Bir süre önce İstanbul, İzmir ve Ankara caddeleri beyaz bir selle dalgalanıyor gibiydi. Ellerinde pankartları, üstlerinde beyaz gömlekleriyle bir grup sağlık emekçisi çoluk-çocukları, anne babalarıyla birlikte yollara düşmüşlerdi. Ankara’nın sisli sonbaharını “Hasta ister hekim, hekim ister geçim” istemleriyle ısıtıyor, “Nöbet tuttuğumuz odalarımızı gördünüz mü?” diye soruyorlardı. Bir de çağrılar vardı: “Sayın Özal sizi kalbinizi muayene ettirmek için devlet hastanesinin dâhiliye servisine bekliyoruz.” Oysa genel geçer yargıya göre doktorlar ekonomik açıdan toplumun oldukça rahat bir kesimini oluşturuyordu. Evet, bir zamanlar belki öyleydi ama köprülerin altından çok sular akmıştı. İşte o zaman doktorlar da diğer emekçi kardeşlerinin bir kısmı gibi istemlerini duyurmak için sokağa çıkmışlardı.
Ülkenin sağlık hizmetleri alanında pek çok sorunun olduğu insanlarımızın tek tek yaşadıkları deneylerle gazetelere yansıyan olaylarla bilinen bir konu. Hastane, sağlık ocağı ya da muayenehanelerde yaşanan akıl dışı uygulamaların herkes tanığı. Örneğin hastanede kaldığı süre içinde daha önceden belirlenmiş gerekli tedavi ücretini ödeyemediğinden insanlarımız rehin alınıyor. Aynı nedenle sağaltılamayıp ölen kimselerin cesetleri ailelerine teslim edilmiyor: Hatta yeni bebekler doğum masrafı ödeninceye dek alıkonabiliyor. İnsanların ameliyat sırasında narkozdan ölmesi sıradan gazete haberi konumunda.
TRT ve basının geniş bir kesiminin genel yayın anlayışı, insanların sistematik düşünme ve algılamalarının gelişmesini magazinleştirme lehine körelttiği için her olay kamuoyuna kendi tekil boyutuyla yansıyor. Her olumsuzluğa bir fail doktor bulunuyor. Anti-popülist, Anti-hümanist bir sağlık politikasının yarattığı olumsuzluklar tek tek kendi özel boyutuna indirgenip günah keçisi olarak bir doktora işaret edildiği zaman bu politikayı üreten Sosyo-ekonomik yapı hedef olmaktan kurtuluyor. Gemi de böyle yürüyor. Öyle ya hastanede yoksul bir hasta tedavi ücretini öde-yemeyip rehin tutuluyorsa bunun nedenini “para canlısı hekimler” olarak tespit etmek hem kolaydır, hem de gerçek nedenini gizlemek isteyenler için bir avantajdır. Zaten hastalar hastalıkları süresince karşılaştıkları olumsuz uygulamalar için kendilerini kıskıvrak bağlayan sistemin sağlık anlayışını değil onun pratikte cisimleşmiş ifadesi olan hekimlerini sorumlu tutarlar. Bu nedenle “Para canlısı doktorlar” ifadesi ANAP Hükümetinin çalışma Bakanı’nın sadece ağzından kaçırdığı bir laf değildi. Aynı bakan yeni bir pot kırarak ekliyordu: “Doktorlara ne verirsen ver yine doymuyorlar.” Ve kırdığı bu potla da hekimleri önce meslek örgütleri aracılığıyla protestoya yönelten sonra da sokağa çıkartan süreci başlatıyordu. Tepkinin olgunlaşmasının tarihi ise biraz daha öncedir.
ANAP hükümeti 1987 Mart-Nisan aylarında bir temel sağlık yasa tasarısı hazırlıyor. Yasa Haziran, Temmuz aylarında son şeklini alıp meclise sunuluyor. Tüm Türkiye halkını ilgilendiren yasanın içeriği gibi hazırlanışı da antidemokratiktir. Ve bu yüzden daha tasarı halinde iken hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin tepkilerini üzerine çekmiştir. Tasarı sanki kendilerini hiç ilgilendirmiyormuş gibi hiç bir hekime danışılmadan, katkısı sağlanmadan kapalı kapılar ardında hazırlanmıştı. Tabip odaları, Türk Tabipler Birliği, bazı diş hekimleri odalarının ve tek tek demokrat hekimlerin karşı çıkışlarına basında rastlanmaya başlandı. Aynı döneme ilişkin hükümetin, sağlık yasa tasarısı eleştirileri için yayın yasağı denediği yolunda söylentiler de var. Tepkilerin gelişen boyutunun da etkisiyle çok geçmeden yasa Anayasa mahkemesince iptal edildi.
Yıldan yıla giderek gerileyen sağlık hizmetlerinin tüzel bir ifadesi idi, Tasarı-yasa: Tekelci burjuvazinin girdiği ekonomik bunalımın yükünü kendi başından aşırtıp emekçilerin üzerine yıkma çabasının seksenlerdeki somut şekli olan, 24 Ocak ekonomik kararlarının önemli bir ekonomik alan olan sağlık hizmetleri dalını kapsamaması düşünülemez tabi ki. Önce, sistematik bir biçimde mali bütçede sağlık hizmetleri için ayrılan fon daraltıldı. 1987’lere gelindiğinde bu miktar % 2,5 olarak saptanmıştı. 1988 bütçesinde ise iyice kuşa döndürülmüştü. Çalışanlar daha önce ceplerinde hiç para ödemeden (aylık ödentilerden kesilenlerden başka) eczane, protez ve diğer tedavi giderlerini karşılayabilirlerken bugün ücretin bir kısmı kendilerinden istenmektedir. Sosyal-sigorta hastanelerinin durumu içler acısıdır. Sosyal sigorta ve emekli sandığının diş protez hastaları için ödediği ücret felç geçirmektedir. Üniversite çalışanları, öğrencilerin teşhis tedavi ve sevk kurumu Mediko-Sosyal hizmetlerinde de aynı yönde bir gerileme vardır. Bağ-Kur sigortalıları hâlâ sağlık sigortası olanağından yararlanamamakladır.
Emekçilerin her ay ödeneklerinden bir kısmı sağlık harcamaları için kesilir. Buna karşın oluşturulan fon, sahiplerinin yararlanması amacına yöneltilmez. Örneğin Sosyal Sigortalar Kurumu işverenlerden alacaklıdır ve bu açığını bir türlü kapatamamaktadır.
Sağlık hizmetleri, devletin kamburu olarak görülmektedir, bu alandan el çekmenin, Türkiye halkının sağlık problemini kendi kaderiyle baş başa bırakmanın yolları aranmaktadır. Bu amaçla, temel sağlık yasasının tüm maddeleri, özelleştirilecek sağlık kuruluşları bazı üzerinde düzenlenmiştir. Sağlık kuruluşlarının kendi yağı ile kavrulmaları özlenmektedir. Buna göre Türkiye’de yeni bir devir başlayacaktır. Bu devir, “Kendi hastaneni kendin yap” devridir.
Sağlık hizmetleri özel kişi ya da kuruluşların eline bırakıldığında sağlık işletmeleri doğal olarak piyasa ekonomisinin kurallarına göre işleyecek. Her ne kadar Sağlık Bakanı “tersini umuyorsa” da en önemli işletme amacı “daha fazla kârlılık” olacak. Alınıp satılabilir hale gelen sağlık hizmetlerinin faturası halkımıza kesilecektir. Ancak cebinde parası olanın, hastalanmaya hak kazandığı süreç çoktan başlamıştır.
Kanun Anayasa Mahkemesinde iptal edildi, edilmesine ya, sağlık bakanı Nihat Kitapçı Ankara’da, doktorların protesto yürüyüşü ile aynı günlerde hükümetin bundan kolay vazgeçemeyeceğini, uygun bir zamanda “bazı değişikliklerle” tekrar gündeme getireceğini duyuruyordu.
Yasada bir başka dikkati çeken konu da hekimlerin özlük haklarını, güvenliklerini ilgilendiriyordu: “Serbest ya da kamu kuruluşlarında mesleklerini icra eden sağlık ve yardımcı sağlık personelinde aranacak genel ve özel şartlar ile bu şartlardan herhangi birini taşımadığının anlaşılması halinde veya bu şartlara uyulmaması halinde alınacak meslekten geçici ve daimi çıkarma ve tüm tedbirler sağlık ve sosyal bakanlığınca saptanır.” Ne anlama geldiği belli olmayan ‘”genel ve özel şartlardan” bahseden 3-H maddesi hekimlerin başının üzerine Demokles kılıcı asmaya çalışıyor. Kanun bir ortaokul disiplin yönetmeliği işlevinin aynısını yükleniyor.
Sağlık emekçilerinin bugün, iş bırakımı, grev yapma, politik örgütlenme haklan yok. Disiplin maddesinin gevşek içeriğine göre herhangi bir hekime herhangi bir nedenle ceza verilebilir, diploması bile gasp edilebilir. İnsanın fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik organik ve travmatik tehditlerin en önemli garantisi olan doktorların bir kısmı bugün idam cezasına karşı çıktıkları için, bu garantörlüklerini politik alana taşırma suçlaması ile yargılanabiliyorlar. Bir psikolog işkencenin insanlar üzerindeki psişik etkisini, 12 Eylül’ün sunduğu denekler üzerinde araştırdığı için kendisinin de başına aynı şeyler gelebiliyor.
Tüm bunlara karşın, hekimler sessiz değiller. Şu anda istedikleri asgari taleplerin gerçekleşmesi bile, görünen o ki oldukça zor. Çünkü sağlık hizmetleri iktidar tarafından ekonominin kamburu olarak görülüyor. Bütçeden sadece % 2,5 pay ayrılıyor. Önce bu miktarın artırılması gerekiyor. Emekçilerin maaşlarından kesilen sağlık primlerinin amacı doğrultusunda kullanılması gerekir. Örneğin milyarları bulan, emperyalistlere olan dış borçlara kaynak tutulmamaları gerekir. Hekimlerin ve sağlık emekçilerinin kendileri ve uğraş konuları olan hastaları için yeni ve alternatif bir sağlık politikasının oluşturulması şartlarını zorlamaları gerekiyor. Israrla savunulması gerekli talepler, örneğin, şunlar olmalıdır:
– Tüm halka ücretsiz, karşılıksız, koşulsuz sağlık hizmetinin sunulması. Bunun için genel ve yaygın sağlık sigortası. Hemen burada bizim taleplerimize karşılık Turgut Özal’ın bu konudaki düşüncelerini aktarmak gerekiyor. “Hastaneler ücretli olacaktır. Yani ücret alınmayan yerde, işin kıymeti bilinmez. Zannediliyor ki her şey bedavadır. Maalesef insanların görüşleri bu…”
– Hekim ve hasta arasındaki ilişkinin parasal boyutunun kaldırılması. Diğer çalışanlar için istediğimiz maddi tatmin ortamının hekimler için de sağlanması.
– Sağlık hizmetlerinin halka ulaşmasında her türlü kolaylığın sağlanması. Her Mahallede, iç donatımı ihtiyaca uygun sağlık birimlerinin kurulması.
– Koruyucu hekimlik hizmetlerinin ücretsiz, kolay ulaşılabilir hale getirilmesi.
– Çağdaş, klinik faaliyetleri açısından zenginleştirilmiş bir tıp eğitimi, isteyen her hekime uzmanlık olanağı.
– Halk sağlığı hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve halka doğru bir sağlık bilincinin aktarılması.
Taleplere elbette gereksinimlere göre yenileri eklenebilir. Bu konuda halk demokrasisi ülkelerinde, sosyalist Arnavutluk’ta nasıl bir sağlık politikasının hayata geçirildiği yolundaki meraklar doktorlarımızın ve halkımızın daha iyi bir yaşam için taleplerini zenginleştirecek, bunu sosyalist taleplerle eklemleyecektir.
Ocak-Şubat 1989