Demir Çelik Grevi

“Sendikamızdan en küçük bir maddi destek istemiyoruz. Önemli olan bizim haklarımızı savunmasıdır. Biz gerekirse 6 ay, hatta bir sene direnmeye devam ederiz.”

Kendileriyle yaptığımız söyleşide böyle diyordu Karabük Demir Çelik işçileri ve bu sözlerinin yazının en başına konulmasını istiyorlardı bizden.
Demir Çelik işçileri 4 Mayıs’ta greve başlamışlardı. Onların greve başlamasından kısa bir sonra hükümetle Türk-İş arasında devam eden toplu sözleşme görüşmeleri anlaşmayla sonuçlanmış, kamu işvereninin işçiye ne kadar zam verebileceği belli olmuştu. Karabük’te kendileriyle görüştüğümüz bazı Çelik-İş Sendikası yöneticileri de işverenle yakında bir anlaşma sağlanabileceği ve Demir Çelik’teki grevin sona ereceğinden söz ediyorlardı. Demir Çelik grevini konu edinen yazımızın ancak derginin Haziran sayısında çıkabileceğini söylediğimizde, o zamana kadar grevin çoktan bitmiş olabileceğini ve bu nedenle de kendileriyle görüşmeye gelmekte geç kaldığımızı belirtiyorlardı. Gerçekten de dergimizin bu sayısı çıktığında grev bitmiş olabilir. Fakat öyle de olsa biz, grevle ilişkili gözlem, izlenim, söyleşi ve değerlendirmelerimizi yazmakta ve yayınlamakta fayda görüyoruz. Dileğimiz hakları uğruna, en büyük sıkıntılara katlanmak pahasına da olsa daha aylarca direnmek azminde ve kararlılığında olan Demir Çelik işçilerinin bu yazının başında da yer alan istek ve beklentilerinin gerçekleşmesidir. Fakat ne yalan söyleyelim, gelişmelerin işçilerin beklentileri yönünde olacağına pek inanmıyoruz. Demir Çelik işçilerine sonuçta hiç de hoşnut edici olmayan bir anlaşmanın dayatılmasına ve kabul ettirilmeye çalışılmasına şaşırmayacağız. Bu konuda iyimser olamayışımızın birçok nedeni var. Yeri geldikçe yazının ileriki bölümlerinde değineceğiz.
Uyuyan Dev
Şimdiye kadar bir günlük uyarı grevi dışında hiç grev yapmamış Demir Çelik işçileri, grevle de sınırlı kalmayan çeşitli eylem biçimlerine yönelten sebepler nelerdi? Greve nasıl başlanmıştı? Grev karşısında diğer kesimlerin tavırları ne olmuştu? İşçilerin talepleri, beklentileri, hedefleri, tahminleri; sendika yöneticilerinin tutumları, hükümetin ve işverenin yaklaşımları hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için Demir Çelik işçilerinin grevde olduğu iki işyerinden birisi olan Karabük Demir Çelik’e gitmeyi gerekli gördük.
Gözlemlerimizin tümünü bir güne sığdırmak zorundaydık. Zamanımız yeterli olsaydı Karabük’te daha fazla kalmak, daha çok işçiyle görüşmek ve onların düşünce ve değerlendirmelerini enine boyuna almak çok iyi olacaktı. Zaman darlığı buna olanak vermedi. Fakat bazı işçiler ve bağımsız Çelik-tş Sendikası yöneticileriyle yaptığımız söyleşiler grev hakkında bir fikir oluşturmamıza bir hayli katkıda bulundu.
Bir Pazar sabahının erken saatlerinde, Karabük’e geldiğimizi gözümüze çarpan Demir Çelik tesislerinin ilk bölümlerinden anlamıştık. Sanayinin en temel maddesinin üretildiği bu fabrikanın boyutları, kapladığı alan sandığımızdan büyük ve genişti. Ki yolun sonuna geldiğimizde henüz fabrika sahasının bir ucuna ulaşmamıştık. Tesisler ve çevresinde tıpkı çıkarılan ürünlerindeki gibi siyana çalan gri bir renk egemendi. Birbiriyle yarışırcasına yukarılara yükselen çeşitli çaptaki bacaların sadece birisinde mavimsi bir alev çıkıyordu. Besbelli ki üretim büyük ölçüde durmuştu. Daha sonraki gözlemlerimizle de birleştirince anladık ki Demir Çelik Fabrikası Karabük’te fiziksel olarak da belirleyici bir yer tutuyor.
Sakallı Adamlar
İlk uğrak yerimiz küçük bir süper market oldu. Burası ilk bakışta çok iş yapan bir yer izlenimi bırakıyordu. Girip çıkan müşteri trafiği oldukça yoğundu. Bir süre sonra bu işlek trafiğe aldanmamak gerektiğini anladık. Evet dükkâna girip çıkanlar çok ve farklı kuşakların temsilcileriydiler ama aldıklarına bakıldığında “bir ceviz kabuğunu doldurmayan” miktarlarda şeylerdi. Kimisi yüz gram peynir istiyordu, kimisi elli gram zeytin. Bazısı da parası yetmeyecek diye elindeki parayı söyleyerek o kadar yiyecek istiyordu. “Yüz elli liralık peynir verir misin?” Bakkalla sohbete daldık. Grevden önce işler bu kadar kötü değildi, diyordu. Hiç değilse Pazar günleri müşteriler daha fazla ve çeşitli yiyecek maddeleri alıyorlardı, diye devam etti. Yalnızca ekmek satışlarında azalma olmamıştı. Çoğu çelimsiz ve besbelli ki bakımsızlık ve iyi beslenememekten ötürü bedenleri oldukça zayıf düşmüş ve yüzleri iyice solgunlaşmış küçük çocukların en büyük lüksü, çeşitli türlerden çikletlerdi. Bazısı da parası olmadığı için gelip bakkalın önünde ağlamalı ve olduğu yerde çakılıp kalmalı, direnişlerle isteklerini elde etmeye çalışıyordu. Büyüdüklerinde babaları gibi iyi birer direnişçi olacağa benziyorlardı. Bakkala gelenler işlerini gördükten sonra çıkanlardan ibaret değildi. Bir kısmı da girdikten sonra içerde takılıp kalıyor, bakkal “amca” ile sohbeti yeğliyorlardı. Bunlardan bazıları grevci işçilerdi. Sakalın, işvereni protesto için bırakıldığını bilmeyen birisi ortalığı tarikatçı dincilerin kapladığını sanırdı. Bu sakallı grevciler birer ikişer sokak başlarında, ya da bir yerden bir yere giderlerken görmek mümkündü, öte yandan araç trafiğinin pek yoğun olmadığı sokak aralarında bu “sakallı adamlar”ı gördükçe yüz elli yıl önceki eski İstanbul tiplerini anımsamazlık oluyordu. Ancak onların niçin böyle sakallı dolaştığını düşününce bambaşka bir duyguya kapılıyordu insan.
Son yıllarda, haklarını alamayan ya da satışa gelen işçilerin, patronu ve hükümeti protesto etmek için başvurduğu bir eylem biçimiydi sakal bırakmak. Türkiye işçi sınıfının hak arama mücadelesinde, geçtiğimiz iki-üç yıl içinde geliştirdiği özgün nitelikteki çeşitli eylem biçimlerinden yalnızca biriydi bu pasif direniş türü. Ama en çok dikkat çekenler arasındaydı, işçilerin sakal bırakma vb. eylemleri ilgi topladı, kamuoyu oluşturulmasına katkıda bulundu, haklarına sahip çıkma eğiliminde olduğunun bir göstergesi oldu ama acaba hakları gasp eden patron ve iktidar çevreleri açısından gerçekten etkili ve caydırıcı bir eylem olabildi mi? Kuşkusuz olmadı. Çünkü onlar ancak tatlı kârlarında bir azalma olacağı, maddi kayıplara uğrayacakları eylemlerden rahatsız olurlar. Onlar işçilerin çeşitli manidar ve sitemli davranışlarından zerre kadar etkilenmezler. Sen istediğin kadar sakal bırak, başrahiplere, hacı dayılara dön, istediğin kadar yalın ayak dolaş, istediğin kadar servis araçlarına binme (tabii işe geç kalmadığın sürece), istediğin kadar kendini aç bırak, bunların hiç biri onların katı ve inatçı tutumlarına, gaddarlıklarına bir halel getirmeyebilecektir. Çünkü onların gözünün gördüğü daha fazla kârdır, daha fazla sömürüdür. Bunları elde ettikleri sürece senin dargınlığın, üzüntülerin sömürücü, kan emiciler için bir anlam ifade etmeyecektir.
Bakkal Sohbeti
İlk uğrağımız olan küçük süper markette bizle gelen işçilerle sohbete tutuştuk. İşçiler dolu doluydu. Biz daha bir şey sormadan birisi grev, patron ve hükümet hakkındaki, siyasi partiler hakkındaki düşüncelerini birbiri ardı sıra anlatmaya başlamıştı bile. Ayda 70-80 saat mesaiye kaldığı, izin tatil nedir bilmediği halde aylık ücret olarak eline geçenin 120 bin lirayı geçmediğini söyleyen bu 19 yıllık işçi, talepleri sonuna kadar savunduğu sürece sendikanın yanında olacağını ifade ediyordu. Yine bu işçinin anlattığına göre 80 öncesinde 10 bin işçinin yaptığı işi şimdi 6 bin işçiye yaptırıyorlardı. Üstelik bu 6 bin işçiyle yapılan üretim sonucunda daha fazla ürün elde ediliyordu. İşçi sayısı azaltılmış ama yaptırılan iş azalmamıştı. Aksine Demir Çelik işçisi daha yoğun bir sömürüye tabi tutularak katlanan oranlarda fazla çalıştırılmıştı. Bu, işçinin posasının çıkmasına kadar, ölmemesine yetecek bir ücret karşılığında çalıştırılması anlamına geliyordu. “Demokratik parlamenter rejim”in işçilere ve demir çelik işçisine verebildiği işte buydu. İşçiler açlık ve sefalette alabildiğine özgürdüler. İnsanca yaşamak ise kapitalist düzende işçi sınıfı için ancak tatlı buruya olabilirdi. Çünkü bu düzen patronlar içindi. Bu düzende her türlü nimetten, lüks, sefahat ve bin bir türlü zenginlikten yararlanacak olanlar, işçilerin alın terini sömürerek, kârlarına kâr katan işbirlikçi tekelci burjuvalardı. Bunlar her türlü üretim aracım ve maddi zenginlikleri ye bunlar sayesinde siyasi iktidarı, devleti ellerinde tuttukları sürece de işçi sınıfı yoksulluktan, acılardan ve sefaletten yakasını bir türlü kurtaramayacaktı. Türlü laflar ve manevralarla işçileri etkilemenin ve onları geçici bir süre için de olsa kontrolleri altında tutabilmenin yolunu bulan ban sendika yöneticileri bu gerçekleri acaba ne oranda işçilere anlatıyorlar? Hangi demagojik konuşma ve çıkışlar, şovlar grevin kapitalizme karşı mücadelede bir okul olarak kullanılmasından elde edilecek sonucu verebilir? Bu gün işçilerin insanca bir yaşam için verdikleri mücadelede hiçbir sendika şefinin demagojik çıkışlarına, tantanalı bol reklamlı, göz boyayıcı şovlarına ihtiyaçları yoktur. İşçilerin ilerici bilimsel dünya görüşünün ışığında siyasi olarak eğitilmeye ihtiyaçları vardır. İşçiler bu anlamda bilinçlendirilmedikleri sürece hiçbir kalıcı başarı elde edemezler. Elde ettikleri üç beş kuruşluk ücret zammı da yarın öbürüsü gün gelen yeni bir zam dalgasıyla silinip süpürülür ve hatta gerçek ücretlerin daha da geriye çekilmesinin önüne geçilemez. Ücretlerle fiyatlar arasındaki uçurum günden güne büyür ve ücretlerin en gerilerde kalması kaçınılmaz olur. Ama ne zaman ki işçiler ve emekçiler kendilerini mahvolmaya, açlık ve sefalete sürükleyen sistemin gerçek yüzünü görürler ve bu sömürü çarkım kırarak kendi düzen ve iktidarlarım kurmaya yönelirlerse ve bunu da bilinçle ve kararlılıkla yerine getirirlerse, işte o zaman kurtuluş ışığım yakalamış olacaklardır. Gelgelelim bunların hiçbirini kuruldukları koltuğun tadım ve keyfini çıkarma peşinde olan sendika ağalarından duyamazsınız. Çünkü onların asıl derdi işçilerin gerçek ve kalıcı çıkarlarının nerde yattığım işçilere göstermek değil, işçilerin gözünü boyayarak ve onları türlü dalaverelerle aldatarak işçinin emeğinden elde edilen konforlu yaşamı sürdürmek ve patrona, iktidara yaranmaya çalışarak onların fırlattığı kırıntılardan paylarına düşeni kapmaktır.
İşçilerden birinin anlattıkları, bizi, sendika ağalarının işçi hareketi karşısındaki davranış biçimlerine götürdü. Bir diğeri de üzerinde taşıdığı etiket ne olursa olsun, mevcut düzen partilerine verip veriştirmişti. Bir dahaki seçimlerde bu partilerden hiçbirine oyunu vermeyeceğini ateşli bir şekilde belirttikten sonra, o da grevin gidişi hakkında çeşitli düşünceler ileri sürmüştü. Başbakan’ın demir ve çeliği dışarıdan da ithal ederiz, grevden etkilenmeyiz yolundaki sözlerini değerlendiriyor ve “demek ki demir çelik üretiminin hiçbir anlamı ve gereği yokmuş, biz Demir Çelik işçilerinin yaptığı işin hiçbir değeri yokmuş” diye hayıflanıyordu. Gerçekten öyle miydi? Bu sorunun cevabını kendileriyle daha sonra işçi lokalinde görüştüğümüz işçiler vereceklerdi.
Lokale Giden Yollar
Bakkaldan ayrıldıktan sonra işçi lokaline gitmek üzere yola koyulduk. Yürüdüğümüz yol boyunca gördüğümüz çelişkili manzaralar karşısında bu küçük Anadolu kenti için Türkiye’nin minik bir kopyası gibi diye düşünmekten kendimizi alamadık. Bakımsız, her iki yanı derme çatma, yıkık dökük evlerden oluşan sokakları ve mahalle aralarım geçtikten sonra Demir Çelik bürokratlarının, müdürlerin, mühendislerin oturdukları sitelerin bulunduğu semte geldik. Buralarda yollar gayet güzel ve planlı idi. Bu sefer yolların iki yanında düzenli aralıklarla sıralanmış çeşitli ağaçlar, ortalığı yem yeşil bir cennete dönüştürmüştü. Ağaçların arka kısmında ise önünde çeşitli çiçek ve diğer bazı sebze ve meyve türlerinin yetiştirildiği oldukça çekici birer bahçesi olan, zarif mimarisi ve düzgün yapımı ile dikkatleri çeken birkaç katlı binalar dizilmişti. Buralarda oturmak ve yaşamak pek de zevkli olmalıydı, Tabii ki bu zevk isçilere ait değildi.
İşçi lokali yüksekçe bir yere kurulmuş, hem dış hem de iş görünüşü ve mimarisi itibariyle oldukça güzel bir yerdi. Lokalin balkonundan Demir Çelik tesisleri de içinde olmak üzere genişçe bir alanı rahatça seyretmek olanağı vardı. Grevci işçilerin ve bazı sendikaların burada olduğunu öğrendik. Gazeteci olduğumuzu söylememiz üzerine bize oturmak için yer gösterdiler, kendileri de yavaş yavaş çevremizde toplandılar. Sendika yöneticileri kendilerini tanıttılar ve biz de geliş nedenimizi kısaca anlattıktan sonra söyleşiye geçtik.
Sorularımızı sendikacılar cevaplandırıyordu. İşçilerden bazıları da arada bir konuşmak istiyorlardı. Ancak sendikacıların aşırı bir temkinlilik içinde olduğu gözleniyordu. Her konuşmasının patronlar, hükümet ve emniyetçe yanlış yorumlanabileceği gerekçesiyle işçilerin konuşmalarına sık sık müdahalede bulunuyorlar, bize de şunu yazmayın, bunu yazmayın diye “uyarıda bulunuyorlardı”. Sendikacılar önce basının, TRT’nin Demir Çelik greviyle pek ilgilenmemesini, ilgilenseler bile ya kısa bir haber olarak arka sayfalarda, ya da geceleyin kimsenin duymayacağı saatlerde radyo ya da TV’de birkaç cümleyle yer verilmesini eleştirdiler. Bizim gelişimizi olumlu karşıladıklarım ve sorularını ve haklılıklarını kamuoyuna yansıtmakla kendilerine yardıma olacağımızı vurguladılar. Bu arada bize çay ve mevlit şekeri de ikram ettiler. Söyleşiye geçtik.

Sendikacı ve İşçilerle Söyleşi
ÖD –  Siz Demir Çelik işçilerini greve zorlayan koşullar?
Sendikacı: Genel bir olaydır, özü açlıktır. 100, 110, 120 bin lira gibi bir ücretle yaşamak mümkün değil. Aç kalmamak, yaşamak için grev gerekli, mücadele gerekli. Grev kararı bu zorunlulukların ürünüydü. 60 günlük sürede anlaşma sağlanamayınca grev kararı alındı.

ÖD – Aylık ücretinizin ‘bir ton demir’ karşılığı kadar olmasını istiyorsunuz. Niye böyle bir ölçü koyduğunuzu açıklar mısınız?
Sendikacı: 80 öncesi aldığımız ücret karşılığında 1 ton demir alabiliyorduk. Şimdiki taslakta yer alan ücrete baktığımızda bunun çok altında olduğunu gördük. 1 ton demir karşılığı ücret talebinde bulunduğumuzda demirin tonu 550 bin lira idi. Şimdi daha da arttı. Tabii ki bu miktarda bir ücret elde etmemiz oldukça zor. Ama yine de böyle bir ölçü almak zorunda idik.
Bir başka işçi: 80 öncesinde aldığımız aylık ücretle 55 gr. altın alabiliyorduk. 19 yılı bitirdim 120 bin lira alıyorum.
Diğer bir işçi: işveren bize insanca yaşamayı çok görüyor. Bizi açlık ve sefalete mahkûm ediyor. Ama biz yine de sağa sola rastgele saldırıp, fabrikaya veya makinalara bir zarar vermiyoruz. Onları gözümüz gibi koruyoruz.
Başka bir işçi: ÖZGÜRLÜK DÜNYASI’nı biliyorum. Emekten yana bir dergisiniz. Ama buraya gelmekte geç kaldınız. Burada gelişmeler başlayalı dört ay oldu. TEMPO vb. burjuva dergiler bile gelip bizlerle görüştüler, grevimizi kapak yaptılar. Siz daha yeni geliyorsunuz. Birtakım imkânsızlıklardan dolayı böyle olduğunu anlıyoruz. Derginiz ancak haziranda çıkabilecekmiş, o zamana kadar grev bitmiş olabilir.

ÖD – Geç kaldığımızı kabul ediyoruz. Aslında daha önceden gelmek istemiştik. Ama bazı nedenlerle bu gerçekleşmedi. Dergi çıkıncaya kadar greviniz bitmiş olsa bile, greve yol açan sorunların esasta bitmeyeceğini sanıyoruz. Bu bakımdan sizlerin istek ve sorunlarınızı haziran başlarında çıkacak olan dergimizde yansıtmak durumunda kalmamız, güncelliğe önemli bir etki yapmayacaktır kanısındayız.
Son konuşan işçi (devamla): işçi hareketinin başladığı nokta burasıydı. Ağır sanayidir burası. Asgari ücretin de altında bir düzeyde idik. Grev ve diğer eylemlerimiz açlığın getirdiği bir şeydi. Biz diğer sanayi dallarından farklıyız. Niye farklıyız? Şube sekreterimizin bizzat kendisinin de içinde bulunduğu bir durum söz konusudur: Burada üç ayrı kuşaktan işçi çalışabilmektedir. Baba, oğul ve torun aynı fabrikada çalışmışlardır. Burası babadan oğla mirastır. Çoğunluk topraktan kopmuştur. Karabük’te uzak bir yerde de bulunsak fabrikadan çıkan dumanın şeklinden nerede arıza olduğunu anlarız, işçi, emekçi fabrika ile bütünleşmiştir.
Sesimizi duyuramıyoruz. Basın, TRT bizimle ilgilenmiyor. Bizim büyük maddi sıkıntılarımız olmasına rağmen ekonomik destekten çok manevi desteğe ihtiyacımız var. Her şeyden önce haklılığımızın kabul edilmesini ve bunun açıklanmasını istiyoruz.
Bakan yıllık gelirin (cironun) % 40’ını istiyormuşuz gibi gösteriyor. Kamuoyu bizim çok istediğimizi düşünüyor. Bilmedikleri için tabii. Hemen yakınımızdaki esnaf bile çok görüyor. Oysa bize verilen yıllık cironun % 9’udur. Yüzdeye taraftar değiliz ama ille de bir orana vurmak gerekirse bizim istediğimiz, yıllık cironun yalnızca % 14’üdür.
(Konuşmaya başka işçiler de katılıyor)
“Biz Demir Çelik’te işçinin istediğini vermiş olsaydık, 87’den bu yana demir çeliğe 12 sefer zam yapmak zorunda kalırdık” diyorlar. Oysa 87’den bu yana Demir Çelik işçilerinin ücretlerine hiç zam yapılmadığı halde, demir çeliğe kaç kez zam geldi! Yine bu son dört ay içinde bize herhangi yeni bir hak tanınmadığı ve ücretlerimize bir zam yapılmamasına rağmen Demir Çelik ürünlerine 200-250 bin liraya kadar zam yaptılar. Demirin tonu 550 binden 750 bin liraya fırladı. Hani demir çeliğe zam yapılmasının nedeni işçi ücretleri idi? Bunlar kendi kendileriyle çelişki içindeler.
Bir işçi: Demir Çelik’teki “MÜTEAHHİT” olayına da kesinlikle karşıyız. Bu sistem önceden de vardı ve başka bir ad altında yürütülüyordu. Bir kaynak veya bir temizlik işi bile müteahhide veriliyor. Bizim de yapabileceğimiz işler müteahhide veriliyor, işçi asgari ücrete talim ederken, Demir Çelik işvereni kendi işçisinin yapabileceği işleri de müteahhide vererek bu gibi kimselerin Ankara veya İstanbul gibi oturduğu yerlerden milyonlar kazanmasına neden oluyor. Bu uygulamanın altında ‘sendikaları güçsüzleştirmek’ yatıyor.
Türkiye’de demokratik sendikacılık yapılamıyor. Demokratik sendikacılıkta hükümet taraf olmamalıdır. Bizde ise hükümet taraf oluyor, sendikalara ve toplu sözleşme görüşmelerine müdahale ediyor. Sonuçta 600 bin işçi satılıyor. Ama biz haklarımıza kararlılıkla sahip çıkıyoruz. Bu bakımdan Türkiye’deki işçi hareketi içinde öncü durumunda olduğumuzu söylüyoruz. Örneğin grevin ertelenmesi kararı YHK (Yüksek Hakem Kurulu)’ye gidecekti. Bizim anında karşı çıkmamız, eyleme geçmemiz üzerine erteleme kararı Bakanlar Kurulu’na getirildi. Biz zamanında davranmasaydık, grev yasaklanmış, yerine “zorunlu tahkim” sistemi getirilmiş olacaktı. Türkiye’de ilk kez bir Demir Çelik işçileri erteleme kararının Bakanlar Kurulu’na getirilmesini sağladık.
Grev hakkımızın tanınması için üretimi son noktasına getirmiştik. Son anda grevi başlatabildik. Eğer grev hakkımız tanınmamış olsaydı fiili greve gidecektik.
Bir işçi: Buradaki işçilerin de yapabileceği bir iş müteahhide veriliyor, işçi asgari ücrete talim ederken müteahhit hiç yerinden kıpırdamadan milyonları vuruyor. MÜTEAHHİT Demir Çelik’ten çıkmalıdır. Grev bitse bile biz müteahhit olayının peşini bırakmayacağız. Müteahhit çıkartılıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz.
Bir işçi: Biz ülke gerçeğini biliyoruz. Nedir? Örneğin Demir Çelik’te sözleşmeli memur var, idari memur var. Bunlardan birisi 360 bin lira alırken, 657 sayılı kanuna tabi olanlar 190-200 bin lira alıyorlar. Yine süper emekliler 500 bin (şimdi 700 bine çıktı) lira maaş alırlarken, normal emekliler 200-300 bin alıyorlar. Bu kadar büyük bir ücret dengesizliği var Türkiye’de.
Biz ağır sanayide çalışıyoruz, en ağır işçileri 1800 derece sıcaklık karşısında günde dört gömlek değiştirerek yapıyoruz. DİE (Devlet istatistik Enstitüsü)’ne göre aylık mutfak masrafı 350 bin liradır. Bugün 110, 120 bin liraya bir işçinin yaşaması mucizedir. Biz yüzde hesabı yapmıyoruz. Türk-İş % 40 demiş, vs. gibi olmaz. Biz işçiler o ay cebimize net olarak girecek paraya bakarız. Yani şeridin sonundaki rakama bakarız. Brütten önce nete bakarız. Hükümetin verdiği ise henüz 219 bin liradır.
Sendikacı: (Bir işçinin 550 bin liradan bile taviz verilebilecektir, demesi üzerine) Görüşmeler sürüyor. Henüz kesin bir rakam söyleyemeyiz. Hükümetin verdiğinin 219 bin lirada kalmaması söz konusu olabileceğinden şimdilik böyle bir rakam söylenmesin, siz de yazmayın. (Bir işçinin görüşü olarak yazabileceğimizi söyledik, kaldı ki hükümet şimdiye kadar başka bir rakam da söylemiş değil, dedik. ÖD) Biz işverenden makul bir teklif geldiğinde, makul bir seviyeye gelindiği zaman arkadaşlarla ‘ görüşeceğiz. Şimdilik böyle bir şey yok.

ÖD – Grev yapılan bazı işyerlerinde patron ve hükümet ‘stajyer öğrenci’ adı altında, meslek lisesi öğrencilerine grev kırıcılığı yaptırıyorlar. Burada da benzer olaylar görülüyor mu?
Sendikacı: Bizde can alıcı sorun yüksek fırındır. Buralarda donmayı önlemek için çalışan az sayıda işçinin dışında böyle bir şey olmamıştır. Eğer fırınlar tamamen sönerse donma olayı olur ki bu da fabrikanın yeniden onarılması çok zor olan tahribatlar görmesi anlamına gelir.

ÖD – Grev suresince sendika işçilere maddi yardımda bulunabiliyor mu?
Sendikacı: Şu anda sendikanın yaptığı bir yardım yok. Cüzi miktarda içerde çalışan arkadaşların desteği oluyor. Bu durumda borç alarak geçinebiliyoruz.
Bir işçi: Direnişimizi sürdürmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayız. Gerekirse evdeki halılarımızı satarız. Yeter ki sendikacılar haklarımızı savunsunlar. Şimdiye kadar hiçbir sendikadan yardım görmedik, destek görmedik.
Başka bir işçi: Demir Çelik, sanayinin anasıdır. Başbakan’a göre Türkiye’deki Demir Çelik fabrikaları ihtiyacın sadece % 30’unu karşılıyor. Oysa sorun inşaatlar için demir üretmekten ibaret değil. Türkiye’deki belli başlı yatırımlar hep demir çelikle olur. Demir çelik gereksinmesi olmayan bir sanayi dalı ve dolayısıyla bir yatırım yok gibidir. Gerekli olan demir çelik de buradan karşılanır, ithalle bu iş yürümez.
Sendikacı: Çelik-İş, işçi hareketlerinin sürekli önünde yürüdü. Diğer sendikacılar gibi arkadan değil. Sendika herhangi bir vaatte bulunmamasına, grevin zor koşullar altında geçeceğini söylemesine rağmen şimdiye kadar direnişimiz kararlı bir biçimde yürümüştür, işçimiz, sendikanın kendilerini satmayacağına inanıyor. Sendikacı arkadaşlar işin dışında, otelde, şurada burada değil. Biz işimizin başındayız. Bir arkadaşımız şimdi nöbettedir.
Bir işçi: Türk sanayisinin temeli Demir çeliktir. Demir çeliği üreten işçiler açlığa, sefalete ve insanlık dışı bir yaşama sürüklenmiştir. Temeli çürük olan bir bina çökmek zorundadır.

ÖD – Türk-İş’in hükümetle imzaladığı anlaşmayı nasıl buluyorsunuz?
Sendikacı: Türk-İş bizden ayrıdır. Biz hiç kimseyi örnek almadık. Türk-İş’i biz tartışmayız. Onlar zaten kendi içlerinde tartışıyorlar. Kamuoyu da bu tanışmaları izliyor. Bizim hedefimiz bellidir.

ÖD – Şu anda Karabük Demir Çelik’te grevde bulunan kaç kişi var?
Sendikacı: 6900 kişi grevde. 1660 kişi ise grev kapsamı dışında. Yüksek fırını belli bir ısıda tutmak gerekiyor. Yeterli ısı düzeyinde kalınmazsa fırınlarda onarımı güç hasarlar yaratacak donma olayı meydana gelir. Bunun için, üç fırından birisini belli bir ısıda tutmak için 1660 kişinin grev kapsamı dışında tutulması gerekmiştir.
Sendikacı: Hepimizin sözü birdir. Herkese, basma, milletvekillerine bilgi veririz.
Bir işçi: TRT olayı var. Bir Çin’de vs.de olup bitenler ayrıntılarına kadar verilir. Türkiye’nin ekonomisinin göz bebeğinde meydana gelen gelişmeler ne basında, ne de TRT’de yer alıyor. Gazetelerin arka sayfalarında küçük puntolarla yazılmış bir haber olarak çıkıyor. TV ve radyoda ise ancak gece bültenlerinde kimsenin duymayacağı saatlerde o da birkaç cümlelik haberler halinde veriliyor.
Bir diğer işçi: Ben ateşin karşısındayım. Başbakan gezilerinde hiç ateşin karşısına geçmemiştir. Geçseydi belki durumumuzu anlardı. Başbakan’ın zayıflamak için Amerika’ya filan gitmesine gerek yoktur. Burada ateş karşısında biraz dursaydı kesin birkaç kilo verirdi.

ÖD – Demir Çelik işçileri olarak grev öncesinde yaptığınız bazı eylemler de oldu. Bunlardan da söz eder misiniz?
Bir işçi: Ne yaptıysak kendimize zarar verdik. Arabaya binmedik. Bacaklarımız ağrıdı. Yemek yemedik. Aç kaldık. Sakal bıraktık. Hanımlar kızdı. Gidip bir yeri taşlamadık. Makinalara bir zarar vermedik. Hep kendimize zarar verdik.

ÖD – Bakanlar Kurulu’nun Demir Çelik grevini ertelemesini nasıl karşıladınız?
İşçiler: Erteleme değil. Grev hakkımız gasp edilmiştir. Erteleme 20-30 gün için olur. 60 gün olmaz. 60 gün olunca YHK’ye gider. Bu da grevin yapılamaması demektir. .Verilene razı olmak zorunda kalırsın.

ÖD – Esnaftan çeşitli biçimlerde grevci işçilere destek sağlandığı gazetelerde haber olarak çıktı. Grev esnasında esnafın tavrı ne olmuştur?
Sendikacı: Esnaftan gelen destek fazla değildi. Bunun da temelinde ekonomik kaygılar yatıyor. MESS (Metal Sanayicileri Sendikası)’in gazetelerde çıkan ilanlarının ve fısıltı ile dolaşan bazı haberler esnafı grevin bitmeyeceği kaygısına, düşürmüştür. Bunun için de “Grev bir, an önce bitsin de nasıl biterse bitsin” düşüncesi ağır bastı. Eğer esnaflar bizim haklılığımızı yeterince kabul etselerdi ve ona göre destekleselerdi, bu daha da olumlu olacaktı.

ÖD – “Türkiye’de demir çelik üretimi olmasa da olur. Gerekirse dışarıdan ithal ederiz” yolunda Başbakan ve başka bazı yetkililerin ortaya koymuş oldukları görüşler var. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz? ,
Bir işçi: Başbakan Demir Çelik grevi sıkıntıya yol açmaz demişti. Sıkıntı olmayacak dediği rakam, Karabük ve İskenderun’da 4 günde yapılan üretime denktir, ithal edilenler ve eldeki stoklar bu dört günde üretilenler kadardır. Bunlar bitince ne olacak? Devamlı dışarıdan ithalle bu iş yürümez. Üstelik Demir Çelik’te sadece bir tür ürün çıkmıyor. Sanayinin en önemli alanlarında ve ekonomik hayatta vazgeçilmez nitelikte olan anı 26-30 kalem ürün çıkmaktadır burada.
Bir işçi: Bir toplantıda “gerekirle Demir Çelik tesislerine bir bomba koyar havaya uçururuz. Demir çelik fabrikalarının bizim için bir önemi yok” diyen MESS yetkililerine şunu sorun: Türkiye’nin ekonomisi için en önemli temel maddelerin üretildiği böyle bir yeri havaya uçurmanın anlamı nedir? (Sendika yöneticisi anında müdahale ederek, bu sözleri üzerine, konuşan işçiyi susturmak istedi. Bize de “yazmayın” diye uyarıda bulundu. Biz de burada bulunan herkesin değil, bir işçinin görüşü olarak yazacağımızı söyledik.)
Sendikacı: Bu sözler bir oturumda söylenmiştir. Espri niteliğindedir. Yazılırsa yanlış anlaşılır. Sakın yazmayın.
Bir işçi: MESS özel sektörün etkin olduğu bir örgüttür. Bu durumda MESS elbette ki Demir Çelik’i de kendi işletmesi gibi görecektir. MESS’ten ayrılmmasını istiyoruz.

ÖD – Toplu sözleşme görüşmelerinde ücret dışında ne gibi sosyal hak vs. talepleriniz vardı?
Sendikacı: Biz ücretlere ve sosyal haklara ilişkin taleplerimizi tek kalemde istiyoruz. Sosyal hakların birçoğunda anlaşma sağlandı. Ama mesela aylık izin istiyoruz. Yeterli izin harçlığı istiyoruz. Şimdiki 18 bin lira. Bununla Safranbolu’ya (Karabük’e çok yakın bir ilçe) bile gidilmez. Aylık yan ödemesiyle vs. ile elimize net olarak geçen para önemli. Diğer konularda anlaşmaya varılmıştır. Ön görüşmeler olumlu sonuçlanmıştır. Başka bir sorun çıkmayacaktır.

ÖD – Geçtiğimiz günlerdeki gelişmeler 1 Mayıs işçi bayramını yeniden gündeme getirdi. 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen işçilere ve gençlere polisin saldırması sonucu bir işçi katledildi, onlarca kişi yaralandı. Yaralılara gözaltında da işkence yapıldı. Gözaltına alındığında sağlam olan birçok insan serbest bırakıldıklarında sakat bırakılmışlardı. Bunlar üzerine ne düşünüyorsunuz?
Sendikacı: Polisin savunmasız insanlara kurşun sıkmasına kesinlikle karşıyız. Eğer göstericiler silah çekselerdi, polisin de karşılık vermesi anlaşılabilirdi. Silahlı saldın sonucunda bir işçinin öldürülmesini olumsuz buluyoruz.
Bir işçi: Polis 1 Mayıs öncesinde koşullandırıldığı için azgınca saldırmıştır. Başka bayramlarda niye saldırı olmuyor? Buradaki eylemlerimize neden saldırı olmadı? (Sendikacı, bir işçiyi susturmak istedi. Gerekçesi bunun da yanlış anlaşılacağı idi. Yine bizden de yazmamamızı istedi.)
Başka bir işçi: işçiyi tanımıyorlar ki işçi bayramım tanısınlar.
Sendikacı (İşçi lokalinden ayrıldıktan sonra): Grevin etkisiz bil silah olduğu imajı yaratılmak isteniyor. Başarılırsa kötü olacak.
İşçiler ve sendikacılarla yaptığımız söyleşi burada bitmişti. Resim çekmek için grev gözcülerinin bulunduğu yere bizi sendikacı, kullandığı araba ile götürdü. Fabrikanın giriş kapısında grev gözcülerinin yanına geldiğimizde bir anda kulübelerinden çıkan resmi giyimli polis ve bekçiler bizim kim olduğumuz ve niye geldiğimiz yolunda (sendikacı tanıtmasına rağmen) bir dizi soru sormaktan ve adımızı hangi dergiden geldiğimizi not almaktan geri kalmadılar. Sanki fabrikaya saldıracakmışız gibi telaş içinde idiler. Biz resim çekerken çok geçmeden siviller de “olay” yerine gelmekte geç kalmamışlardı.
Uzun yıllar sömürüldükten, aşağılandıktan, hırpalandıktan, baskı altında yaşadıktan, aç ve sefil dolaştıktan sonra Türkiye’deki diğer işçiler gibi, Demir Çelik işçileri de sonunda birlikte mücadele etme gerekliliğinin bilincine vardıklarını göstermişlerdir. Sanayinin bu en önemli sektöründe ömrünü tüketen Demir Çelik işçileri son aylarda ortaya koydukları eylem ve direniş çizgisiyle birliğin ne kadar önemli olduğunu dosta düşmana göstermişlerdir. Hakları uğruna birlik olmaları ve mücadeleci bir anlayışla hareket etmeleri gerçekten de öğretici ve ilham vericidir. Ancak bilimsel dünya görüşüyle donanmadıkları ve çağdışı düşüncelerin etkinliği açık kapı bırakıldığı sürece birlik olmak tek başına pek de işçiler yararına olmayacaktır. Çünkü işçilerin çıkarlarının en iyi savunusu bilimsel sosyalizmdedir.

Haziran 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑