600 bin kamu işçisinin her gün on binlerinin sokaklara döküldüğü, iş yavaşlatmadan vizite eylemlerine sayısız eylem biçimleriyle seslerini duyurmaya çalıştığı son aylam içinde tarım üreticileri de haklarını korumak, ürettikleri ürünün az çok karşılığını almak için bir kıpırdanma içine girdi.
Yıllardır toplumun en uysal, sesi soluğu çıkmaz, devlet ne verirse ona şükreden kesimi olarak tanınan tarım üreticileri, enflasyon ve faiz yükü alanda yıllardır sessizce inliyorlardı. Ne var ki, ne haklarını arama geleneğine sahiptiler, ne de “çiftçi kuruluşu” olan Ziraat Odaları ve büyük kooperatifler özellikle küçük üreticiyi ezen yıllardır uygulanan ekonomik politikalara karşı çıkmanın dayanağı olmuyorlardı. Bugün de olmuyorlar. Ama artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Küçük üreticiler ve orta büyüklükteki tarım işletmeleri, tefecilerin, bankaların ve tüccarların talana, soyguna varan sömürüsü karşısında yıldan yıla durumları daha da kötüleşerek, artık yerecek bir şeyleri kalmamıştır. Önce tarım girdilerinden sübvansiyonların kaldırılması ve nihayet destekleme alımlarının da tümüyle kaldırılacağının ilan edilmesi bardağı taşıran son damla olmuştur.
Ülkenin her yanında hükümetin uyguladığı ekonomik politikaya tepkilerin artması, özellikle geçtiğimiz yıllarda Akhisar üreticilerinin yaptığı gibi “yıkıcı”, “yasadışı” üretici eylemlerinin patlak vereceğinin belirtilerinin görülmesi, tarım üreticilerinin Şevket Yılmaz’ı olan Ziraat Odaları Başkanı Osman Özbek’i “harekete geçmeye” zorlamış olmalı ki, Bay Özbek, Tıpkı Ş. Yılmaz gibi, “yollara döküleceğiz”, “Ankara’ya yürüyeceğiz”, “Biz yürürsek fena yaparız, işçilere benzemeyiz” gibi yüksek perdeden atmaya başlamıştır. Yıllardır küçük üreticinin sıkıntılarını duymazdan gelen Özbek’in bu yıl birdenbire üreticilerin sıkıntılarını hatırlaması ilginçse de, “söyleyene değil söyletene bak” deyimi burada yerli yerine otursa gerekir. Çünkü Özbek’i telaşlandıran çiftçilerin sıkıntısı değil, maazallah patlak verecek üretici ayaklanmalarıdır. Bütün telaşı bunu önleyip işi “diplomasiye” dökerek, bu hükümetin politikalarından umut kesen, kendisine işçileri örnek alarak eyleme geçecek milyonlarca küçük üreticinin, nereye kadar varacağı belli olmayan eyleminin, temsilcisi olduğu büyük çiftlik sahipleri ve hükümete devlete zarar vermesidir.
Yılların “diplomatı” Özbek, bir yandan yüksek perdeden konuşurken bir yandan da, önce ANAP Kongresi’ni bekleyelim” dedi. Şimdi ise “yeni” hükümetin kurulmasını “beklemeye” koyuldu. Sanki yenisi eskisinde farklı politikalar izleyecekmiş gibi, sürekli olarak bekleme ve bekletme politikası izliyor. Muhtemelen yeni hükümetten de bir şey çıkmayacak ve Özbek, bir “erken seçimi!” beklemeye koyulacak. Sonra “erken seçim” hükümetine “nefes alma” süresi “tanıyacak”! … Bitmez tükenmez bir bekleme taktiği!
Ama üreticilerin durumu hakkında, basında da yayımlanan çeşitli rapor ve veriler üreticilerin, özellikle küçük ve orta üreticilerin beklemeye tahammüllerinin kalmadığını gösteriyor.
Taban fiyatı güldürüsü
Üreticilerin huzursuzluğunun nedeni, yıllardır uygulanan küçük ve orta ürecinin yarattığı değerin büyük sermayeye aktarılması politikasıdır. Son yıllarda bunun bir hükümet politikası olarak uygulandığı herkesçe biliniyor. Ama son olarak, taban fiyatı uygulanmasının tamamen kaldırılması girişimi bu politikanın üreticiye açıkça yansıyan yanı olarak üreticilerin öfkesini artırmış, öfkenin tepkiye dönüşeceği boyutlara varmasının yolunu açmıştır. Tepkinin büyümesinden çekinen hükümet, “uygulamanın tedricen yürürlüğe sokulacağını, bu yıl destekleme alımlarının süreceğini” açıklayarak tepkiyi engellemeye çalışmışsa da, buğday için açıklanan taban fiyat, bunun ne menem bir destekleme olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bay Özbek’in Başkanı olduğu Ziraat Odaları Raporu şu gerçekleri söylüyor: Son 7 yılda, gübre fiyatlan 30 kat, tohumluk 21 kat, motorin 24 kat, ilaç 27 kat artarken buğdayın fiyatı sadece 16 kat artmıştır.
Geçen yıla göre bu yıl buğday taban fiyatındaki artış (enflasyon %60’lan aştığı halde) % 39’da kalmıştır. Hükümetin ilan ettiği 500 TL taban fiyatına karşılık, % 30 üretici karıyla, buğdayın çiftçiye maliyetinin 846 TL’dir. Üstelik TMO kasıtlı olarak çiftçilerin paralarını yıl içine yayılmış taksitlerle ödediğinden, piyasaya borçlanan çiftçi peşin paraya sıkıştığından buğdayı tüccara satmak zorunda kalmaktadır ki tüccar da buğdayı taban fiyatın çok altında 440 TL’den kapatmaktadır.
Ürün 1988 1989 Değişim
Buğday 20.500 16.200 -21
Arpa 7.500 4.500 -40
Mısır 2.000 2.000 0
Çeltik 262 290 26
Mercimek 829 320 -61
Tütün 214 253 18
Ş. Pancarı 11.530 10929 -5
(Rakamlar milyon tonu gösteriyor)
Hükümetin tarım politikaları tarım üretiminin mutlak olarak azalmasına yol açmaktadır. Nitekim Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin açıklamalarına göre: sabit sermaye yatırımları içinde tarımın payı; % 13.9, % 11.1, % 11.8, %10 (Plan dönemlerine göre sırayla) 1985-89 döneminde ise % 7,24 gibi giderek düşen bir seyir izlemiştir. Bu durum kaçınılmaz olarak Türkiye’nin belli başlı tarım ürünlerinde mutlak olarak üretim azalmasına yol açmıştır. Yukarıdaki tablo bu azalışı çok çarpıcı bir biçimde yansıtmaktadır. Pirinç ve mısır üretimi dışında bütün tarım ürünlerinde büyük bir düşüş görülmektedir. Kuşkusuz, Türkiye tarımı büyük ölçüde hava koşullarına bağımlı ilkel bir tarımdır ama düşüşün bu ölçüde büyüklüğünü hava koşullan ile de açıklamak olanaksızdır. Nitekim ziraat odaları raporu, sulu arazi oranının ve gübreleme ve ilaçlamanın yıldan yıla azaldığını tespit ederek üretim düşüşünün nedenini açıklamaktadır.
“Piyasa ekonomisi” savunucuları ve tarımın gerçekleri
Hükümetler, yıllardır, tarım ürünlerini desteklemenin, sübvansiyonun “pazar ekonomisiyle bağdaşmayacağını söyler dururlardı. Son alınan kararlarla bu amaçlarına ulaştılar. Uluslararası borsalarda buğday 100 dolar/ton’dan işlem gördüğüne göre bizde de buğdayın fiyatı bunu aşmamalıdır propagandası arkasında, yine de biz fedakârlık yaptık 120 dolara yakın fiyat verdik dediler.
Sanayi ürünleri için bir ölçüde doğru sayılabilecek bu yaklaşımın tarımın gerçekleriyle uyuşmayacağı açıktır. Çünkü tarım en gelişmiş ülkelerde bile, az çok hava koşulları, sulama koşulları, toprağın niteliği vb. gibi ülkeden ülkeye, hatta aynı ülke içinde bölgeden bölgeye büyük farklılıklar gösterme özelliğine sahiptir. Bu yüzden de tarımın hava ve toprak koşullarına nispeten az bağlı olduğu, “serbest pazar ekonomisinin şampiyonu ülkelerde bile tarım hükümetler tarafından sübvanse edilmekte, her ülke kendi tarımını başka ülkelerin tarımı karşısında korumaktadır. Geçen sayımızda da aktardığımız gibi ABD, kendi tarımını korumayı başlıca amacı olarak saymaktadır.
Örneğin geçen yıl AT ülkelerinde sert buğday 310, yumuşak buğday 221 dolar/ton iken, Türkiye’de 181,9 dolar/ton’du. AT ülkelerinde verimliliğin Türkiye’nin üç katından fazla olduğu düşünülürse, AT ülkelerinin tarıma verdiği desteğin anlamı daha açık anlaşılır.
ABD’de durum çok farklı değildir. Örneğin Cansas City Borsası’nda buğday fiyatlan 103,43 dolarken, ortalama destekleme alım fiyatı 146,97 dolardır. Aradaki 44 dolarlık fark çiftçiye destek olarak verilerek Amerikan tarımının ayakta kalması sağlanmaktadır. Ama bizim çokbilmiş ekonomicilerimiz, bütün bunları görmezden gelerek tarım ürünlerini “desteklemeyi” “pazar ekonomisi” adına reddetmektedirler. Bu tutumlarıyla da, her şeyden önce emperyalistlerin dikte ettirdiği politikaları uygulayarak tarımın çökertilmesine “hizmet” ederken, aynı zamanda küçük ve orta üreticinin ellerindeki toprak ve öteki üretim araçlarını kaybetmesini hızlandırarak büyük kapitalist çiftlik sahiplerinin, büyük sanayici ve bankacıların çıkarlarına hizmet etmektedirler.
Üretici eylemlerine doğru
Yukarıdaki veriler göz önüne alındığında açıkça görülür ki, küçük ve orta üreticiler hızla yoksullaşmaktadır ve bu durum onların düzene, hükümete karşı öfkelerinin kabarmasının asıl temelidir. Bu nedenledir ki, Osman Özbek’in telaşı boşuna değildir. Ama belirtiler öyledir ki, bu sefer üreticileri Osman Özbek’in önlemesi bile olanaksızdır.
Bu durum, önümüzdeki günlerden itibaren irili ufaklı üretici eylemlerinin gündeme geleceğini, özellikle toplu alımların yapıldığı tütün, pamuk, pancar üreticilerinin eylemlerinin aniden ve patlamalar biçiminde gündeme geleceğini göstermektedir. İşçi eylemleriyle birleşecek üretici eylemlerinin gücü ve sınıflar-arası dayanışmanın somut olarak gösterilmesi bakımdan her devrimcinin, her komünistin önemle üstünde durması gereken bir gelişmedir.
Unutmamalı ki, yığınlar kendi deneyimlerinden öğrenirler.
Temmuz 1991