15 yıl önce Yunanistan ‘da sessizlik ve korkuyu parçalayan başkaldırı: Politeknik Direnişi

Politeknik Direnişinin ve Katliamın Yıldönümü Görkemli Gösterilerle Anıldı
Atina sokakları, her yıl olduğu gibi bu yıl da 17 Kasım günü yüz-binlerin sesi ile çınladı. 17 Kasım günü 1 milyona yakın kişi Politeknik direnişini andı, verdiği şehitleri selamladı.
17 Kasım 1973, Yunanistan’daki Albay Cuntası’na karşı direnişin doruğa çıktığı gündü. Binlerce genç, Politeknik Üniversitesinde bedenleriyle ördükleri barikatlarla direnmişti. Cuntanın tankları o gün Politeknik Üniversitesi’ni ele geçirmiş, ama Yunan halkının sessizliğinin kınlısını engelleyememişti. Politeknik direnişinin 15. yıldönümünde, 17 Kasım 1988 günü sessizlik bir kez daha yüz binlerin sloganlarıyla parçalandı.
Bu yılki Politeknik Yürüyüşü’ne, faşist ve gerici partilerin dışındaki tüm partiler, sendikalar, dernekler katılmıştı.
Politeknik direnişini anma gösterileri, direnişin ilk günü olan 15 Kasım’da başladı. Sergiler açıldı, konuşmalar yapıldı, müzik ve dans gösterileri düzerdendi. Türk ve Kürt mülteci grupların da katıldığı etkinlikler 17 Kasım’a kadar yoğun biçimde sürdürüldü. 17 Kasım günü de yaklaşık 1 milyon kişi Politeknik Üniversitesi’ne doğru sloganlarla yürüyüşe geçti; “Üsler ve NATO dışarı”. “Politeknik Direnişi yolumuzu aydınlatıyor”, “Şili, Güney Afrika ve Türkiye yönetimi kardeştir”…
Yürüyüş sonunda, sahneye Yunan MAT (Yunanistan Çevik Kuvveti) polisi çıktı! MAT polisi rastgele gaz bombası kullandı, çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Polisle bazı gruplar arasında çatışma gece geç saatlere kadar sürdü.

Yunanistan ‘da Politeknik olayları, cuntanın devrilmesi açısından büyük önem taşıyor. Ancak, Politeknik direnişine giden yol da o oranda önemli. Yunanistan devrimcilerinin hataları, toparlanmaya çalışmaları ve Kruşçev revizyonizminin ihtilalci direnişçileri yatıştırma çabaları, merkezinde Rus modern revizyonizminin bulunduğu uluslararası revizyonizmin gerici karakterini ortaya koyuyor. Böylece Kruşçev’le ondan önceki dönemin farkı da bir yanıyla açıklığa kavuşuyor. Politeknik direnişine bağlı olarak ele alınan Yunanistan direnişi ve buna destek olan Stalin dönemine ilişkin bir değerlendirmeye bu sayımızda yayınladığımız Stalin yazısını daha anlamlı kılacağı düşüncesiyle yer verdik. Yunanistan Marksist-Leninist Komünist Örgütü kurucularından Tasos Ballos’la röportaj yapıp gönderen Süleyman Toprak’a teşekkür ediyor, Politeknik olayları ve Yunan direnişine ilişkin haber ve röportajı yayınlıyoruz.

(Tassos Ballos, 1942 yılında Preveze’nin küçük bir köyünde doğdu. 1961 yılında İsviçre’ye giderek, hem çalıştı hem de yüksek öğrenim yaptı; bir yandan da politik faaliyetlere katıldı.
Ballos, askerlik için döndüğü 1963 yılında EDA partisinin gençlik örgütüne üye oldu. Cunta döneminde illegal mücadelede yer aldı. 1972 yılında, EDA’nın revizyonist tavrı ile çelişkisi onu Paris’e ve Marksist-Leninist bir örgüt arayışına götürdü. 1974 yılında Yunanistan’a geri dönerek, OEML (Yunanistan Marksist-Leninist Örgütü) kuruluşuna katıldı. Örgütünün çıkardığı Halkın Sesi yayınında çalıştı.
1978 yılında örgütte boy gösteren Maocu çizgiye karşı tavır alanlarla birlikte OEML’den koptu ve 1982’de Yunanistan Marksist-Leninist Komünist Örgütü’nün kuruluşunda yer aldı. Tassos Ballos, halen bu örgütün aylık yayın organında görev yapıyor.)

ÖZGÜRLÜK: Albaylar Cuntası hangi koşulların ürünüydü? Darbenin hedefi neydi, uygulamaları ne oldu?
T. BALLOS: Buna yanıt verebilmek için cunta öncesini kısaca anlatmam gerekiyor. 12 Şubat 1945 tarihinde imzalanan Varkiza Antlaşması ile partizanlar silahlarını bırakmıştı. Ancak diktatör Plastiras, dünyada pek az görülmüş bir terör ve vahşete girmişti. Birçok adada toplama kampları kuruldu. 1949 Ağustosu’nda komünistlerin silahlı mücadelesi sona erdi. Yenileşmişlerdi. Kitleler halinde ülkeyi terk ederek, Bulgaristan, Romanya, Çekoslovakya’ya, özellikle de Arnavutluk’a gittiler. Stalin, Arnavutluk’a giden partizanları çeşitli ticaret gemileri ile gizlice Boğazlardan Sovyetler Birliği’ne taşıttı. Bütün bu olanlar, Komünist Parti Sekreteri Zakharyadis’e silah bırakma antlaşmasının ne demek olduğunu göstermişti. Zakharyadis, bu hatasını telafi etmek için, Stalin’in de yardımıyla yeni bir partizan savaşı başlatmak için çalışmalar başlattı. Bu amaçla, ülke dışındaki komünistlerin birçoğunu Sovyetler Birliği’nde, Taşkent kentinde topladı. MK ve Politbüro üyesi Nikos Belloyanis’i Yunanistan’a gönderdi. Belloyanis’in görevi, ülke içindeki komünistleri derleyip toparlamaktı, içeride ve dışarıda yeni bir partizan savaşının çalışmaları başlamıştı. Bu arada, 1951 yılında ülkede, içinde komünistlerin de yer aldığı, devrimci demokratların desteklediği EDA Partisi kuruldu. EDA’nın Avgi (Şafak) Dergisi çıkartılmaya başlandı. EDA kısa zamanda çok yaygın bir desteğe sahip oldu. Belloyanis, ülkeye girdiği 1951 yılında kısa bir süre içinde yakalandı. Sovyet ajanı olarak yargılanıp 30 Mart 1952’de kurşuna dizildi. Ancak, partizan savaşını başlatmak için sürdürülen çalışmalar durmadı; Belloyanis’in boşluğu dolduruldu. Bu konuda SSCB Komünist Partisi ve Stalin büyük destek verdi. Fakat yenilgi o kadar ağır olmuştu ki, kısa zamanda telafisi imkânsızdı. Yunan Komünist Partisi’nin Varkiza’da silah bırakma antlaşmasını imzalamasının moral bozucu etkisi kolay kolay silinemiyordu. Gerçi Zakharyadis ve diğer MK üyeleri bu yanlışın farkına varmışlardı, Ama bunu düzeltmek ve partizan savaşını tekrar başlatmak kolay olmuyordu. Yine de Zakharyadis var gücü ile bu hatayı telafi etmeye çalışıyordu. En büyük desteği de Stalin’di.
Yunanistan Komünist Partisi içinde ve dışarıda bu uğraşı verirken, Sovyetler Birliği’nde büyük değişiklikler oluyordu. En büyük destek yitirilmişti. Stalin ölmüş, revizyonist Kruşçev parti yönetimine egemen olmuştu. Kruşçev’in gelmesi, Yunanistan açısından yeni bir sayfanın açılması, mücadelenin tatili anlamına gelmişti. Ama Zakharyadis, Kruşçev revizyonizmine boyun eğmedi.
Burada size bir gerçeği anlatayım: Kruşçev Zakharyadiks’e üç defa suikast düzenledi. Üçünde de Zakharyadis suikastten kurtuldu. Bunların birinde, Zakharyadis kendi arabası yerine Özbekistan Komünist Partisi Sekreterinin arabasına biniyor. O sırada Zakharyadis’in arabası havaya uçuyor. Biliyorsunuz Özbekistan KP Sekreteri, Stalin’i savunduğu için daha sonra sürgüne gönderildi ve kolhozda çalıştırıldı.
Sovyetler Birliği’ndeki Yunan komünistleri işte böyle koşullarda mücadele ediyor. O dönemde, sadece Taşkent’te 10 binin üzerinde Yunan komünisti vardı.
Zakharyadis ve binlerce komünist Kruşçev’e karşı direniyordu. Kruşçev sadece 300 kişilik bir taraftar grubu bulabilmişti onların arasından. Kendisine karşı çıkanları ise zindanlara, akıl hastanelerine gönderdi. Çocuklarını okullardan aldı, yardımı kesti ve bulundukları yerin dışına çıkmalarını yasakladı. Kruşçev bununla da yetinmedi. Kuzinin sekreterliğinde, SSCB, Romanya, Çekoslovakya, Macaristan, Polonya ve Bulgaristan delegelerinden oluşan bir komite kurdurdu. Adına da “Yunanistan Komünist Partisi’ni yeniden örgütleme komitesi” dedi. Zakharyadis, “Bizim partimiz var. Yeniden örgütleme bize müdahaledir. Başkaları bizi örgütleyemez” diyerek komiteye karşı çıktı. Komite, bu açık muhalefete rağmen Yunan komünistlerine müdahaleye devam etti. Ülke içinde ve dışında ne kadar kaçak, ilişkisiz kimse varsa toplandı. Taşkent’te bir konferans düzenledi. Bu konferansta 7.500 kişi Kruşçev’e tavır aldı. Sadece 1.200 kişi destekledi. Ama komite, sahte bir MK tayin etti.
Bunun üzerine 7.500 komünist, revizyonistlerin bulunduğu MK binasını bastı. Sahte MK Sovyet polisinin yardımı ile kurtuldu. Komünistler ise dağıtıldı. O tarihten sonra Zakharyadis’ten haber alınamadı. 1957 yılında Sovyetler Birliği Zakharyadis’in kalpten öldüğünü açıkladı. Ama doğrusu hiç kimse Zakharyadis’in nasıl öldüğünü bilemez. Öteki komünistler ise cezaevlerine, sürgüne ve akıl hastanelerine gönderilmiştir.

ÖZGÜRLÜK: Peki bu kadar güçlü bir muhalefet daha sonra nasıl toparlanamıyor, yeni bir parti çalışması yapmıyor?
T. BALLOS: Bir müddet sonra toparlandılar, ama kendi aralarında sudan nedenlerle yeniden bölündüler. Komünist partilere Yunanistan komünistlerinin durumunu anlatan mektupların azılması, revizyonist Kruşçev’in durumdan sorumlu oluşu, Arnavutluk ve Çin’e gidilmesi gibi konularda anlaşma sağlanamadığı için dağıldılar. Böylece revizyonizm partiye egemen oldu. İlginçtir, o dönemde yurt dışına çıkan insanların bir kısmı hâlâ dönmedi, dönmek istemedi.
İşte teslimiyet ve revizyonizm böyle egemen oldu. Zakharyadis hata yaptı, ama sonradan bu hatasını tamir etmek için var gücü ile çalıştı.
Gelelim 1960’lı yıllara… 1964 yılında Yorgo Papandreu hükümeti tarafından af ilan edildi. İçerideki partizanlar çıktı. Ama bunlar revizyonizme karşı oldukları halde revizyonizmle yeteri kadar mücadele etmediler. Hatta onunla uzlaştılar. Ve legal parti EDA’nın içinde örgütlendiler. Bu dönem, Yunanistan’da canlanmanın tekrar başladığı dönemdir. Teselia ovası, Makedonya, Patra ve daha pek çok yerde üreticiler gösteriler yapıyordu, çiftçiler isyan halindeydi.
İşsizlik büyüyordu, dışarıya büyük işçi göçü başlamıştı. Öğrenciler ve işçiler belli sınırlı taleplerle sokağa dökülüyorlardı. Komünist partisi yasak olduğu için EDA içinde örgütleniyorlardı. 1965’te ABD ile üs anlaşması imzalandı. Aynı tarihte yabancı sermayeye ve tekçilere büyük kolaylıklar sağlanan anlaşmalar imzalandı Hükümetin biri gidiyor, diğeri geliyordu. Hükümetlerin ömrü 3-5 ayı geçmiyordu. Sık sık seçim oluyordu. Ama seçimler istikrar getirmiyor, tam tersine mevcut krizi derinleştiriyordu. 1965’te Papandreu ile kralın arası Savunma Bakanlığı yüzünden açıldı. Baba Papandreu istifa etti. Şimdiki Yeni Demokrasi Partisi lideri Miçotakis. o zaman 20’ye yakın milletvekili ile ayrılarak yeni parti kurdu. Kral Konstantin, sürekli hükümet değiştiriyordu. Halkın muhalefeti de gittikçe gelişiyordu. Ancak bu muhalefet hâlâ kendiliğindendi. O dönemde kapitalizm daha örgütlüydü. Sistemli bir şekilde, cuntaya zemin hazırlamak için provokasyonlar düzenleniyordu. Bunların en önemlisi, 23 Mayıs 1963 tarihinde EDA milletvekili, yurtsever, demokrat Grigoris Lambrakis’in, hükümet ve gizli polisin çabasıyla öldürülmesiydi. Lambrakis’in katli, Yunanistan’da büyük gösterilere neden oldu. Ama muhalefeti ezmek için her türlü çabaya başvuruluyordu. Seçimlere de açıktan hile karıştırılıyordu. Bu durum, 1967 yılına kadar devam etti. Kral. 1967’de Kanolopoulos başkanlığında geçici bir seçim hükümeti kurdu. Seçimin de Mayıs ayının sonunda yapılacağını açıkladı. Ancak 21 Nisan 1967 tarihinde, Albaylar darbe yaptılar. Hemen ardından Orta Doğu’da Arap-İsrail savaşı başladı. Amerikan savaş uçakları Yunanistan’daki üsleri kullanıyordu. Bunlarla şunu vurgulamak istiyorum: Cunta, sadece iç koşullar sonucu gelmedi. O emperyalist talan ve yağmanın dışında, Amerika’nın o dönemde Orta Doğu’ya rahat müdahale etmesi için geldi aynı zamanda.

ÖZGÜRLÜK: Cunta iş başına geldiğinde muhalefetin durumu neydi? Nasıl bir tepki gösterdi?
T. BALLOS: Cunta iş başına geldiği zaman muhalefet örgütsüz ve dağınıkta EDA gittikçe revizyonist-reformist bir parti haline gelmişti. Hiç unutmuyorum, cuntanın bir gün öncesiydi, Omanya’da toplanmıştık. Kitlenin içinden biri EDA’nın şeflerine sordu. “Darbe ihtimali var. Darbe olursa ne yapacağız?” EDA’nın şefinin yanıtı şöyleydi: “Yunanistan’da halk demokrasiye bağlıdır. Onun için askeri darbe olmaz. Hem Avrupa böyle bir darbeye karşıdır.” Revizyonist komünist partisinin o dönemde tek hedefi vardı: Legalleşmek… Ondan ötesini göremiyordu.
(Burada gülüyoruz. “Bizde de aynı” diyoruz. “Tabi” diyor, “revizyonist ve reformcular aynı iplikten dokunmuşlardır.)
Revizyonistlerin dışındakiler ise, mücadeleyi yükseltmeyi düşünmelerine rağmen hep revizyonistlerin barikatları ile karşılaşıyordu. Revizyonistler cuntanın gelişini görmedikleri gibi, cuntaya karşı teslimiyeti yayıyorlardı.
Bu şartlarda cuntanın işi daha da kolaylaştı. Kısa zamanda denetimi kurdu. Adalar tekrar devrimci ve demokratlarla doldu. Bütün partiler, sendikalar, dernekler ve yayınlar kapatıldı. Sonrası hepimizin bildiği şeyler… Tutuklamalar, tutuklamalar… İşkenceler, işkenceler… Bu dönemde en büyük örgütlülük üniversite gençliği içindeydi. Ve bu gençlik revizyonistlere karşıydı.
Devrimci muhalefet uzun zaman kendini toparlayamadı. Ancak 70’lerden sonra yavaş yavaş canlanmaya başladı. Bildiriler dağıtılmaya, yazılar yazılmaya başlandı. Belli bir kesim, özellikle öğrenci gençlik sesini yükseltti. Gençlik, akademik ve demokratik talepleri için gösteriler, boykotlar yaptı. Tabi her seferinde şiddetle dağıtıldılar. Bu dönemde reformcular yurt dışında PAK diye bir örgüt kurdular. Diğer devrimci ve demokratlar da ortak olarak “Demokratik Savunma Örgütü”nü kurdu. Marksist-Leninistler yeni yeni örgütleniyorlardı. Tüm zorluklara rağmen mücadele sürüyordu. Mesela Teodorakis’in yazısı elle çoğaltılarak elden ele dolaşıyordu. Böyle bir birikimle Politeknik direnişine gelindi.

ÖZGÜRLÜK: Politik direnişi nasıl başladı, nasıl gelişti?
T. BALLOS: Daha önce de belirttiğim gibi, üniversite gençliğinin bir yeraltı örgütü vardı. Bu örgütün önderliğinde 15 Kasım 1973’te Politeknik Üniversitesi’nde direniş örgütlendi. Diğer üniversitelerdeki gençlik grupları da buraya geldi ve direnişe katıldı. Direniş iyi örgütlenmişti. İçerde son ana kadar korunan bir radyo istasyonu, bildiri dağıtmak içen teksir makinası gibi şeylere sahiplerdi. Direniş üniversiteyi işgale dönüştü. Radyo sürekli yayın yapıyor, halkı desteklemeye çağırıyordu. Öğrenci gençlik okulu kahramanca savunuyor, direniyordu. Bir yandan da bildiriler dağıtılıyordu. Cuntanın Milli Eğitim Bakanı bunun üzerine üniversiteye geldi ve “işgalin kanunsuz olduğunu, eylemden vazgeçmelerini” söyledi. Öğrenciler reddetti. Bu arada işçiler ve diğer emekçiler, gençliği desteklemek için sokağa dökülmüşlerdi. İşçiler, halk üç gün boyunca sokaklarda panzerlere, tanklara karşı dişe diş mücadele etti. Üniversitede ise öğrenciler, tanklara ve panzerlere karşı etten barikatlar kurmuşlardı. Nihayet 17 Kasım günü tank ve panzerlerin desteğinde cuntanın cellâtları üniversiteye girdi. Ama gençlik son ana kadar direndi. Radyo istasyonu son saniyeye kadar yayını sürdürdü. Sonuç: Onlarca ölü, yüzlerce yaralı ve tutuklu…

ÖZGÜRLÜK: Kaç kişi öldürüldü?
T. BALLOS: Öldürülenlerin kesin sayısını hiç kimse bilmiyor. Çünkü Atina’nın tüm sokaklarında bir savaş görünümü vardı. Üniversitede katledilenler 34 kişi, ama onlarcası o gün kayboldu, bir daha da bulunamadı. Onun için Politeknik şehitlerinin kesin sayısı belli değildir.
Size burada bir durum anlatayım: Revizyonist Yunan Komünist Partisi (KKE) direnişi kırmak için elinden geleni yaptı. YKP Sekreteri Florakis, 1976 yılında yaptığı bir konuşmada. “Politeknik bir provokasyondur. Cuntanın tezgâhıdır” diyerek direnişi karaladı. Yine aynı Florakis şunları da söyledi: “Bunu CIA ve Yunan gizli polis teşkilatı KİP düzenledi. KKE (YKP) ve KNE (YKP gençlik örgütü) olarak direnişi kırmak için var gücümüzle çalıştık. Ama gücümüz yetmedi. Kontrol edemedik. Eğer bir gençlik içinde çalışsaydık, gücümüz olsaydı, daha rahat kontrol ederdik.” (Komünist Yayın. Sayı 98 Sayfa 112-113, Kasım 1976) İşte revizyonistler, Politeknik olayı konusunda sekreterleri ağzından böyle konuşuyordu. Ama ne zaman ki Politeknik direnişi tüm Yunan halkına mal oldu, sahtekârca sahip çıktılar. Hem de özeleştiri bile yapmadan…

ÖZGÜRLÜK: İşçi sınıfı ve halk Politeknik direnişinden nasıl etkilendi? Direniş sonrasını özetler misiniz?
T. BALLOS: Sessizlik ve korku parçalandı. İşçi sınıfı ve halk daha açık mücadeleye başladı.

ÖZGÜRLÜK: Politeknik direnişine, cuntayı devirmeye yönelik bir mücadelenin temeli ve başlangıcıdır diyebilir misiniz?
T. BALLOS: Politeknik direnişi önemli bir yere sahip, ama cuntanın devrilmesi sadece Politeknik direnişi ile olmadı. Cunta birçok iç ve dış etken ve mücadelenin sonucu gitmiştir. Bu etkenlerden biri de Kıbrıs olayıdır.

ÖZGÜRLÜK: Cuntanın yargılanıp mahkûm edilmesinde Politeknik direnişinin rolü var mı?
T. BALLOS: Evet, evet…

ÖZGÜRLÜK: Son bir soru: Yunanistan cuntası yargılandı, ömür boyu hapse mahkûm oldu. Ama Türkiye cuntası hâlâ dizginleri elinde tutuyor. Sizce bunun açıklaması nedir?
T. BALLOS: Zor bir soru… Politeknik olayı çok özel bir olay. Hiçbir parti ve örgüt kolay kolay bir Politeknik olayı yaratamaz. Diğer yandan bugün Türkiye halkı mücadele etmiyor denemez. Mücadele ediyor. Fakat Türkiye ve Yunanistan, komşu olmalarına rağmen aynı değil. Çok farklı durumları var. Üstelik Yunan cuntasının bulunduğu koşullarla Türkiye cuntasının bulunduğu koşullar bir değil. O nedenle birbirinin benzeri gelişme ve durumlar olmayabilir. Yunanistan cuntasının devrilmesi öyle koşullarda gelişti ki. ABD’nin müdahalesini aştı. Ama Türkiye’de iç ve dış etkenler, cuntayı ABD’nin bir planı dâhilinde götürüyor. Bence zaman, iç ve dış koşullar aynı değil.
Ayrıca Yunanistan’da farklı olan bir şey daha vardı: Yunan halkının 10 yıllık bir silahlı mücadele deneyi, neredeyse iktidar olma durumu… Tüm bunların da etkisi vardır. Yunanistan halkı geçmişte bir dizi deneye sahipti. Halkın geçmiş deneyleri çok önemli. Yunan halkı bu konuda büyük avantajlara sahip. Geçmişte sizlerin geçtiğiniz koşullardan biz de geçtik. Onun için, Özgürlük Dünyası’nın Türkiye’de demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde ileri bir adım olacağına inanıyorum. Bunu, sahip olduğumuz deneye dayanarak söylüyorum ve başarılar diliyorum.

Ocak-Şubat 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑