“işçiler 1 Mayıs’ta aydınlığa ve bilgiye kavuşmalarını, bütün baskılara, bütün zulümlere bütün sömürülere karşı ve sosyalist bir toplum için mücadelede kardeşçe bir birlik oluşturmalarını kutlarlar. Bütün çalışanlar, emekleriyle zenginleri ve soyluları besleyenler, çok az bir ücretle çok yorucu işlerde hayatlarını harcayanlar, kendi emeklerinin ürünlerin hiçbir zaman tadamayanlar, uygarlığımızın lüksü ve ihtişamı ortasında yük hayvanları gibi yaşayanlar, hepsi, işçilerin kurtuluşu ve mutluluğu uğruna savaşmak için ellerini uzatıyorlar. Kahrolsun farklı milliyet ya da farklı inanışlık işçiler arasındaki düşmanlık. Bu düşmanlık yalnızca, proletaryanın bilgisizliği ve dağınıklığıyla yaşayan yağmacıların ve zalimlerin işine yarar. Yahudiler ve Hıristiyanlar, Ermeniler ve Tatarlar, Polonyalılar ve Ruslar, Finliler ve İsveçliler, Letonyalılar ve Almanlar; hepsi, evet hepsi, sosyalizmin ortak bayrağı altında birlikte yürüyorlar. Bütün işçiler kardeştir ve bunların sağlam birliği, bütün çalışan ve ezilen insan türünün refah ve mutluluğunun tek güvencesidir. 1 Mayıs’ta, bütün ülkelerin işçilerinin bu birliği, uluslararası Sosyal-Demokrasi, güçlerini yeniden gözden geçirir ve özgürlük, eşitlik, kardeşlik için daha sürekli ve sapmaz bir mücadele için gücünü toplar.” (Lenin, Toplu Eserler, cilt 8)
4 Mayıs 1886 Chicago Highmarket alanı:
Bir gün önce kereste fabrikalarındaki grev sırasında polisin işçilere ateş açmasını ve 4 işçiyi öldürüp birçoğunu yaralamasını protesto etmek için binlerce işçi toplanmış, 1800’lerin ikinci yarısında Amerika’daki hızlı sanayileşmenin yükünün kendi omuzlarına yıkılmasına, fiziki ve moral olarak tüketici çalışma koşullarına karşı mücadeleye devam edeceklerini ve 8 saatlik işgünü hakkını kazanmaktaki kararlılıklarını haykırıyorlar. Burjuvazi işçilerin kitlesel gösterilerinden ürkmüş. Sınıfın kendi gücünün bilincine varmasını ve sosyalizmin işçiler arasında yayılmasını önlemek için saldırıya hazır. Polisler alam sarmış silahlarını çekmiş. Miting sırasında önce bombalar patlıyor, sonra polis işçiler üzerine ateş açıp dağıtmaya çalışıyor. Pek çok yaralanan ve ölen var. Bir yandan da tutuklamalar sürüyor, işçi önderleri, gazeteciler, yazarlar tutuklanıp yargılanıyor. Ve işçilere gözdağı vermek için 4 işçi önderi idam ediliyor.
1 Mayıs 1977 İstanbul Taksim alanı:
Yüz binlerce İşçi Mücadele, Birlik ve Dayanışma gününü kutlamak, artık bir düş olmaktan çıkan sosyalizme ulaşma yolunda burjuvaziye gücünü göstermek için sabahın erken saatlerinden itibaren fabrikalardan, işçi semtlerinden Taksim alanına akıyor. Alan aydınlık yarınlara güvenle bakan yüz binlerce işçinin coşkusu ile çalkalanıyor. Revizyonist sendika ağalarının sınıfın birlik ve dayanışma gününde bir grup devrimciyi bu coşkuya katmama çabaları boşa çıkmak üzere. İşçiler gelen korteje yol vermek için açılmaya başlıyor. Tam bu sırada önce iki el silah sesi duyuluyor. Aynı anda sular idaresi üzerinden, İnter Continental otelinden, Pamuk Eczanesi üzerinden alana yaylım ateş başlıyor. Panzerler kalabalığın içine ateş açarak, su sıkarak, dalıyor. Alanda çıkan kargaşalık, açılan ateş ve panzerlerin ezmesi sonucu 34 kişi ölüyor, onlarcası yaralanıyor. Ve yine insan avı başlıyor, tutuklamalar birbirini izliyor.
Aradan neredeyse yüzyıl geçmiş olmasına rağmen burjuvazinin tavrında bir değişiklik yok. Dün Chicago’da önce bomba atıp bu bahaneyle işçilere saldıran burjuvazi ile, 1977’de iki el silah atarak saldırı işaretini veren burjuvazinin karakteri esas olarak aynı. Emekçilerin yükselen mücadelesini kan ve ateşle bastırmak, gözdağı vermek ve “gücü”nü kanıtlama çabası. Ne dün Chicago’da bombayı atanlar bulunabildi, ne de Taksim’de iki el ateş edenler. Suçlular burjuvazinin has adamlarıydılar çünkü.
Fakat bu saldırılar emekçi sınıfların mücadelesini engelleyemedi. Chicago’lu işçilerin açtığı 8 saatlik işgünü bayrağı dünyanın diğer ülkelerinde de yükseltildi ve çok geçmeden gerçekleşti. Proletaryanın mücadelesi burada durmadı. Daha ilerilere, sınıfsız, sömürüşüz toplumun kurulmasında ilk adım olan sosyalizme ulaştı. Önce Sovyetler Birliği’nde, ardından Doğu Avrupa ve Arnavutluk’ta kurulan proletarya iktidarları sosyalizmi düş olmaktan çıkardı. Sovyetlerde ve Doğu Avrupa’daki geri dönüşe ve emperyalizmin tüm çabalarına rağmen Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da, Latin Amerika’da ulusal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri gelişiyor ve güçleniyor.
Burjuvazi için 1 Mayıs’lar önem taşıyor. Onlar için 1 Mayıs kendi egemenliklerinin, yaratanların emeğine el koymalarının, sömürülerini devam ettirmelerinin sonsuza kadar sürmeyeceğinin göstergesi çünkü.
Sırtından milyonlar kazandığı, kendi çıkarları için savaşlara sürüp kırdırdığı, yoksulluğa, açlığa mahkûm ettiği, zindanlara attığı, doğrulmaya çalıştığında kan ve ateşle bastırmaya çalıştığı ezilenlerin ayağa kalkışının göstergesi. Kendisinin ve sömürüye dayanan düzeninin yok oluşunun, birleşen ve mücadeleye atılan
emekçi kitleler ve proletarya karşısında güçsüzlüğünün göstergesi.
Burjuvazi bu yüzden 1 Mayıs’ların kutlanmasını baskı ve provokasyonlarla engellemeye çalışır.
Engelleyemediğinde ise işçi sınıfının içindeki uzantıları olan revizyonistleri ve sarı sendika ağalarını yardıma çağırarak devrimci özünü boşaltıp resmigeçit törenleri haline getirmeye çaba gösterir.
Proletarya için 1 Mayıs’ın önemi ise onun sınıfsız ve sömürüşüz bir dünyaya gidişinde bütün ülkelerin isçileri ve ezilen halklarla dayanışması ve mücadele günü oluşundadır. Bütün milliyetlerden ve uluslardan işçiler aynı ruhla ve coşkuyla her türlü baskı ve sömürünün yok olduğu, kendi emeklerine kendilerinin sahip olduğu günlere ulaşma yolunda ilerlerken güçlerini topladığı ve bu hedefe bağlı olarak bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini yükselt bir gündür.
İşçi sınıfı 1 Mayıs’ı kitle eylemleriyle karşılıyor
Yüzde 76’larda seyreden enflasyonun yoksulluğa ve açlığa mahkûm ettiği işçiler, ücretlerinin arttırılması talebiyle fabrikalarda, tersanelerde pasif direnişlerle başlayan mücadelelerini sokağa taşıdılar. Sadece İstanbul’da değil, birçok kentte üretimi durduran eylemler yaygınlaşıyor. Eylemlere çeşitli biçimlerde katılan işçi sayısı yüz binleri buluyor.
Eylemlerin sınırını toplumsal meşruluk çiziyor. Daha bir sene önce yemek boykotları mevcut yasalarca yasak sayılırken, bugün dört-beş bin işçinin saatlerce slogan atarak yürümesi yasalarla sınırlanamıyor. Hâkim sınıflar, emekçilere, devrimci ve demokratlara azgınca saldırdıkları, mücadeleyi gerilettikleri dönemde çıkardıkları yasaları önemli ölçüde işletemez duruma gelmişlerdir. Eylemlerin kitleselliği ve kararlılığı yasa tanımıyor. Polisin gösterilere müdahale etme çabası işçilerin kararlılığı nedeniyle sonuçsuz kalıyor.
Eylemlerin gelişme süreci sınıfın yaratıcılığını kullanarak yeni eylem türleri geliştirdiğini gösteriyor. Sakal bırakma, yemek boykotu ve alkışlarla başlayan protestolar çıplak ayakla, sessiz yürüyüşlere oradan da kitle gösterilerine, dönüştü. Üretimi durdurma, kısa süreli de olsa sınıfın gündemine girdi. Dağınık işyerlerinde önce tek tek başlayan gösteriler giderek birleşme eğilimlerindedir. Önce Gölcük Tersanesi’nde başlayan eylem diğer tersaneler sıçradı. Aynı bölgedeki tersaneler bölgesel gösteriler yapmaya başladı. Diğer işkollarında da aynı gelişme izleniyor. Gösterilerde atılan genel grev sloganları merkezileşmenin devam edeceğinin işaretidir. İşçiler, ancak birleşik ve etkili bir mücadele ile taleplerini elde edeceklerini kavramaya başlamışlardır. Bu kavrayışın geliştirilmesinde Marksist-Leninistlere önemli görevler düşmektedir. Bugün ücretlerinin arttırılması, yaşam düzeylerinin yükseltilmesi talebiyle mücadeleye katılan geniş işçi kitlelerine işsizliğin, yoksulluğun, hayat pahalılığının baskı ve terörün esas kaynağının emperyalizme bağımlı ekonomik ve toplumsal yapı olduğu, bunlara son vermek için ücretli kölelik sistemine son vermek gerektiği kavratılmalıdır. Bu kavrayış bugün esas olarak ekonomik taleplerle başlayan eylemleri düzen karşıtı bir biçime yükseltecektir.
Eylemlerin kitleselliği yanında bir özelliği de kendiliğinden oluşudur. İçinde devrimcilerin ve
Marksist-Leninistlerin yer almasına ve mücadeleyi geliştirmek için ön saflarda olmalarına rağmen, artık hayatlarını devam ettiremez hale gelen isçilerin yaşam şartlarının düzeltilmesi için giriştikleri mücadele kendiliğindendir. Sınıfın ülkenin hemen her yanına yayılan eylemliliği, Marksistler için sınıfla birleşme yönünde yeni olanaklar açmaktadır. Bu olanaktan yararlanılabildiği ölçüde geniş işçi kitleleriyle sosyalist hareketin birleşmesi yolunda önemli adımlar atılacaktır.
Eylemler 600 bin kamu işçisinin sözleşmelerinin yenileneceği ‘89 yılının işçi ve emekçilerin mücadelesinin yükseldiği bir yıl olmasını engellemek için hâkim sınıflarla anlaşmalı olarak devamlı ertelenen eylem kararları ile işçileri oyalamaya çalışan sendika ağalarını da tehdit etmektedir. “Bizi satamazsınız;” diyerek kendi emeği üzerindeki pazarlıkta sendika ağalarının sınıftan kopuk ve onları çıkarları için peşkeş çeken toplu sözleşmeler imzalamalarına karşı çıkan işçilerin eylemlerinin yöneldiği hedeflerden biri de sendikaların başına çöreklenmiş, koltuk kaygısından başka bir şey düşünmeyen gerici, faşist reformist revizyonist ve sarı sendika ağalarıdır.
Türk-İş yönetimi ve diğer sendika ağalan hükümetin verdiği rakamlarla sözleşmeleri imzalamaya çoktan hazırlar. Daha birkaç ay önce bundan daha düşük artışlar sağlayan toplu sözleşmelere imzayı bastılar. Bugün imza atamamalarının nedeni sınıfın onları zorlaması ve eylemlerinin bir yönünün de kendilerine yöneldiğini görmeleridir. Birçok toplu sözleşme sırasında eyleme hazırız diye sendikanın işaretini bekleyen işçiler bu kez sendikaları beklemeden kendileri eyleme geçerek sendikaları bu eylemlerde yer almaya zorlamışlardır. Sendikalar fabrikalarda alınan eylem kararlarına uymak zorunda kalmışlardır.
Sendika ağaları “eylemlere Türk İş ve hükümet görüşmeleri sonuçlanıncaya kadar ara verme kararı” aldılar ve uygulatmaya çalıştılar. Bu çok bilinen ve bundan önce de defalarca kullanılan oyalama taktiğidir. 1987’de tabandan gelen zorlamalarla genel grev sözünü ağzından düşürmeyip “biz yapacağız”, “kurullarda görüşeceğiz” diye zaman kazanarak potansiyeli düşürmeye çalışanlar bugün yine kapalı kapılar ardında işi bitirmek için işçileri pasifize etmeye çalışıyorlar. Sorun sendika ağalarının ve Özal’ın iddia ettiği gibi masada değil eylem alanlarında çözülecektir. İstenilen hakların elde edilmesini ancak işçilerin kararlılığı sağlayabilir. Masa başındaki bunun sadece tescil edilmesidir.
Anlaşmazlıktaki iki taraf işçilere hâkim sınıflar ve onların devleti hakkında bir görüş açısı kazandırmaktadır. Bir yanda bütün değerleri yaratan sınıf öte yanda devletin maaşlı adamları olan hükümetten aldıkları direktifleri yerine getiren Kamu İşveren sendikaları temsilcileri. Devletin herkesi temsil ettiği, sınıflar arası uyumun bir aracı olduğu, bütün vatandaşlarının mutluluğu için çalıştığı safsatalarının gerçek anlamı bu eylemlerle bir daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kamu İşyerleri doğrudan devletin işyerleridir. Yayınladıkları bilançolarda parlak laflarla nasıl kârlılığa geçtiklerini ve ne kadar çok kâr ettiklerini anlatıyorlar. İşçilerin yoksulluğu ve açlığı pahasına gerçekleşen bu karlar işçilerin yaşam koşullarını düzeltmeye gitmediğine göre nereye gidiyor? Kamu işyerlerinde işçilerin yarattığı değer burjuvazinin kârlarına kâr katmak için onlara aktarılmaktadır. İşçi ve emekçilerin alım güçleri gittikçe düşerken kapitalistler milyarlarına milyar katmaktadırlar. Şimdi “insanca yaşam”, “9 yılın ücret kayıplarının giderilmesi”, “anti-demokratik sendikalar yasası değişsin” talepleriyle mücadele eden işçi sınıfının karşısına doğrudan hükümet ve onun direktifleri ile hareket eden Kamu İşveren Sendikaları temsilcileri çıkıyor. Sınıf devletin ve onun kurumlarının kime hizmet ettiğini kendi deneyleriyle kavrıyor.
Sınıfın hareketliliği sendika ağalarının engelleme ve pasifize etme telaşına rağmen 1 Mayıs’a doğru yükselmeye devam ediyor. Çeşitli biçimlerde eylemlere katılan işçi sayısı, bir günde yüz binleri buluyor. “Bahar bayramı” ayılarak unutturma. “Provokasyon olur” diyerek korkutma çabalarına “1 Mayıs bizim bayramımızdır.” “1 Mayıs’ı 1 Mayıs alanında kutlayacağız” diyen tersane işçileri, tekel işçileri. Yol işçileri. Yol işçileri, metal işçileri, deri işçileri en iyi cevabı veriyor.
Üretimi durdurarak alanlara çıkmak ve 1 Mayıs’ı mücadele günü olarak kutlamak isteyen işçilerin karşısına hâkim sınıfların yanında yasal sınırlar içersinde resmigeçit törenleri biçiminde kutlamak isteyenler çıkıyor. Eylemlerin ve mücadele gününün çeşitli biçimlerde ana esas olarak ruhuna uygun biçimde kutlanılmasının engellenemeyeceği anlaşılınca Ecevit’inden Baykal’ına, İnönü’sünden Demirel’ine. Halit Narin’inden Anayasa Mahkemesi başkanına kadar herkes kutlama tartışmalarına katılmaya başladı. Bu konudaki demeçler her gün gazetelerin sayfalarını süsler hale geldi. Ecevit ve Halit Narin aynı mantıkla karşı çıkıyor. Narin “1 Mayıs Türkiye açısından hiçbir sosyal değer taşımıyor” derken, Ecevit “Türkiye işçi hareketinin kökeninde 1 Mayıs’la tarihsel bir bağlantısı yoktur” diyerek onu onaylıyor.
Şevket yılmaz ise “Neyin bayramını yapıyoruz? Şu dakika açız diye bağıran işçinin 1 Mayıs’ta bayram yapmasını kafam almıyor” diyerek eski şarkılarına devam ediyor; “yönetim kurulunda tartışacağız, düşüneceğiz.”
Bu şarkının çoktan eskidiğini ve modasının geçtiğini, işçilerin tartışma değil eylem istediğini Şevket Yılmaz anlamamış görünmeye devam etmek istiyor. Çünkü koltuğu sallanmaya başladı. Bir yandan tabandan yükselen sendika ağalarına muhalefet, öte yandan başında sallanan hükümetin “emekli sendikacıların görev yapmasını önleyen yasa tasarısı” kılıcı Şevket Yılmaz’ı sıkıştırıyor. Eylemleri engellemeye çalışsa işçilerin onu koltuğundan etme tehlikesi var, etmese hâkim sınıfların. Ama o tercihini hâkim sınıflardan yana çoktan yapmıştır. Bu nedenle işçilerin resmigeçit töreni yapmak değil mücadele etmek isteğini onun kafası almaz.
İşçilerin 1 Mayıs’ı kutlama konusundaki kararlılığı bir grup sendikacıyı da harekete geçmek zorunda bıraktı. 7 sendika Hürriyet Meydanı’nda miting için yasal izin almaya çalışıyor. Yasal miting alanı olmaması, mitingin Taksim alanından Hürriyet Meydanı’na kaydırılmasına bir gerekçe olamaz. Taksim Alanı 1 Mayıs’la bütünleşmiştir. İşçiler bunun yasal gerekçeler ardına gizlenilerek unutturulmasına izin vermeyeceklerdir. Yürüyüşlerde atılan “1 Mayıs 1 Mayıs alanında” sloganları bunun göstergesidir.
İşçi sınıfı üretimi durdurarak, yasakları kırmaya çalışarak, 1 Mayıs alanında olarak, akşam iş çıkışlarında kitle gösterileri yaparak 1 Mayıs’ı kendi sınıf onuru ve sınıf güçleriyle kutlamaya, diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerine mücadele alanlarından selam göndermeye hazırlanıyor. Bunun için işçi komiteleri kuruyor, örgütleniyor. Yaşam koşullarının düzeltilmesi, gerici sendikalar yasasının değiştirilmesi, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü, Kürt ulusunun üzerindeki ulusal baskının kaldırılması, kendi kaderini özgürce tayin edebilmesi, işkence ve terörün sona erdirilmesi, zindanların boşaltılması, ücretli kölelik düzeninin yıkılması talepleriyle mücadelelerini yükseltiyor.
1 Mayıs’ın Tarihçesi
Kapitalizmin hızlı gelişmeye başladığı Amerika Birleşik Devletleri’nde 1860’larda 8 saatlik işgünü mücadelesi yükselmeye başladı. 1866’da Chicago’da toplanan Amerikan İşçi Sendikaları Federasyonu 8 saatlik iş gününün yasallaşması için 1 Mayıs’ta genel grev ve gösteriler yapılması kararını aldı. New York, Philadelphia, Chicago vb. sanayi şehrinde yüz-binlerce işçi genel greve katıldı. En önemli sanayi şehirlerinden biri olan Chicago gerek 80.000 işçinin genel greve katılması gerekse büyük kitlesel gösterilerin düzenlenmesi ile mücadelecin merkezi haline geldi.
3 Mayıs’ta Mc.Cormick fabrikasında grev kınaların protesto edilmesi sırasında polis işçilere ateş açtı. Ölenler yaralananlar oldu.
“Ertesi gün sendikalar polisin saldırganlığını protesto etmek için High-market alanında bir gösteri düzenlediler, Miting atanında önce bombalar patladı, sonra polis işçilerin üstüne ateş açtı. 4 işçi öldü, pek çoğu yaralandı. Olaylara neden olduğu gerekçesiyle sekiz yazar ve sendikacı tutuklandı. Albert Persons, August Spiens, Adolp Fischer, George Engel ölüm cezasına çarptırıldı. 11 Kasım’da idam edildi.
Amerika İşçi Federasyonu 1888’de 8 saatlik işgünü kabul edilinceye kadar her yılın 1 Mayıs’ında grev yapılması kararını aldı. Belçika, Almanya, İngiltere ve Fransa’daki işçi sendikaları da karara katılacaklarını ilan etliler. 1889’da II. Enternasyonal’in Paris’te toplanan 1. Kongresi’nde 1890 1 Mayısı’nda Amerikan İşçi Sendikaları Federasyonu’nun yapacağı genel grevin bütün ülkelerde uygulanması kararını aldı. 1891’de ise 2. Kongrede 1 Mayıs işçilerin Mücadele Birlik ve Dayanışma günü olarak her yıl kutlanılması kararlaştırıldı.
1890 yılından itibaren 1 Mayıs bütün ülkelerde proletarya tarafından yasal ya da yasa dışı yollarla kutlanıyor.
Ülkemizde 2. Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında Üsküp (1909), Selanik (1911), İstanbul (1912) gibi sanayinin geliştiği şehirlerde işçi derneklerinde toplantılarla kutlanmaya başlayan 1 Mayıs, 1920’lerde kitlesel olarak kutlanmaya başlandı. 1921’de işgal altındaki İstanbul’da Şirket-i Hayriye’ye, Haliç Tersanesi ve Tramvay işçileri 1 Mayıs’ı aynı zamanda anti-emperyalist niteliğe bürünen gösterilerle kutladılar.
1922’deki 1 Mayıs gösterileri Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi, Türkiye İşçi Derneği, Beynelmilel İşçiler İttihadı, Türkiye Sosyalist Fırkası, Ermeni Sosyal Demokrat Fırkası’ndan oluşan bir komisyon tarafından düzenlendi. Komitenin çağrısı üzerine Şirket-i Hayriye, Haliç Şirketi, Tramvay ve Tünel kumpanyaları, Seyrü Safain İdaresi işçileri uluslararası işçi marşları eşliğinde Pangaltı’dan Kâğıthane’ye kadar yürüdüler.
1923’te katılım daha büyük oldu. İşçiler bayraklarla Sultanahmet’e kadar yürüdüler.
İzmir İktisat Kongresi’nde 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kabul edilir. Fakat Kemalist Hükümet bu kararın üzerinden henüz bir yıl geçmişken 1924’te 1 Mayıs gösterilerini yasaklar. Bu yıllar Kemalist Diktatörlüğün kurulduğu, işçi ve emekçi sınıflara düşman yüzünün iyice açığa çıktığı yallardır.
Bundan sonra bahar bayramı ilan edilerek unutturulmaya çalışılan 1 Mayıs, ancak 1976’da İstanbul’da kitlesel olarak kutlanabilmiştir.
İşçi Sınıfı ve Emekçilere
Bizler, değişik işkollarından sınıf bilinç ve temsilci işçiler olarak, 1 Mayıs’ı, sınıfımızın onuru ve özgücüyle kutlama kararlılığını hayata geçirmek için, 1 MAYIS İŞÇİ KOMİTESİ’ni oluşturduk.
Ekonomik-demokratik ve siyasi haklarımız için, sermayeye ve sömürü düzenine karşı yürüttüğümüz mücadeleyi, 1 Mayıs günü; üretimden gelen gücümüzü kullanarak üretimi durdurmaya ve 1 Mayıs Alanı (Taksim)’nda toplanarak, tüm dünya işçileriyle dayanışma içinde ortak sese katılmalıyız. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için 1 MAYIS’TA BİRLİK, DAYANIŞMA ve MÜCADELE’ye. Tüm işçileri, emekçileri; ilericileri, devrimcileri, 1 Mayıs İşçi Komitesi’yle birlikte hareket etmeye çağırıyoruz.
1 Mayıs İşçi Komitesi