İşçi Sınıfına Bilinç Nereden Verilmeli? İçinden” mi, “Dışından” mı?

İşçi hareketi, yalnızca kendi niteliği hakkında bir tartışma M. başlatmakla kalmadı, bu hareketin “neresinde” bulundukları konusunda daima ciddi kuşkular taşıyan ve “neresinde” bulunmaları gerektiğine de bir türlü karar veremeyen “aydınların” eski bir sorunu yeniden gündeme getirmelerine de yol açtı.
Leninist, “bilincin dıştan verilmesi” ilkesi, bu ilkenin formüle edildiği “Ne Yapmalı?” adlı eserin yıllardır her düzeyde devrimci, sosyalist tarafından defalarca okunmasına karşın, bir istisna ile hemen hemen hiçbir zaman bütünüyle ve doğru olarak anlaşılamamıştır.
Türkiyeli aydının tarihsel gelişme özellikleri ve bu katmanın genel olarak “halk” ile ilişkilerinin temel özelliği olarak kalan “tepeden ve darbeci” siyasal tutum, sosyalizmle ilişkiye giren aydın kuşaklarda da uzun zaman silinmeyen izler bırakmış, işçi sınıfı ve aydınlar arasındaki etkileşmenin tek yönlü, “dışarıdan” ve özellikle “tepeden” kurulmaya çalışılmasının zeminini oluşturmuştur. Bu elitist, fakat tamamıyla “sınıf dışı” çizgi, kendisini Lenin’in “işçi sınıfına siyasal bilinç dışarıdan verilir”‘formülasyonunda olumlamaya çalışmıştır.
Yukarıda, “bir istisna ile” demiştik, “dışarıdan bilinç” kavramı daima yanlış ve çarpıtılmış olarak anlaşılmıştır. O istisna, “Parti Bayrağı” dergisinin 1978’de yayınlanan 4. sayısında “Küçük Burjuva İhtilalciliğin Eleştirisi” başlıkla yazıda kendisini göstermiştir. Yeniden güncelleşen tartışmaya, bu “eski” cevabı özetleyerek müdahale edeceğiz.
Günümüzden yirmi yıl kadar önce, “sınıfa bilinç nereden ve nasıl verilir?” biçiminde en geri noktasına kadar düşürülmüş olan tartışmada, taraflardan biri olan M. Belli, söz konusu formülasyonun Kautsky’den devralındığını ve Lenin’in bir başka yerde ve bir are daha, “bilinç dışarıdan verilir” sözünü etmediğini, çünkü, bilincin ancak ve doğru olarak yalnızca “sınıfın içinde çalışılarak” verilebileceğini ileri sürüyordu.
M. Çayan’ın sözcülüğünü yaptığı taraf ise, görünürde Lenin’in tezlerine sıkıca bağlı kalarak, sınıfın dışında, devrimciler örgütünün öncü eylemleriyle bilincin verilebileceğini savunuyordu. Görüleceği gibi, tartışma, “sınıfın içinden mi sınıfın dışından mı” biçimini alarak, Lenin’i de, muarızı Martinov ve arkadaşlarını da hiç ilgilendirmeyen, tuhaf, olanaksız bir alana oturmuş bulunuyordu.
Lenin’in “işçi sınıfına siyasal sosyalist bilinç dışarıdan verilir” biçiminde özetlenen tezi, belli başlı üç unsur içermektedir ve bu unsurlardan hiçbiri, tek başına tezi açıklamaya, doğru kavramaya, açıklamaya ve özellikle de “sınıf ve siyasal örgüt” arasındaki ilişkiyi Leninist tarzda kurmaya yetmez.
Birinci olarak Lenin, gerçekten Kautsky’ye dayanarak, sosyalist teorinin ancak işçi sınıfı dışında, mülk sahibi sınıflardan gelen aydınlar eliyle inşa edilebileceğini anlatır. Bazen işçi sınıfı içinden de kendisini eğitebilme olanağı bularak teoriyle inşa düzeyinde ilgilenen kişiler çıktıysa bile (Proudhon, Weitling ya da deri işçisi filozof Joseph Dietzgen gibi), bunlar işçi olarak değil, “sosyalist teorisyenler” olarak ideolojinin yaratılmasına katılmışlardır. Lenin, böylece, gerek teorinin önemi ve sınıf karakteri baklanda, gerekse sınıfın kendiliğinden ve aşamalı olarak bilinçlenebileceği hakkında “ekonomist-kendiliğindenci” görüşler ileri sürenlere karşı, Marksizm’in kaynaklarına yönelerek, tezinin açıklanmasının bir başlangıcını yapar ve eleştirisinin çerçevesini çizer. Ne var ki, “bilincin dıştan verilmesi” ilkesinin anlamı, “sosyalist teorinin, sınıfın dışında inşa edilmesinden” ibaret değildir. Eserin daha sonraki bölümleri dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, aslında bu unsur, ilkenin kendisinin yerine hiçbir biçimde geçirilemez, formülasyon bu unsura kesinlikle indirgenemez.
İkinci olarak Lenin, tezinin omurgası diyebileceğimiz bir tanım verir: “Siyasal sınıf bilinci, isçilere ancak dışarıdan verilebilir, yani ancak iktisadi mücadelenin dışından, işçilerle işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir.” (“NE YAPMALI? Sol y. 1977, s. 100)
Sözü edilen “iç” alan, sınıfın ekonomik mücadele ve örgütlenmesinin (sendika) alanıdır ve bu alanca kaldığı sürece işçiler, kendilerini yalnızca işverenleri karşısında bir bütün olarak, belki, görebilirler. “Kendileri için” bir sınıf olmak, kendileri bizzat egemen bir sınıf olmak diye bir sorunu bu alana içinde kaldıkça tanıyamazlar. Bu alan, işçilerin, kendilerini burjuvaziye bağımlı hissettikleri, burjuvazinin sistemi dışında, kendilerine ait bir sistemin kendilerince gerçekleştirilebileceğini fark edemedikleri bir alandır. Mücadele bu alan üzerinde kaldıkça ve bu alana özgü örgütlenme aracılığıyla sürdürüldükçe, “sosyalist siyasal bilincin” doğması ve sınıfın bir özelliği haline gelmesi olanaksızdır. Peki, ne yapmalı? Acaba, ekonomik mücadelenin kendisine siyasal bir nitelik verilerek bu sorun çözülebilir mi? Lenin, bu soruya kesin olarak “hayır” cevabını verir, çünkü bu, “iktisadi reformlar uğruna mücadeleden başka bir anlam taşımaz.”
Ekonomizmin önde gelen sözcüsü Martinov, şu iddiadadır: “Partimiz, hükümetin karşısına, iktisadi sömürüye, işsizliğe, açlığa vb. karşı somut yasal ve idari önlem istemleriyle çıkabilirdi ve çıkmalıydı.” Yani, ekonomik talepleri siyasi bir niteliğe kavuşturmalıydı! Ya da, bir başka deyişle, ekonomik talepleri, hükümeti yasalarda değişiklik yapmaya zorlayacak bir eylemin kalkış noktası yapmalıydı! “Hükümete karşı” ve “ekonomik talepler” kavramlarına dikkat edelim. Lenin’e göre, bu iki özelliği taşısa da, bir işçi eylemi “siyasal eylem” düzeyine yükselmiş olmuyor. Bununla sınırlı, ya da bu yoldan gelişmiş bir eylem içinde, sınıf, sosyalist siyasal bilince kavuşamıyor, önemli olan, “hükümete karşı” olmak, “hükümetten ekonomik reform talep etmek” değil, o günün koşullarında, “hükümetin otokratik bir hükümet olmasına son vermektir. Burada mücadele, doğrudan doğruya devletle bütün sınıflar arasındaki ilişki alanına, “işçilerle işverenler arasındaki” sınırlı alanın “dışında” bir alana girmektedir. Gösterilmek istenen, işçi sınıfına siyasal bilincin ancak bu alanın, yani siyasal mücadele alanının içinden, ekonomik mücadele alanının dışından verilebileceğidir.
Üçüncü olarak Lenin, ekonomistlerin “işçiler arasına gidilmelidir” sloganını eleştirirken, bir başka “dış”ı vurgular. Yeri gelmişken, sözünü ettiğimiz, Türkiye’deki eski tartışmanın, Rus Sosyal Demokratlarına ne kadar yabancı olduğuna bir kere daha dikkat edebiliriz. Sınıfın içi-dışı diye bir sorun, Lenin’i de, ekonomistleri de ilgilendirmiyor. Devam edelim; “işçiler arasına gidilmelidir” sloganına karşı Lenin, “bu yetmez” diyor. “İşçilere siyasal bilgiyi verebilmek için, sosyal-demokratlar (Marksistler ÖD.) nüfusun bütün sınıflan arasına gitmek zorundadırlar, onlar askeri birliklerini, bütün yönlere sevk etmek zorundadırlar.” (age. s. 100-101) İşçi Sınıfı, yalnızca kendi konumuna bakarak, yüzünü yalnızca kendi kendisine çevirerek, toplumsal ilişkiler ağının bütünü üzerinde etkide bulunamaz. Diğer bütün sınıfların karşılıklı etkileştiği ve birbiriyle mücadele ettiği toplumun tüm sınıfsal-siyasal ilişkileri hakkında bilgilendiği, toplumu bir bütün olarak kavradığı zaman ve ancak böylece işçi sınıfı, kendi yerini ve etkisini görebilecek, toplumu dönüştürmek, kendi ilişkilerini ve taleplerini toplumun diğer bütün çalışan nüfusunun ilişkileri ve talepleri olarak geliştirebilmek olanağını bulabilecektir. Çünkü eğer işçiler, hangi sınıflan etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suiistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse ve eğer işçiler bunlara karşı, başka herhangi bir açıdan değil, sosyal-demokrat açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinci gerçek bir siyasal bilinç olamaz… Kim, işçi sınıfının dikkatini, gözlemini ve bilincini, tamamıyla ya da esas olarak işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırıyorsa, böylesi sosyal-demokrat değildir; çünkü kendini iyi tanıyabilmesi için, işçi sınıfının, modern toplumun bütün sınıfları arasında karşılıklı ilişkiler konusunda tam bir bilgisi, sadece teorik bilgisi değil… hatta daha doğru olarak ifade edelim: teorik olmaktan çok, siyasal yaşam deneyimine dayanan pratik bilgisi olması gerekir.” (Lenin, age s.89-90) Kendi içine kapanmış ve kendi iç yaşamının sorunlarına boğulmuş, mücadelesini yalnızca bu sorunlara yöneltmiş bir sınıf, ne toplumsal hareketin bütünü üzerinde etkileyici ve yönlendirici bir rol oynayabilir, ne de mücadele eden diğer emekçilerin önderi haline gelebilir. Kendi dışına bakabilen ve kendi “dışındaki” olaylara sosyalist siyasal bir tepki gösterebilen bir sınıf, ancak bu rolü oynayabilir.
İşte, “bilincin dıştan verilmesi” ilkesinde sözü edilen “dış” kavramının üç boyutu bunlardır. “Sınıf dışından” mı, “sınıfın içinden” mi, biçiminde bir tartışma, herhalde yeryüzünde yalnızca geri ve despot tarihsel özelliklerine, hak etmediği bir burnu büyüklüğü de ekleyen Türkiye aydınına özgü olsa gerek. Bir yanda “öncü” ve “siyasal dövüşkenlik” özelliklerinin yalnızca kendi “okumuş’ kafasına yakışabileceğim sananlar, diğer yanda ise “işçilere bilincin dışarıdan taşınacağına inanmadığı için ( + ), sınıfın ardından ya da en çok “içinden” yürümenin kuyrukçu erdemlerini savunanlar, neyin içi, neyin dışı sorusunu uydurma bir biçimde cevaplayarak yıllardır tartışıyorlar: “sınıfın içinden mi, sınıfın dışından mı?” Tartışınız; ama biliniz ki, sosyalist siyasal bilincin gelişeceği ve verileceği alan bellidir: mutlaka sizin dışınızdan!

( + ) “İşçiler ve Toplum” dergisinin 3. sayısında bir yazar şöyle diyordu: “işçilere bilinci dışarıdan taşınabileceğine inanmıyorum. Sınıf bilincinin, işçilerin dünyayı algılamalarına ilişkin ve taşınamayacak bir durum olduğu kanaatindeyim.” Burada “bilinç” ve “dış” kavramlarına yüklenen anlamın, Lenin’in anlattığı hiçbir şeyin ilgisi olmadığına dikkat edelim. Yazar, kodunun “fena halde” dışındadır.

Haziran 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑