10. YILDA: Partileşme tartışmaları

Son yıllar çeşitli siyasal grup ve partilerin partileşme çabalarına sahne oluyor. Gruplar ve evet, partiler partileşmeye çalışıyorlar. 1989’da çabalar iyice yoğunlaştırıldı; gündem, partileşme arayış, tartışma ve girişimleriyle yüklü: SHP’den ayrılanlar partileşme uğraşındalar. Aybar’la ve Aybar onlarla flört halindeler; TBKP sosyal demokrasinin en azından bir bölümüyle partileşme yöneliminde ve aynı zamanda Kuruçeşme parti girişiminin içinde yer alıyor; S. Aren-A.Nesin’in Kuruçeşmecilerle dirsek temaslı girişimi sırasını bekliyor. Ve henüz daha alevi harlandırılmayan bir dizi başka girişim… Bugünlerde en istim üzerinde görülenlerden biri TBKP ile diğerleri ayrışma eğilimi içine rağmen, Kuruçeşme Partisi.
Partileşme girişimlerinin en belirgin yönlerinden biri, girişimcilerin “birlikçilik’leri. Oldukça etkili ve genel bir birlik propagandası partileşicilerin ortak çabasıyla sürdürülüyor. ‘Birlikçilik’in özünü düşünsel planda, tartışmalarda sınıfla birleşmenin hiç sözünün geçmemesi, ama, sınıf mücadelesinin ateşinin ötelerinde, militan pratiğin tamamen dışında siyasal grupların birliğinin amaçlanması oluşturuyor. Bu, Kuruçeşme “birlikçilik’inin kendisini giderek daha açık dışavuran Gorbaçovcu-Trotskist ideolojik-siyasal içeriğine de uygun düşüyor. Kuruçeşmecilerin tümünün tümüyle iyiniyetle düşünüp davrandıklarına inanmak istemiyoruz; ama, en “iyiniyetliler”in bile en azından ‘birlikçi’ görüntünün, ilerici kamuoyu ya da taban diye tarif edilenler ve hatta ilerde ‘oy tabanı’ olabilecek sıradan insanlar ve geri kadrolar üzerindeki etkileyici “sihri”ni ya bilinçle varsaydıkları ya da kendilerinin de etkilenme yoluyla bu sihre kapıldıkları açık olmalıdır. Belki bazı girişimciler, hala nasıl ve hangi temelde olacağı önemli olmadan ‘en geniş birlik’in devrim ve sosyalizmi güçlendireceğine safça inanıyordur. Ama bu “birlikçilik”in, dönemin moda akımları Gorbaçovculuk ve -SSCB ve Doğu Avrupa’da olup bitenlerin kendisini doğruladığı iddiasındaki- Trotskizm tarafından güçlüce etkilenerek geçmişinden ya da eski pozisyonlarından olumsuz yönde koparılarak (bu kopuşta Eylül’ün ideolojik-siyasi baskısının rolünü de küçümsememek gerek) kimlik bunalımına sürüklenen, kimliksizleştirilen ve ‘yenilenme’ yoluyla “yeni” kimlik arayışı içine çekilen grup ve kişilere yaslandığı, bu moda akımlardan ve onların etkisinden kaynaklandığı kolaylıkla saptanabilir. Kendi geçmişiyle bağlantının korunmasını “nostalji” olarak gören ve buna karşı çıkan, geçmişini “radikal” olarak sorgulamaya soyunan (aslında geçmişinde Marksizm’den etkilenme adına ne varsa onu da redde yönelen) grup ve kişiler, Gorbaçov’un gösterdiği “yenilenme” yolunda ama daha çok da trotskist tezler temelinde, bu iki akımın etkisinde ve bu akımların temsilcileriyle birlikte bir “birlikçi” eylem oluşturuyorlar.
Geçmişinden kopuş ve “yenilenme” aracılığıyla “birlikçilik”, başlıca, belirtilen ideolojik-siyasal etki ve baskılar altında ortaya çıkmaktadır ama bu durumun kendisi, “birlikçilik”in temel bir yönünü açığa vurmaktadır:
“birlikçiler” başlıca, “döküntüler”den, “kenar”da kalmışlardan ve yıllardır “bir baltaya sap olamamış”lardan ibarettir. Kendi ayakları üzerinde duramayanlar, geçmişlerini, olumlu yönde gelişmeye yönelerek, devrimcileşerek, militanlaşarak aşma potansiyeline sahip olamayanlar ya da bu yöndeki belirli eğilimlerini de köreltip tüketerek terkedenler, “kaderin cilvesi” bir paradoksla birey oluş, kişiliklilik, bireysel ve grupsal özgürlük dersleri üzerinde duranlar, bu yönlerdeki savunularıyla birlikte geçmişlerinden ve geçmişin sıkıcı, belirli bir disiplini varsayan bağlarından koparak dayanışma içinde birarada ayakta durabileceklerini düşündükleri bir “çevre”, bir güç yaratmaya çalışmaktadırlar. Belki bir kısmı tümüyle bilincinde değiller ama yapılan budur. Sınıf bir yanda, sınıf mücadelesinin pratiği bir yanda ve “kimlik bunalımcıları”yla “kenarda kalmışlar” tartışıyorlar, partileşecekler ve her birey ve grubun özgürce tartışıp eylemde bulunabileceği “çok sesli-çok kanatlı” partilerinde tartışmaya, sonsuzca tartışmaya ama, isteseler bile devrimci eylemde bulunamamaya devam edecekler. Ve sınıf ve sınıf mücadelesi yine bir yanda duracak…
Yanlış anlamaktan sakınılsın: geçmişin aşılmasına bir diyeceğimiz yok; “yenilenme” adına, geçmişlerinde devrimci değer ve düşünceler bulunanların, bunları da terkini konu ediniyoruz. Marksizm’in de, Leninizm’in de tartışma konusu edilişini, liberalleşmeyi, trotskizm yüceltisini konu ediniyoruz.
Geçmişinin ne olduğu sorunu bir yana, TBKP, TKP ve TİP, geçmiş “devrimci” söylemlerini de terk ettiler; açıkça “devrime gerek yok” diyorlar bugün, reformlarla yetindiklerini, Leninizm’i aşmakta olduklarını, proletarya diktatörlüğünü reddettiklerini söylüyorlar. Zaten “döküntü”ydüler, bugün çöküntü halinde tümden dökülmüşlerdir. Bir kül olarak, grup olarak döküntüdürler. ‘Sosyalist Birik’ üzerine konuşmak pek gerekmiyor. 40 yıllık reformcu Aydınlık’tan bile reformları savunarak, sosyal demokratlarla birliği savunarak ayrıldılar. “Birlikçiler”in bile tartışmaya çağırmaktan kaçındığı bir döküntü yığını olan Aydınlık’ın döküntüsüdürler. Aydınlıkçılığın Gorbaçovculuğu neyse odurlar. Yeni öncü çevresinin geleneği hızla işçi, gençlik vb. içindeki çalışmadan çekiliyor, bu dergiye yazanların büyük çoğunluğunu oluşturan “birlikçiler” geçmişlerindeki devrimci değer, görüş ve tutumlardan uzaklaşıyor, bunları “dogmalar” olarak ilan ediyor, burjuva demokratizmine, liberalizme, Leninizm’in tartışılmasına, Stalin küfürcülüğüne, ilginç “Marksizm’ler” ve “sosyalizmler” keşşaflığına, Gorbaçovcu “yenilenmecilik”e ve temel yönelim olarak trotskizme savruluyor, Lenin’i parti öğretisinde de reddederek aydın özgürlükçülüğünün partileşmesini, programının ötesinde normlarıyla da küçük burjuva bir partiyi özlüyorlar. Çoğunluk “dökülme” durumundadır. “Görüş” ve “Gelenek” çevreleri, konum itibarıyla TBKP’nin pek uzağında değiller, O’ndan belirli farklı düşüncelere sahip olsalar da genel olarak aydınlara yönelik faaliyetleriyle sınıfın ve sınıf mücadelesinin uzağındalar ve demokratik pozisyonlarıyla diğer “birlikçiler”le birleşiyor, “çoğulcu sosyalizm”, “çok sesli-çok kanatlı” aydın özgürlükçüsü parti savunusunda onlarla anlaşıyorlar. Düşünce sistemine damgasını vuran trotskizmini bir yana bıraksak da E. Kürkçü ve Trotskistler,  “kenarda kalmış” ve “bir baltaya sap olamamışlardandır. Uzun yıllar özellikle sürdürdüğügruplar üstü konumuyla çeşitli grupların kendi etrafındaki birliğini sağlamaya çalışan ama başaramayan ve örgütlü mücadelenin dışında kalmakta ısrarlı olan, olumsuz aydınca eğilimleri güçlü Kürkçü gibi trotskistler de bugüne dek siyaset sahnesinde umduklarını bulamamış ve güç haline gelememişlerdir. Bugün kendileri için bulunmaz bir fırsat doğduğunu düşünerek “birlikçilik”le yüklendikçe yükleniyorlar. Ve hayırlı olsun: Kuruçeşme Partisi, esasta onların ideolojik ve siyasal etkisinde oluşuyor.
Ve işte içinde “döküntüler” ve ‘kenarda kalmışlar”ın dayanışacakları bir birlik için, kendilerini olumlu anlamda aşmaları için güç ve takat yetirilemeyen ve zaten çoğu da böyle bir aşma potansiyeli taşımayan grupların reddi, “nostalji”den kopuş ve ‘muhasebe’ler farzoluyor. Bazıları samimiyetle, yani açıkça “yenileniyor”, bunu ilan ediyor; öyle olmasa da, geçmişlerindeki olumsuzlukları, devrimci olmayan yön ya da bütünlükleri geliştirmiş ve geliştiriyor olsalar da, tümden değiştiklerini ya da değişmekte olduklarını, geçmişlerini düzeltmediklerini ama “radikal” biçimde aştıklarını ortaya koyuyorlar. TİKP-Sosyalist Birlik muhasebesi. Yeni Öncü’ye yazanların çoğunluğunun yapmakta oldukları muhasebe, TBKP muhasebesi böyle ortaya çıktı. Diğer “birlikçi” gruplar henüz utangaçça bu yolda yürüyorlar. Kürkçü adını takmadan muhasebeler yapıyor. Trotskistler ise tezlerinin doğrulandığı iddiasıyla gururlanıyorlar. Çoğu “birlikçi”ye onların peşinden yürümek kalıyor.
Grupların “kanatlı-geniş birlik partisi” içinde eritilmesi, birlikçilik’in temel bir öneri ve özlemi. Ve ilk başta beş çevreyi dışlayan “birlikçiler”, şimdi Aydınlık dışında tüm grup ve çevrelerle birleşme amacıyla davranıyorlar, bunu en azından olabilir görüyor ve Türkiye’de Aydınlık dışındaki tüm çevreleri “Marksistlik” ve ‘sosyalistlik’le “onurlandırıp” tümünün Kuruçeşme Partisi içinde eritilebileceğini,”birlik” lehine ortadan kalkabileceğini ve kalkması gerektiğini düşünüyorlar. Kuşkusuz, böyle olmayacağını, olamayacağını biliyorlar ama bunun olabilirliğini varsaymak bile ilginçtir.
“Birlikçiler” temelde eski grup yapılarını savunanlara ya da gruplarını ‘birlikçiler’in önerdiğine aykırı yönlerde geliştirip aşma tutumunu benimseyenlere “muhafazakarlık”, “grupçuluk”, “dogmatizm” suçlamalarını yöneltiyorlar ve yönelteceklerdir. Ancak gruplar, tümüyle olmasa da, bir dizisiyle sadece var değillerdir, varolmaya da devam edeceklerdir. Farklı sınıf ve tabakalar oldukça, ‘birlikçiler” ne denli tüm grupları ‘Marksistlik’le onurlandırsalar da, Marksist ve Marksist olmayan, devrimci, demokrat, reformcu çeşitli grupların varoluşlarının objektif ve sübjektif koşulları bulunuyor demektir. Sosyalizm, SSCB, Çin ve Doğu
Avrupa olayları nedeniyle ne denli prestij kaybetmiş olursa olsun, bu kaybın Türkiye acısından pek de büyük olmadığını da göstermek üzere, feminist, çevreci vb. birkaçı dışında sol tandanslı grup ve çevrelerin hemen tümü Marksistlik ve sosyalistlik iddiasındadır, şöyle ya da böyle Marksist terminolojiyi kullanmakta veya kullanmaya çalışmaktadır. Kuşkusuz “birlikçiler”in kabulünün aksine bu Marksistlik iddiaları yalnızca iddiadan ibarettir ve gruplar, şekillenmiş ya da tam netleşmemiş farklı görüş ve tütumlanyla farklı sınıf ve tabakaların siyasal ifadelerini yansıtmakta, bazıları diğer bazılarıyla biraraya gelebilir nitelikler taşısa da tümünün ya da çoğunun tek bir bütün içinde erimesi, en azından bugünkü konumlarıyla olanaksız görünmektedir. Ve üstelik imkansız başarılarak bugünkü grupların birleştirilebileceği varsayılsa bile, bu, yeni başka grupların oluşması pahasına olabilecektir. Nedeni basittir: bugünkü objektif ve sübjektif gelişkinlik düzeyleriyle Türkiye’nin sınıf ve tabakalarının çoğunluğunun siyasal arenada kendilerini ifade etmekten uzak durabileceklerini düşünmek normal değildir. “Birlikçiler”, “birlikçilik” propagandası ve özleminde aşırıya vardıklarını, durumu abarttıklarını, sosyalist toplumda bile birden fazla parti isterken, şimdi çok daha karmaşık sosyal mozaikte solda tek partiyi düşlemelerinin, bunu olabilir görmelerinin yanlışlığını ve propagandif niteliğini kabul etmelidirler.
Türkiye’de küçük buruva sosyalizmini, burjuva sosyalizmini savunan, çoğu zaman söylemde bile sosyalizme yervermeyip doğrudan demokratizmi benimseyen devrimci, reformcu, demokrat, ilerici birçok grup var. Marksizm’den az ya da çok etkilenen.savunduğu temel tezler bakımından Marksist olarak nitelenebilecek gruplar var. Ve bir marksist Parti var Türkiye’de. Kuruluşunun 10. yılında. Bir mihrak durumunda. Ve yalnızca dergi ve salon tartışmalarında değil, sınıfın, emekçilerin, gençliğin militan mücadelesi içinde, sınıf mücadelesinin ateşi içinde yaşıyor ve güç topluyor. Ama biraz “muhafazakar”! Biraz da “dogmatik”!… “Birlikçiler”e karşı, başkalarına karşı Stalin’i savunuyor, Marksizm-Leninizm’i savunuyor ve bunları aşmayı düşünmediği, görev edinmediği için “yenilenmeciler” karşısında “muhafazakar” ve “dogmatik” kalıyor. Ama Leninizm’in Ortodoks savunuculuğu, bu alanda “muhafazakarlık” gerekli ve yerindedir, proletaryanın çıkarlarının ifadesidir. Ve Türkiye gibi kapitalizmi ve proletaryası oldukça gelişkin bir ülkede birilerinin Leninizm’i savunuyor olmasından doğal bir şey yok, Leninizm’den vazgeçmemesinden, “yenilenme” ve Gorbaçovcu-Trotskist rüzgar karşısında saf tutup mücadele yürütmesinden doğal bir şey yok. Bu doğallık, Marksist-Leninist Parti tarafından doğal bir görev olarak yerine getirildi, getiriliyor.
Türkiye’de grupların varlık koşullarından sozeder ve onların varolma haklarını tanırken, madalyonun öte yüzünü, aynı zamanda bir grup enflasyonu yaşanıyor oluşunu da görmezlikten gelmiyoruz. Bir kısım grupların birbirlerine olağanüstü benzedikleri, temel görüş ve tutumlarıyla çok yakın durdukları, aralarında ayrılık olarak görülenlerin ya yapay ya da ayrı durmayı gerektirmeyen, giderilebilir, hatta giderilmesi gerekli farklılıklar oldukları belirtilebilir. Bu tür grupların birleşmeleri, ortalığm biraz olsun düzlenebilmesi açısından yararlı olacaktır.. Ancak en zor birlik, Marksizm-Leninizm temelinde birliktir; çünkü ilkelerde birliği gerektirir ve “birlikçiler”in iddialarının aksine böyle bir birlik monolitik bir partide birlik olabilir, kanatsız, hizipsiz, içinde Leninizm’i eleştiri özgürlüğüne yer olmayan bir partide birlik olabilir. Ve Türkiye’de böyle bir parti, yeni bir ‘Marksist’ partiye ihtiyaç olduğu yönünde ileri sürülen fikirleri geçersiz kılmak üzere zaten vardır ve de “birlikçiler” düşünce ve eylemleriyle sosyalist karakterli bir birliğin, Marksist bir birliğin fersahlarca ötesinde durmaktadırlar. Peki Türkiye’de böyle bir olasılık yok mudur? Marksist temelde birleşmeler olasılığı yok mudur? Son bir kaç on yılın kaotik uluslararası durumu, bundan da etkilenerek ülkede devrimcilik ve Marksizm’in gelişmesinin orijinal tarihsel koşulları.teorik olarak böyle bir olasılığı gündeme getirebilir. Olabilir birliklerin yadsınması için bir neden yoktur.
Marksist ya da demokratik devrimci veya reformcu çeşitli grupların birleşebilir oluşu ve hatta bunun yararlı olabilmesi ayrıdır, grupların varoluş koşulları ve varolma haklarının görülüp tanınması ayrı. Çeşitli koşullarda belirli grupların yıkılması öngörülemez mi, çağrılamaz mı? Bu da ayrıdır ve belirli koşullarda belirli nitelikli gruplara yönelik böyle bir tutum da olanaklıdır. Tartışmasına girmiyoruz. Ama “birlikçiler’in öngördükleri gibi, tüm bir ülke solunun, tüm grupların reddi pek raslanmış bir şey değildir. Bizde “birlikçiler” her konuda olduğu gibi, bu konuda da aşırıya gidiyorlar. Grupları, “Marksist teorinin bölüntüleri üzerine kurulu gettolar” (E.Kürkçü) olarak tanımlayıp “yıkılsın”ı öneriyorlar. ‘Birlikçi’ parti içinde hayat hakkı tanınabilir ve herşeyi bilmek, ‘gerçeğin tekeline sahiplik’ eleştirilip birden fazla Marksizm yorumunun olabilirliği savunulabilir, ama Marksizm tekeline sahiplik iddiasında bulunmak anlamına gelmek üzere, gruplar “Marksizm’in bölüntüleri üzerine” kurulu olmakla yargılanıp suçlanabilir! Başkası “Marksizm bende” derse eleştirilebilir ama kerameti kendinden menkul arkadaşımız marksizmin kendisinden sorulduğu kalkış noktasından başkasının Marksistliğinin derecesini belirleyebilir ve bunda da çelişme görmez, herşey “birlik” için! “Gettolar” temizlenerek “modern kent” kurulacak! Ama arkadaşımızın bulunduğu yer neden bir “getto” olmuyor? Ve hatta, birleşmeyi tasarladıklarıyla birieşse bile, bu “birlik” neden bir “getto” olmayacakmış? Ve daha ilerisi: “getto” olmak ve kurmak bile zordur ve “birlikçi” girişimden bir “getto” çıkacağı da su götürür.
Bazı “birlikçiler”, örneğin Sosyalist Birlik çevresinden bir yazar, “yıkılsın”ı aşırı bulup yumuşatarak, işe hoşgörü katarak “yıkılmalı” diyor, iyiniyetli bir hayalcilikle “yıkılış”! grupların kendilerine ve mensuplarına, onların kararına bırakıyor. Ama yıkılma, gerekli kalmakta devam ediyor Ona göre de.
Yeni Öncü çevresinden bu çağrıya itiraz daha da “köklü”: onlar ‘yıkma’ yerine “aşma”yı koyuyorlar, “gruplar aşılmalı” diyorlar. Kendi “birlikçi” yönelimlerinin geleneklerine kabul ettirilebilmesi bu yumuşaklığı gereksiniyor olmalı, diyalektik ‘aşma’ tanımının geleneklerinin bir gelişimini ifade edeceğini.bu tanımla gelişmenin kesintiye uğratılmamış olacağını ve dolayısıyla bunun daha uygun ve kabul edilebilir olacağını düşünüyorlar. Köksüz kalmamış olacaklar!
Yıkılsın mı, yıkılmalı mı yoksa aşılmalı mı tartışmasının ötesinde.varılan sonuç ve sorunun özü, geçmişten ve onun yapılanmalarından kopuş ve kanatlı bir parti içinde kanatlar olarak varoluşun savunulmasıdır. Farklı gruplar, farklı görüşleriyle varolacaklar, belirli noktalarda -bu temel teşkil edecek birlik noktalarının ne olduklarına başta kısaca değindik, değineceğiz- sağlanan konsensüse bağlı olarak, ilkelerde birlik gerekli olmadan “birlik” olunacaktır.
Başta beş grup ve çevre çağrılmadığı koşullarda “birlikçiler” belki daha bir tutarlıydılar. Birlik için belirli temel ayrımlar koyuyor olabilirlerdLAma bu noktayı aşarak, hiçbir somut saptama ve ilkeyle kendini sınırlamayan, tümüyle sıfırdan başlatılan tamamen içi boş bir “birlikçilik”te karar kıldılar. “Sosyalist demokrasi”yi savunuyorlardı ya, “demokrasi” içinde tartışıIsındı, hoşgörüsüz denmesindi kendilerine. Aydınlık dışlanabilirdi. Tüm sol bunu anlayışla karşılayabilirdi. Bari Aydınlık’ı da çağırıp hiç olmazsa “herkes” içinlik konusunda tutarlı olabilirlerdi. Ama bunu da yapmadılar. Neden? Aydınlık’tan çok farklı görüşler savundukları için mi? Baştan farklı yaklaşsalardı, belki en kolay onunla birleşebilirlerdi. Hem farklılıkları örneğin, Özgürlük Dünyası ya da Yeni Çözüm’e göre Aydınlık ile daha azdı hem de D.Perinçek gerekli “birlikçi” esneklik ve kıvraklığı gösterirdi. Ama tutarsızca bir seçim yaptılar. Demek ki bazılarına “demokrasi” yok! Öte yandan çağrılılar içinde bir çoğu, farklı görüşlerin ötesinde farklı programlara ve farklı temel ilkelere sahipler. Giderilebilir olmadığı belirgin ve açık farklılıklar. Peki, bu nasıl bir “birlikçilik” oluyor? Ve diyelim ki, gerçekleşti, gerekli kıvraklıklar gösterildi; kurulan nasıl bir “birlik” ve parti olacak? En istekli görünenlerin bile program ve programatik görüşlerde, “aşamalar”, demokratik ve sosyalist devrim, parlamentarizm, sınıf mücadelesi, devrim-reform, yasallık vb. gibi birçok önemli ve temel sorunda farklılıkları açıkken nasıl bir “birlik” sağlanabilecek? Ve bundan ne hayır gelecek? Ayrılıkların giderilmesi mi isteniyor ve düşünülüyor? Bunun bir belirtisi yok. Görüntü için gerekli tedbirler alındıktan, örneğin sicili kötü ve bugün pek açık oynayan TBKP ile ayrılık gerçekleştirildikten sonra, yukarıda sayılanlar gibi “önemsiz” farklılıklar partide kanat oluşturabilecek. “Kanatlılık” üzerine onca şey boşuna söylenmiş olamaz.
Yeni Öncü’den “birlikçiler”, “birlikçiler’in önemli bir kesimini oluşturuyor, ama verilen görüntü ilginç: “demokrasi ve devrim” üzerine 26 imzalı tebliğ sunuluyor tartışmaya ve Yeni Öncü’den imzacılar tebliğin özüne ilişkin konularda, asgari-azami program, yani demokratik ve sosyalist devrim ilişkisi, aşamalı ve kesintisiz devrim sorunları ve geçiş talepleri ve program -k ibu tebliğin en iddialı olduğu sorun- sorunları dolayısıyla şerh düşüyoriar, bu bölümleriyle tebliğin kendilerini ifade etmediğini belirtiyorlar. Bu durumda tebliğden geriye pek bir şey kalmıyor Ama arkadaşlar o denli “birlikçi” ki, buna rağmen imza atmaktan kaçınmıyorlar. Bu olacak şey midir? Ve olduğunda “her şeye rağmen birlik” istendiğinin belgesi olmaz mı? Ne ilke, ne program ve ne de programatik görüşler; yeter ki “birlik” olsun!..
Ve tartışma ve “birlikçilik”, katılanların hiçbir geçmişleri yokmuşçasına, eskiden hiçbir görüş savunulmamışçasına sıfırdan başlatılmakta, bu yönüyle “boşuna tartışma tüketilmekte” diyen D. Perinçek’i bile haklı çıkarmaya varılmaktadır. Grupların geçmişlerinin yoksayılması ve doğrudan lağvının amaçlanmasıyla onların geçmiş teorik-pratik varoluşlarından hareket etmenin tümden yadsmmasıyla “birlikçilik” genel bir tasfiyecilik olarak şekillenmekte, en azından Yeni Öncü gibi yanlışı-doğrusuyla belirli bir mücadelenin içinden gelen ve bir mücadele yürütme potansiyeline sahip olan bir grubu, böyle bir zorluktan “kurtararak” o alandan çekip almakta ve bir aydın tartışması içine dahil edip eritmektedir. Burada şöyle ya da böyle bir potansiyelin heba oluşu var; üzücü. Bu pozisyonuyla “birlikçilik” geçmişsizlik ve geçmişin özellikle olumlu yönlerinin inkarı olduğu gibi, somutluk ve somut devrimci pratikten kopuş ve “çağ değiştiren gelişmeler” ardında yürüyüşe geçme olarak da belkemiksizlik olmaktadır.
Geçmişten kopma, “muhafazakar geçmişi radikal sorgulanması” ve grupların lağvı niçin savunuluyor?
Gruplardan umut kesip “birlikçilik”in kendinden menkul yaratıcılığına bel bağlamanın gerekçeleri şöyle sıralanabilir:
“Gruplar program bile yapamadı”. Bu gerekçenin gerçeği yansıtmadığı ortada. Türkiye’de bir program temelinde mücadele yürütmüş olan ve yürüten bir dizi grup ve çevre var. Bu programlara itirazlar yöneltilebilir, ama programların varlığı yadsınamaz. Doğaldır, isteyen programlar oluşturmaya çalışmakta ya da varolan programlardan birini kabul etmekte özgürdür. Ve zaten devrim süreci bir programlar çatışması olarak da gelişecektir. Ama toptan inkarcılığa gerek yoktur, “yeni” programlar hazırlamak için. Üstelik bu hazırlıkları gereksizleştiren ve “birlikçilik” yoluyla bir partiyi ihtiyaç olmaktan çıkaran Marksist bir program da var bu ülkede. Siz mi Marksist program yapacaksınız? Sadece bir iddia. Siz başkalarına iddia dersiniz, başkaları size. Yalnızca kendinizin iddialı olduğunuzu sanmayın.
Ve daha geri bir mevzi: Program olarak “Marksizm’in temel ilkelerinin alt alta sıralanması yetmez”. Kuşkusuz. Ama bari Marksizmin temel ilkelerinin alt alta sıralanmasına yönelse “birlikçiler”, bu noktada olsalar. Yönelimleri Marksizm karşıtı temel tezlerin alt alta sıralanması doğrultusundadır. Oluşturulacak program acaba nasıl bir şey olacak? Bu, bugüderi ortada değil mi? Tartışmalar bunu ortaya koymuyor mu? Öyle yeni programlar oluşturmak her babayiğidin harcı değil. Ve “birlikçiler” arasında bugün için hazır, “yeni” adına ileri sürülen eski programlara sahip başlıca iki grup ya da akım var: TBKP’nin temsil ettiği Gorbaçovcular ve Trotskistler. Bugünden görülen şu: Kuruçeşme Partisi TBKP’nin dışlanması ama Gorbaçovculuktan önemli bazı tezlerin ödünçalınıp troçkist programa monte edilmesi ve onun yeni ve “yaratıcı” bir üslupta tekrar yazılması temelinde kurulacaktır, kurulabilirse.Hiç kurulamama olasılığı oldukça fazla ama eğer kurulursa gökten vahiy inmeyecek ve görülen köy kılavuz istemiyor: bu “birlik”e trotskizm damgasını vurmaktadır, programı açısından da bunun gerçekleşmemesinin nedeni yok.
“Gruplar yenildi, yenilenme gerekili”. Sık rastlanan bir düz mantık, pratisyen mantığı.Aydınlara hiç yakışmıyor. Özdeşlik kurma bir yana ama yenilgi yenilgidir: Bolşevik Partisi ve Rus Devrimi 1905’te yenilmedi mi? Lenin partiyi mi lağvetti, program değişikliğine yönelerek “yenilenme” yoluna mı girdi? Eylül sonrası yenilginin tartışma yeri bu yazı değil, ama yenilgi neden “yenilenme”yi ve grupların lağvını gerektirsin? Taktik, örgütsel vb. nedenlerle yenilgilerle karşılaşmak mümkündür. Başka gerekçeler bulunması gerekiyor. Hatalar, yetersizlikler yenilgi nedeni olabilir, bunları düzeltmek ve aşmak varken neden tümden “yenilenme”? Neden açık olmalı: çünkü “yenilenme” hem moda hem de Eylül baskısı, İsrarlı ve devrimci kararlılık olmada, direnmede çözülmelere yol açtı, moral bozdu, kendine güvensizliğe neden oldu. Ve üstelik Eylül baskısının da açtığı demokrasiye özlem, revizyonizmin ve trotskizmin soyut demokratizmi ile beslendi, “yenilenme’nin içi böyle bir demokratizmle dolduruldu ve bu “yenilenicilik”, direncinin son sınırlarında olanlar ve kenarda kalmışlar için sığınak oldu. Ama Gorbaçovculuk aşırı bir sağcılıktı. Herşeye rağmen devrimcilik iddiasını sürdürüp kullanacaklar açısından tümüyle benimsenemezdi, bu yolu TBKP tutsundu ve Marksizm’in önüne daha sağlam olacağı, olduğu varsayılan bir paslanmış silahla, trotskizmle çıkmak yeğlendi. Üstelik trotskizm Gorbaçovculuğun hemen görülür olan açmazından uzaktaydı, biraz daha eskiden kalmaydı, verdiği zararlar unutulmuştu. Sadece bu da değil, olanca Stalin karalamaları, trotskizme yeni bir canlılık sağlayan aşı yerine geçmişti. Ve zaten trotskizmin tezleri doğrulanmamış ve bürokratik işçi “devletlerinin” birbiri ardı sıra çöküşleri onun tarihsel haklılığının kanıtı olmamış mıydı? Trotskizmin itibarı ve etki gücü yüksekti! Geçmişlerinden kaçanlara, zorlananlara can simidi oldu. Sözde trotskizm yenilmemişti! Sanki “yenilenme” en çok onun için gerekmiyordu!
Bizim bir saptamamızı doğrulayan bir gerekçe de başka bir “birlikçi”nin: “Hiç bir gruba güvenmeyen ve ‘kenarda bekleyen’ önemli sayıda kadronun varlığı, grupların lağvını ve birliği gerektiriyor”. Zaaflı gruplar kadrolara güven vermez oluyorlar ve hiçbir gruba güvenmeyip kenara çekilen çok sayıda kadro ortaya çıkıyor! Bunlar güvenebilecekleri bir ses bekliyorlar ve bu güveni kendilerini “yenileme” cesareti gösterenlerde bulacakları varsayılıyor. Peki madalyonun tersi ne olacak? Bunlar neden güvenilir olsunlar? Kendi görüşlerini savunup geliştirme cesareti gösteremeyen, sağdan soldan kolaylıkla etkilenenler ve bunların oluşturacakları bir yeni grup (evet grup, çünkü eğer oluşursa, “birlikçi” parti de bir grup olacaktır, nasıl ki TKP İle TİP birleştiğinde bir grup olmaktan ileri gidememişse) neden güven sağlayıcı olsun. Bu noktada “birlikçiler”in güvendiği, “birlik” ve “birleşmenin” sihirli etkisidir. Kenarda kalmamış ve doğal ki asıl önemli kadrolar, militan devrimciler açısından, beklemeyi değil mücadeleyi yeğleyen kararlı insanlar açısından “birlik” siniri ve “yenilenme”ye güven değil, savunulan programın devrimci içeriğine ve mücadeleciliğe güvenin esas olacağı ve bu konuda da hesabın yanlış yapıldığı görülecektir.
Aynı gerekçe “kenarda bekleyen” kadroların yanısıra “sosyalist ileri işçiler” açısından da ileri sürülüyor, onların da hiçbir gruba güvenmeyip “birlik partisi”ne güvenecekleri varsayılıyor. Ancak bu gerekçe tartışmalı, başka “birlikçiler” ileri işçiler gruplar içinde örgütlüler, bu nedenle grupların lağvı değil, birliği savunulmalı, gruplar birleşince ileri işçiler de birleşir diyerek ileri sürülmüş olanı gerekçe olmaktan çıkarıyorlar. Son iki gerekçe açısından da işçi ve kadroların nereye yöneleceklerini belirleyecek ölçüt şu olacak: sınıf çıkarları ve somut yaşam tarzları onları şuraya ya da buraya yöneltecek. Örneğin ticarete atılarak kenarda kalan “kadrolar” ya da bürokrat nitelikli işçiler liberal olana, “biriikçiliğe” eğilimli olacak, hatta bir kısmı belki onlardan da uzak duracak, TBKP’yi tercih edecek ve belki de bir kısmı siyaset dışı kalacak. İlişkisizlik gibi nedenlerle aktif bir tutumla bir şeyler yaparak bekleme zorunda kalmış kadrolarla devrimci işçiler Marksist ve devrimci gruplar etrafında toplanacaklar. Her alanda olduğu gibi, bu alanda da bir “yarış” bir çatışma doğal olmalı.
Belirtilmeli ki, bu gerekçelerin ardında bir özlem yatıyor: bir dizi kadro ve işçiyle kitleden ve mücadeleden kopukluğun kolaylıkla ve otomatik olarak giderilecek oluş özlemi! Giderilemeyeceği görülecek.
“Birlik”in ideolojik-siyasal temelinin ne olduğu sanırız belirtilmiş oldu. “Birlikçiler”, “kapitalizmin yıkılmasını ve sosyalizmin kurulmasını isteyenler biraraya gelmeli” diyorlar. Ama tüm “birlikçiler” “nasıl bir sosyalizm” sorusunu soranlardan ve yanıtlamaya çalışanlardan oluşuyor. Bu konuda, eskilerden ödünç alınmış olsa da, oldukça ‘yaratıcı’ oldukları kabul edilmelidir! Her “birlikçi” farklı ve “yaratıcı” “toplum projeleri” üretiyor. Farklı “sosyalizm”leri var: “varolan sosyalizm”, “teorik sosyalizm”, “devrimci sosyalizm” gibi. Ortak noktaları “çoğulcu ve demokratik sosyalizm”. “Birlikçiler” Marksizm-Leninizm ve teorik çözümlemeleri yokmuş gibi, çağı değişmiş varsayarak “yeni” “sosyalizm” tanımlamaları yapma uğraşındalar. Marksizm-Leninizmin sosyalizm tanımlamasını yok sayıyor ya da beğenmiyorlar.
Bu yaklaşımları, aynısıyla, Marksizm ve Marksist tanımlamalarında da görülüyor ve yansıyor. ‘Marksist’im’ diyen herkesi “Marksist” sayıyor, örneğin Marksizm’in “reformcu versiyonu”ndan söz açıyorlar. “Çoğulculuk”u ideolojik alanda da savunup öngörmeleri, birden çok Marksizm’i Marksizm’in farklı yorumları olarak meşrulaştırmalarına götürüyor. Tekçiliğe (monizme) karşı çıkarak, doğrunun tekliğini yadsıyarak, bilimsel olmayan bir kuşkuculuktan, bilinemezcilikten güç alıyor, onu savunuyor, “acaba”larla belirsizliğe kayıyor ve belirsizliği haklı çıkarıyorlar. Ve bu belirsizlik ve birden fazla doğru ve birden fazla Marksizm ve sosyalizm temelinde “birlik” arıyorlar… “Birlikçilik”lerinin bir temeli, “nasıl bir sosyalizm”li “sosyalizm” ve “farklı Marksizmler” anlayışıdır.
Bir diğer temel, söylendiği gibi, düşünceler ve gruplar açısından “yenilenme”dir. Bu moda, dünya ve Türkiye’de “birlikçiler” dışında da çok kişi ve siyasal grubu etkiliyor. Doğu Avrupa hep “yenilendi”, hükümetler ya “yenilenmeciler” ya da dincilerin elinde. Sovyetler “yenilenip” duruyor. Ekonomide, ideoloji ve siyasette, milliyetler sorununa varana dek her alanda. Ermenilerle Azeriler, diğer milliyetler, yılların kardeşliğinin son on yıllarda bozulmasından sonra şimdi köklü bir “yenilenme” süreci içinde boğazlaşıyorlar. SHP’nin eski “sol” kanadı şimdi “yenilikçi demokratlar” oldu. Partiden ayrılanlar “yenilenme” öneriyor ve “marksistleri kucaklayan parti” öngörüyorlar. Yeni Öncü “yenilenmeci”, Sosyalist Birlikçiler “yenilenme” yanlısı. Tam bir moda. “Birlikçiler” neden “yenilenme” savunmasın?
Gorbaçovculuğun bu temel sloganı, Gorbaçov’un yanısıra “birlikçiler” tarafından da temel ve belirgin yönleriyle savunulmaktadır. “Çoğulcu sosyalizm”, bireysellik ve bireysel özgürlükçülük (ekonomi alanında henüz tüm ‘birlikçiler’ bireysel mülkiyeti savunma konusunda hemfikir değiller,haksızlık etmeyelim), demokratizm ve açık ya da üstü örtülü parlamentarizm, taban inisiyatifi adına örgüt ve öncü inkarcılığı ve yasa karşısındaki konum açısından “ilke değil” aldatmacasıyla sanki bugünkü Türkiye değil de Fransa falan tartışılıyormuş gibi günün gerektirdiğinin inkarıyla yapılan yasalcılık, “kanatlı-üyelik, koşulu belirsiz parti” ile Leninist parti öğretisinin reddi ‘birlik’in temelidir.
“Yenilenme”, grupların lağvı ve “birlikçilik1in ideolojik-siyasal temelini de sağlıyor. Savunulmuş eski tüm ya da belli başlı görüş ya da düşüncelerin ‘yenilenmesi’ temel bir “birlikçi” çağrıdır. Geçmiş Marksist olup olmamasının ötesinde, uluslararası alanda olduğu gibi, Türkiye açısından da fazla solcu, devrimci, dogmatik, muhafazakar, sekter ve anti-demokratik bulunuyor. Kısaca Stalinci olduğu söylenerek özetleniyor ve ondan kurtulunmak isteniyor. Bütün bir geçmiş Stalin kültü ve kültürünün etkinliğiyle açıklanıyor ve reddediliyor. Tüm hatalar, yanlışlar, kötülükler O’na mal ediliyor. Leninizm’in aşılması gereği, kimilerince yüksek sesle ilan ediliyor, kimilerince söylenmeden uygulanıyor. İş, Marksizm ve Marks’ın da aşılması noktasına vardırılıyor, kimilerince başı çekilerek. Bu, sosyal demokratlarla birlik düşüncesinin ileri sürülüşüyle, bilinemezciliğin yayılması ve birden çok marksizmin kabul edilişiyle ortaya açıkça konuyor. Yayılan tam bir umutsuzluk, inançsızlık, değerlere güvensizlik ve ilke tanımayıştır. Marksizm-Leninizm’den kopuştur. Bu kopuşun ‘birlik’i ve “birlikçilik”idir, öngörülüp uygulanan.
“Birlikçilik”in temeli olarak “yenilenme”nin trotskizmle yoğrulduğunu, aşamaların reddi, köylülüğe tümüyle uzaklık, işçi hükümeti, özellikle öncünün rolünü reddeden demokratizm, dünya devrimi kavrayışı, tek ülkede sosyalizmin zaferi olanağının reddi, bürokrasi ve bürokratizm sorununa yaklaşım, Stalin’e küfür yönleriyle trotskizmin “birlikçilik”e damgasını vuran temeli sağladığını tekrar belirtmeliyiz.
Peki, “birlikçiler”in sorunu gerçekten sosyalist birlik mi? Olmadığı, anlaşılmış olmalı. Ne sosyalizmin savunusu temelinde ortaya atıldı bu “birKkçilik” ne de Marksizm’in temellerinden hareket ediyor. Tersine ortalığı bulandırma ve kafaları karıştırma rolünü üstlenmiş görünüyor.
Gorbaçovculuk ve trotskizmle Marksizm yanyana ve elele değil ancak karşı karşıya durabilir ve duruyor. “Birlikçiler” kaçınılmazlıkla anti-Marksist pozisyonlarını zaman ilerledikçe daha açık olarak ortaya koymak durumunda olacaklar. “Birlikçilik”, sosyalizm karşıtlarının, örneğin on yıl önce yapamayacakları ölçüde geri bir temelde açıktan saldırıya geçmesi ve aralarında birliğe yönelmesidir.
Kimse Marksistleri birlikler oluşturmaktan kaçıyor, uzak duruyor sanmasın. Marksistler her türden birliğe karşı değillerdir. Birleşilebilecek güçlerle birleşmekten kaçınmaktır yanlış olan. En geniş birlikleri savunuyoruz ama bunların temeli devrimci olmalı. Karşı çıkılan, “birlikçilik”in bir parti içinde birleşmek ve sosyalist karakterde bir birlik oluşturmak açısından elverişli olanaklar sunduğu ve sosyalist bir konumda bulunduğu iddiasıdır. Bunlar, sözü edilen türden bir birliğin güçleri değildir. Bu güçlerle, ancak uygun koşullar ortaya çıktığında güç ve eylem birlikleri olanaklı olabilir, demokratik bir temelde. Ötesi değil. Bırakın Marksistler “muhafazakar” kalsın!
Türkiyeli Marksistler, 10. yılında Marksist parti, Marksizm-Leninizm’i savunmakta kararlılıkla mücadele içinde. Üstelik pratik tarafından durmaksızın doğrulanıyor. Doğu Avrupa ve genel olarak eski sosyalist ülkelerde ortaya çıkan gelişmeler partinin görüş ve tutumlarını haklı çıkarırken, artık geri dönüş, kapitalizmin restorasyonu ve sosyal emperyalizm tezlerine yüksek sesle pek kimse karşı çıkamazken hala ‘sosyalist demokrasi’ adına ileri sürülen burjuva demokratizmiyle “sosyalizmin sorunları”nın halline çalışmak, iyi bir “yarışmacılık” olmuyor. Sosyalistlerin birliğini sağlama çabası, “yeni” bir temelde “birlik” yönelişinde olduğundan, eskimiş ve geçersiz varsayılan tez ve programların ve bunun savunucularının, 10. yılını sürdüren Marksist partinin yanlışlığının kanıtlanması çalışmasıyla birleşmezse anlamsızlaşmaya mahkumdur. Yok saymakla, kötü olduğunun düşünülmesiyle yetinilemez. Marksistler birlik konusunda “doğruluğumuz pratik içinde ortaya çıktıkça bütün kendine Marksist diyenler bizim etrafımızda toplanacak” diye düşünmüyor, birlik sorununu sadece böyle görmüyorlar. Trotskistler, Gorbaçovcular, Maocular, Kıvılcımlıcılar ve benzerleri kuşkusuz Marksist partiye “iltihak” edecek değiller. Marksizm-Leninizm’le tüm türleriyle revizyonizm, Marksist partiyle revizyonist ve oportünistler ve onların örgütlenmeleri arasında bir mücadele durmaksızın sürecek. Revizyonizmin tür ve biçimleri değişecek, yeni isimlerle ortaya çıkacaklar ama tarafın biri değişmeyecek, barikatın bir yanında daima Marksizm-Leninizm olacak, Leninist parti olacak. Daha kaç kez Marksizm’in eskidiği, Leninist partinin -modeliyle birlikte kendisinin- gereksizleştiği iddiasına tanık olunacak kimbilir. Ama Marksizm ve proletaryanın Marksist-Leninist partisi barikatları her zaman koruyacak ve daha ileri mevzilere taşıyacak. Burjuvaziye, emperyalizme, her türden gericiliğe, revizyonizm ve oportünizmin tüm biçimlerine karşı kurulmuş barikatları.
Marksizm-Leninizm ve Leninist Parti savunduğu mevzilerden hiç bir zaman sökülüp atılamayacak. Marksizm-Leninizm’in gönderdeki bayrağı 10. yılda dalgalanıyor ve insanlık özgürlük dünyasına varana dek.

Şubat 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑