İŞÇİ HAKLARI, NASIL SAĞLANDI? “Alındı” mı, “Verildi” mi?

Toplumsal mücadelenin gelişimi açısından, hakları “verildi” ya da “alındı” biçiminde tartışmanın öz olarak sınıf mücadelesini muğlâklaştırdığı kanısındayız. (Fakat genel tartışma dışına çıkmadan yazı başlığını yine de ikilemli koyduk). Çünkü bu yaklaşım tarzı, mücadelenin düz bir (çizgi) gelişimi olduğu anlayışım içeriyor. Hakkın “yasal” bir platformda ele alındığı anı belirginleştiren bir zamanlamayı esas alma söz konusu oluyor. Aslında o ana kadar geçen süreci öne çıkarmayan ya da dikkate almayan bir eğilim ya da anlayış esas almıyor. Önemli olan bu sürece, bir bütünlük içinde bakılmasıdır. Makalemiz açısından ele alındığında, genelinde halkın ekmek ve özgürlük mücadelesinin ve özgülünde işçi sınıfı mücadelesi boyutunun belirlenmesidir.
Bu, taraf olarak sınıfların konumlarını ve varolan ekonomik-siyasal düzenle bağlarının analizlerini yapmakla anlaşılır kılınır.
O anlamda hakkın ya da hakların toplumsal yaşamda nasıl resmi/yasal kullanılır duruma geldiği sorusu önem kazanır.
Toplumsal gelişme ve toplumsal mücadeleyi bütünsel bir analizde/incelemede, işçi sınıfına yönelik yapılan çalışmalardaki özellikle 274 sayılı Sendikalar ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunlarının tepeden/yukardan verildiği şeklinde bir lütuf tezi işlenir.
“Verildiği” ya da lütuf tezi: öz olarak devletin sınıfsallığı ve bunun gereği işlevleri göz ardı edilir ve işçi sınıfının varlığı ve mücadelesi unutturulmak istenir. Karşı bir tez: İşçi haklan, siyasi ve sendikal örgütlenmelerle işçilerin uzun ve zorlu mücadelesi sonucu elde edildiğidir. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, sınıfın şu veya bu biçimde yaşanılan zor dönemlere karşın mücadele verdiği ve işçi hareketinde süreklilik olduğudur.
Bütünsellikte özgülü incelemek esas alınmalı; aksine davranıldığında gelişmeyi önemli bir yönüyle eksik değerlendirmek ve onun için de yanılmak mümkündür.
“Verildi” tezini içeren çalışmalarda işçi sınıfı özgülü öne çıkarılırken, yeterince araştırma yapmadan / yapılmadan “hani ne eylem yaptı?” biçiminde sınıfın varlığı ve mücadelesine yönelik yapılan sınırlama eksik gözlemi içerir. Böyle bir çalışmada toplumsal mücadele tarihinden çıkarılan tezler gözden ırak tutulamaz.
Nedir, bu tez?
Zor, ekonomik çıkan korumanın bir aracıdır. Ve bunun en önemlisi de devlettir. Günümüzde bu zor aletine, burjuvazi hâkimdir.
Burjuva devletinin varlık koşulu özel mülkiyet hakkı olup, bu, çıkarılan yasalarca korunur. Bu mülkiyet hakkının ihlal edilmezliğini yasa ile koruma, devletin önemli işlevlerindendir. Yasallaştırmak, varolan toplumsal yapıya resmi meşruluk vermek hali olup; burjuva hukukunun öne çıkardığı yasaların “tarafsızlığı” ilkesi, özel mülkiyetin varlığı tehlikeye düştüğü anda aleni olarak “sona erer.”
Tarih boyunca ve ülkemiz özgülünde de emekçi halkın giriştiği her eylem, burjuvazi tarafından yasal olmadığı biçiminde nitelendirilir. Ve buna uygun olarak da devlet, silahlı güçleriyle (burjuvazinin güvenliğini sağlayan kurumlar) saldırır. Sonuç mu? Ölümler ve toplu tutuklamalar: Geçen 1 Mayıs 1989’da İstanbul’da yaşanılanlar, Çin’de ve Bulgaristan’da olanlar…
İçinde bulunulan yaşam ve çalışma koşullarının zorlaması sebebiyle, ekonomik ve siyasal tutsaklık zincirlerine karşı çeşitli biçimlerde mücadele edilir. Bu, birden fazla insanın varlığım içermesi anlamında belli bir organizasyon, yani sınıf açısından sendikalar, komiteler / konseyler ve partiler aracılığıyla mücadele sürdürülür. Onun için nicel ve nitel değerlendirme birlikte yapılırsa değerlendirme doğru bir gözlemi içerir.
Kapitalizm koşullarında, üretici konumda bulunan işçi sınıfı üretimden gelen gücünü kullanır. O sebeple üretimde aksamalar olur ve sermayeye karşı bir mücadele aracı olarak kabul görür. Sermayenin, bu anlamda burjuvazinin varlığı, üretimin sürekliliğine bağlı olması sebebiyle bu durumda Üretimin aksamasıyla kriz daha da derinleşir. Bu koşullarda hem sınıfsal konumu ve hem de işveren olmasından dolayı devlet, işçi sınıfı eylem ve örgütlerini denetleme gereksinimi duyar. Onun için işçi eylemleri ve örgütlenmeleri yasaklanır ya da kısıtlanır. Bu sonsuza dek devam edemeyeceğine göre, devlet yasal düzenlemeler yapmak zorunda kalır.
Bu sonuca, kararlı mücadele olmaksızın varılamazdı.
Bu, ülkemiz özgülünde de böyledir. Mücadele salt bir işverene ya da salt sermayedarlara değil, onun ekonomik ve siyasi yapılanımı düzene karşı da verilir.
Hakların sağlanmasında ana faktör sınıfın mücadelesine bağlı olarak, faktörler diğer ülkelerin işçi hareketlerinin etkisi, işçilerin seçmen olmasından gelen gücü ve diğer etmenler olarak sıralanabilir. Sınıfı mücadelesi iç dinamiğin varlığı temelinde gelişir; dış dinamikler diye nitelendirilecek faktörler, gelişmeyi etkiler.
Düşünelim: Hakların kullanıldığı ve gasp edildiği yılları…
Toplumsal mücadele dalgasının yükseldiği bir dönemde varolan haklar korunurken, yeni kazanımlar ilave edilir; aksine mücadele dalgasının inişe geçtiği yıllarda, haklar gasp edilir.
Eylül Karaçalma kampanyası ve sonrası daha taze/canlı hatırlarda…
Toparlarsak hakların tanınma-, sının birinci aşaması, işçilerin bugünkü ekonomik ve siyasi yapılanımın şekillendiği temelde emek / sermaye çelişkisinin varlığının yarattığı çalışma ve yaşam koşullarından doğan sorunları bizzat çözmek amacıyla (reformları uğruna ve devrim için mücadeleyi birleştirerek) mücadele etmesi ve buna bağlı olarak ikinci aşamasında da, devletin müdahale etmesidir. Devletin müdahalesi, polisiye olabileceği gibi aynı zamanda yasa yaparak da olur.
Yani yasa yapma/hazırlama gerekçesi:
1- Karşı iradenin varlığı ve bunun arzulanmayan boyutlara ulaşmasını engellemek,
2- Olabilecek gelişmeyi denetimine ve güdümüne almak,
3- Karşı iradenin toplumsal kesimini kendi safına çekmek ve destek bulmak şeklinde sıralanabilir.
Günümüz devlet işleyişinde zaman zaman Eylül türünden kesintiler olsa da “demokrasi” oyununun sahnelendiği parlamentoda yasanın görüşülüp kabul edilmesi, tüzel düzenleme prosedürü, hakların “yukardan verildiği” biçiminde yorumlama nedeni olamaz.
Bu bağlamda her yeni yasa o dönemin güçlerin kesiştiği noktada geçmişin deneyimleri ve geleceğin “belirsizlikleri” arasında, resmi ideoloji çerçevesinde hükümler getirmek ve denetime almak biçiminde hazırlanmaktadır.
Üzerinde durulması gereken önemli bir faktör, deneyimler.
Toplumsal mücadele açısından deneyim aktarma kanalları: Varolan örgütlülükler, araştırarak bilgi aktarımı kanalları, yaşanılanlar…
Deneyim aktarımını burjuvazi, titizlikle üzerinde durarak yapar:
1936 yılında kabul edilen 3008 sayılı İş Kanunun amacını CHP Genel Sekreteri Recep Peker şöyle belirler: “Arkadaşlar, layihasının hazırlanması için uzun yıllar emek çektikten sonra derin ilgi ile en doğru yolları araştırıp bulmak için Büyük Millet Meclisi’nin günlerce müzakere ettiği iş kanunu… bir rejim kanunu olacaktır… İşte bu iş kanunu arz ettiğim (sınıf mücadelesi gelişimi vs. -ÖD.) bakımdan da Türkiye’de Ulusal devlet tipinde ahenkli muvazeneli bir hayatın tanzimine yarayacak bir eser olacaktır… Biz bu iş kanunu ile yurttaşların sınıflaşarak parçalara ayrılmasına karşı bir kale duvarı örüyorsak… yeni iş kanunu sınıfçılık şuurunun doğmasına ve yaşamasına imkân verici hava bulutlarını ortadan silip süpürecektir. Bu kanunla milli hayatın iş alanında muvazene kurulacaktır” der (1). Yine aynı kanunla ilgili olarak Yunus Nadi: “Beş altı yıldan beri üzerinde çalışıldıktan TBMM’nin nihayet evvelki gün çıkardığı İş Kanunu… Avrupa’yı kasıp kavuran bir takım fenalıkların aziz Türkiye’mizde teşekkülüne dahi meydan verilmemesi yalnız kendi kendine benzeyen Türk yeni rejimin başlıca hususiyetlerinden, yani kıymetli meziyetlerinden biri olacaktır. Partimiz Genel Sekreteri Sayın Reckep Peker bu hususiyeti sınıf fark ve mücadelesine meydan vermemekle izah etti” diye yazar(2).
1963 yılında; 274 ve 275 sayılı yasaları meclise sunarken zamanın Çalışma Bakanı Bülent Ecevit: “Batı demokrasilerin hemen hepsinde bu kanunla Türk işçisine tanımak üzere bulunduğumuz haklar ancak uzun ve kanlı mücadeleler sonunda elde edilmiştir… Şu birkaç gün içinde bu hakları, bu tür mücadelelere gerek kalmaksızın Türk işçisine tanımak suretiyle toplum ve tarihe büyük bir hizmette bulunmuş olacağımız şüphesizdir” diye konuşur(3).
Bir yönüyle mücadelenin varlığı ve bir yönüyle de ilerde gelişe bilecek düzeyi de vurgulanarak, ilişebilecek boyutu da dikkate alınmaktadır.
İngiltere’de İşçi Partisi hükümetinde Sömürgeler Bakam Sidney Webb’in 17 Eylül 1930 tarihli genelgesinde: “Bağımlı sömürgelerde… işçilerin örgütlerinin, yumuşak bir biçiminde denetlenmemesi ve yönlendirilmemesi durumunda, itaatkar olmayan kişilerin hakimiyeti altına düşmesi ve böylece faaliyetlerinin uygun olmayan ve zararlı amaçlara yöneltilmesi tehlikesi olduğunu görüyorum… Bunların anayasal kanallara geçişini kolaylaştırmak amacıyla gerekli adımlar atma görevinin Sömürge Yönetimlerine ait olduğuna inanıyorum” der(4) (abç).
Alıntılar dikkate alındığında çıkarılacak önemli bir sonuç: Devletin yetkili kurumlarınca, sınıfla ilgili birikimleri, deneyimleri ve yarınlarda olabilecek boyut dikkate alınarak yasal düzenlemeye gidiliyor olmasının nedeni, karşı iradenin, yani sınıfsal mücadelenin varlığıdır.
1947 yılında çıkarılan Sendikalar Kanunu ya da 1963 – Temmuz tarihli 274 ve 275 sayılı kanunların çıkarılmasında çeşitli ülkelerdeki işçi hareketleri ve uluslararası örgütlerin doğrudan etkisinin sınırlı olduğu ve bunların, Uluslararası Çalışma örgütü (ILO) içindeki etkinlikleri araçlığıyla bu süreçte etkili oldukları vs. yazılır.
ILO nedir? İşlevleri?
Uluslararası platformlarda işçi haklarıyla ilgili girişimlerin tarihinin 19. yüzyıla kadar gerilere gittiği biliniyor. Bu oluşumlar temelinde, 1920 yılında ILO kurulur ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında etkinliği artar.
Savaş sonrasında emperyalist sermaye uluslararası düzeyde kendi içinde örgütsel merkezileşmeye gider ve bunun gereği olarak IMF ve Dünya Bankası gibi mali ve ILO gibi sosyal politika güden örgütler kurar ya da önceden var olanların etkinliğini artırmaya çalışır. İşte savaş sonrasında ILO, kapitalist ülkeler arasında sosyal politikalar açısından dengeler kurmaya yönelik çalışmalarda bulunur. İLO’ya devletler üyedir (yılda en az bir kez toplanan ILO’nun organı Çalışma Konferansına her ülkeden 4 üye katılır; ikisi hükümet ve birer tanesi işçi ve işveren temsilcisi olup, görevi sözleşme ve tavsiyeler hazırlamak) ve ILO’da kabul edilen bir sözleşme ve tavsiyenin 12 ile 18 ay içinde üye devletlerin parlamentosunda görüşülmesi zorunluluğu öngörülür. Fakat sonuçta ya kabul edilir ya da reddedilir. Yani ILO’nun sözleşme ve tavsiyelerini devletlerin tüze! düzenlemeleri çok kez geriden izler. Bu anlamda bir yaptırım olanağının bulunmaması sebebiyle, üye ülkelere zaman zaman örneğin (Eylül sonrası Türkiye’ye) eleştirilerde bulunur.
Anlatımlar ışığında, ILO’nun olabilecek rolü abartılmamalıdır.
Sendika Hakkı:
1947-yılında kabul edilen sendikalar yasası, grev, politika yasağı ve sıkı bir idari denetimi kabul eden hükümleri içerir. Dönemin hükümeti CHP, bizzat isçi sendikaları kurma isine girişir ve Genel Sekreterliğe bağlı “İşçi Bürosu” kurdurur.
Dünya sendikacılık hareketinde, ilk sendika liderleri üyelere iyi bir yaşam ve çalışma koşulları için mücadele ederek o görevde kalırken, yani sendika lideri/yöneticisi olmanın yollan mücadeleden geçer, ülkemizde ise sendika lideri seçilmek ya da lider olarak kalmak için işçilerin yaşam ve çalışma koşulları için mücadele etmeye gerek duyulmamıştır. Çünkü lider olarak kalmanın yolu partiden onaya bağlanmıştır.
Çıkarılmakta olan bu (1947) yasa, “işçilere sendika kurma hakkını tanımaktan, çok mevcut (ve kurulacak olan) sendikaları, dernekleri, işçi birliklerini hükümet görüşüne uygun bir düzene sokma isteğinden” kaynaklanır(5).
Bürokratik sendikal yapının ve sendikacılığın başlangıcı…
Grev Hakkı:
1947 yılında eksikliklerine karşın var olan sendikal örgütlenmelerin, grev uygulaması yasaklandığı için, 1950’li yıllarda grev istemiyle eylemler yaptığı ve bazı yıllarda grev yasa taslakları hazırladığını görüyoruz.
1936 yılında çıkartılan ilk İş Kanununun grevi (md. 72 ve 73) ve greve çıkılması halinde uygulanacak yaptırımları tek tek düzenler (md. 127. vd.). Bundan önce 1933’te ceza yasasında (md. 201) yapılan değişiklikle grevcilere uygulanacak yaptırımlar oldukça ağırlattırılır.
Yıl: 1936 ve Kemalist iktidar işçilerin greve çıkmasını önleyecek tedbirler üzerinde dikkatlice duruyor.
O yıllarda böyle bir dikkatin gerekçesi ne olabilir?
1938’lerden itibaren sınıf esasına dayanan cemiyetlerin/örgütlerin kurulmasının savaş sonrasına kadar yasaklandığı dönem sonrasında, 1946 yılında Milli Şef İnönü iktidarında “izinli” çok partili hayata geçilir. 1946’da kumlan ve kendisini “Sosyalist” olarak nitelendiren dokuz parti, kurulmalarından kısa bir süre sonra hemen kapatılır ve geriye Celal Bayar’ın başını çektiği Demokrat Parti kalır: Muvazzaa partisi.
Sendikal haklar, parti propaganda çalışmalarında işlenir.
1947 yılında 20 Şubat’ta Meclis’te, Sendika Kanununun görüşülmesi sırasında CHP greve karşı olurken, DP ise grevi savunur. Görüşmelerde; Fuat Köprülü (DP) “hem demokrasi icabı olarak bir sendika kanunu getiriyoruz demek, hem de grev hakkını tanımamak işe gösteriş mahiyeti verir. Mantıksızlık olur” diye, partisinin görüşünü açıklar(6)
20 Haziran 1949’daki 2. Büyük Kongresinde DP, grev hakkını programına alır ve 1950 Mayıs seçimlerine kadar grev hakkının yasallaşmasından yana olduğu biçiminde propaganda çalışması yapar.
26 Eylül 1949’da bir ocak kongresinde konuşan Celal Bayar, “sendikaların yanı başında bir kuvvet ihmal edilmiştir. O kuvvet grev hakkıdır” der ve devamında DP’nin greve taraftar olduğunu açıklar. Buna karşın hükümet sahibi CHP greve karşıdır. Dönemin Çalışma Bakam R. Şemsettin Sirer,” greve hükümet olarak karşı olduğunu ve aslında işçilerin de grev istemediği” biçiminde verdiği demeç üzerine İstanbul’da yedi sendika ortak açıklamayla bakanın konuşmasını eleştirirler. Bu tartışma yüzünden İstanbul’daki sendikalar grev isteyenler ve istemeyenler olarak ikiye ayrılır ve isteyenler DP’ni, istemeyenler CHP’ni destekler. (7)
1950-Mayıs seçimini DP kazanır ve secim öncesi yaptığı yatırımlardan vazgeçer ve bunun ilki de, grev hakkı olur.
DP, 1951-Temmuz*unda artan grev hakkı istekleri üzerine 50 maddelik bir “Grev ve Lokavt Kanunu” tasarısını işçi sendikalarına gönderir ve görüşlerini alır. Tasarı o yıl yazın yapılan sendika kongrelerinde eleştirilir ve beğenilmez. İstanbul İşçi Sendikaları Birliği ve Tütün İşçileri Sendikaları karşı rapor hazırlar ve grev hakkım savunurlar. (8)
DP iktidarının ilk yıllarında grev hakkı konusunda roller, 1950 öncesine göre değişir: Artık CHP en azından “savunur” görünürken, DP savsaklar.
1953-22 Haziran’da CHP’nin yapılan 10. Kongresi’nde parti’ programının maddesi değiştirilir, program artık “sendika, birlik, federasyon ve konfederasyonlara olağanüstü hallerde tahkim süzgecinden geçmiş grev ve lokavt hakkının tanınmasını” öngörmektedir. (9)
Çok kısıtlı şartlarla grev hakkının programa girmesi, politik yaşamda işçi oylarını dikkate alma zorunluluğunun bir sonucudur.
1950’li yıllarda bazı sendikalar ya grev taslağı hazırlar ya da o konuda bir çalışma yapar. (10)
İstanbul İşçi Sendikaları Birliği: 31 Ocak 1955 tarihinde üye sendikalara grev hakkı için 20 Şubat 1955’te toplantı yapmak amacıyla yaptığı çağrıya, dokuz sendika katılır (K. Türkler de katılanlardan) ve toplantıda grev hakkının yasallaşması istenir.
Ankara İşçi Sendikaları Birliği: 28 Şubat 1955’te yapılan Kongresinde, İstanbul İşçi Sendikaları Birliği’nin açtığı grev kampanyasını destekleme kararı alınır.
İzmir İşçi Sendikaları Birliği: grev hakkını savunmada çekingen davranırken yine aynı bölgedeki Ege İşçi Sendikaları Federasyonu grev hakkının “tartışılmasını faydalı” gördüklerini bildirir (17 Nisan 1955). Tartışmaya İzmir Tütün İşçileri ve ayrıca İzmir Matbuat Teknisyenleri sendikaları da katılır.
Ankara İşçi Sendikaları Birliği, Av. Erhan Löker’den 26 Nisan 1955’te aynı yıl kongrede kabul edilen çalışma programı gereği grev hakkı ile ilgili tasan hazırlamasını ister ve ancak taslak 72 madde olarak 16 Mayıs 1956’da hazır olur.
1957 Temmuz’unda Hürriyet Partisi, bir yıl kadar önceden işçilerle karşılıklı görüşmelerden sonra işçilere grev ve işverenlere lokavt hakkım tanıyacak tasan hazırlar. Tasan aynı yıl 27 Ekim’de yapılan oylamada gündeme alınmaz. (10)
Türk-İş ilk Mümessiller Heyeti toplantısında 14 ve 15 Nisan 1958’de yönetim kurulu raporunda “grev ve lokavt hakkının tanınmasını” ister. (12)
18 Kasım 1958 tarihinde CHP lideri İsmet İnönü yaptığı basın-toplantısında, grev hakkı üzerinde durur ve bu gibi “medeni dünyaca kabul edilmiş insan hakları Türk vatandaşlarına sağlanmalıdır” der. (13)
İstanbul Tekstil ve örme Sanayi İşçileri Sendikası Başkanı Bahir Ersoy Kolektif Akit Tasarısını, 5 Mart 1959’da açıklar. (14)
1950’li yıllarda birinci elden kaynaklardan yapılan çalışmaya göre yasak olduğu halde sınıfın giriştiği eylemler, işi bırakma türünde olup yasadışı grevlerdir. Ayrıca sendikal ve siyasi bilinci göstermesi acısından ne acıdır ki, sendikalar grev ve lokavtı birlikte hak olarak görüp ona göre savunurlar. 1947’li yıllarda temellenen sendikal bürokrat yapının varlığı hatırlanmalı. Sınıfın hem bu konumu ve hem de seçmen olarak oyu sebebiyle partiler de, grev “hakkını” tartışır ve savunurlar.
Bugüne çıkartma yaparsak: Bazı konularda sendikal bürokratlar ve sendikaların, anlayışlarıyla çelişen davranışlara girmelerinin sebebi; birincisi tabanın ısrarlı zorlamaları ve de ikincisi sendika açısından ise gelişmeleri denetime alma gayretidir.
Burada sendika ya da partinin niteliği biryana, tartışılan bir konu var. O da: Grev Hakkı meselesi. Parti ya da sendikaların bu tartışmaya nitelikleri yani sendikal anlayışları gereği, gerici ve kendi denetimlerine almak temelinde yaklaştıkları konusunda şüphe olamaz.
Yani tartışma sebebi olanlar ve tartışanlar var.
1950’Ii yılların sonuna doğru toplumsal muhalefet artar ve özellikle öğrenci gençlik mücadelesi yükselir ve kitleselleşir.
1960 sonrası hazırlanan Anayasa’nın md. 46’da tüm çalışanların (1971 değişikliğinde işçiler olur) sendikalaşabileceği ve md. 47’de Toplu Sözleşme ve Grev Hakkı başlığıyla, grev hakkı yer alır.
Bu durum üzerine AP Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuruda, 3008 sayılı İş Kanununun 72. maddesinde yer alan “grev ve lokavt yasağı” hükmünün Anayasaya aykırılığını iddia eder ve mahkeme 72. maddede grev yasağını kaldım ve madde “lokavt yasaktır” halini alır.(15)
Yeni Anayasa’nın geçici 7. maddesi hükmü gereği, anayasanın kabulünden sonra iki yıl içinde öngörülen yasal düzenlemeler yapılmaması durumunda “Anayasa tadile” uğrayacaktır. Bu sürenin dolmasına iki ay kala 27 kanunun hazırlanması gerekiyor. Bunlardan ikisi de Sendikalar ve Toplu Sözleşme ve Grev Kanunudur.
1963 – Temmuz’unda 2″4 ve 275 (Lokavt eklenerek) sayılı kanunlar Anayasa’ya göre geri düzeyde kabul edilir ve yürürlüğe girer.
Yasa kabul edilmeden önce 1961 ve 1963 yılları arasında işçi sınıfı grev hakkının yasal düzenlemesi yapılmamasına karşın, bu eylem türünü kullanmaktan geri kalmaz (Özgürlük Dünyası, sy: 8. sf. 57-58).
Sınıfın eylemlere geniş katılımı sebebiyle yasal ihlallerin kitleselleşerek artması üzerine TCK 201, 258, 266 ve 273 maddeleri hükümleri ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun cezai hükümlerine giren suçlar ve suçlardan dolayı verilmiş cezalar affedilir.
Neden af? Hem de, 274 ve 275 sayılı yasalar çıkmadan önce.
Ve “sosyal” kelimesinin sosyalizm olup olmadığının tartışıldığı bir dönemde, belirtilen yasalar kabul edilir.
Bu yasallaşmada burjuvazi salt 1963 Temmuz’unu ya da bir, iki yılı değil, sınıfın 100 yıllık deneyim birikimim dikkate alır.
Sınıf, 1970’de yasalarda yapılmak istenilen değişikliğe, sessiz kalmaz.
Cevabı: 15-16 Haziran.
Benzer cevabın, Eylül’de neden tekrarlanmadı?
Kısaca: Burjuvazi, mezar kazıcısı işçi sınıfına haklarını kendi isteğiyle vermez, veremez. Çünkü burjuvazinin varlık koşulu, işçi sınıfını baskı altında tutması, sömürmesi ve alabildiğince denetlemesidir. O sebeple işçileri böler, parçalar ve kendi etkisi altına almak için, işçi örgütlerine kendi çıkarma tabi çalışacak (faşist, reformist ve revizyonist) anlayışın hakim olmasından ve yöneticilerinin de bürokrat memurları olarak çalışmasından yana politika izler. Böylece sınıfın bilinçlenmesin: engellemeye çalışır ve o sebeple sınıfın yiğit önder evlatlarına ve örgütlerine (özellikle partisine) saldırır.
Bu geciktirme er geç sona erecek ve yarınlara sınıf da kitleselleşen öncü müfrezesi partisi önderliğinde güvenle yürüyecektir.

İŞÇİ HAREKETİNDEN BİR KESİT
1948 yılında 73 olan örgütlü sendika sayısı; 1950 Mayıs’ında 98’e, 1955 Aralık’ta 363’e, 1960 Eylül’ünde 432’ye ve 1963’te 565’e yükselir. Bu yıllar itibariyle sendikaların toplam üye sayısı 52 bin, 76 bin, 189 bin, 282 bin ve 296 bin’dir. Anlaşıldığı üzere örgütlenen sendika sayısına bağlı olarak, toplam üye sayısında artar. (16).
İşçi hareketi açısından kapalı görülen bu dönemle (1950’li yıllar) ilgili olarak, birinci el kaynaklardan yapılan çalışmaya göre belirlenen eylemleri ikinci kaynaktan aktarıyorum; eylemleri krolonojik sıraya göre yazıyorum ve tarih yanında parantez içindeki ekler, birinci el kaynak gazete ya da dergi ismidir. (17)
23 Ekim 1950 -İstanbul limanında çalışan işçilerin yönetici durumunda olan Sadi Özerdem işten atılınca 700 işçi işbaşı yapmaz, Vali’nin devreye girmesi üzerine işbaşı yapılır.
5 Mart 1952 -Mersin fırın işçileri, günde 16 saat çalıştırılmasına son yerilmesi için işverenlere pek çok başvurdukları halde, istekleri kabul edilmez ve son olarak “8 saatten fazla çalışmayız” diyen işçiler, aynı işgününde 8 saat bitiminde işi bırakırlar. Bu bir grevdir.
10 Mart 1952 (Her Gün gazetesi) – Teksif’in Eyüp şubesi 6 maddelik talepleri gerçekleştirilmediğinde süresiz açlık grevine başlayacaklarını açıklar. İstemler çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgilidir. Bu eyleme katılacağını belirten 11 sendikacıdır.
21/22 Mart 1952 (Son Saat, Cumhuriyet) – Ankara Belediyesi saatsiz taksilerin çalışmasını yasaklar ve bini aşkın taksi şoförü greve başlar ve çalışmak isteyenler engellenir. Grev on saat sürer. Polis ve jandarmanın müdahalesiyle eylem kırılır ve bazı şoförler tutuklanır.
27 Nisan 1952 (Vatan) – İş Kanununun bir işçinin de çalıştığı işyerlerinde uygulanmasını öngören tasarının Meclis’te kabul edilmemesi üzerine, Ankara, İstanbul ve İzmir’de sendikacılar, aynı gün sakal bırakma eylemi yaparlar. Eylem bir ay sürer ve sakalını kesen iki sendikacı sakallarını zarfa koyarak Çalışma Bakanına gönderir. (22 Mayıs 1952 – Son Telgraf)
12 Ağustos 1952 (Son Telgraf) – İskenderun’da Devlet Demiryollarına bağlı liman boşaltma yükleme işçileri ücret konusunda yapılan anlaşmalara uyulmaması sebebiyle 11 Ağustos’ta işi bırakırlar. Jandarma müdahale eder ve tutuklananlar olur.
11 Kasım 1952 (Vatan) – İstanbul Çiçekpazarı’nda Vakıf İş Hanı inşaatında çalışan işçiler, ücret anlaşmazlığı yüzünden işbaşı yapmazlar. Bu sebeple 26 işçi hakkında dava açılır.
1 Mayıs 1953 (Gece Postası) -İstanbul Yıldız’da Abdi Fuat Alev tütün deposunda çalışan 200 işçi işbaşı yapmaz. İşçiler bireysel sözleşme yerine toplu/daimi sözleşme isterler.
11 Mayıs 1953 (Gece Postası) -Sümerbank Bakırköy Mensucat Fabrikası’nda çalışan işçilerden bir kısmı, dokuma işçilerine yapılan zammın kendilerine verilmeyişi üzerine bir ay süreli sakal bırakma eylemine başlarlar.
14 Temmuz. 1953 (Vatan) -Konya’da bulunan bütün terzi/ kalfa ve çıraklar ücretlerinin artırılması amacıyla grev yaparlar ve bu eyleme 150 işçi katılır.
3 Ekim 1953 (Gece Postası) – İstanbul Yunus Çimento Fabrikası işçilerinden taş ocaklarında çalışanlar, bir işçinin dinamitle parçalanması üzerine işbaşı yapmazlar ve işçiler, Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne işveren tarafından şikayet edilir ve greve sebep oldukları sebebiyle sendika başkam İbrahim Filiz ile Başkanvekili Osman Saygılı da işten çıkarılır.
27 Şubat 1954 (Son Telgraf) İzmir temizlik işçileri, müdürlerinin işine son verildiği için grev yaparlar. Grev zabıtanın müdahalesiyle kırılırsa da işçiler işbaşı yapmaz ve şehir pislik içindedir,
14 Nisan 1954 {Hürriyet) – İzmir fırıncıları, zam istekleri kabul edilmediği için ekmek çıkarmazlar ve bu grev “sebebiyle şehirde 300 bin kişinin çoğunluğu ekmeksiz kalır.
27 Nisan 1954 (Yeni İstanbul) -İstanbul Yedikule’de bulunan Mensucat Santral Fabrikası işçilerinin öğleden sonra grev yaptıkları işveren tarafından polise bildirilir. Bu eylem sebebi, daha önce 12 tezgâha bakan işçilerin 24 tezgâha bakmaya zorlanmaları ve yemek paydosunun olmamasıdır.
16 Temmuz 1954 (Hürriyet) -İzmir’de binden çok yükleme boşaltma işçisi Denizcilik Bankası’nı protesto etmek amacıyla işbaşı yapmazlar. Bu sebeple/limanda işler durur. İşçilerin aileleriyle birlikte gösteri yapmak istemesi polis tarafından engellenir. İşçilerden yedisi tutuklanır ve sonra çıkarıldıkları mahkeme tarafından serbest bırakılırlar. (17 “Temmuz 1954 – Dünya ve Yeni Sabah). Grev 4 gün (15-18 Temmuz) sürer ve kısmen başarıya ulaştıktan sonra birer ve işverenin zararı 20 bin TL’dir. İzmir Deniz İşçileri Sendikası Başkanı Abdullah Zabu ve 18 arkadaşı için greve teşvik ettiği ve 538 arkadaşı ile de grev yaptığı iddiası ile daya açılır. (19 Temmuz 1954-Hürriyet) Polisin tekrardan sendika binasını basması, sendikayı kapatması ve iki sendikacıyı da gözaltına alması üzerine, işçiler yine işbaşı yapmaz ve araya DP Milletvekilinin girmesiyle grev önlenir. 820 Temmuz –Hürriyet) İşten çıkarmaların olması üzerine işçiler, Denizcilik Bankası müteahhidi Osman Gürk’ün aleyhine 80 bin TL tazminat davası açarlar. 538 kişilik davada işçiler 50’şerli gruplar halinde yargılanır ve sorgularında çalışma koşullarının kötü olduğunu ve az paraya çalıştıklarını ve sözleşme bitiminde, yeniden işbaşı, yapmak istemediklerini söylerler. (27 Ağustos 1954 – Yeni Sabah).
Mahkemenin sürdüğü sırada İzmir liman işçileri yine greve çıkarlar. 600 işçi 15 Temmuz sabahı işbaşı yapmaz. İşçiler çalışma koşullarının kötü olduğunu ve az ücret aldıklarından geçim zorluğu çektiklerini ve evde çocuk yapmamak için eşlerinden ayrı yattıklarını onun için eylem yaptıklarını ve işveren müteahhidin ayrılmaması halinde işbaşı yapmayacaklarını söylerler. (16 Temmuz 1955 – Cumhuriyet).
27 Eylül 1954 (Hürriyet )- Antalya’da şehir içinde dolmuş yapan arabacılar, istedikleri yerde park yapmalarına belediyenin izin vermemesi üzerine grev yaparlar ve eylem iki gün sürer.
2 Kasım 1954 (Yeni Sabah) -Samsun Belediye encümeni atlı araba sürücülerin arabalarını atların başından tutarak götürmeleri kararına karşı sürücüler, 1 Kasım’da grev yaparlar.
21 Ocak 1955 (Cumhuriyet) -İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nda güreş yarışmalarına gelenleri çeşitli semtlere götürmeleri için görevlendirilen şoför ve biletçiler gösteriyi izlemeye biletsiz bırakılmayınca otobüsleri alıp giderler. Gidenlerden (ki 12 tanedir) dört tanesi geri döner ve diğerleri işten atılırlar. Haklarında da dava da açılır.
18 Mayıs 1955 (Gece Postası) -Kenan Aslanbey’e ait ipekli dokuma fabrikasında çalışan isçiler günlük ücretlerinin yarısı kadar azaltıldığı için topluca grev yaparlar.
3 Mart 1956 (Dünya) -“Söke Çimento fabrikası inşaatında çalışan 300’den fazla işçi üç aydan beri ücretleri verilmediği için işbaşı yapmazlar. Ta ki ücretleri verilene kadar.
8 Mayıs 1956 (Hürriyet) – Eskişehir’de Çukurhisar köyü çimento fabrikası inşaatında çalışan 400 işçi, bilfiil yasadışı grev eylemi yaparlar.
Bu dönemde işverenler de, lokavt kararı alırlar: 3 Kasım 1950 ile 23 Mart 1956 tarihleri arasında 26 lokavt kararı (özellikle 1954 öncesinde) uygulanır! (18)
İşçiler grev ve işverenlerde lokavt yapıyor ve bu koşullarda halen işçilerin mücadelesine sahiplenmediği ya da vermediği tezi işleniyor.
Evet, mücadeleden ne anlaşıldığına bağlı.

KAYNAKÇA
1- Cumhuriyet 9 Heziran 1956
2- Cumhuriyet 12 Haziran 1956
3- Sendikalar ve Grev Lokavt Hakları Türk-İş Yay. Ankara. 1954, sf 151, Aktaran Alpaslan Işıklı. 11. Tez, 5. Kitap sf 21.
4- Anababa… 1969, sf 21-22. Aktaran Yıldırım Koç, 11. Tez. 5. Kitap. Sf. 40
5- Alpaslan Işıklı. TİS ve Türkiye Ekonomisi İzinden, Yeni SBF Yay Ankara. 1967 sf- 75, Aktaran M Şehmus Güzel, Yapıt dergisi, sayı 10, sf. 73.
6- Cumhuriyet 21 Şubat 1947
7- Birinci el kaynaktan aktaran Kemal Sülker, Türkiye’de Grev Hakkı ve grevler Gözlem Yay. İstanbul 1976, sf. 66-69,  81-90.
8- İşçi Hakkı gazetesi, 13 Eylül ve 1 Aralık 1951. Aktaran Kemal Sülker. age sf. 175-176. Yeni İktidar Çalışmaları. 22.5.1950- 01.01.1951, DP broşürü. sf. 47, Aktaran. A. Işıklı. Sendikacılık Ve Siyaset. Odak Yay. Ankara. 1974. sf. 434.
9- CHP Programı. Ankara. Ulus Basımevi. 1953, Aktaran, Hikmet Bila. CHP Tarihi (1919-1979). Ankara 1979 sf. 274
10- Kemal Sülker. age. sf. 92-105. 205-214.
11- İdib. sf. 196-197
12- İdib. sf. 108
13- CHP Araştırma Bürosu. 1958. Yay. no 6. Ankara. 1959. sf. 91. Aktaran. M.Ş Güzel. Yapıt, sayı: 10. Sf. 80. 14- Kemal Sülker. age. sf. 214-215.
15- Cumhuriyet 16 Temmuz 1963
16- Orhan Tuna. “Türk İşçisi, İstanbul 1964, sf 252 Aktaran Yıldırım Koç, Türk-İş Neden Böyle Nasıl Değişecek Alan Yay İstanbul 1986 sf 56
17- Kemal Sülker age. sf 157-167
18- İdib sf 167-173

Temmuz 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑