Deniz’in babasıyla, Cemil Gezmiş ile Deniz hakkında konuşmaya gittik. Baştan bir çerçeve çizdi konuşmamıza, sınır koydu. “Bu konuda her şeyi söyleyebilecek ortam geldiği zaman daha net, daha açık konuşabilirim” diyerek. Ve birçok konuya girmekten kaçındı Cemil Gezmiş.
ÖZGÜRLÜK: Sıra dışı bir insan olan oğlunuz Deniz Gezmiş hakkında bir baba olarak neler söyleyebilirsiniz?
CEMİL GEZMİŞ: Şimdi bir babaya oğlunu nasıl değerlendiriyorsun diye sorulduğunda, elbette ki, baba olarak hiçbir zaman oğlu hakkındaki görüşlerinde duygusal olmaktan sıyrılamaz. Bir ölçüde ne kadar sıyrılabilirse, o kadar sıyrılabilir. Ben de o açıdan, bana Deniz’i nasıl tanırsınız derseniz, oğlum olarak tanırım derim. Dışarının tanıdığından farklı olarak tanırım derim. Deniz’i her yönüyle bilmeden, tanımadan yapılan değerlendirmelerin hiçbirisinde isabet yoktur derim. Deniz hakkında yazılmış olan bütün yazıların hiçbirisi doğru-dürüst bir gözleme dayanmıyor. Bununla şunu kastetmek istiyorum: elbette oğlumun hataları veyahut da davranış içinde ve hakkında eleştiriye neden olacak birtakım yanlışları olmuştur. Ama bunlar, benim açımdan başka türlüdür, dışarıdan görenler açısından başka türlüdür. Bir defa, Deniz’in bence, kanımca başına gelen bütün bu olaylar çok fazla insan-severliğinden kaynaklanmıştır. Yurtseverliğinden kaynaklanmıştır. Ki bunlar da aşırı derecede Deniz’de vardı. Deniz insanları öyle severdi ki, bir arkadaşı vardı onun, Sivaslı galiba. Üniversitede bir yerde kalırmış, her gün bir tane yoğurt alırmış, o zaman yoğurt ucuz, o yoğurdu bölermiş, yarısını öğleyin yermiş, ikinci yarısının yarısını akşam yermiş, kalanı ertesi güne saklarmış. Ve bir gün Deniz, sabah Üniversiteye giderken, sabah her zaman istediğinden fazla para istedi. Ben hiç sormazdım ne için isterdi diye. Herkes benden istediği kadar alırdı. O, anlattı, böyle böyle, bir arkadaşım var diye. Anlatırken de gözleri doldu. Bu bakımdan, insanların ıstıraplarıyla, çileleriyle, insanların ezilmişliğiyle çok ilgilenirdi. İşte bu ilgi, bu insan-severliği, bu yurtseverliği en sonunda başına bilinen işi getirdi.
Deniz, yabancıları sevmezdi. Mektuplarının arasında bir tanesi var, ben daima yabancılardan nefret ettim diye yazmıştı. Ve onlara bir öfkesi vardı. Özellikle…
ÖZGÜRLÜK: Demin mektupları karıştırırken, yabancılardan ona gelenleri de gördüm…
C. GEZMİŞ: O başka. Onlar ayrı konular. Kişisel dostlukları ayrı. Yabancıları sevmez dediğim konu bu değil. Doğrudan doğruya siyasi bakımdan yabancılarla olan ilişkilere hiç itibar etmezdi O. Amerika’ya düşmandı, gücüne dayanarak halklar üzerinde baskı uygulayan herkese düşmandı. O’nun bir beyanatı vardır, bilirsiniz.
ÖZGÜRLÜK: Var mı böyle bir şey?
C. GEZMİŞ: Var ya. İdam kararının çıktığının ertesi günü ben ziyarete gittiğimde, bana, ‘baba, dünyada doğru dürüst dostumuz kalmadı, ona yanıyorum” dedi. “Dün akşam Moskova radyosunun İngilizce yayını dinledim, bizim tutar tarafımızı bırakmadı. Çekoslovak radyosunu dinledim, bizim tutar tarafımızı bırakmadı. Amerika’nın zaten ağzı kulaklarında, İngiltere öyle”. Yabancı radyoları dinlemiş. Ertesi gün akşam bana “işte görüyorsun ya” dedi, “ben yabancıları neden sevmiyorum. Şimdi anlarsın.” Yabancılara olan öfkesiyle O, mektuplarında da vardır ya, “ben Asyalı olmaktan gurur duyuyorum” demesinin nedeni bu. Avrupa’nın çürümüşlüğüne, Batının çürümüşlüğüne, Batının artık bir aciz içinde, batak içinde olduğuna inanmıştı. Doğu’nun yeniden uyanması, O’nun için büyük bir rüyaydı. Doğu’nun uyanması, kalkınması, kendine özgü birtakım değerleri benimsemesi, O’nun rüyalarında vardı. Deniz, bence, karşıtlarının, hatta yandaşlarının dediği Deniz değildir.
ÖZGÜRLÜK: Bu yabancılar meselesinde bir şey sormalıyım. Yabancıların işçileri var, köylüleri var, burjuvaları var… Deniz hepsine birden mi karşıydı?
C. GEZMİŞ: Anlatamadım galiba, yabancıdan kastım, Türkiye ile siyasi bağımlılık ilişkileri bulunanlardan bahsediyorum. O’nun görüşü buydu. Hiç kimse Türkiye’ye dost değildir. Türkiye üzerinde baskı kuran tüm yabancılara karşıydı. İnsanlardan bahsetmiyorum, insanları çok severdi. Kim olursa olsun, rengi, dini, dili, ırkı ne olursa olsun… Ta buradan Filistin’e bunun için gitti. Filistin’de sırf Siyonistlere karşı savaşmak için gitti.
ÖZGÜRLÜK: Filistin’e gidişinde, orada silahlı eğitim görüp, öğrendiklerini döndüğünde uygulamak istemesi mi etkili olmuştu sizce?
C. GEZMİŞ: Orada öğrendiklerini uygulama düşüncesinin aklından geçip geçmediğini, böyle bir düşüncesi olup olmadığını bilmiyorum. Çünkü oradan dönüşte Beyazıt meydanında Taylan’ı polisler vurduğu zaman, -Deniz’i yakalamak için gelen polisler Taylan’ı vurmuşlardı, biliyorsunuz- o gün Deniz teslim oldu ve ondan sonra Deniz’i cezaevine aldılar ve bir daha ondan sonra O’nun yüzünü göremedik, ancak cezaevinde camın arkasından konuşabildik. Mehetoğlu’nun öldürülmesi olayında, Yıldız Teknik’te, asansör boşluğunda bir silah buldular ve silahı Deniz’e mal ettiler. TMGT’de otururken Deniz’i alıp götürdüler, sonra Sağmalcılardan Bursa’ya naklettiler. Bursa’da ziyaretine gittiğim zaman, -Deniz hiç yalan söylemez, hayatında hiç yalan söylemiş bir insan değildir- oğlum, nasıl oldu bu iş dediğimde, “baba” hiç uğraşma dedi, o sırada Eylül’de ara seçim var, “hiç uğraşma, ara seçimden bir gün sonra bizi çıkarırlar, boşuna yatıyoruz, ne silahla alakam var, ne de silahın orada olduğundan haberim var, uydurdular, kitabına uydurdular, bu ara seçimden önce bırakmazlar, onun için içeriye aldılar”: Gerçekten de 6 Eylül’de ara seçim yapıldı, 17 Eylül gecesi, Cihan geldi, eve Deniz’in eşyalarını getirdi ve “Deniz biraz sonra gelecek” dedi. Yani tamamen uydurma gerekçelerle 6 ay yattı.
ÖZGÜRLÜK: Deniz o zamanlar çeşitli kereler tutuklanıp cezaevlerinde kaldı. Hemen tümünde benzer nedenler vardı sanırım.
C. GEZMİŞ: Hemen hemen hepsi. Mesela bunlardan birisi. Biraz önce gösterdiğim belge var ya, İstanbul Emniyet Müdür Muavininin davacı olduğu. TMGT’nin mahkemece yeddi emine teslimi kararlaştırılmıştı. Bunlar da teslim etmeyiz dediler. Bir grup öğrenci Cağaloğlu’na geldi. Polis geldi. Bunlar içerden teslim etmeyiz, dediler. Çatışma oldu. O çatışmada polis silah kullandı, bunlar da taş attılar. Onlardan biri, şu kadarcık bir kiremit parçası Emniyet Müdür Muavininin başına gelmiş, ufak bir çizik olmuş. Hemen ertesi gün, mahkemeye başvurdular aceleyle, zaten çocukları toplayıp götürmüşlerdi, mahkemede o zaman bu kişi, adli tabipten bir rapor alıyor, bir aylık ve altında da şöyle bir kayıt var: “hayati tehlike vardır”. Çünkü bu kayıt düşülmezse, mahkeme kolay kolay tutuklama kararı almaz. Bir çizik var oysa sadece. Mahkeme de o rapora dayanarak tutuklama kararı verdi. Rapordan üç gün sonra, bu kişi Ankara Emniyet Müdürlüğüne atandı, ‘sayın’ ve ‘muhterem’ Demirel tarafından. Emniyet müdürüyken, İş Bankası olayı oldu, o zaman bütün gücüyle Ankara Emniyeti Deniz’in arkasına düştü, başaramadı. Sonradan da milletvekili oldu bu adam. Bizim çocuklar onun küçük çiziği yüzünden bir hayli yattılar içerde.
ÖZGÜRLÜK: Deniz’i sürekli böyle bahanelerle tutukluyorlar, bu neden olabilir?
C. GEZMİŞ: Asıl neden, o zamanki iktidarın dışarıdaki her şeyi Deniz’in yaptığına kani olmasıydı. Anlattığım silah olayında, Deniz, Sağmalcılar cezaevine girdi, İçişleri Bakanı İstanbul’a geldi, kendisine bir rapor verildi: Tutuklayın Deniz’i, İstanbul’da olaylar durur diyordu. Ama Deniz tutuklandıktan sonra olaylar devam etti. Bu sefer, bakana tekrar bir rapor gitti: Deniz İstanbul’da kaldığı sürece olaylar durulmayacak, çünkü Deniz cezaevinden olayları idare ediyor diyordu. Ve Deniz’in Bursa cezaevine nakli sağlandı. Deniz dışarıdayken olaylar mutlaka devam edecekti diye bir kanı vardı o zamanki iktidarda. Bunların başlarını koparalım, ancak öyle durulur olaylar diye düşünülüyordu. Hâlbuki olaylar alttan almış yürümüş gelişmişti. Ve onlar içerdeyken daha büyük tepki topluyordu.
Son bırakılışından sonra ondan bir daha haber alamadım. Filistin’e gitmiş. Dönüşünde, Hukuk Fakültesiyle ilişkisini kestiler, oraya gitmiş, Dekan’ın odasında, ondan hesabını sormak için. O sırada polisler üniversiteyi sarıyor, Deniz’i yakalamak üzereyken Taylan atlamış üstlerine, sonra üniversitenin hemen önünde vurdular Taylan’ı, Deniz o zaman yakalandı, sonra kayboldu gitti. Bursa’dan çıktıktan sonra Ankara’ya, ODTÜ’ye gitmiş. Göremedim hiç, Ocak ayında İş Bankası olayı oldu, sonra iş gelişti.
ÖZGÜRLÜK: Deniz ’71’de gelişen olaylara katılacağını ima eden şeyler söylemiş miydi, böyle konularda konuşur tartışır mıydı sizle?
C. GEZMİŞ: Yok, yok, hiç tartışmazdı. Deniz’in bu olaylara girişi, bu olaylarla hemhal oluşu, bizim onunla bağlantımız koptuktan 4-5 ay sonra oldu. Hiç haberini alamıyorduk. Birdenbire ortaya çıktı. Gazetelerden öğrendik. Banka olayı bizi şoke etti tabii, adli bir soygun olarak gördük önce. Nasıl banka soyar Deniz diye, ben şaşırdım. Sonra işin aslını anladık ki, soygun başka amaçlıymış, sonra olaylar gelişti. Deniz adam öldürdü mü? Öldürmedi. Deniz kimseye işkence yaptı mı? Yapmadı. Gazetelerin bir kısmı birtakım şeyler uydurdular. Kesinlikle Deniz’in karakteri bunlara müsait değildi. Deniz öldürseydi, Amerikalıları öldürürdü.
ÖZGÜRLÜK: Zaten mahkemelerde de böyle şeylerin sözü edilmedi hiç.
C. GEZMİŞ: Deniz’in karakterine uygun olmayan şeyler bunlar. Ne yaptı Deniz? Bir map tabancayla TBMM’yi ıskat, kurulu düzeni değiştirme, Anayasayı cebren tebdil ve tağyir’e teşebbüs suçunu işlemiş! Gerekçeli kararın başında diyor ki, tüm bu olayların nedeni hükümettir.
ÖZGÜRLÜK: Aynı yasa ’71’de de uygulandı, ’80 sonrasında da. ’80’de öldürme vb. suçu atılanlar dışında kimse idam edilmedi. Bu konuda ne dersiniz.
C. GEZMİŞ: İşte onu anlatmak istiyordum. Ali Elverdi’nin, emekli olduktan sonra, Adalet Partisi’ne girerken, “ben mahkeme başkanı olduğum sırada, yalnız hukuki-adli kararlar vermedim, siyasi kararlar da verdim” demesi, mahkemenin nasıl bir mahkeme olduğunu ortaya koydu.
ÖZGÜRLÜK: Her yeni yol açanlar daha şiddetli cezalandırılır denebilir mi?
C. GEZMİŞ: Efendim, o da değil, AP milletvekilleri, idam kararının mecliste onaylandığı günün gecesi Anadolu Kulübüne kadeh kaldırdılar, üç sizden üç bizden dediler. Bir öç alma duygusunun eseriydi, Menderes’in öcünü aldılar.
Ama Deniz, Türkiye’de bir şeylerin nasıl yapılacağını da gösterdi.
C. GEZMİŞ: Haydi Deniz bunu gösterdi. Hüseyin’le, Yusuf’un nesi vardı?
ÖZGÜRLÜK: Üçü birlikte gösterdi.
C. GEZMİŞ: Hayır. İlla üç olacak. Dört olmadıysa nedeni bu.
ÖZGÜRLÜK: Sizin bir lafınız vardı, Deniz yakalanmadan önce, “her kuşun eti yenmez” diyordunuz.
C. GEZMİŞ: Evet. Dediğim şu: Türkiye’nin tarihinde bir çok insan haksız yere asıldı, vuruldu. Deniz üzerinde bu oyunu oynamayın dedim.
ÖZGÜRLÜK: Yani yakalayamazsınız anlamında söylemediniz. Deniz belli bir amaç için yola çıktı, belli bir davayı temsil ediyor, onun üzerinde üzerinde uygulanacak bir terör hesabının bir gün sorulmasına yol açar, ateşle oynamayın, O’nun mutlaka davasını güdecek insanlar çıkar demek istediniz.
C. GEZMİŞ: Evet, bunun arkası gelir, kan davasına döndürmeyin demek istedim. Eğer kan davasına döndürürseniz, sonra bu ülke huzur görmez demek istedim. Nitekim olaylar beni haklı çıkardı. 12 Eylül’e getiren nedenlerin başında bu kan davası var. Kan davası gittikçe genişledi, kamplara bölünüldü. İktidar, parlamento cephelere bölündü. İnsanlar öldürüldü. Bunun kökleri 12 Mart’a kadar gider. Kan davası haline getirdiler.
ÖZGÜRLÜK: Deniz gibi bir oğlunuz var, çok tanınmış, özellikle idamından sonra ne tür davranışlarla karşılaştınız. O insanları severdi demiştiniz, peki insanların Deniz karşısındaki düşünceleri nelerdi?
C. GEZMİŞ: Bir ölçü konulamaz. Deniz’i sevenler de, sevmeyenler de var. İdamında ağlayanlar da var, oh! diyenler de. Bunu gayet normal karşılıyorum.
ÖZGÜRLÜK: Oranlarsak?
C. GEZMİŞ: Bu oranı ben değil, ancak siz değerlendirirsiniz. Çünkü ben babasıyım Deniz’in, benim yanımda herkes aynı şeyi konuşmaz. Ama ben ölümünden sonra hiç tanımadığım insanlardan çok mektup, telgraf aldım. Akrabalarımın dışında bir sürü insan evime başsağlığına geldi. Bunların içinde sağcısı da, solcusu da vardı. Çoğunu hiç tanımıyordum. Bu eğer ölçüyse, demek ki, sevenler çökmüş. Ama nesini sevdiler? Ülkemizin insanında mertliğe, dürüstlüğe karşı da bir saygı vardır. Kahramanlığına mı, liderlik vasfına mı sevgiydi? Neye ait olduğunu pek ayıramayacağım? Birtakım yerlere gittiğimde, bakıyorum, birdenbire hava değişiyor. Emekli oldum, Emekli Sandığı’na gittim. Bir gün içinde çıkardılar ve evraklarımı, maaşımı bağladılar, tüm işimi hallettiler. Çok kolaylaşırdılar işimi, sen otur amca dediler, bitirdiler. Hastaneye gidiyorum, yine öyle. Hastanelerde kimseye yüz vermezler, hastalanmıştım, hem de günlerden Pazar’dı, doktor karşıladı, asistanları koşuşturdu. Hemen laboratuardı, tahlildi, tedaviydi hemen bitirdiler; aman hocam, hangi saatte istersen gel, doğru yukarı çık, dediler. Bir ilgi, bir alaka. Demek istediğim, çok yerde böyle oluyor. Ama bir de ters ters bakan polisler oluyor. Ama üstüme yaramıyorlardı, varmıyorlardı pek.
ÖZGÜRLÜK: Her şeye rağmen, idam edilmesine, herkesin hakkında şöyle ya da böyle konuşmasına, bunların sizi etkilemesine ve başka her şeye rağmen, Deniz gibi bir oğlunuz olması nasıl bir şey?
C. GEZMİŞ: Tanrı herkese nasip etsin. Her dostuma nasip etsin Deniz gibi bir oğlu olmasını.
ÖZGÜRLÜK: Her 6 Mayıs’ta Deniz’e gidiyorsunuz?
C. GEZMİŞ: Geliyor insanlar, benden önce. Çiçekler konulmuş, sulanmış buluyorum kabrini her zaman. Ama kimler tarafından yapılıyor bilmiyorum. Ölümünden beri her 6 Mayıs’ta ben ordayım. Hep böyle. Bunun yanında bir grup da gidip mezar taşlarını kırıyor. Türkiye bölünmüş, onu da normal karşılıyorum, ötekini de. Bunlar bugünün sorunları.
ÖZGÜRLÜK: Deniz’in mücadelesinde, örneğin 6.Filoya karşı eylemlerinde birtakım ‘solcular” farklı tavır alıyor, bu eylemlere karşı çıkıyorlardı. Deniz’in onlarla ilişkisi nasıldı, haklarında ne düşünürdü?
C. GEZMİŞ: Onları bana hiç açmazdı. Ne yapacağını, kimlerle arasının nasıl olduğunu anlatmazdı. Bilemeyeceğim.
Oğlum, bozuk düzen deyip duruyorsun, şu okulunu bitir, yoksa sana kimse ekmek vermez. Diplomanı al, sonra ne istersen yap, derdim ona. Bana yanıtı şu olurdu: baba derdi, “kendisini topluma kabul ettirebilecek insanlar için diplomaya gerek yok. Benim zaten üniversiteden alacağım bir şey yok, onun bize verecek bir şeyi yok, bugün öğrenci üniversiteyi çok aştı, üniversite çağdaş üniversite olmaktan çıktı.”
ÖZGÜRLÜK: Deniz yaşamayı severdi değil mi?
C. GEZMİŞ: Herkes gibi.
ÖZGÜRLÜK: Ölümü, cezaevinde yatmayı göze aldı. Bunu nasıl açıklamalı?
C. GEZMİŞ: Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığın sürece çok şey yapabilmek diyordu, bir mektubunda. Son mektubunda da bana yazdığı şu: “baba, oğlun bu yola çıkarken sonucun bu olacağını bilerek çıktı”. Demek ki bunu peşinen kabul etmiş. İdam hücresinden yazdığı mektupta da onu diyor: benden boyuna kitap isterdi, edebiyata, felsefeye ait. Eğer ölüme mahkûm olmasaydım, fizik ve matematik üzerine çalışacaktım, diyordu. Ve Ölümü de o kadar hafife alıyorlardı. Elbise yaptırayım sana oğlum, dedim, duruşmaya çıkarken giyersin, “baba, bırak” dedi gülerek, “tahtalıköyde mi giyeceğiz”. O kadar kanıksamışlardı ölümü. Yani, bir şeylere inanmışlardı ki, bu inançları onlara bu gücü vermişti.
ÖZGÜRLÜK: Deniz’in intihar etmeyi düşündüğü şeklinde söylentiler var. Zehir falan…
C. GEZMİŞ: Hayır, asla. Asla. “Baba sakın birisinden af talep etme” dedi son görüşlerinde bana. En sonda açlık orucuna girmişlerdi. Görüşe sallanarak geldi. Üzüldüğümü görüp diri görünmeye çalışıyordu. Oğlum bu halinle neye varmak istiyorsun, ellerine koz mu vereceksin, Deniz’in bacakları titredi sehpada, diyecekler, dedim ona. Orucu kaldırdılar. Güçlü olarak sehpaya çıkmak için. İntihar etmeye karar vermiş insan böyle mi davranır. Zehirmiş de. Saçma sapan şeyler. Deniz kesinlikle o karakterde değildi.
ÖZGÜRLÜK: Deniz öldürülmeyip yaşasaydı, sizce ne yapardı?
C. GEZMİŞ: Valla, bilemem. Yaşı gereği ne yapması gerekirse sanırım onu yapardı. Yaşasaydı, şimdi 45’inde olacaktı. Devrimci olacağı kesindi, görüşlerinde bir değişiklik olacağını sanmıyorum. Sen olsaydın ne yapardın diye sor. Ben genç olsaydım, Deniz’i idam ettiklerinden sonra, ben dağa çıkardım.
ÖZGÜRLÜK: Deniz’in şu genel özelliğinden söz edebiliriz, değil mi, kolay kolay yolundan dönmezdi.
C. GEZMİŞ: Onlar başka şeyler. Deniz günden güne, esen rüzgâra göre yelken açacak bir tipte değildi.
ÖZGÜRLÜK: Edebiyata meraklıydı değil mi? Müziğe..
C. GEZMİŞ: Edebiyata çok meraklıydı. Çok okurdu. Rus klasiklerini, Fransız klasiklerini, İngiliz, Alman, İspanyol… Hayyam’ı severdi.
ÖZGÜRLÜK: Teşekkürler.
Deniz’in babasına yazdığı mektuplardan parçalar.
Baba, (…)
“Bildiğin gibi şimdi hücrede kalıyorum. Vaktimi bol bol kitap okumakla geçiriyorum. Okumaya doymak olmuyor. Ölene kadar doymayacağım. İdamı fazla düşündüğüm yok. Daha evvel de söylediğim gibi dünyaya kazık çakmadım ya. Fazla yaşamak değil önemli olan. Ağaçlar da yaşıyor. Ben şimdiye kadar yaptıklarımdan pişman değilim. Elimde olsa tekrarlardım onları.
Buradaki arkadaşlarımın hepsinin morali yerinde. Aslında hiçbir zaman moralimizi bozmadık ki.
Ben gerçekten her zaman umutluyum. Tarihin çarkları bizden yana dönüyor. Kaldı ki biz halkın umuduyuz.”
Deniz Gezmiş
22 Ekim 1971 Mamak-Ankara
“Dostoyevsky’nin kitaplarını bitirdim. Şimdi Balzac’tan okumaya başlayacağım. Çoğunu daha evvel okumuştum, ama yine rahatça, canım sıkılmadan okuyorum. Hele Dostoyevsky! Yaşadığı toplumun kesitini vermiş romanlarında. Tolstoy’un mujikleri varsa onun da bir türlü iki yakaları bir araya gelmeyen şehirli küçük burjuvaları var. Onları o kadar canlı anlatmış ki, insan görür gibi oluyor.
Sana İngiliz, Alman, İtalyan, İspanyol edebiyatı desem, aklına her birinden bir isim gelecek. Örneğin, Shakspeare, Goethe, Dante, Cervantes. Ama Fransız ve Rus edebiyatı olunca durum değişir. Bir sürü isim gelir aklına. Her biri birbirinden büyük. Aynı durum İran edebiyatı için de geçerli. Ömer Havyam, Gazali, Şirazlı Sadi. Hangisini ele alırsan ve o dönemdeki Avrupa’ya kıyaslarsan ayrı bir durum ortaya çıkıyor. Hayyam’a gösterilen toleransın aksine Avrupa’daki engizisyon işkenceleri o kadar şaşırtıcı ki. Onun yazdıklarının yüzde birini söyleseydi o çağda bir Avrupalı, sonu ölüm olurdu, hem de işkenceyle.
Bunları neden söylüyorum? Batı taklitçisi sözde aydınların aksine Asyalı olmaktan onur duyduğum için.”
Deniz Gezmiş
15 Ekim 1971 Mamak-Ankara
Mayıs 1989