüne alınırsa, bu “yeni düşünce” tespiti, bize pek hayırlı çağrışımlar yapmıyor, sanki yine bir modaya ayak uydurulmuş hissi veriyor.
“… Çok sesli ve demokratik bir tartışma ortamı…”, “her türlü düşünsel çabanın ifade edileceği bir platform…” diyorlar. Bu tür platform öngörüleri de “Gorbaçov demokratizmi” kaynaklıdır, “politik çoğulculuk” ve “kanatlı-hizipli parti”, Marksizm’in “eleştirisi özgürlüğü” anti Marksist tezlerinden geliştirilmedir.
Ve “sosyalistlerin birliği” sorununa olumlu bakış, tamamen anti Marksist, Marksizm Leninizm’in inkârı üzerinde oluşturulmaya çalışılan TBKP, “sosyalistlerin birlik partisi”, Kuruçeşme tebliğcilerinin girişimi gibi birlik girişimlerini, “sol muhalefet adına umut beslenen gelişmelerden biri” sayma ve “ülkemiz sosyalistleri için olumlu yönde atılmış adımlardan biri” olarak değerlendirme, yine Gorbaçov ve uzantılarından etkilenme örneklerindendir. Şimdi bunlar sosyalist mi? Ama Demokrat!, kendisi için bile sosyalistliği gerekli görmez, demokratlıkla yetinirken, bu onore ediş neden. Ve bu girişimlerde umut beslenecek yön var mı, olumluluk nerelerinde? Demokrat!’ın bu girişimlere yönelttiği toplumsal muhalefetten ve onun eylemliliğinden kopukluk eleştirisine katılıyoruz, ancak bu girişimler savunduktan ve üzerinde birleşmeye çalıştıkları Gorbaçovcu-Trotskist teorik, siyasal, örgütsel yaklaşımlarla toplumsal muhalefetin parçası olsalar ne olacak, onlara yönelik eleştirimiz kalkacak ve kalmayacak mı?
Feminizm ve çevreciliğe olumlayıcı yaklaşım, herhalde demokratlığın, neo radikalizmin bir gereği olmalı. “Çok seslilik” ve “her türlü düşüncenin ifade edilebilmesi”, çevre ve iletişim sorunlarında, sosyalizmin çözüm olmayışı ve kapitalizm çerçevesinde çözümler aranması anlamına gelmiş, sistem içi çözüm önerileri bu sorunlarla ilgili yazıların ana fikrini oluşturmuş. Tanju Akad, “Kıyameti Üretmek” başlıklı yazısında, çevre sorunu işliyor ve “sosyalistler de kirletiyor” diyor, sosyalistlerle kapitalistleri birbirine karıştıran bir yaklaşımın, çevre sorununda, sosyalizmi çözüm olmaktan çıkarmasından doğalı yok. Önerilen, “insanların çoğunluğunun (kirletmemeye, bunun için, az enerji kullanan teknolojilere yönelinmesine -ÖD) razı edilmesidir”, “değişikliklere kitlelerin karar verebilmesidir” ve “doğrudan demokrasi” yönünde, devletsizlik ütopyasıyla kapitalist sistem içinde kalan çözümleri eklektik bir bulanıklıkta işleyen daha bir dizi öneri; ama şu kesin: proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlendiği sosyalizm çözüm değil.
“Artık Duvarların İşi Zor” üst başlığıyla Batı yanlısı, burjuva yönelimini açığa vurmaktan kaçınmayan -hala Trokskist mi bilemiyoruz yazısından öyle anlaşılıyor- Bülent Somay, “Elektromanyetik Dalgalar ve Özgürlük” başlıklı yazısında, “çok seslilik”in aşırı propagandasından başlayarak, önce, sosyalist devlet tekelinin, örneğin üretim araçlarının kamulaştırılarak tekelleştirilmesinin, bankalar ve dış ticaretin tekele, devlet tekeline alınmasının, tüm sosyalist ekonominin tekelden merkezi planlı ekonomi olarak yönetilmesinin, merkezi planın reddedilmesini kapsamak üzere, reddine varıyor, “tekelin solcusu olmaz” diyor, arada “siyaset” yaparak Doğu Almanya’daki burjuva parlamento seçimlerini “serbest seçim” olarak taçlandırıyor, kapitalizmde özgür irade-özgür seçim propagandası, kapitalizmin propagandasını yapıyor ve Doğu’da da “tıpkı Batı Alman kardeşine benzeyen bir siyasi yelpazenin oluşmuş olması”nı önemli, tekelciliğin mahkûmiyeti ve çok sesliliğin zaferi görüyor ve aramdan “çok seslilik”in nişanesi olarak iletişimde özelleştirmeyi, özel TV vb.ni, devlet girişimleri karşısında özel girişimleri savunmaya varıyor. “İşçi devle-ti”nde de, iletişim kuruluşları, “merkezi otoriteden bağımsız” ve özerk olmalıymış! Demokrat!, sözde sosyalizme küfür ettikleri için demokrattan demokrat olmaktan çıkarıyor, ama, proletarya diktatörlüğünü burjuva diktatörlükleriyle benzeştiren ve ona “küfür eden” bu eski ya da halen trotskiste sayfalarında yer vermekte beis görmüyor, böylelikle “çok seslilik”e uyum sağlıyor.
Eski, Demokrat, gerçekten devrimi, militanlığı savunurdu, “şimdi yeniden Demokrat!” demokratlığa ve devrimciliğe de uyum sağlayamayan Trotskist ve alternatifçi, doğrudan demokrasici açık burjuva ve reformcu düşüncelerin propagandasına açıyor sayfalarını. Yeni Demokrat!, eskisinden kesinlikle kötü ve olumsuz bir pozisyondadır. Eskisinde, devrimci demokrasinin mücadele haberleri olurdu, yenisinde ne sınıfla ne mücadeleyle bağlan olmayan entelektüeller ya da onların özentileri kalem oynatıyor. Dergimizde düşüncelerim çeşidi vesilelerle eleştirildiğimiz için E.Kürkçü’nün yazısı üzerinde durmadık daha. Demokrat!’ı çıkaran yol arkadaşları bu kalemlerle birleşerek demokratik muhalefet hareketinin “sözcülerinden birini” var edebileceklerini sanıyorlarsa, yanılıyorlar. “Birlikçiliği” eleştirirken yapılan saptamaya sadık kalıp toplumsal muhalefetle, onun eylemli ligiyle birleşmeye yönelmelidir Demokrat emekçi kitlelerle birleşmeye, onlar içine gitmeye yönelmelidir. Devrimcilik oradadır, militanlık oradadır, demokrasi ve sosyalizm orada. Bırakın bu tür “demokrat” çevrelerle birleşme çabasını, sınıfla, emekçi kitleler ve onların hareketiyle birleşmeye çalışın. Marksist hareket böyle yapmaya çalışıyor. Marksist hareket orada sizinle birleşecektir.
Herhangi bir siyasal gelenek ya da çevre, eğer hasbelkader bir yayın çıkarmanın ötesini tasarlıyorsa, iki şey ihtiyaç halindedir. Birincisi, bir parti yayınıdır; bunun için, henüz bir partinin var olmayışı da engel değildir. Gelenek ya da çevrenin kendi sınırlanmamış, yasalara ya da herhangi bir koşula bağlı olarak sınırlanamayacak düşüncelerini yayma ihtiyacıdır, yoksa “Demokrat!”ın şimdiki “bilir gezer” ve pek “demokratlarla birleşmiş ve birleşmeye çalışır haliyle yaydığı gibi, yayılması kaçınılmaz burjuva düşünceler, bu tür “demokrasi organları” çıkarılmasına önayak olan çevrelerin de düşüncesi olacaktır.
Belki iyi niyetlerle, Demokrat! gibi “demokrasi organları” çevresinde ve “demokratik muhalefet hareketinin uzun dönemde etkin siyasal girişimler (için) yeşerteceği toprakta” çevrelerin toparlanması tasarlanacaktır, ama buralardan öyle bir şey çıkmaz; süreç içinde böyle bir temelde tasarlanan türden örgütlenememek, ama onlardanlaşmak, “bilir-gezer” olmak ya da o “pek demokrat”lardanlaşmak, onlar içinde erimek, atılan yanlış başlangıç adımlarının sonucu olarak reformculaşık burjuvalaşmak tehlikesi pek büyüktür.
İkincisi, İster sosyalist ister ciddi devrimci demokratik bir eğilim, kesinlikle ve mutlaka, Türkiye’nin bugünkü koşullarında, hiçbir yasayla engellenemeyen, tamamen kendi iradesini yansıtabilen ve yasalarla sınırlandırılmayı kabullenmeyen, her koşulda düşüncelerini emekçi kitlelere ulaştırabilen bir yayına ihtiyaç duyacaktır. Yasalcılığın sonu yoktur, Türkiyeli devrimciler bunu yaşadı ve deneyleriyle öğrenmiş olmaları beklenir. Yasal bir siyaset üretici yayın, kimin olduğu önem taşımadan, bir merkez organ olmaya ve üretilen siyasetler, kendini, üretildikleri organ etrafında örgütlemeye yazgılıdır, çünkü siyaset üreten yayın organı, aynı zamanda kolektif örgütleyicidir de. Demokrat!, ve onun gibi yayınlar, yine yasal çevreler oluşmasına, dernekçiliğe, gevşek ve küçük darbelerle bile dağılmaya mahkum örgütsel yapılara götürecektir.
Sınıflar mücadelesine devrimci bir biçimde katılmak isteyenler, her şeyden önce kendilerini bağımsız olarak ve devrimci temellerde örgütlemek zorundadırlar. İşçi ve emekçi yığınların mücadelesine ancak o zaman müdahale etme, onları örgütleme şansı elde edilebilir.
Temmuz 1990