Doğu Avrupa’da revizyonist rejimler ya da sürüngenliğe ve erken zafer çığırtkanlığına dair

Son yarım yüzyıllık dönem baz alınırsa, özel bir tarih yaşadığımızı söylemenin, fazla bir abartma sayılmayacağı açık.
Doğu Avrupa’daki revizyonist rejimlerin sallanması ve Domino Teorisine adeta yeniden güncellik kazandırırcasına, yerinden oynamasıyla, aynı anlama gelmek üzere çelişkilerin açığa çıkması ile, özle biçim arasındaki uyumluluğun yeniden kurulması ile, dünyanın siyasal coğrafyasında yeni bir dönemin başladığına işaret etmek gerekiyor.
Kapanan dönemin ve yeni sürecin özelliklerini irdelemeni^, bu aşamada epeyce önem kazandığı elbette reddedilemez. Ortaya çıkan olguları ve gelişmeleri, yaşamın kendi diyalektiğini, hazır birtakım formülasyonlar içerisine sığdırmaya çalışmak veya gidenleri ‘sosyalist’ ilan ederek mezar taşlarına ağıt yakmak, tarih öncesi felsefi bir bakış açısına yeni-t den dönülmediği sürece, mümkün gözükmüyor.
Doğu Avrupa’daki gelişmelerin şaşırtıcı olmadığını, bir fazlalık oluşturmasına karşın, söylemek gerekiyor. Değişim olayı yeni bir şey değildir, bu biliniyor. Yeni olan, yapıların yerine oturması ve sisteme, ekonomiden siyasal kurumlarına kadar Batı burjuva toplumunun normlarının eklenmesidir. Bu da yeni bir saptama değildir, gelişmelerin bu noktaya varacağı biliniyordu. Bunun bir kehanet olarak değerlendirilip övünç kaynağı yapılması da, uygun olmayan bir davranış olur. Tersine ortaya çıkan olgulara bakarak, durumu, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist demokrasi normları ile kıyaslayarak bir bütün olarak irdelemek gerekiyor. ‘Geri dönüş’ ve ‘kapitalizmin restorasyonu’ teorisini formülasyon düzeyinde de olsa tekrar etmek, ilk kalkış noktası yakalamak açısından önemli, ama yeterli olarak görülmemeli.
Tarihsel oluşum açısından çok daha değişik olguların tartışma gündemine sokulmasının, bütünlüklü olarak irdelenmesinin, şimdilik gereğine ve önemine işaret etmek gerekiyor.
Revizyonizmin ahlaki ‘uyumluluğu’ ya da sürüngenliğe soyunmak
Doğu Avrupa tipi “alt üst oluş” dönemleri, hep insan ilişkilerinin gerçek boyutlarının ortaya çıkmasında, belirginleşmesinde, adeta toplumsal bir turnusol kağıdı işlevi görüyor.
Günlük siyasal kaygıların uzağında insan onurunun çelikleşmesi bir sevinç kaynağına dönüşüyor. İnsanın, insan onurunu ve siyasal kimliğini koruması, insana hep güven duygusu aşılıyor.
Toplumsal değişiklik dönemleri, daha çok da belirli bir kategorideki insan ilişkilerinin soysuzlaşmasını, çürümüşlüğünü açığa çıkarıyor. Soysuzlaşma örneklerine bakarken, aşırı derecede rahatsızlık duymamak mümkün olmuyor. Darbe ve Romanya’daki çatışma sırasında Türkiye’de bulunan Başbakan Birinci Yardımcısı Opera, TV ekranlarından ancak kusarak izlenebiliyor. Kapitalizmin insan ilişkilerini bu denli soysuzlaştırması örnekleri karşısında, tiksinti duymak yeterli olmuyor.
Bazı dergilere utanç duymadan bakabilmek mümkün olmuyor. Son zamanlarda, Adımlar gibi yayınları ancak utanç duyarak izleyebiliyor insan. Mürekkep lekeleri inşanın soysuzlaşmasına, ahlaki olarak çürümesine sanki katlanmak zorunda kalarak, tanıklık ediyor. Daha dün Çavuşesku’lara, Jivkov’lara, Honeckerlere övgüler dizmek için birbiriyle yarışan kalemler Polonya’daki işçi grevlerini CIA ajanlarının varlığı ile emperyalist kışkırtmalarla açıklayanlar, bugün aynı derginin, aynı sayfalarında, aynı imzaları kullanmaktan çekinmeden, Doğu Avrupa’daki gelişmeleri, ‘devrim’ ‘yeni bir halk devrimi’, ‘sosyalizmin gerçek çehresinin açığa çıkması’ gibi kavramlarla selamlayarak, artık düşen hanedanlıklara sövgü yarışında birbirlerini geçmeye çalışıyorlar. Övgü veya sövgüde, insanın kendisini bir yarış atı gibi görmesi, insanı değerleri sonsuz bir soysuzlaşmaya itiyor. Yarış atı belki daha soylu bir kan taşıyor, ama bir kimlik taşıması mümkün olmuyor. Hep sahibinin kimliği ile anılıyor. Tıpkı bir orkestrada, şefin değneğinin yönlendirici ve belirleyici konumu karşısında, orkestra elamanlarının Kendi kimliklerini bir kenara bırakmaları gibi… Bir orkestra davulcusunun, inisiyatifinden ve kimliğinden söz etmek uygun olmuyor. Şefin değneği tokmağın hızını belirtiyor.
Adımlar gibi dergilerdeki bir takım imzalar, bir davulcu tokmağı derecesinde dahi, siyasal bir kimlik taşımıyor, ahlaki bir ölçü tanımıyor.
İnsanın henüz birey ve yurttaş aşamasına yükselmediği tarihsel koşullarda, ‘padişahım çok yaşa’, ‘kral öldü yaşasın kral’ söylemlerinde ifadesini bulan bir tebaa kültüründe egemen değer yargılarının geçerliliğini anlayabilmek, egemenin ahlaki ölçülerini, insanın, kendisine, ahlaki ölçü olarak almasını kavrayabilmek, bu kültürü yerli yerine oturtabilmek belki mümkün. Büyük alt-üst dönemleri dışında, bunu fazlaca yadırgamak da gerekiyor. Dünyayı değiştirmek amacıyla yola çıkma, her şeyden önce, tebaa kültürünü aşmakla başlıyor. Değişen bir orkestra şefinin değneğine uyum sağlamak iyi bir davulcu olmak için yeterlidir belki, böyle davranmak belki uyumlu bir ‘siyasetçi’ olmak için yeterli görülebilir. Ama egemen değer yargılarını ve şefin değneğinde ifadesini bulan ahlaki ölçüleri, siyasal değerleri, ahlaki değer manzumesi olarak içselleştirmek, insanı sadece çürütmekle kalmıyor, insanı sadece ahlaki çürümüşlüğe itmiyor, sonsuz bir soysuzlaşmanın da maddi ve moral zeminin yaratıyor.
Dün Jivkovlara, Cavuşeskulara dizilen övgü yarışında dereceye girmek isteyenlerin, bugün Gorbaçovcu ahlak ilkelerine sığınmaları/Kuzeyin soğuk liberal rüzgarlarına kapılmaları ancak bu bataklık zemininde mümkün olabiliyor.
Bataklık kuşlarının insani bir kimlik ve siyasal bir kişilik taşımaları gerekli olmuyor.
Kendi toprağından kopukluğun ve mültecilik yıllarının her türlü insani değeri aşındırdığı ve kişilikleri yok ettiği biliniyor. Mültecilik yılları, siyasal otoriteye, despotizme bağlı kişilikler ve ahlaki ölçüler şekillendiriyor.
Şimdi de kusuluyor.
Eylül’ün türettiği itirafçılık soysuzlaşan, kendi kimliğini ve kişiliğini kusan insan ilişkilerini ifade ediyor. Bugünün yeni kralcılarını ahlaki değerler ve ahlaki düzey açısından, ancak Eylül’ün itirafçıları ile Çavuşesku’nun yardımcısı Opera’nın ahlaki ölçüleri ile kıyaslayabilmek mümkün oluyor.
Kapitalist sistem hep uyumlu insan tipleri yetiştirmeyi amaçlıyor, aykırı öğeleri biçerek veya ehlileştirerek varlığını sürdürmeye çalışıyor. Uyumlu veya uyumlulaşan insan, övgü ve ödüle değer bulunuyor.
Uyumlu olmayı yeterli görmeyenler, sürüngen olmaya soyunuyorlar.
Sürüngenlik, ahlaki çürümenin ve insanın sonsuz derecede soysuzlaşmasının son sınırını oluşturuyor.
Sürüngenin hareketlerini tiksinti duymadan izleyebilmek mümkün olmuyor.
Sürüngenlik insanın kendi varlığının, insan ilişkilerinin olumsuzlanmasının ifadesini oluşturuyor.
İki eksi niceliğin toplamından bir artı nitelik çıkmıyor
İki olumsuz öğenin karşılaştırılmasından bir olumlu öğenin çıkmadığı biliniyor. Olumsuz bir öğe ile daha olumsuz bir öğe, kıyas yolu ile olumlu bir sonuç vermiyor.
Kapitalizmin, bütün tarihi boyunca, kendini hep olumsuz öğelerle, tarihsel olarak olumsuzlanan şekillenmelerle karşılaştırarak olumladığı, tarihsel olarak akladığı, idealleştirdiği görülüyor. Kapitalizm olumsuz bir kültür yaratıyor, olumsuz bir kıyaslama yöntemi egemen oluyor ve toplumun bütün gözeneklerine şırınga ediliyor. Kapitalizmin yarattığı olumsuz rekabetin olumsuzlaştırdığı toplumsal ilişkilerin yansıttığı kültürel-ideolojik şekillenme çerçevesinde, bireysel ve grup ilişkilerinde olumsuzluklar, olumlu bir düzeye yükseltiliyor. ‘Aşağı’, ‘çukur’a göre kategorik bir düzey olarak olumlanıyor.
Herkesin ‘mutluluk reçetesi’nden nasibini alması için, düzey farklılıklarının derecelendirilmesi, artık idealist felsefenin uğraş alanları arasına giriyor. Felsefe, ‘mutluluk bilimi’ olarak yeni bir işleve kavuşuyor.
‘Mutluluk bilimi’nde kapitalizm kendi mutluluğunu arıyor, kendi mutluluğunun ebediliğini görmeye çalışıyor. ‘Olumsuz’ bir sabiteye göre kıyaslama yöntemi ile kapitalizm, bir dünya sistemi olarak evrensel planda ebediliğini ilan ediyor. Aynı anlama gelmek üzere, sistem, burjuvazimin ‘demokratik’ propaganda makinaları ağı ile, kapitalizmin ve burjuva demokrasisinin temel zaaflarını gizlemek, bir olgu olarak kapitalizmin bizatihi kendisinin ‘olumsuz’ bir öğe olduğunu gözlerden kaçırmak için olguları olumsuz bir sabiteye göre kıyaslama yöntemine başvuruyor.
İkinci Sıcak Savaşın hemen arkasından Hitler faşizminin kötülükleri, ‘demokrasilin ve ‘demokratik rejim’in faziletlerinin propagandası için, anti-kapitalist tepkilerin yumuşatılması için, burjuvazinin evrensel ve dönemsel çıkarları açısından olumsuz bir sabite işlevi görüyor. Anti-Hitler’cilik, aynı zamanda, sosyalizmin dünya çapında kazandığı prestiji nötralize etmek ve kapitalizmin uğradığı erozyonu önlemek için politik bir kampanyaya dönüştürülüyor. Ve hemen arkasından başlatılan soğuk hava: dalgası, böyle bir kampanyanın üzerini örtüyor. Kapitalist propaganda maktalarından, önce, ‘demir perde’, arkasından ‘komünizmin mezalimi’ propagandası şırınga ediliyor. Buna ‘hür dünyanın faziletleri’ propagandasının eşlik etmesi, kapitalizmin kendi pisliğini kapaması çabasına hizmet ediyor.
Kapitalist toplum, burjuva demokrasisi ve faşizm biçimleriyle evrensel planda mahkûm oluyor, siyasal anlamıyla olumsuzlanıyor. Ama kapitalizm olumlu öğeyi olumsuzlayarak kendini olumlamaya yöneliyor. Burjuva demokrasisi, soğuk savaş dalgalarının eşliğinde insanlık tarihinin en ideal ve edebi siyasal yönetim modeli olarak ilan ediliyor. Kapitalizm, geri ülkelerin ‘geriliğinin karşısına uygarlığı, ‘sosyalizmin despotluğunuzun karşısına ‘demokrasi’yi çıkararak kendini olumluyor. Demokrasi ve uygarlığın ‘kurtarılması’nı, şimdi bütün gericilik kendine başat görev olarak seçiyor.
SSCB’nin ‘yeni düşünce’ tezlerinin de katılmasıyla, dünya şimdi yeni bir soğuk savaş dalgasının etkisi altında.
Soğuk savaş dalgaları, sıcak toplumsal çatışmaların eşliğinde ilerliyor. Sıcak toplumsal çatışmalar ve yığınların toplumsal-siyasal tepkisi Doğu Avrupa’daki revizyonist rejimlerin niteliğinin açığa çıkmasında belirleyici bir rol oynuyor. Örtü kalkıyor. Örtünün altından çıkan revizyonist rejimler ve tekeci bürokratik kapitalist ekonomi artık çıplak gözle görülebiliyor. Doğu Avrupa’da revizyonist klikler hanedanlıklar yıkılıyor. Gerici-burjuva rejimler varlığını sürdürüyor.
Tekelci kapitalizmin çürümüşlüğü ve tükenmişliği temsil ediyor
SSCB’de ve Doğu Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan olgular ve gelişmeler sonunda, Batı ve Doğu kapitalist modelleri arasındaki fark, her bakımdan asgariye iniyor, siliniyor. Doğu’nun revizyonist ideologları, şimdi artık Batı’da ve tekelci iletişim araçlarında, kapitalizme dizdikten övgülerle orantılı olarak tanınıyorlar.
Tanıtılıyorlar.
Revizyonist-kapitalist dünyanın burjuva ideologlarının da katkısıyla, Batı kapitalist sistemi, kendi normlarını, şimdi artık, açığa çıkmış revizyonist dünyanın kapitalist normları ile karşılaştırarak, kendisine daha üstün bir değer biçiyor.
İki olumsuzluktan biri olumluluk katına yükseliyor. Batı kapitalizmin, revizyonist-kapitalist dünyanın artık su yüzüne çıkmış olumsuzluklarının propagandasını öne çıkararak kendini olumluyor. Kapitalizm, tekelci kapitalizm, ikiz kardeşine bakarak kendini aklıyor. Tekelci burjuvazi ebedi zafer şarkıları söylüyor.
Revizyonist-kapitalist dünyanın pislikleri, Batı tekelci kapitalizminin olumlanmasının bir göstergesi olarak kullanılamaz, olsa olsa sosyalizm ile cilalanmış, burjuva demokrasisi kadar bile temsili kurumları taşımayan, en küçük bir siyasal özgürlük kırıntısının bile gasp edildiği ve ezilen ulusların asimilasyonuna dayanan revizyonist rejimlerin, bürokratik devlet kapitalizminin varlığını ve çelişkilerini açığa çıkarmış olur.
Batı tekelci kapitalizmi, revizyonist-kapitalist dünyanın patlayan pisliklerinin propagandası ile, kendini olumlu bir öge olarak sunamaz, kendini olumlayamaz. Tekelci bürokratik kapitalizmi, revizyonist rejimleri sosyalizm olarak lanse etmesiyle, tersine kendisini olumsuzlamış oluyor.
Ölen sosyalizmin idealleri ve Marksizm değildir, ölen revizyonizm dâhil tekelci kapitalizmin, burjuvazinin değerler silsilesidir. Çöken revizyonist sistemdir.
Sosyalizmin idealleri bugün de yaşıyor. Toplumda üretim araçları üzerinde kapitalist özel mülkiyetin devam etmesi temelinde artı-değer sömürüsü ve özgürlük mücadelesi sürdüğü sürece, sosyalizmin idealleri hep ulaşılması gereken bir hedef olarak canlılığını koruyacak. Kapitalizm var oldukça, insanlığın sömürüsüz-sınıfsız bir dünya özlemi, özgürlük idealleri sürecek. Sömürüşüz, sınıfsız ve özgür bir dünya yaratılması mücadelesi de sürecek. Gözlerimizin önünde sürüyor da… Baskı ve sömürüye karşı ayağı dikilen işçiler ve emekçiler, insanlığın özgürlük ve eşitlik ideallerinin dinamiklerini ve potansiyelini oluşturuyor. Sınıf dinamikleri ve sınıfsal potansiyel, kapitalizmi için için kemiriyor. Dipte biriken dalga, devrimler çağının bitmediğinin, sosyalizm ideallerinin canlılığını koruduğunun somut bir göstergesini oluşturuyor. Erken zafer çığlıkları, arkasında, yarının hıçkırık nöbetlerini biriktiriyor. Emperyalist-kapitalist dünyanın çelişkileri başka bir şeyi değil, sosyalizmi hazırlıyor. Kapitalizm, her geçen gün biraz daha olumsuzlanıyor, Bugün Doğu Avrupa’da kapitalist gericiliğin ideologluğuna ve mimarlığına soyunanlar dahi, sosyalizmin temel değerlerinin insanlığın en büyük ideallerini oluşturmaya devam ettiğini itiraf etmek zorunda kalırlar. Dün Hitler, tekelci kapitalizmin barbarlığını ve faşizmin vahşiliğini perdelemek ve sosyalizmin evrensel prestijinden yararlanmak için, ‘nasyonal-sosyalizm’ gibi kavramlara sığınıyordu. Tarih tekerrür ediyor, ama daha farklı tarihsel koşullarla da bugünün revizyonist-burjuva ideologları, Doğu-Avrupa’daki kapitalist restorasyonun derinleştirilmesi ve siyasal biçimleriyle de tamamlanması sürecini, ideolojik platformda kapitalizme övgüler dizmelerine karşın, kapitalizm terimi ile tanımlanmaktan özenle kaçınıyorlar. ‘Reel kapitalizm’ pisliklendirme düzeyinde, ‘özgürlükçü sosyalizm, ‘üçüncü yol’, gibi terimlerle karşılanıyor.
Kapitalizm kavramsal düzlemde dahi, kendi ideologlarını ve savunucularını korkutuyor.
Kapitalist ‘uygarlık’ şimdiye kadar insanlığa ne verdi, bundan böyle ne verebilir? Baskı, sömürü, hak gaspı ve barbarlıktan başka… Yığınları katılım mekanizmalarının tamamen dışına süren, sömürü ve soygunu artıran, sınıfsal kutuplaşmayı derinleştiren, gezegenimizi silah deposu haline getiren, yüz milyonlarca insanı açlığı, ölüme ve işsizliğe mahkûm eden tekelci kapitalizm insanlığın hangi özlemini karşılayabilir? Tekelci kapitalizm, emekçi yığınların en sıradan ekonomik, sosyal ve siyasal özlemlerine cevap vermek bir yana, dünyayı bile yaşanamaz bir hale getirdi. Sadece dünyanın değil uzayın da dengesi bozuldu, emperyalist bloklar artık uzayda boy ölçüşür hale geldi. Batı’da sosyal muhalefet sınıfsal rengini kaybetti, barış ve çevre sorunları, sosyal muhalefetin odağına yerleşti.
Kapitalizm artık, sistem olarak kendi olumsuzluklarını yeniden üretiyor, kendini olumsuzluyor.
Doğu Avrupa’da kapitalizmin restorasyon sürecini derinleştirmesi ve geçmişin biçimsel izlerinden de kurtulması, kaldırılan örtünü altında Doğu Almanya’da Neo-Nazilerin çıkması, Bulgaristan ve SSCB’de ulusal istemlere karşı, en aşırı ifadesini Pamyat isimli faşizan örgütte bulan Slav şovenizmi dalgasının yeniden uç vermesi ve Romanya’da Liberal Parti’nin monarşiyi geri getirmek için siyaset sahnesinde boy göstermesi, Rusya’da yapılan geniş katılımlı bir dizi gösteride Çarlık bayraklarının taşınması ve tüm bunların eski, revizyonist, sosyal-faşist kliklerinin kanatları altında büyümüş olması, tekelci kapitalist sistemin olumlanmasını ifade etmiyor, daha büyük ölçüde olumsuzlanmasının yeni bir göstergesini oluşturuyor.
iki olumsuz öğenin kıyaslanmasından, bir olumluluk çıkmıyor.
Tekelci kapitalizm, çürümüşlüğün ve tükenmişliğin bir ifadesini oluşturuyor, çürümüşlüğü ve tükenmişliği temsil ediyor.
Tekelci kapitalizm sadece bugününü değil, geleceğini de tüketiyor.
Tekelci kapitalizmin çürümüşlüğünün ve tükenmişliğinin üzeri, tekellerinin tekelcileşmiş propaganda makinaları tarafından pompalanan, erken ‘zafer’ çığlıkları ile kapatılıyor.
Leş kokuları ‘zafer’ çığlıklarını boğuyor.
‘Mağluptur bu yolda galip.’

Nisan 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑