Kurulu nizam’a karşı, eleştirel bir toplumsal tepkinin yavaşlatılmış yankısı, mizahın ve karikatürün şekillenmesine sanatsal ifadesine kavuşuyor.
Tekelci kapitalizmin koşullarında, ayrı bir edebi ekol olarak özelleşen ve özerkleşen ve dev bir tüketim pazarı yaratan mizah ve karikatür sanatı, tekelci burjuvazinin elinde, sistemin elle tutulabilir hale gelmiş sivriliklerinin hafifçe eleştirisine ve sivriliklere karşı yönelmesi, toplumsal tepkinin, sistem içinde tatmin edilerek eritilmesine hizmet edecek şekilde siyasal-toplumsal bir işleve kavuşuyor. Sistem, sivriliklerin ve aşırılıkların eleştirel mizah yoluyla törpülenmesinin kanallarını açarak, mizah ve karikatür sanatçılarını ödüllendirerek, sisteme tarihsel ve siyasal bir meşruiyet görünümü kazandırmış oluyor.
Tekelci kapitalizm koşullarında her türden olay, her türden insanlık değeri mizahın konusu oluyor. Mizah olan her-şeyde, sansasyonel haber üretmekte uzmanlaşmış tekelci basın organları tarafından sansasyonel haber başlıkları arasında değerlendiriliyor.
Mizah ve sansasyonel haberler aracılığı İle kapitalizm, yarattığı değerlere değersizlik biçtiğini ortaya koymuş oluyor.
Geçtiğimiz ay Anayasa Mahkemesinin, fahişelere tecavüzde ceza indirimi öngören TCK’nın 438. maddesi ile ilgili verdiği karar, kapitalizmin, burjuva toplumunun insanlık değerlerine biçtiği ölçünün, 21. yüzyıla adım atmakta olduğumuz bir dönemde, burjuvazinin biçimsel hukuk eşitliğinin kazandığı boyutların yeni bir göstergesi oldu.
Anayasa Mahkemesi kararı, ya kalitesiz mizah üreticilerinin kalitesiz esprilerine konu oldu, ya da birkaç ciddi itiraz dışında, sansasyon peşinde koşan tekelci basının sansasyonel haberleri arasında hafife alınıp geçiştirildi.
TCK’nin 438. maddesi ve Anayasa Mahkemesi kararı bir sivrilik olarak değerlendirildi. Tekelcileşmiş basın, ağırlıklı olarak, sivriliğin törpülenmesine ilişkin bir gereksinimi dile getirmekten bile kaçınmayı tercih etti. Bir grup kadının Zürafa Sokak’a ‘zorla girmesi’ olayı, kadınların Anayasa Mahkemesi kararına karşı çıkışından ve karşı çıkış gerekçelerinden daha önemli bir haber değeri kazandı.
Anlayabilmek pek zor değil. Renkli sayfalarında kadın cinselliğini her gün pazara sürmekten başka bir şey yapmayan tekelci basın organlarında ve kamuoyunda, burjuva toplumunun ikiyüzlülüğü yansıyor. ‘İffetli kadın’ın iffetinin tartışma gündemine girebileceği kaygısıyla, burjuva hukuk normlarının ihlaline göz yumma pahasına, kadın cinsinin aşağılanmasını yeniden resmileştiren Anayasa Mahkemesi kararının sessizlikle geçiştirilmesi, bir politika düzeyine yükseliyor. En radikal itirazcılar, kararın, fahişe olmayan kadınların da tecavüze uğramasına hukuki bir kılıf oluşturabileceğine dair kaygılarını dile getirmekle yetiniyorlar.
Sistem kendi ahlaki değerlerini olumlamak için, kadın cinsini aşağılıyor. Aslında TCK’nın 438. maddesi ve Anayasa Mahkemesi kararı, sistemin kendi konumunu, tarihsel-olarak işgal ettiği “yeri resmileştirmiş, tescil etmiş oluyor. Kapitalizm, insan soyuna karşı en büyük soysuzluğu temsil ediyor.
438. Madde Anayasa’ya ve yasalara aykırı bir konumda değil
Sorunu kendi bütünlüğü içinde görmek gerekiyor. Anayasa Mahkemesi kararı yeni bir durum yaratmıyor. Var olan durumun yeniden tescil edilmesini sağlıyor. Kararın açıklanması, sadece sorunun güncelleşmesine kaynaklık ediyor.
Anayasa Mahkemesinin kararının açıklanmasından önce de, fahişelere tecavüzde ceza indirimi öngören TCK’nin 438. maddesi yürürlükte. 65 yıldan bu yana yürürlükte. Anayasa Mahkemesi kararıyla da yürürlükte kalıyor. Maddenin ilgili fıkrasının, Anayasa hükümlerine, temel insan haklarına ve eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmesine yönelik bir başvuruyu değerlendiren Anayasa Mahkemesi, madde hükümlerinin Anayasa’ya uygun olduğuna dair kararını açıklıyor.
Anayasa mahkemesi kararı, belli sınırlar içinde, eleştiri ve tepki topluyor.
Kararın haksız eleştirilere uğradığını eleştirenler, yüksek yargıçların ve kararın yanında yer aldıklarını açıklıyorlar.
Haklı-haksız eleştirilerin boyutunu ve mahiyeti fazlaca ilginç değil ama Anayasa Mahkemesi kararının ve 438. madde hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığı, Anayasa’nın temel felsefesi ile uyumluluk sağladığı görülüyor. Toplumsal muhalefetin ve tepkinin yetersizliği koşullarında aksi bir karar, Anayasa’nın ruhuna ve temel ilkelerine aykırı olurdu. Fiili demokrasi koşullarının yaşandığı ve 141-142 gibi maddelerin fiilen işlemediği 1970’lerin sonunda, bu maddelerle ilgili yapılan bir başvurunun gene Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmesi, olayını anımsamak gerekiyor. Sosyal yaşamın ve pratiğin reddetmesine karşın, TCK’nın 141-142 maddeleri Anayasa’ya ve mevcut hukuk sistemine ne kadar uygunsa, farklı bir mahiyet taşısa da, TCK’nın 438. maddesinin ilgili hükmü ve Anayasa Mahkemesi kararı da aynı ölçüde Anayasa’ya uygunluk arz ediyor. Yasaklar manzumesinin hukuki ifadesinin oluşturan ve devlet karşıtlarının katledilmesine yönelik hukuki gerekçeler sıralayan bir Anayasa’nın fahişeye tecavüzde ceza indirimini, hukuki hak eşitsizliğini onaylamaması beklenemez.
Hukuk mevcut sistemin ‘kurulu ni-zam’ın korunmasının, sürdürülmesinin yasal zırhını oluşturuyor. Statükonun yasal çerçevesinin korunması, fiziki güç organlarının faaliyetlerine meşruiyet kazandıran hukuki düzenlemelerle mümkün olabiliyor. Bilinen ve doğrulanan bir gerçek: Hukuki normların, hukuki düzeyin, resmi toplumun siyasal normlarından, ‘kurulu nizam’ın düzeyinden daha gelişkin ve yüksek olmadığı görülüyor.
Resmi toplum kadına ikinci sınıf bir statü veriyor. Özellikle kriz dönemlerinde kapitalist sanayi sektörünün üretim sürecinden dışladığı, çalışmak için bile kocasının iznini almak zorunda bırakılan ve bazı mesleklerde çalışmasının yasaklandığı kadın, kırsal alanlarda pratik yaşamda henüz yurttaş düzeyine dahi erişememiş hemcinslerinin yanında, mutfağın ve yatak odasının boğucu atmosferine sürülüyor.
Anayasa ve özellikle Medeni Kanun hükümleri, kadın cinsine biçilen ikincil statüyü onaylıyor.
Kapitalizm, kadın cinselliğini metalaştırıyor.
Ev(lilik) sektöründe ve belirlenmiş bazı işkollarında kadın işgücünün istihdam edilmesinin dışında, özellikle kapitalist ekonominin bunalımının yoğunlaştığı koşullarda, resmi ve gayrı resmi fuhuş sektörü, kadın cinselliğinin metaya dönüşmesine yardımcı bir alan olarak açık tutuluyor.
Meta üretiminin ve ücretli köleliğin yoğunlaşması ve yaygınlaşması kapitalimde ifadesini buluyor. Kapitalizm ücretli köleliği yoğunlaştırırken resmi ve gayrı resmi fuhşu da yaygınlaştırıyor ve bizzat kadın cinselliğinin metalaşma-sının koşullarını yaratıyor. Üstelik fuhuş damgasının, bizzat burjuva evlilik kurumuna vurulmasına yol açıyor. Kapitalizm koşullarında burjuva evliliği, bazen her iki tarafın, daha çok da kadının fuhşu haline dönüşüyor. Şu farkla ki, “burada kadını aldatıcı fahişeden ayıran şey, onun bedenini bir ücretli işçi gibi parça başına kiralamayıp, bir defada tümüyle satarak köle olmasıdır”. Kapitalizm ilkel köleliği ve serfliği yıkıyor, işgücünü metalaştırıp pazara sürüyor, ama ev köleliğini koruyor. ‘Evlilik mahkûmları’ toplumsal bir statü oluşturuyor. Ev kadınlığı kadın için bir iş, bir meslek olarak genel kabul görüyor. Kapitalist pazarın kuralları evlilik olayı için de geçerlilik kazanıyor.
Kapitalist pazar, sistemin resmi fuhuş batağına ittiği kadını ‘vesika’landırıyor. Kapitalizm, kendi yarattığı sosyal statüyü ‘vesika’landırarak aşağılıyor. ‘Vesika’, kadın ve erkek cinselliğinin meta düzeyine indirgenmesinin, cinselliğin serbest piyasa ekonomisine dâhil edilmesinin resmi ifadesini oluşturuyor. Resmi ve gayrı-resmi ‘vesika’, cinsel borsada, hisse senedi işlemi görüyor.
Hisse senedi ile alıcı arasında duygusal yakınlık kurulması gerekmiyor. Alıcı bulabilmesi için, kullanım ve değişim değeri göstermesi ve serbest pazar ekonomisinin kurallarına tabi olması yeterli oluyor.
Tanzim edilen kalıcı bir belgeye atılan imzalar, imzaların resmi bir makam tarafından geçersizliği ilan edilinceye kadar, geçici değil sürekli bir kullanım değeri yaratıyor. Sürekli kullanım değerini resmileştiren belge, cinsel tekel hakkını doğuruyor. Yasa, cinsel tekel hakkının kullanımı ile erkeği görevlendiriyor. Cinsel tekel, aynı zamanda, kadının kendi vücudu üzerindeki denetim hakkının sistem tarafından ve sistem adına erkeğe devredilmesini ifade ediyor. Cinsel tekelle itaat altına alınan kadından, sistemin dayattığı sosyal kurumlara uyum ve sadakat göstermesi isteniyor. Ev-mutfak-yatak odası ortamı, burjuva bir çerçevede, kölelik ve bağımlılık ilişkisi üretiyor.
Kadın cinselliğinin metalaştırılarak her alanda pazara sürüldüğü kapitalizm koşulları ve burjuva ilişkiler ağı, cinsel tekeli ifade eden kurumlaşmanın erkek için bağlayıcı olmamasının maddi zeminini oluşturuyor. Cinsel tekel, bu çerçevede erkeğin cinsel özgürlüğünü kısıtlamıyor. Metres tutmayı da içine alan resmi fuhuş, erkeğin cinsel özgürlüğünden vazgeçmeyi reddetmesini yansıtıyor.. Fuhuş sektörü, kadının tekeşli evliliğe karşı cinsel isyanını yansıtan zina olgusu ile tamamlanıyor.
Hem fuhuşta ve hem de onu tamamlayan zinada, resmi toplum kadını aşağılıyor. Toplumsal ahlakın ölçüleri ve toplumsal değer yargıları, egemen erkek cinselliğinin aşağılanan kadın cinselliği ile ilişkisinin derecesine ve düzeyine göre belirleniyor.
Kapitalizm, kadın cinselliğini fuhuş sektörüne potansiyel bir işgücü olarak sürüyor. Kapitalizm, fuhşu, yasal ve resmi bir sektör düzeyine yükseltiyor. Bağımsız bir sektör statüsü vererek fahişeliği yasallaştıran ve resmileştiren sistem, eylemlerinden dolayı da fahişeyi cezalandırıyor, fahişeyi sosyal bir parya statüsünde aşağılıyor. İffetli’ kadını ‘iffetsiz’ kadından ayırarak, ‘iffetsiz’ kadını ayrıca cezalandırıyor. Kadın cinsiyeti, ‘iffetsiz’ kadının şahsında sistem tarafından ikinci bir kez ezilmiş oluyor.
‘Vesikalı’ kadına tecavüzü özendirme hukuku, uygarlığın düzeyine daha uygun düşüyor.
Sistem, ‘iffetli’ kadının korunması, ailenin ve analığın kutsanması görünümü üzerine oturuyor. Sistem ‘vesika’yı aşağılayarak, ‘ikili sözleşme’nin lekesiz kalmasını sağlıyor. Kapitalizm, toplumu aile kurumu dahil en küçük birimlerine kadar atomize ediyor. Fuhuş sektörü palazlanıyor.
Kadının korunması, propaganda ve görünümden ibaret kalıyor.
‘İffetsiz’ kadını aşağılamak ve cezalandırmak suretiyle, bu yolla, sistem, hem ‘iffetli’ kadının olumlanmasına, kadın cinsinin kendi ezilmişliğini unutmasına psikolojik ve moral zemin sağlanmış oluyor, hem de kapitalizmin ikiyüzlülüğü örtülmüş oluyor.
Kadını potansiyel olarak fuhuş sektörüne sürükleyen resmi toplumsal düzeni onaylayan ve hukukileştiren Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu, kapitalizmin ikiyüzlülüğünün üzerindeki örtüyü kaldırıyor.
Askerlik pratiğinde ve savaş düzeninde kuraldır: Düşmanın saldırısı tali hedeflere çekilir. Böylece asıl hedefin, asıl yığınağın korunması için, tali hedeflerin cazip halde sunulması da önemlidir.
Sistem, resmi toplumun ‘namus’unu korumak için, ‘iffetli’ kadını korumak için, fahişelik kurumunu tali hedef olarak kullanıyor.
Bu durum, fahişelere karşı tecavüzün ceza indirimine konu edilmesini onaylayan yasa hükmünün yürürlükte tutulmasının fazlaca ve temelden tepki toplamamasını daha anlaşılır kılıyor. Anayasa Mahkemesi kararının, ‘iffetli’ kadının saldırgan erkeğin saldırı hedefinden kısmen de olsa korunmasına yardımcı olacağı düşüncesiyle olsa gerek, karar, sistemin doğrudan savunucuları tarafından, muhafazakâr çevreler tarafından sessizlikle geçiştiriliyor.
Tali hedefin saldırı için cazip halde tutulması gerekiyor.
TCK’nın 438. maddesinin öngördüğü ceza indirimi ve bu hükmün Anayasa Mahkemesi kararıyla yeniden tescil edilmiş olması, fahişeye saldırının cazip halde tutulmasının hukuki ifade biçimlerinden birini oluşturuyor.
Kadın ve erkeği ile toplumun, insanlık değerlerinin, kapitalizm tarafından aşağılanması, hukuki bir boyut kazanıyor.
Ortaçağın kurulu düzeninin fahişelik batağına itelediği gayrı-resmi fahişeler veya kadın cinsinin köleleştirilmesine karşı isyan eden kadınlar, Engizisyon Mahkemesi kararıyla cadı ve büyücü olarak ilan edilip yakılıyordu veya Şeriat hükümlerine göre taşlanıyordu. Tarihsel gelişmenin Ortaçağı geride bıraktığı, mevcut hukuk sisteminin, Engizisyon ve Şeriat normlarından koptuğu anlaşılıyor. Resmi toplum Vesika’ vermediği fahişenin yakılması veya bu konudaki istekler artık yüksek sesle dile getirilmesine karşın, taşlanması yoluna gidilmiyor. Ceza indirimi ile ‘vesikalı’ kadına tecavüzü özendirme hukuku, uygarlığın düzeyine daha uygun düşüyor.
Sistemin ahlaki normları, tepkiyi yavaşlatıcı bir rol oynuyor
Toplumun, birbirinden uçurumlarla ayrılan sosyal sınıflara bölünmesi koşullarında, sosyal ve ekonomik statü bakımından eşit olmayan yurttaşların, yasa karşısında eşit sayılması, aslında bir eşitsizliğin onaylanmasını ifade ediyor.
Kapitalizm, tekelci evrede, sınıflar ve yurttaşlar arasındaki sosyal eşitsizliği derinleştiriyor. Burjuva hukuku, eşitsizliği onaylıyor. Kapitalizm, bütün yurttaşla-n yasa önünde eşit sayarak, burjuva hak eşitliğini gerçekleştiriyor.
Sosyal eşitsizliği onaylasa bile, kapitalizmin siyasal hak eşitliğini gerçekleştirdiği sanılıyor, öyle biliniyor.
Eksik biliniyor.
‘En demokratik’ Avrupa tekelci burjuvazisi, ırk ayırımı politikası güdüyor, sömürgelerin devlet bağımsızlığını tanımıyor, göçmenlere siyasal hak eşitliği vermiyor, örgütlenme özgürlüğünü yasak ve kısıtlamalarla sürekli buduyor. Ülkemizde de sistem, yasaklar temelinde oturuyor. Kapitalizm karşıtı düşünce ve eylemin örgütlenmesi, grev ve sendikal örgütlenme hakkının, toplu gösteri hakkının kullanılması yasalarla yasaklanıyor. Anayasa ve yasalar birer yasaklar manzumesinden ibaret. TCK’nın 141-142. maddelerinin kaldırılmaması için kamuoyu oluşturuluyor. Hukuk, siyasal hak eşitsizliğin onaylanmasının siyasal ifadesini oluşturuyor. Hukuk kadın cinsinin siyasal eşitsizliğini Han ediyor. TCK’nın belli maddeleri ve Medeni Kanun, kadın cinsinin siyasal hak eşitsizliğini belgeliyor.
İslam hukuku, kamu “hakları” alanında, kadını yarım İnsan olarak kabul ediyordu. Kapitalizm, TCK’nın 438. maddesinde ifadesini bulan hukuk sistemi ile kendi yarattığı batağa sürdüğü kadın cinsinin bir bölümünü üçte bir insan olarak ilan ediyor.
Anayasa Mahkemesi kararı ile de, üçte bir insanlık statüsü yeniden tescil edilmiş oluyor.
Sistem, kendi çözümsüzlüğünü resmileştirmiş oluyor.
İnsanı üçte bir insan sayan ve 65 yıldan bu yana yürürlükte olan bir yasa hükmünün yeniden yürürlükte kalmasını resmileştiren bir karar, bazı kadın örgütlerinin eylemleri dışında tepki toplamıyor.
Toplumsal-siyasal muhalefet odakları, belli bir dozajda ve sınırlı tepki göstermekle yetiniyorlar.
Sistemin ahlaki kurallarının hala tek geçerli ahlak kuralı olarak kabul görmesi ve ‘erkek egemen ideoloji’nin etkileri, başka bir yığın etmenle birleşerek, tepkileri yavaşlatıyor, reforme ediyor.
Sistem insanlığın diğer yarısını, erkek cinsini paratoner olarak kullanıyor, erkek cinsini öne çıkararak kendini gizlemeyi başarıyor. Tepki ve öfke, yatak boykotunu da kapsayacak şekilde erkek cinsine yöneliyor.
Kadın cinsine karşı yönelen bir saldın, kadın hareketinin doğal tepkisi ile karşılaşıyor. Feministler bu tepkiyi ve öfkeyi yansıtıyor.
Tepkiyi ve öfkeyi desteklemek gerekiyor.
Feminizm tepki üretiyor, tepki sistemin çeperine çarpıp kırılıyor, çözüm olmuyor. Feminizm çözüm üretemiyor.
Olguların görünen yanları, bir kalkış noktası yakalamak açısından önemli. Ama olguların sadece görünüm biçimleri çoğu kez aldatıcı olabiliyor. Feminizm, olguların görünen yanlarından kalkarak sistemin özüne inemiyor. TCK’nın 438.*’ maddesi ve Anayasa Mahkemesi karan, kadın örgütlerinin eylemlerinde, sistemin sorgulanması, kadının kapitalist toplumda ikinci cins konumuna düşürülmesinin bütün yönleriyle gündeme getirilmesi için bir kalkış noktasına dönüşmüyor.
Feminizm bu aşamada, genel toplumsal muhalefetin toplumsal dinamizminden beslenemiyor, sonuç olarak da \ reformcu politikalar, aynı anlama gelmek üzere çözümsüzlük üretiyor. Feminizm, doğal bir tepkinin eylemlilik düzeyinde su yüzüne çıkması sınırında takılıp kalıyor.
Kapitalizm ya da barbarlığa güzellik makyajı
Kadın cinsinin hakarete uğraması ve alçaltılması, aynı anlama gelmek üzere düzenin kendi kendini aşağılaması, Ortaçağ barbarlığının olduğu kadar uygarlığın da genel ve karakteristik bir özelliğini oluşturuyor. Şu farkla ki, barbarlık aşağılamayı ve eşitsizliği güzelleştirmeden, olduğu gibi, çıplak şiddetin eşliğinde uyguluyor. Oysa uygarlık koşullarında, aşağılanma ve sosyal eşitsizlik güzelleştirilerek, ikiyüzlü bir biçimde gerçekleşiyor.
Hiç bir tarihsel sistem, kadını alçaltma ve kadın cinsine hakaret açısından, kapitalizm kadar alçalmıyor. Tekelci kapitalizm, barbarlığı güzelleştirerek sürdürüyor. TCK’nın 438. maddesi hükümleri ve Anayasa Mahkemesi kararı, ülkede, sistemin, her konuda barbarlığı güzelleştirmeye gerek duymadığını gösteriyor.
Toplumsal muhalefetin gelişmesi ı bugünkü tepkisellik düzeyini aşması karşısında TCK’nin 438. maddesinin ilgili hükmünün yasadan çıkarılması yoluna gidilmesi durumunda, böyle bir gelişme ancak şunu gösterir: Barbarlığın çıplak vahşeti, uygarlığın hukuk operasyonu ile güzelleştirilir, sistem bu tip operasyona vitrini güzelleştirmek için başvurur. Ama tekelci kapitalizm kadın cinsti aşağılamayı sürdürür. Sadece tepki, toplumsal bir yetersizliğin, politik bir darlığın ifadesidir.
Sorunun çözümüne, bu ilişkinin tersine çevrilmesinden başlamak gerekiyor.
Mart 1990