Aile içinde: “Kadın proleter, erkek burjuva” Kadının ezilmesinin kökleri ve bugün

İlk işbölümü, erkekle kadın arasında, döl verme bakımından yapılan işbölümüdür. Ve şimdi ekleyebilirim. Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir. Karı-koca evliliği, büyük bir tarihsel ilerlemedir; ama aynı zamanda, kölelik ve özel mülkiyetin yanı sıra, günümüzü kadar uzunun ve batılarının gönenç ve gelişmesi, bazılarının acı ve gerilemesiyle elde edildiğine göre, o her ilerlemenin aynı zamanda görece gerileme olduğu çağı açar. ” (1) F. Engels

Kadının bir cins olarak baskı alıma alınmasının ve sömürülmesinin kökleri çok eskilere gidiyor. Binlerce yıl öncesine. Kadın, ilk sosyal işbölümü ortaya çıktığında, ezilmeye ve ikinci plana itilmeye başlıyor. İlk sömürünün, sınıflar-arası sömürünün rüşeym hali bu…
Kadının ilk ezilmesi “Karı-koca’1 ailesinin ortaya çıkmasıyla başlıyor ve çağlar ilerledikçe devam ediyor. Kadının cins olarak baskı altına alınması ve sömürünün konusu olması “ailenin” gelişmesiyle at-başı gidiyor. Bu baskı ve sömürü bütün üretim biçimlerine mükemmel bir biçimde entegre oluyor. Çeşitli üretim biçimlerinin karakterine uygun gösteren bir üst yapı kurumu olarak aile. genişlemek ya da daralmak, giderek kadının rolünü daha çok ikinci plana itmek biçimlerinde değişkenlik gösteriyor ve hep kadının aleyhinde olarak evrime uğruyor. Kadın, hangi sınıfa mensup olursa olsun, mensup olduğu sınıfın ezilen bir sınıf olmasına ek olarak bir de genel olarak kadın olduğu için Tarih boyunca bir çok sınıf ezilen bir sınıf olmaktan çıkıyor, özgür bir sınıf ya da ezen bir sınıf oluyor. Bir önceki üretim ilişkisinin ezilen bir sınıfı, bir sonraki üretim ilişkisinde en azından “Daha iyi durumda olan” bir sınıfı olabiliyor. Üretim biçimleri değiştikçe sınıflar sürekli olarak yer değiştiriyor. Kuşkusuz üretim biçimi değiştiğinde, örneğin, köleler ezen sınıf durumuna gelmiyorlar. Ama eski üretim biçiminde sahip olmadıkları hakları kullanabilen, eskiye oranla daha iyi bir ekonomik durumda olabilen çeşitli kategorilerdeki serfler ya da özgür köylüler olabiliyorlar. Serfler kapitalizmde, küçük ya da orta köylü, hatta zengin köylü: daha da ileri gidebilenleri gelişmesi feodal bey tarafından engellenen ve ezilen zanaatkar burjuva durumuna geçebiliyor.
Ama kadın açısından bir şey değişmiyor. Kocasının, mensubu bulunduğu sınıfın durumuna bağlı olarak ekonomik durumu kötü. iyi ya da daha iyi olabiliyor ama erkek karşısındaki rolü aynı kalıyor. Hatta üretim biçimleri geliştikçe “erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlık”, erkeğin üretim sürecinde durumunu güçlendirmesine bağlı olarak daha çok erkek lehine gelişiyor \e erkek, toplumun ve ailenin mutlak hâkimi oluyor, bu iki alandaki iktidarını korumak ve bu alandan kadını dışlamak için kadını ezmenin, dolayısıyla da sömürmenin biçimlerini zenginleştiriyor. Egemen sınıflar, bu sömürüyü görünmez kılan, kadının ikinci plana itilişinin meşrulaştırılmasını ve zorunluluğunu vazeden kurumlan geliştiriyor ve bu doğrultudaki kültürü allayıp pulluyor. Fark edilmez ve kolaylıkla karşı çıkılmaz hale getiriyor.
Kadının baskı altına alınışı ve sömürülmesi binlerce yıl içinden süzülerek, daha çok mükemmelleşerek, sömürü ilişkisi daha çok görünmezleşe-rek ve bu baskı ve sömürü biçimi kadına da içselleştirilerek kapitalizme kadar gelişiyor.
Bütün sınıfları özgürleştiren” kapitalizm kadın erkek ilişkileri açısından kadına yeni bir şey vermiyor.
Uzun yılların mücadelesi sonucu verip ettiği tek şey, yasa önünde eşitlik oluyor kullanılamayan, kullanılabildiği zaman bile kadını yüzyıllardır ezen ve tabi kılan durumda tutan, tam tersine bu koşullarda bile kadının erkek karşısındaki ikinci plana itilmişliğini, sömürülmesini, bir yanıyla gizleyen bir araç olarak: diğer yanıyla ise yasal eşitlik, kadının bütün durumunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. “Aynı biçimde, erkeğin kadın üzerindeki egemenliğinin özel niteliği, (…) erkekle kadın tamamen eşit hukuksal haklan sahip oldukları zaman” ( 2) ortaya çıkıyor.
Kapitalizm toplumun diğer bireyleri gibi endüstriyi kadına da açıyor. Ucuz emek sağladığı ve asırlar boyunca baskı altında kalışı sonucu benimsediği uysal ve sorumlu özelliklere sahip olduğu için. Burjuvazi kadının niteliklerini de istismar konusu yapıyor Sonuçta kadın, iş ve ev cenderesi arasında sıkışıyor. Ekonomik bağımsızlığını giderek elde etmesine ve bu, onun kurtuluşunun ilk koşulu olmasına karşın kadın, yine de ezilmeye devam ediyor. Çünkü o, hala bütün toplumların en sağlam kurumu olan aile içindedir ve bu ailede kültürel olarak oluşmuş, yasalarla sağlamlaştırılmış, geleneksel olarak pekiştirilmiş bir rol üstlenmiş olarak yaşamaktadır. Ve bu haliyle “modern karı-koca ailesi, açık ya da gizli, kadının evsel köleliği üzerine kurulmuştur ve modern toplum, salt karı koca ailelerinden -moleküller gibi- meydana gelen bir kütledir.” (3). “Kadın için bütün çalışım kollarında, fabrikada, doktorluk ve hukukçulukta da durum budur.” (4).

KADININ ERKEĞE BAĞIMLILIĞI GENEL BİR KARAKTER TAŞIYOR
Diğer sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalizmde de kadın, bir bütün olarak eziliyor ve baskı altında tutuluyor. Toplumsal olarak içinde yer aldığı sınıfın durumuna bağlı olarak az ya da çok sömürülüyor. İşçi ya da işçi eşi ise ekonomik olarak daha çok, küçük burjuva ya da orta burjuva ise o oranda azalarak sürüyor bu ilişki. Ancak, ezilen bir cins olarak sömürülmesi ve baskı altında tutulması, yeteneklerinin köreltilmesi ve bu yeteneklerin ev işi gibi rutin bir işte heder edilmesi, toplumsal faaliyetlerin dışına itilmesi, bazı mevkilere gelmesinin yasalarla engellenmesi, ona çalışma hayatının bütün alanlarının açılmaması vb. vb. açısından hangi sınıfa mensup olursa olsun durum değişmiyor. Kapitalizmin kadına biçtiği yer, hangi sınıfın üyesi olursa olsun ve hangi mesleği elinde bulundurursa bulundursun, evinin “baş hizmetçisi” sıfatıyla, evde çocuğunun bakıcısı, erkeğin her türlü gereksinimini karşılamakla yükümlü karışıdır yalnızca. Burjuvazi kadının böyle olması ve böyle kalması için tüm ideolojik kurumlarını, bu bakış açısıyla işletiyor. Okulda, radyo ve televizyon programlarında, gazetelerde, kitaplarda ve tüm dinsel kurumlarda kadın, hep bu imaj çerçevesinde roller benimsiyor ya da benimsetiliyor. Toplum ve insanlar farklı sınıfsal konuma sahip olsa da kadını hep böyle algılıyor ve davranışlarını ona göre düzenliyor. Ev kadını… kadın işi… anne… eş… kırılgan… yeteneksiz… hep ikinci rollere mahkum cins… ev ve kadın… Kadını tali bir yere iten toplumun ideolojik bombardımanı böylece sürüp gidiyor. Herkes kendisine biçilen rolleri benimsiyor ve başka türlü olamayacağına inanıyor. Ona biçilen rolün dışına çıkan kadın en azından yadırganıyor. “Elinin hamuruyla erkek işine karışmaktadır.” çünkü. Bu toplumsal eğitim, erkek ve kadınlar için geçerli fakat farklı olarak doğumdan itibaren başlıyor, ölünceye kadar da sürüyor.
Kadının topyekûn ezilmesi durumu, bağımlı bir ulusun topyekûn ezilmesi durumuna benziyor. Ezen ulusun burjuvazisi ve çeşitli sınıfları, ezilen ulusun ulusal gelirinin bir bölümüne el koyuyor, gasp ediyor bunu. Ezilen ulusun bütün kesimleri etkileniyor bu el koymadan. Burjuvazi de etkileniyor bu el koymadan. Ezilen ulusun burjuvazisinin hoşnutsuzluğu buradan kaynaklanıyor. Ezilen ulusun ulusal gelirine ezen ulus burjuvazisi de ortak olmuştur çünkü. Diğer sınıfların bu el koymadan gördüğü zarar, ezilen ulus burjuvazisinden daha çok kuşkusuz ama burjuvazi de zarar görüyor. Öte yandan burjuvazi ve onun gibi ezilen ulusun üst tabaka mensupları, bütün ulusla birlikte, ezilen ulusun mensupları olmaları yanlarıyla “ulusal bakımdan” eziliyorlar. Bu sınıflar, kendi uluslarının kimliğiyle ortaya çıkamıyorlar. Ulusal kimliklerini reddederek ve kendi uluslarının sömürüsüne ezen ulus burjuvasının ortak olmasını sineye çekerek var olabiliyorlar ancak. Bu kimliğe sahip çıktıkları koşullarda ise ezen ulus burjuvasının şimşeklerini üzerlerine çekiyorlar. Böyle olunca da ya ezilen ulusun ulusal kimliğine kavuşma mücadelesinin önünde ya da bir yerlerinde yer almak durumunda kalıyorlar. Buna itiliyorlar veya başından itibaren bu nedenlerle bu mücadelenin bayrağını ellerinde tutarak mücadele ediyorlar. Bu sınıfların (örneğin Barzani’nin temsilcisi olduğu sınıfın da) ulusun bağımsızlık mücadelesinde yer almasına neden olan şey, sömürü ve baskının ekonomik olduğu kadar ulusal bir karaktere de sahip olmasıdır.
Kuşkusuz ezilen ulusun daha alt sınıfları ve proletaryası da sınıfsal baskının yanı sıra ulusal boyunduruğun acısını en çok çeken sınıflardır. Üstelik proletarya, kendi burjuvasının yanı sıra, ezen ulus burjuvasının da sömürüsü altındadır. Bu yüzden ulusal baskının kaldırılmasının bayrağını, çağımızda özellikle proletarya yükseltiyor. Ezilen ulusa mensup sınıflar, proletaryadan başlayarak toprak toprak ağalarına doğru giderek azalan oranda bir ekonomik baskıya maruz kalmalarına karşın, ulusal açıdan topyekûn ve aynı biçimde ezilirler. Ulusal sorunun, çözümünü, bir ulusun kurtulması biçiminde ifade edişinin nedeni budur. Ve işte kadın sorunu tam da bu noktada ulusal soruna benzemeye başlamaktadır.
Ulusal bakımdan tüm sınıflar ulusal bir baskı ile karşı karşıyayken, cins olarak da kadın, hangi sınıfa mensup olursa olsun, cins baskısı altındadır. Kadının, bu baskıyı, en yakınındaki erkekten görüp görmemesinin -onu da görüyor- önemi yok. Tarihsel ve toplumsal olarak oluşmuş oluşturulmuş kadın imajı ve bu imaja uygun ilişkiler sistemi kadını ezer, yeteneklerini geliştirmesine olanak ve fırsat tanımaz, toplumun eşit hak ve olanaklara sahip bir bireyi kimliğiyle ortaya çıkmasına olanak vermez. Ona yalnızca bir rol tanır; anne, eş ve baş hizmetçi. Bunun dışındaki bütün mevkiler kapalıdır. Kadın, çoğunlukla ataerkil toplumun çok yönlü engellemelerine rağmen olağanüstü zorlayarak, kadın açısından erişilmesi zor yerlere ulaştığında, yine geleneksel rollerinin dışına çıkamaz, bu görevler, yine ona aittir, ondan beklenir ve olanakları elverir de bu görevleri başkasına yaptırırsa bile, geleneksel ev rollerinden birinci dereceden kendisi sorumludur. Erkek pek istisnai olarak bu işe müdahale eder. Çünkü o erkektir ve toplumun erkeğe verdiği görev alanı farklıdır. Bu görev altını her yer olabilir ama kadına biçilen yer olmaz.

AİLE İÇİNDE ERKEK, BURJUVA
Kapitalizm kadını sanayi dünyasına çeker. Kadın sanayi dünyasında ya da diğer başka sektörlerde çalışmaya başladığında ekonomik açıdan erkeklerden daha çok ezilir. Aynı iş için daha çok çalışır, buna karşılık erkeklerin aldığından daha az ücret alır. Kadın kimliyi burada da karşısına büyük bir dezavantaj olarak çıkar.
İşsizler ordusuna karşı, daha düşük ücretle çalışılması için şantaj aracı olarak kullanılır. Grev kırıcılığına zorlanır, iş güvenliği olmaksızın çalıştırılır. Sık sık işten atılır. Aile bütçesine katkısı tali bir destek olarak kabul edilir, vs. vs.
Sanayide ve diğer çalışma alanlarında tali öneme sahip sektörler oluşmuştur. Tekstil, çocuk bakımı (kreş, anayurdu, hatta öğretmenlik vb.) temizlik gibi hizmet sektörleri ya da beyaz yaka diye adlandırılan iş alanları. Bunlarda çoğunlukla kadınlar istihdam edilir.
Bu anlamda çalışan kadının (işçi, memur vb.) durumu erkekten daha kötüdür ve bu sömürü koşullarının değişmesi erkekten bile daha çok kadının yararınadır.
Ne var ki işçi ya da çalışan kadının sömürüsü burada bitmez. Eve geldiğinde kendisini bekleyen yığınla iş vardır: bulaşık, çamaşır, ev temizliği, yemek, çocuğun bakımı ve erkeğin cinsel gereksinimleri de dâhil olmak üzere bir yığın angarya… Kadın bu angaryayı birçok hukuksal zorunlulukla desteklenmiş tarihten gelme bir işbölümü dolayısıyla yerine getirir: cinsiyetçi işbölümü… Toplum daha önceden erkek ve kadının yerlerini ve görevlerini belirlemiştir. Kadın için bu, ev köleliğiyken, erkek için aile reisliği “görevi”dir.
Söylemeye bile gerek yoktur aynı ilişki, kadının işte çalışmadığı ailelerde de vardır. “Erkek, çoğunlukla, hiç değilse varlıklı sınıflarda, ailenin dayanağı olmak ve onu beslemek zorundadır; bu durum, ona hiç bir hukuksal ayrıcalıkla desteklenmeyi gereksinmeyen, egemen bir otorite kazandırır. Aile içinde erkek burjuvadır kadın proletarya rolünü oynar.” (5)
Bu durum, başta belirtilen sömürü ve baskı ilişkileriyle birlikte tüm kadınlara, düzene ve cinsiyetçi işbölümüne karşı mücadele etmekte ortak bir temel oluşturur. Kadın, hangi sosyal sınıf içinde bulunursa bulunsun, düzenin baskısının yanı sıra, özel olarak oluşmuş bu baskısıyla karşı karşıyadır çünkü. Erkeğin, özel olarak oluşmuş bu ezme ve yararlanma ilişkisinden çıkarı vardır ve bu özel ilişki bunu kullanan erkeğin bile fark edemeyeceği biçimde ideolojik, kültürel birçok kurum ve alışkanlıklarla gizlenmiş ve örtülmüştür. Kadının bu özel ezilme ve sömürülme ilişkisi kadermiş gibi algılanır ve insanlıkça değiştirilemeyen, değiştirilmesinde gerek olmayan, böyle kalırsa daha iyi olacak olan bir ilişkiymiş gibi görünür ya da aynı zamanda öyle gösterilmek istenir.
Bu özel sömürü ilişkisinin ortadan kaldırılmasından en çok çıkarı olan bütün kadınlardır ama hiç kuşkusuz başında kadın işçiler ve sınıf bilinçli proletarya gelir. Baskı ve sömürünün her türünün ortadan kaldırılması için vazgeçemeyeceği hiç bir çıkarı olmayan sınıf bilinçli proletarya bu konuda “bir ulusu ezen ulus, özgür olamaz.”gerçeğine uygun olarak, “bir cinsi ezen bir cins özgür olamaz.” şiarını yükseltmek durumunda.
Marksizm’le donatılmış sınıf bilinçli proletaryanın, 1917de Rus ulusunun Rusya halkları üzerindeki imtiyazlarını, baskı ve sömürünün her türünü ortadan kaldırmak düşüncesiyle bir çırpıda nasıl bir kenara attığı hatırlardadır. Bolşevikler, bunun gibi, kadının kurtuluşunun ilk ve zorunlu adımları olarak, kadın üzerindeki her türden kısıtlamaya, hak eşitsizliğine, kadını aşağılayan her kuruma son vermek için benzer biçimde hareket ettiler. Kendilerini ne başka ulusların ne de cinslerin sırtından edinilen çıkarların çekiciliğiyle sınırladılar. Onlara yön veren, sınıfsız sömürüşüz bir toplumun çıkarlarının üstünlüğü ve adil oluşu düşüncesi oldu.
Türkiyeli Marksistler de benzer biçimde hareket edecektir. Ne var ki bütün bu tespitleri yapmak yetmiyor. Kadının kurtuluşu oldukça çapraşık ve çözümü başka sorunların çözümüne bağlı bir sorun. Kadının, çalışma hayatının bütün alanlarına çekilerek ekonomik bağımsızlığını elde etmesi kurtuluşunun nesnel temellerini oluşturacak. Bugün, kadının kurtuluşu yolunda eşit iş, eşit işe eşit ücret, kreş, emzirme odaları, çocuğun toplum tarafından bakımının sağlanamadığı bu ortamda kadının yanı sıra erkeğe de yeterli doğum izni, sağlık dışında bir şeyle sınırlı olmayan parasız kürtaj hakkı, kadının ve yeteneklerinin gelişmesinin önünde engel olarak dikilen yasaların değiştirilmesi, kadınların daha çok yönetsel faaliyetlere katılması, bunu engelleyen yasa ve geleneklere karşı mücadele edilmesi, eğitim ve iş bulma konularında kadına öncelik tanınması, kadını aşağılayan gelenek ve alışkanlıkların ortadan kaldırılması, kadının kurtuluşunun aynı zamanda erkeklerin de bir sorunu olduğu düşüncesinin kesintisiz olarak propagandasının yapılmasının vs. vs. yanı sıra üzerinde durulması gereken -ve şimdiye kadar feministlere bırakılan- şey, kadın-erkek arasındaki özel ilişki alanının sorgulanması ve doğru bir biçimde eleştiriye tabi tutulmasıdır. Yani kadın sorunu aynı bugünden bir değişmeye yol açacak en azından ilişkilere bakış açısını yarınki toplum için hazırlayacaktır. Geçmişin kurumlarını doğru bir tarzda eleştirerek ilişkilerini buna göre düzenleyemeyen öncüler, kuracakları yeni toplumun kadın ve erkek arasındaki ilişkilerini doğru bir tarzda yaşama geçiremezler. Bu mesele bugünden başlayarak geleceğin ve sosyalizmin ilk aşamalarında da sürecek olan sabırlı ve inatçı bir mücadelenin konusudur.
Bu konuda Marksist kadınlara büyük görevler düşüyor. Kadının bağımlılığını meşrulaştırıp pekiştiren eski kokuşmuş ilişkileri bilince çıkarıp eleştirmek, bunları yeni toplumun habercileri kadın-erkek işçi ve devrimcilere kavramak, kimden ve nereden gelirse gelsin kadına yönelik yanlış düşünce ve önyargılara, davranış ve ilişkilere karşı isyan bayrağı açarak mücadele etmek, erkeklerin de olmakla birlikte esasta kadınların görevi. Bu görev kimseden alınmaz. Öğrenmeye çalışılır, öğrenilir ve uygulanır. Yazmaksa yazmak… yapmaksa yapmak… Kadınlar ve elbette erkekler bu konuda kendilerine görev verilmesini beklememeli, edilgen tutumlarındın sıyrılmalı, bir tarihsel zorunluluğun (kadının bağımlılığının yok edilmesi zorunluluğunun) yerine getirilmesinin öncüleri gibi hareket etmelidirler.

Kaynak:
1) Engels: Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Sol Yay. S.80
2) age S. 90
3) age S. 89
4) age aynı yerde
5) age aynı yerde

Ekim 1988

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑