İşçi Sınıfı Hareketi, Sendikalar ve Sendikal Mücadele

1- SORUNUN ÖNEMİ ÜZERİNE
İşçiler arasındaki rekabet son bulup, tüm işçiler orta sınıfların kendilerini sömürmelerine müsaade etmemeye karar verdiklerinde mülkiyetin egemen gücü son bulacaktır. İşçiler bugüne dek kendilerine alınıp satılabilen bir mal gibi davranılmasına ses çıkarmadıkları için, ücretler arz ve talep kanununa, işgücü pazarının belirli bir andaki durumuna bağlı kalmıştır. İşçiler kararlarını verip bundan böyle kuzu kuzu alınıp satılmaya razı olmayacaklarını ilan eder etmez, çağdaş ekonomik-politik düzenin tümü, ücret kanunu ile birlikte yıkılacaktır. İşçiler yalnızca zahmet çeken değil, aynı zamanda düşünen insanlar gibi davrandıklarında, kendi emeklerinin meyvelerinden adil bir pay almaya kararlı olduklarını gösterdiklerinde (kapitalizmin) yıkılışı sağlama bağlanmış demektir. Eğer işçiler sadece kendi aralarındaki rekabeti yok etmekle yetinip daha öteye gidemezlerse, ücret kanununun sonunda yeniden işlemeye başlayacağı gerçektir. Ancak, amaçlarının bu şekilde sınırlanması, günümüz sendikal hareketinin ölümü olacak, sonunda işçiler arasındaki rekabetin yeniden canlanmasına yol açacaktır. Böyle bir politika söz konusu değildir. Zorunluluk, sendikaları rekabetin yalnızca bir yönüne değil, tümüne son vermeye itecektir. Bu sonuca ulaşılacaktır!” (abç) (1)
Sendikal hareket ve işçi sınıfı saflarında son otuz-kırk yıldır kapitalist burjuvazi, faşizm, reformizm, revizyonizm ve bu akımlara yaslanan sendika bürokrasisi tarafından yaratılan büyük bir kargaşa var. Engels’in yukarıdaki sözlerinin kavranması, bu ideolojik kargaşanın çözümü ve işçi sınıfı saflarında yaratılan parçalanmanın yenilmesi açısından büyük önem taşıyor.
Marksizm, sendikalizmi, anarko-sendikalizmi, ekonomizmi ve sosyal reformizmi yenilgiye uğrattı. Kapitalist burjuvazi sendikal hareketi “ekonomik hareket” olarak tanıyarak ve siyasal mücadeleyi burjuva demokrasisinin ve burjuva iradesinin işçi sınıfına bir “lütfü” ilan ederek işçi ve sendika aristokrasisini Marksizm-Leninizm’in genel teori ve taktiğinin yanı sıra, sendikal hareketin ve Marksizm-Leninizm’in sendikal hareketle ilgili çizgisinin yeni bir tahrifatına zorladı. Reformizm ve revizyonizm ve bunların etkisi altındaki sendikacılık akımları, sendikal mücadeleyi salt “ekonomik” mücadele olarak gördüler.
Emperyalist burjuvazinin “hür sendikalar”, revizyonizmin “ekonomik hareket olan sendikal hareketin işçilerin ve sendikaların siyasal mücadeleye katılmalarıyla birleştirilmesinin sınıf sendikacılığı hareketi” olduğu biçimindeki demagojileri ve bu demagojilerin işçi sınıfı saflarında etkisi “sendikal hareketin” salt “ekonomik hareket” olarak genelde benimsenmesinden güç almaktadır. Gerek bu nedenle gerekse, “sendikalar siyaset yapsın-yapmasın” kavgası ve bu kavga içinde sınıf sendikacılığının ne olup olmadığı tartışmasının bugün hâlâ sürüyor olması nedeniyle -belki de pek çok sınıf bilinçli işçi için gereksiz olan- işçi sınıfının Marksizm öncesi ve sonrası hareketinin ve sendikal eyleminin niteliği sorununu bu yazının girişi yapma gereğini duyduk. İleri işçilerin Marksizm-Leninizm’e kazanılması; sınıf hareketinin doğru taktikler üzerinde birleştirilebilmesi ancak sorunun teorik önemi ve pratik sonuçları kavrandığı ölçüde olacaktır.

2- İŞÇİ HAREKETİNİN DOĞUŞU VE SENDİKALAR
Engels’in yukarıdaki sözlerinde, kendiliğinden ortaya çıkmış ve gelişmiş haliyle sendikal hareket, salt “ekonomik” hareket midir, kendiliğindendi mücadele salt ekonomik mücadele midir sorularının cevabı vardır. Yine de işçi hareketi ve sendikal mücadelenin nesnel bir “zorunluluk” olarak doğuşu sürecini ele almak gerekiyor.
Feodal toplumun bağrında kapitalist üretim ilişkilerinin doğuşu, aynı zamanda, işçi sınıfının yeni bir sınıf olarak doğuşunu getirdi. Kapitalizm koşullarında, işçi sınıfının doğuşu süreci içinde işçilerin kendi aralarındaki rekabet ilk içgüdüsel davranış olarak kendim bu dönemde ortaya koydu. İşçiler itildikleri yoksulluk ve sefaleti hafifletmenin yolunu birbirleriyle rekabet ederek “gelirlerini” artırmakta görüyorlardı.
“İşçilerin kendi aralarındaki rekabet” dönemi uzun sürmedi. Makineli üretime geçiş, işçilerin birbirlerine karşı düşmanlığının yerine yeni bir düşmanlığın, sınıf düşmanlığının geçişinin başlangıcını ortaya çıkardı. İşçilerin “burjuvaziye karşı beslediği düşmanlığın ilk, en kaba ve en az başarılı ifadesi” olan eylemler işçilerin “suç teşkil eden eylemleriydi.” İşçiler sefalet ve yoksulluk içinde yaşarlarken başkalarının kendilerinden çok daha iyi durumda olduğunu gördüler. İşçi, bütün halk içinde çile çekenin niçin yalnız kendisi olduğunu kavrayacak nitelikte değildi… Sonunda ihtiyaçlar, mülkiyetin kutsallığına beslediği köklü saygıya üstün geldi ve hırsızlığa başladı”. (2) Kapitalizm geliştikçe “yıllık tutuklama sayısı ile pamuk balyası tüketimi arasındaki” artan ilişkinin gösterdiği gibi, toplumsal ve ahlaki suçlar, işçilerin burjuvaziye karşı beslediği düşmanlığın bir biçimiydi. Makineli üretim ve kapitalizmin genelleşmeye başlayan gelişmesi, suç teşkil eden eylemlere yol açmakla kalmadı; işçilerin burjuvaziye karşı düşmanlığına yeni özellikler kazandırdı. İşçilerin “bir sınıf olarak burjuvaziye karşı, bir sınıf olarak ilk örgütlü direnişi” bu dönemde kendini gösterdi. Bu direniş, “üretime makinaların sokulmasına karşı” girişilen şiddet hareketleriydi. İşçiler, makineleri tahrip etmeye yöneldiler.
Büyük ölçekli makineli üretimin gelişmesi ve üretimin toplumsallaşması, birbirlerini tanımayan insan yığınlarını tek bir yere giderek daha fazla topladı. Bu toplumsallaşma süreci içerisinde işçiler kendi aralarındaki rekabete son vermek gerektiğini deneyleriyle anladılar; tek tek mülkiyete karşı işlenen suçların ve makinaların tahrip edilmesinin işçilerin içine itildiği yoksulluk ve sefaleti kaldıramayacağı görüldü. Bu, iki olguyu bir arada gündeme getirdi: Grevler ve “işçiler arasında kalıcı birlikler” olan sendikalar…
Grevler ve direnişler önceden az-çok örgütlenen hareketlerdi, işçilerin grev ve direniş sonrasında da yaşayan örgütlenmeleri “kalıcı birlikler olan sendikaları” doğurdu ve geliştirdi. Sendikalar, işçilerin karşıt sınıf olan burjuvaziye karşı sınıf dayanışmalarının ürünü olarak doğdu. Sendikaların doğması, grev hareketinin bir mücadele biçimi olarak tarih sahnesine girmesi, modern kapitalist toplumun bağrındaki derin çelişmelerin su yüzüne çıkmasını ifade ettiği gibi, aynı zamanda, işçi sınıfının bir sınıf olarak hareketinde tarihsel bir döneme de işaret ediyordu. Sendikalar ve grev hareketleri işçilerin “kendi aralarındaki rekabete son verme” ve bir sınıf olarak burjuvaziyle “toptan rekabet” etmenin ilk girişimleriydi.
Engels bu konuda şöyle yazar: “Sendikalar ve grevlerin gerçek önemleri, kendi aralarındaki rekabete son vermek için işçilerin giriştiği ilk çabalar arasında olmalarında yatar. Burjuvazinin işçiler üzerindeki hâkimiyetinin bütünüyle işçilerin kendi aralarındaki rekabete -yani dayanışma yokluğuna- dayandığı gerçeğinin kavranması, sendikaların temelini oluşturur.”(3) (abç)

3- ULUSAL ÖLÇEKLİ SENDİKAL BİRLİKLER: İŞÇİ SINIFININ EKONOMİK VE POLİTİK HAREKETİ
Şimdi, sendikal mücadelenin, kendiliğinden işçi sınıfı hareketinin salt “ekonomik” mücadele mi olduğu sorununa dönülebilir.
Marx şunları yazıyor: “Büyük ölçekli sanayi, birbirlerini tanımayan insan yığınlarını tek bir yere toplar, rekabet, işçiler arasında çıkar ayrılıklarını doğurur. Ancak, ücretlerin korunması, patronlarına karşı bu ortak çıkarları, işçileri ortak bir direniş düşüncesinde birleştirir-birlik kurma. Bu yüzden işçi birlikleri her zaman çifte amaç taşırlar; işçiler arasındaki rekabete son vermek ve bu sayede kapitalistle toptan rekabet etmek. Direnişin ilk amacı yalnızca ücretlerin korunması olsa bile, önceleri birbirinden kopuk olan birlikler, baskı amacıyla bir araya gelen kapitalistleri görünce gruplar halinde birleşirler. Her zaman karşılarına yekvücut dikilen sermayeyi gördükçe, birliklerinin sürdürülmesi, onlar için, ücretlerin korunmasından daha gerekli bir dununa gelir.”(4) (abç)
Marx’ın yukarıdaki açıklamalarından anlaşılacağı gibi işçiler, sendika birliklerinde birleştiklerinde sadece kendi aralarındaki rekabete son vermekle kalmazlar. Bu sayede kapitalistlerle toptan rekabete girerler. Bu birliklerin ve işçilerin direnişinin ilk amacı yalnızca ücretlerin korunması olsa bile, “baskı amacıyia biraraya gelen kapitalistleri görünce” işçiler kaçınılmaz olarak biraraya gelirler, işçilerin mücadelesi ücret ve tek tek fabrika-ekonomik sorunlardan filizlenmesine karşın, zorunlu olarak ulusal çapta, sınıfın sınıfa karşı mücadelesine dönüşür. Bu mücadele, ücretli emeğin sermayeye karşı mücadelesi, sınıfın sınıfa, proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesidir.
Tek tek burjuvalarla tek tek işçiler arasındaki üretimden pay alma mücadelesi olarak başlayan mücadele, “karşılarına yekvücut olarak dikilen sermaye” sınıfının birleştiğini deneyleriyle yaşamaları, işçileri burjuvazinin kendilerine karşı girdiği yola zorunlu olarak iter, oluşturdukları birliklerin sürdürülmesi, onlar için “ücretlerinin korunmasından daha gerekli” hale gelir. İşçiler kapitalistlerle girdikleri günlük mücadeleler içinde birlik olmayı, sınıf olarak hareket etmenin önemini kavrarlar. “Tek tek burjuvalarla tek tek işçiler arasındaki çatışmalar” diyor Marx, “giderek iki sınıf arasındaki bir çatışma durumuna gelir. Böylece işçiler, burjuvalara karşı birlikler (sendikalar) kurarlar, ücretleri yüksek tutmak için aralarında kenetlenirler, muhtemel ayaklanmalar için önceden hazırlıklı olmak amacıyla kalıcı birlikler oluştururlar… Yürüttükleri kavganın gerçek meyvesi, bu kavganın hemen ardından elde edilen sonuçta değil, işçi birliklerinin yaygınlaşmasında yatmaktadır. Modern sanayinin yarattığı gelişmiş haberleşme araçları, ayrı ayrı bölgelerdeki işçiler arasında temas sağlayarak bu birliklerin oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Hepsi de aynı niteliği taşıyan sayısız yerel mücadeleyi merkezileştirerek ulusal ölçekte sınıflar arası bir mücadele durumuna getirmek için gerekli olan da bu temasın ta kendisiydi. Ne var ki, her sınıf mücadelesi siyasal bir mücadeledir.”(5) (abç)
Marx’ın bu tahlillerinde iki düşüncenin altını çizmek gerekiyor: İlki; tek tek fabrikalarda patronlarla işçiler arasında başlayan çatışmaların bir yandan baskı amacıyla bir araya gelen kapitalistlerin zoru, öte yandan büyük ölçekli üretim, haberleşme vb.’nin yarattığı olanaklar sonucu, işçiler aralarında önce mahalli, giderek ulusal ölçekte birlikler oluştururlar ve mücadele, burjuvaziyle proletarya arasında ulusal ölçekte mücadeleye varır; yani sınıfın sınıfa karşı mücadelesine dönüşür. Altı çizilmesi gereken ikinci nokta, “her sınıf mücadelesi”nin “siyasal mücadele” olduğu düşüncesidir. Bu iki düşünceyi gözden yitirmediğimiz zaman, kaçınılmaz olarak, işçilerin sermayeye ve patronlara karşı giriştiği her hareketin özünde politik bir hareket olduğu düşüncesine varılır. Marx bu soruna başka bir yoruma yer vermeyecek şekilde açıklık getirmektedir. “İşçi sınıfının egemen sınıflar karşısına bir sınıf olarak çıkıp onları sıkıştırdıkları her hareket, apaçık politik bir harekettir. Örneğin, belirli bir fabrikada, hatta belirli bir sanayi dalında grevler vb. aracılığıyla kapitalisti işgününü kısaltmaya zorlama girişimi katıksız ekonomik bir harekettir. Buna karşılık, sekiz saatlik işgünü vb. bir kanunu çıkartmak için girişilen hareket politik bir harekettir. Ve böylece, işçilerin ayrı ayrı ekonomik hareketlerinden her yerde politik bir hareket doğar. Bu hareket, çıkarlarını, genel bir biçimde zorlayıcı nitelikte gene! bir toplumsal gücü içerir biçimde, elde etmeyi amaçlayan sınıfın hareketidir.”(6)
İşçilerin tek tek fabrikalarda girdikleri ücret (ekonomik) mücadelesinin özünde politik mücadelenin bulunması bir yana, işçi sınıfının burjuvazi ve sermayeye karşı “ulusal ölçekte” mücadeleye girmesi, bu temelde “ulusal çapta” birliklerin (kendiliğinden meslek birlikleri) doğması, işçilerin mücadelesini doğrudan sermayeye ve sınıf olarak burjuvaziye karşı bir mücadele düzeyine yükseltmektedir ki; işte bu, kendiliğinden işçi hareketinin aynı zamanda politik bir mücadele olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla “ulusal ölçekteki” sendikal örgütler, ekonomik mücadeleden doğan meslek örgütleri olmakla birlikte, ekonomik politik işçi hareketinin ürünü ve ifadesidirler. Örneğin 19. yüzyılın ilk yansından başlayarak, yüzyıl boyunca grevlerin, birliklerin ve sendikaların örgütlenmesi Chartistler adı altında geniş bir siyasi parti oluşturan işçilerin siyasi mücadeleleriyle birlikte gelişmiş; işçilerin tek tek fabrikalarda başlayan ekonomik mücadeleleri ulusal ölçekte birlikler ve politik bir işçi hareketi olan Chartist hareketle birlikte politik bir mücadeleye varmıştır.
Sendikalarda salt “ekonomik mücadele” olduğu düşüncelerine karşı Engels’in, sendikal mücadelelerin ve örgütlenmelerin politik anlamım ortaya koyan şu tahlillerinden de söz etmek gerekiyor: “… eğer sendikalar sermayenin açgözlülüğüne karşı savaşmak üzere kurulmadılarsa, ne için kurulmuşlardır? Kem küm etmekte yarar yok. Günümüz toplumunun, birbirine düşman iki büyük temel sınıfa ayrılmış olduğu katı gerçeğini hiçbir kibar, yumuşak söz gizleyemez… (emekçilerin) emeğinin ürünü her iki sınıf arasında bölüşülmek zorundadır ve sürüp giden mücadele işte bu bölüşüm üzerinedir…”
“Toplumun iki büyük sınıfı arasındaki mücadele zorunlu olarak politik bir mücadele durumunu alır… Sınıfın, sınıfa karşı her mücadelesinde uğruna mücadele edilen bir sonraki hedef, siyasi iktidardır. Egemen sınıf siyasi üstünlüğünü, diğer deyişle kanun yapıcı organdaki çoğunluğunu savunur. Egemenlik altındaki sınıf ise, önce iktidardan pay almak, daha sonra da kendi çıkar ve gerekleri doğrultusunda mevcut kanunları değiştirebilmek üzere, bu iktidarın tümünü almak için savaşır.”(7)
Marx ve Engels’i izleyen Lenin sorunu daha çarpıcı ve belirgin bir biçimde açıklıyor. “Dahası, tarihin deneyleri, politik özgürlükten yoksun oluşun, ya da proletaryanın politik haklarının kısıtlanışının, politik mücadeleyi en öne koymayı her zaman gerekli kıldığını, tartışılmaz biçimde kanıtlamıştır.” (8) Gerçekten de işçi sınıfının hareketi incelendiğinde, proletaryanın, demokratik hak ve özgürlükleri sadece fabrika sorunları için mücadele içinde değil, daha çok demokrasi ve özgürlük için politik hareket içinde kazandığını görürüz. Marksizm-Leninizm, işçi hareketinin, doğuşundan Marksist harekete varan gelişiminin iktisadi ve siyasal mücadelenin bir bileşkesi olması somut tarihsel gerçeğine dayanarak “iktisadi ve siyasal mücadeleyi ayrılmaz bir biçimde” (Lenin) birbirine bağlar. Çoğu kez sanıldığı gibi, siyasal mücadele özel bir zorlama, ya da sosyalistlerin özel isteği sonucu sendikal harekete empoze edilen bir şey değildir.

4- İŞÇİ HAREKETİ SENDİKALAR VE MARKSİZM
Buraya kadar anlatılan ve Marx, Engels ve Lenin’in çözümlemeleri şöyle özetlenebilir: İşçi hareketinin “ilk biçimi”, “alt biçimi” olan “ekonomik mücadele” (tırnak içindekiler F. Kota’ya aittir)’yle doğan “sendikal hareket”, gelişimi içinde işçi sınıfının ekonomik hareketiyle politik hareketinin ayrılmaz bir birliği olarak “ulusal ölçekte” birleşmiş ve ulusal ölçekte sendikal birliklerin örgütlenmesine varmıştır. İşçi sınıfının Marksizm öncesi döneminin başlıca örgütlenmeleri olan sendikalar, kendileri de farkına varmadan (işçi sınıfının) örgütlenme merkezleri olmuşlardır.
Şimdi artık yazının ilk bölümünün girişinde Engels’ten aktarılan bölüme gelinebilir. Engels bu pasajında işçi hareketinin geçmişini (tarihini) ve geleceğini; o günkü mevcut durumunu ve zorunlu olarak varacağı sonuçları tahlil etmektedir. Engels’in “işçiler sadece kendi aralarındaki rekabeti yok etmekle yetinip daha öteye gidemezlerse, ücret kanununun, sonunda yeniden işlemeye başlayacağı gerçektir.” düşüncesi, işçi hareketinin Marksizm’in işçi hareketine egemen olmadan önceki bütün tarihinin özetlenmesi ve çıkarılan sonuçlarıdır.
Ekonomik politik bir hareket olarak gelişmesine rağmen, işçi sınıfının Marksizm öncesi döneminin temel karakteristiği, hareketin kendiliğindenliği ya da büyük ölçüde sendikal hareket olmasıdır. Hareketin kendiliğindenci niteliğini belirleyen şey, “işçilerin sadece kendi aralarındaki rekabeti yok etmekle” yetinmeleri, “rekabetin yalnızca bir yönüne değil, tümüne son verme” bilincine ulaşamamalarıdır. Kötülüklere, yoksulluk ve sefalete karşı mücadele ederken, bunların gerçek kaynağını, “ücret kanunu”nu, kapitalizmin bizzat kendisini yıkmak gerektiği bilincine erişememeleridir. İşçi hareketinin ve işçilerin ufku ve bilinci hareketin bu döneminde esas olarak “maddi yaşam koşullarının” iyileştirilmesi ve burjuvazinin iktidarının sınırlanması; bir başka deyişle ve son tahlilde “iktidardan pay almak”la sınırlıdır. Bu mücadele, “rekabetin tümüne”, “son verme”yeceği gibi, “ücret kanununun yeniden işlemesini” de önleyemez. İşçi sınıfı hareketi henüz, kendiliğinden hareket, işçi sınıfı, “burjuvaziyle toptan rekabete” girmesine karşın kendiliğinden sınıf durumundadır. Ayaklanmalar ve grevleriyle burjuvazinin ekonomik ve siyasal iktidarını sarsacak mücadeleler içine giren işçi sınıfı, kendi hareketinin, kendi yaşam koşullarının henüz bilincinde değildir; onun bilinci burjuva bilincin çerçevesini esas olarak aşamamıştır. Paris Komünü bir proletarya diktatörlüğü olmasına karşın, işçiler burjuvazinin “ekonomik iktidarına” son verecek, kapitalizmi ve “ücret kanunlarını” tümüyle ortadan kaldıracak tedbirleri alma bilincini gösteremedikleri için yenilgiye uğramış, orada da ücret kanunu “sonunda” “yeniden” işlemeye başlamıştır.
İşçi sınıfı “ücret kanununun yeniden işlemeye başlamasını”,, “işçiler arasındaki rekabetin yeniden canlanmasını” nasıl önleyebilir, proletarya hangi koşullarda “kendisi için sınıf” ve hareketi, gerçek bir proletarya hareketi haline gelebilir’?
İşçiler, “aralarındaki” “rekabete” son verip, “çağdaş ekonomik-politik düzenin tümü(nü) ücret kanunuyla birlikte” yıkmaya karar verme bilincine eriştiklerinde, yani “yalnızca zahmet çeken değil, aynı zamanda düşünen insanlar gibi davrandıklarında”, işçi sınıfı “kendisi için sınıf”, işçi hareketi gerçek sosyalist siyasal hareket, işçilerin bilinci gerçek sınıf bilinci düzeyine ulaşmış demektir. Bu koşullarda işçi hareketi kendiliğinden olmaktan çıkmış, örgütlü sosyalist siyasal hareket düzeyine yükselmiş olur. Artık işçi “kendi maddi yaşam koşullarının” “teorik bilincine” varmıştır. Bu bilinç, siyasal platformda kendini, burjuvazinin diktatörlüğünü yıkarak, işçi sınıfının burjuvazi üzerinde diktatörlüğünü kurması biçiminde gösterir. Devlet iktidarını ele geçirme mücadelesi, işçi sınıfının sınıf bilinçli sosyalist siyasal mücadelesidir.
Engels, incelemeye çalıştığımız pasajında, “işçiler sadece kendi aralarındaki rekabeti yok etmekle yetinip daha öteye gidemezlerse, ücret kanununun sonunda yeniden işlemeye başlayacağı gerçektir… Amaçların bu şekilde sınırlanması günümüz sendikal hareketin ölümü olacak, sonunda işçiler arasındaki rekabetin yeniden canlanmasına yol açacaktır.” derken işçi sınıfının mücadelesinin kendiliğinden düzeyde kaldığı; bu mücadelenin devlet iktidarını ele geçirme mücadelesine dönüşmediği sürece, işçi hareketinin ve sendikal hareketin kaçınılmaz olarak başarısızlığa uğrayacağını vurgulamaktadır. Ama Engels hemen arkasından sorunun başka bir yönünü vurgulamaktadır. “Zorunluluk, sendikaları, rekabetin yalnızca bir yönüne değil, tümüne son vermeye itecektir, bu sonuca ulaşılacaktır.”
Kapitalizmin çelişkileri ve yol açtığı bütün sonuçlar, nasıl ki, işçi hareketini ve sendikal ve siyasal hareketi “zorunlu” olarak doğurmuşsa, gene aynı nedenler işçi sınıfını ve sendikaları “zorunlu” olarak devlet iktidarı mücadelesine, kapitalizmi ve kapitalizmin yol açtığı rekabeti bütün yönleriyle ortadan kaldırma mücadelesine “itecektir.” Engels’e göre, sendikaların, bütün sınıflan ve sınıfların varlığından doğan rekabeti ortadan kaldıracak olan proletarya devrimine girmesi, toplumdaki nesnel yasaların belirlediği bir “zorunluluk” olarak kaçınılmazdır; zorunluluk sendikaları bu yola itecektir.
Marx, işçi hareketinin ve sendikal hareketin tarihini, içinde bulunduğu durumu ve işçi hareketine yol açan nesnel koşulları, zorunlulukları tahlil ederek sendikaların işlev ve görevleriyle ilgili şu sonuçlara varmıştır:
“… sendikaların ilk hedefi, günlük ihtiyaçlara, sermayenin ardı arkası kesilmez saldırılarını engelleme yollarıyla, kısacası ücret ve işgünü uzunluğu sorunlarıyla sınırlı kalmıştır. Sendikaların bu eylemi yalnızca meşru değil, aynı zamanda gereklidir. Günümüzün üretim sistemi son bulmadıkça bu eylemden vazgeçilemez. Tam tersine, bu eylem, … genelleştirilmelidir. Sendikalar, buna karşılık, kendileri de farkına varmadan, örgütlenme merkezleri olmuşlardır. Sendikalar, emek ve sermaye arasındaki gerilla savaşları bakımından gerekliyseler ücretli emek ve sermaye egemenliği düzenini değiştirmenin örgütlü araçları olarak daha da gereklidirler.
“Sendikalar özgün amaçlarının yanı sıra, artık, daha büyük çıkarları olan tam kurtuluş için işçi sınıfının örgütlenme merkezleri olarak bilinçle hareket etmeyi öğrenmelidirler. Bu amaca yönelik her toplumsal ve politik harekete yardımcı olmalıdırlar. (Böylece) kendilerini tüm işçi sınıfının temsilcileri ve savunucuları sayarak ve böyle davranarak birliğin dışında kalanları da saflarına katmayı başaracaklardır… Çabalarının, dar ve bencil olmayıp, ezilen milyonların kurtuluşuna yönelik olduğuna dünyayı inandırmalıdırlar.”(9)
Marksizm soyut, spekülatif düşünceden doğmadı. Mevcut somut üretim ilişkilerinin, üretici güçlerin, burjuva ekonomi-politiği ve burjuva ekonomi politik düzenin köklü bir eleştirisiyle birlikte, burjuvazinin, işçi sınıfı ve hareketinin somut ilişki ve olgularının tahlilinden doğdu. Marx, sendikaları, tarihte gördüğü işlevleri ve gelecekteki görevlerini çözümleyip ortaya koyarken tamamen somut olgusal ilişki ve olaylara dayandı. Engels, “zorunluluk, sendikaları yalnızca rekabetin bir yönüne değil, tümüne son vermeye itecektir, bu sonuca ulaşılacaktır” düşüncesine varırken, soyut bir sübjektif isteği ifade etmiyor; tarihe ve kapitalist ekonomi politiğin ve mevcut kapitalist toplumsal sistemin somut çelişmelerine, mücadele eden “büyük güçler”in sınıfsal çatışmalarına dayanıyordu. O, insanın iradesinden bağımsız nesnel toplumsal “zorunluluk”un yasalarını çözümlüyordu.
Marx Avrupa’daki ilk işçi sınıfı ayaklanmaları olan 1848 hareketlerinin, özellikle de tarihteki ilk proletarya diktatörlüğü olan Paris Komünü’nün siyasal tahlillerine dayanarak işçi sınıfı hareketinin varacağı “zorunlu” sonuçları formüle etti. İşçi hareketinin yarattığı bu tecrübelerle birlikte, Marksizm’in doğması ve proletarya hareketiyle kaynaşması sürecinde, sendikaların “özgün amaçlarının yanı sıra, artık daha büyük çıkarları olan tam kurtuluş için işçi sınıfını örgütleme merkezleri olarak bilinçli hareket etme” biçiminde beliren yeni işlevleri, proletarya diktatörlüğü ve sınıfsız toplum için mücadele olarak kesin ilkesel biçimine ulaştı. Sendikalar işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesi içinde doğan, ama “bilinçle hareket etmeyi” öğrenen sınıf örgütleri olacaklardır. “İşçiler bayraklarına tutucu bir deyiş olan: ‘Adil bir iş-gününe karşılık âdil ücretler!’ sözlerini yazacaklarına şu devrimci sloganı yazmalılar: Ücret sistemi kaldırılsın!”(10) Sendikalar da işte ancak bayraklarına bu sloganı yazdıkları zaman gerçek anlamda bilinçli sınıf örgütleri olabilirler. Bu, sendikaların proletarya iktidarı için mücadeleyi bayraklarına yazmaları anlamına gelir ve ancak bu koşulla sınıf sendikaları olabilirler.

5- MARKSİST LENİNİST PARTİ VE SENDİKALAR
İşçi sınıfı hareketinin Marksist hareketle kaynaşması süreci siyasal bakımdan işçi sınıfında ve hareketinde bir nitelik değişimine yol açtı. Sendikalar için proletaryanın siyasal mücadelesini bilinçle sürdürme ve devlet iktidarını ele geçirme mücadelesinin kaldıraçtan olarak hareket etme işlevini doğurmakla kalmadı; işçi sınıfının örgütlenmesi açısından da son derece büyük sonuçlar doğurdu.
Engels bu konuda şunları yazıyor: “Bu bilinç işçi sınıfı içerisinde bir kez yayıldı mı, sendikaların durumu da önemli ölçüde değişecektir. Artık işçi sınıfının tek örgütü olma ayrıcalığından yararlanamayacaklardır. Çeşitli işkollarındaki sendikaların yanı sıra, ya da onların üstünde, bir bütün olarak işçi sınıfının politik örgütü olacak genel bir sendika yer almalıdır.” (11)
“Proletarya, mülk sahibi sınıfların kolektif iktidarına karşı savaşımda, ancak mülk sahibi sınıflar tarafından kurulan bütün eski partilerin karşıtı olan, ayrı bir siyasal parti oluşturursa, bir sınıf olarak hareket edebilir.”(12)
İşçi sınıfının kendiliğinden hareketinin Marksist hareketle birleşmesi ve sosyalist sınıf bilincinin işçi sınıfı saflarında yayılması, zorunlu olarak sınıfın ekonomik ve politik hareketini devlet iktidarını ele geçirme mücadelesine dönüştürdü. İktidar mücadelesinde, proletarya diktatörlüğü için mücadelede, işçi sınıfı da tarihteki her sınıf gibi, “öncü birliğim” yaratarak mücadeleye girebilirdi. Tarihte hiçbir sınıf yoktur ki, öncülerin oluşturduğu öncü birliğe ihtiyaç duymadan mücadele etsin… İşçi sınıfının “kendisi için bir sınıfa dönüşmesi süreci, aynı zamanda “politik örgütü olacak genel bir sendika”yı, “eski partilerin karşıtı olan ayrı bir siyasal parti”yi yaratma sürecidir. Bu süreç aynı zamanda sendikaları partiye, sendikal mücadeleyi siyasal iktidar mücadelesine bağlayan bir süreçtir.
İşçi sınıfının politik partisine sahip olması, sınıfın ekonomik ve politik mücadelesinde sendikaların işlevini azaltacak ya da ortadan mı kaldıracaktır?
Hayır, iktidar mücadelesinde sendikaların önemi azalmadığı gibi, devrim ve sosyalizm mücadelesinde daha büyük bir önem kazanmışlardır. Engels, program sorunları üzerine Bebel’e yazdığı mektupta “… bu örgütler (sendikalar) işçilerin sermayeye karşı günlük mücadelelerini yürüttükleri, çatısı altında işçilerin kendilerini yetiştirdikleri ve bu günlerde şimşekleri çok çektikleri halde (…) karşı güçlerin yıkamadıkları örgütlerdir… Programda (Alman Sosyal Demokrat Parti programı) bunlara değinilmesi bence kesin olarak gereklidir ve mümkünse parti örgütünde bunlar için özel bir yer ayrılmalıdır.”(13) (abç) der. Görüldüğü gibi, sendikalar sınıf bilinçli proletaryanın devrim ve sosyalizm mücadelesinde, partinin yanı sıra “özel bir yer” tutmaktadır. Sendikalar gereksiz örgütler değil; aksine, proletarya açısından son derece gerekli örgütlerdir. Çünkü sendikalar, “ücret kanunu”nu ve kapitalizmi yıkma yeteneği olmayan ekonomik ve politik mücadelenin “örgütlenme merkezleri” olmaktan çıkmış; bunların yanı sıra ve çok daha önem’i olarak, kapitalizmi yıkmanın araçları ve devrim ve sosyalizm mücadelesinin kaldıraçları durumuna yükselmişlerdir.
Engels’in sözleriyle, “Sınıfın sınıfa karşı politik mücadelesinde örgüt en önemli bir silahtır. O ölçüde önemlidir ki, yalnızca politik nitelikteki ya da Chartist örgütler paramparça olurken, sendika örgütleri giderek güçlenmiş, dışarıdaki hiçbir sınıf örgütünde görülmeyen bir güç düzeyine ulaşmıştır.” (14) Bütün işçileri bağrında toplamaya yetenekli ve parçalanmaz bir güç olan sendikalar, sınıfın temel kitle örgütleri ve yeri başka bir örgütlenmeyle doldurulamayacak bir silahtır, öylesine bir silahtır ki, “sendikalara parti örgütlerinde özel bir yer” ayrılması zorunludur. Devrim için ayaklanmada, proletarya diktatörlüğü ve sınıfsız toplum için mücadelede “proletaryanın kitle örgütlerini (kitle örgütleri olan sendikaları, bize ait) çevresinde toplamaya ve savaş sırasında yönetmeye yetenekli bir parti’ (Stalin)’e ne kadar zorunlu bir ihtiyaç varsa, “partiyi sınıfa bağlayan volan kayışları” (Stalin) olan sendikalara da o kadar zorunlu bir ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç ve devrim ve sosyalizm mücadelesinde sendikaların önemi yadsınamaz. Sendikalar olmadan işçi sınıfını devrim ve sosyalizm mücadelesinde eğitip örgütlemek, işçi hareketini sosyalist sınıf hareketine dönüştürmek olanaksızdır.
Bu noktada üzerinde durmamız gereken bir soru gündeme geliyor: Parti, sendikalar “üstünde” nasıl yer alacaktır? Her iki sınıf örgütü arasındaki ilişkinin niteliği ve biçimi nasıl ve neye dayanacaktır?
Bu soruların muhatabı esas olarak sendikalar değil, partidir. Bu sorulara yanıt bulması gerekenler kendiliğinden işçi kitleleri değil, Marksist-Leninistlerdir. Proletaryanın öncüsü ve kurmay heyeti olan parti, sendikalar üzerindeki yönetici etkinliği geniş işçi kitleleriyle kurduğu bağlar sayesinde elde edebilir. Parti bu etkinlik ve yönetici rolü sendikaların partiye bağlanması için öze! bir mücadeleyle kazanabilir.
Partinin “sendikaların üstünde” yer alması, sendikaların partiye bağlı olması demek, Stalin’in sözleriyle Marksizm-Leninizm’e göre, “Sendikaların… partinin yönetimine resmen ast olarak bağlı olmaları demek değildir. Sadece bu örgütlerden olan ve bunlarda tartışma götürmez bir biçimde etkili olan parti üyeleri, bu parti-dışı örgütlerin çalışmalarında proletarya partisine yaklaşmalar ve onun siyasal önderliğini gönül rızasıyla kabul etmeleri için bütün ikna yollarına başvurmalıdır demektir. (15) Demek ki, parti, “sendikalar üzerinde” yer alırken, bu yerini tamamen kendi siyasal çalışması ve siyasal etkinliği ve önderlik yetenekleriyle edinmektedir.
Proletarya devrimci bir öncüye, Marksist-Leninist bir partiye sahip olmadan devrim yapamaz, kapitalizmin ve burjuvazinin kendim bağladığı kölelik zincirlerini kıramaz. Ancak, işçiler sendikalar içinde örgütlenmeden, sendikalar parti etrafında toplanmadan, onun önderliğini ve yöneticiliğini gönüllü olarak kabul edebileceği bir konuma çekmeden sendikaları işçi sınıfının örgütlenme ve direniş merkezlerine, sosyalizm okullarına, kısacası, sınıf sendikalarına dönüştürmeden de parti devrim yapamaz. Çünkü devrim kitlelerin kendi eseri olacaktır. Parti, sendikalar üzerinde bu etkinliğini, üyelerini partisiz sendikalara ve işçi yığınları içine yollayarak, sendikalarda ve işçi sınıfı saflarında çalışarak, kitlelerin sevgi güven ve desteğini kazanarak kurabilir.

6- İŞÇİ SINIFI, SİYASAL MÜCADELE, SİYASAL BİLİNÇ

İşçi sınıfı kendiliğinden siyasal mücadelelere” hangi nedenlerle sürüklenmiştir?
Kapitalizmin ve burjuvazinin işçileri içine ittiği yoksulluk, sefalet ve “insan dışı” durum, proletaryanın burjuvaziye ve kapitalizme karşı mücadeleye girmesinin somut temelini oluşturur. Bu somut temel üzerinedir ki, burjuvazi, işçi sınıfını kendi varlığına karşı ekonomik ve siyasal, yasal ve yasa dışı her türden mücadeleye hazırlar.
Burjuvazi bunu başlıca iki biçimde yapar: Bunun ilki fabrikalardaki işçilerin iş günü süresi ve ücretlerin korunmasıyla ilgili her talebi karşısında patronların sınıf olarak birleşmesidir. Sınıfların karşı karşıya gelmeleri, burjuvaziyle proletaryanın iki düşman sınıf olarak mücadeleye girmeleri sınıf mücadelesidir ve bu mücadele zorunlu olarak siyasal mücadeledir. Marx, “… baskı amacıyla bir araya gelen kapitalistleri görünce (işçiler) gruplar halinde birleşirler. Her zaman karşılarına yekvücut olarak dikilen sermayeyi gördükçe, birliklerinin sürdürülmesi, onlar için, ücretlerin korunmasından daha gerekli bir duruma gelir. (…) Gerçek bir iç savaş olan bu mücadelede yaklaşan bir savaşın gerekli tüm unsurları birleşip gelişirler. Bir kere bu noktaya ulaştığında, birlik siyasi bir niteliğe kavuşur.” (16) derken tam da bu durumu ifade etmektedir. Burjuvazi ve kapitalizmin yarattığı koşullar, “halk kitlelerini işçi durumuna” getirmekle kalmıyor; işçileri önce ekonomik mücadeleye, giderek ulusal ölçekte siyasal mücadeleye çekiyor.”… işgününün sınırlandırılması ancak yasal müdahale ile düzenlenebilmiştir. Emekçilerin dışarıdan devamlı baskıları olmasaydı, bu müdahale gerçekleşemezdi. (…) İşte genel politik eylemin bu gerekliliği, sermayenin, sadece ekonomik eylemde bile daha güçlü olduğunun kanıtıdır.” (17) Oysa “… İşçi sınıfının egemen sınıflar karşısına bir sınıf olarak çıkıp onları sıkıştırdıkları her hareket, apaçık politik bir harekettir.” (18) (abç)
Marx’ın bu tahlillerinden çıkan sonuçlar nedir?
Bunlardan birincisi; bizzat kapitalizmin yarattığı koşulların ve burjuvazinin bir sınıf olarak işçi sınıfına karşı birleşmesinin, işçileri “sınıf olarak” birleşmeye ve siye;.-! mücadeleye zorladığıdır. İkincisi; proletaryanın mücadelesi “sadece ekonomik” platformda kaldığı sürece, burjuvazinin işçi sınıfından daha güçlü olduğu ve bu nedenle işçilerin ücretleri ve işgününü korumak için politik eyleme başvurmak zorunda kaldığı gerçeğidir. Üçüncüsü iş günü ücretleri koruma mücadelesinde bile işçilerin politik eyleme girerek başarı kazanabilecekleridir. Dördüncüsü; işçilerin burjuvaziyi bir sınıf olarak “sıkıştıran” her hareketinin politik bir hareket olduğu ve beşinci olarak, işçilerin politik eyleme, bir sınıf olarak hareket eden burjuvaziyi “gördükçe”, ondan öğrenerek, kapitalizmin yarattığı yoksulluk ve sefaleti yaşayarak kendiliğinden girdiği politik eylemin bu bilincini deneyimle kendiliğinden edindiğidir. Ancak, işçi sınıfının bu politik eylemi burjuvazinin ekonomik, siyasal egemenliğini yıkmamakta; onun egemenliğine bir “müdahale” olmakta ve sınırsızlığını sınırlayıcı bir rol oynamaktadır. İşte, kapitalizmin ve burjuvazinin işçileri zorunlu olarak siyasal mücadele alanına sürmesinin ve hazırlamasının ilk nedeni böyle açıklanabilir.
Burjuvazi proletaryayı siyaset sahnesine başka bir nedenle de zorunlu olarak çeker. “Burjuvazi (yürüttüğü) bu savaşların (feodallere, sanayinin gelişimine ters düşen burjuva kesimlerine, diğer ülke burjuvalarına karşı) tümünde proletaryaya gider, onun yardımını ister; böylece proletaryayı da siyaset sahnesine çeker. Bu nedenle, burjuvazinin bizzat kendisi proletaryaya siyasi ve genel eğitim unsurlarını sağlamaktadır. Başka bir deyişle burjuvazi, proletaryayı kendisine karşı savaşmak için gerekli silahlarla donatmaktadır.” (19)
Burjuvazi feodal sınıflara ve başka uluslardan burjuvazi vb. ye karşı ekonomik ve siyasal egemenliğini korumak ve pekiştirmek için başta işçi sınıfı olmak üzere, toplumun diğer sınıf ve tabakalarını hükümet, devlet, kamu ve yönetim sorunlarına çekmek zorundadır. Bu durum, işçileri, dar fabrika sorunlarından sıyrılıp ülke, hükümet, devlet ve kamu işleriyle uğraşmaya yöneltir. Proletarya böylece ilk siyasal derslerini burjuvaziden alır ve kendi öz siyasal mücadelesinin ilk eğitimini burjuvazinin okulunda görür.
Proletaryaya burjuvazi tarafından verilen siyasal eğitimin örgütsel alandaki ilk ürünü sendikal birlikler olmuştur. Sınıfın temel kitle örgütleri olan sendikaların oluşumu “dar fabrika sorunları” için mücadelelerle başlamasına rağmen, “sınıfın sınıfa” karşı” ekonomik ve siyasal mücadelesinin sonucudur. İşçi hareketinin kendiliğinden döneminin proletaryaya sağladığı belki de en önemli kazanım, “birlik kurma Fikri” ve bu fikrin bir ifadesi olan sendikalardır.
Hareketin bu kendiliğindenci döneminde işçi sınıfı içinde ya da ona yaslanmaya çalışan siyasal, “demokratik”, “sosyalist” akım ve partiler de doğmuştur. Ancak bu partiler bağımsız işçi partileri değil, burjuvazinin ideolojisinin işçi sınıfı saflarındaki etkilerinin bir ifadesi olan burjuva, küçük burjuva partilerdir. Sendikalist, anarşist, anarko-sendikalist, ütopik sosyalist akım ve partiler gibi. Proletaryayı burjuvaziye ve burjuva ekonomi politik düzenine bağlayan kaldıraçlar olan bu parti ve akımlar, düşünceleri, eylemleri ve temsil ettikleri ideoloji ve siyasetlerle burjuva bilincin ürünü ve taşıyıcılarıdırlar. Bu nedenledir ki bu dönemde proletarya bir sınıf olmasına karşın henüz burjuvaziden bağımsız ve kendisi için bir sınıf olgunluğuna erişememiştir.
Proletaryanın kendi bilincine varmasının anlamı nedir? Proletaryanın kendi bilincine varması, kapitalizmin proletaryayı içine ittiği, “öz maddi yaşam koşulları” ve “yaşam ilişkileri”yle “kendi kendini yitirmiş (insanın-bize ait) aynı zamanda bu yitirmenin teorik bilincini” de kazanmasıdır. (20)
Proletaryanın kendiliğinden hareketinin tarihi, “işçilerin salt kendi çabalarıyla yalnızca sendikal bilincini, yani sendikalarda birleşmenin, işverenlerle savaşmanın ve hükümeti gerekli işçi yasalarını çıkarmaya zorlamaya çalışmanın gerekliliğine vb. duyulan inancı geliştirebileceğim gösterir.” (21) O halde proletarya “kendi öz maddi yaşam koşullarının”, “kendi yaşam ilişkilerinin” “teorik bilincine” nasıl ve hangi yoldan varacak ve nasıl bağımsız bir sınıf olarak hareket edecektir?
Kapitalizm ve burjuvazi kendi gelişmesi açısından bilimi ve tekniği geliştirmek zorundadır. Egemen burjuvazi, bütün tarihi kendi sınıf tarihi olarak ilan etmek ve kendi egemenliğini evrenselleştirmek zorundadır. Öte yandan, kapitalizm, toplumu öylesine örtüsüz biçimde iki karşıt sınıfa böler ve öylesine keskin, açık çelişkiler yaratır ki, “burjuva ideologlarının bir bölümü”nün toplumun temelini oluşturan gerçek çelişkileri görüp teorik olarak kavramasının ön koşullarını yaratır. Bu nedenlerle, felsefe, bilim, bilimsel bilgi, tarih ve toplum bilimleriyle uğraşan burjuva aydın topluluğu içinden bir bölümü, dünyanın ve toplumun diyalektik ve tarihsel materyalist kavranışının bilgisine kaçınılmaz olarak varır. Burjuva aydınları arasında diyalektik ve tarihsel materyalist düşünceler yaygınlaştığında, proletaryanın dünya görüşünün ve gerçek sınıf bilincine erişmesinin bütün “unsurlar,” oluşmuş demektir.
Marx bu konuda şunları yazıyor: “…nasıl daha önceleri asillerin bir bölümü burjuvazi saflarına katılmışsa, şimdi de burjuvazinin bir bölümü, özellikle tarihsel gelişimi teorik açıdan bütünüyle anlayabilecek düzeye yükselmiş burjuva ideologlarının bir bölümü proleterlere katılır.” (22)
Proletaryanın kendi hareketi içinde ve kendi kendine sosyalizmin düşüncelerine ve proleter sınıf bilincine varması olanaksızdır. Onun varlık koşulları ve kendiliğinden hareketi, diyalektik ve tarihsel materyalist düşünceleri oluşturanlar için sadece bir esin kaynağıdır ve proletaryanın dünya görüşü ve sınıf teorisi, onun kendiliğinden hareketinden tamamen bağımsız olarak gelişir. “İşçiler arasında Sosyal-Demokrat bilinç olamazdı… Bu bilinç onlara dışarıdan verilmeliydi… Sosyalizm teorisi, mülk sahibi sınıfların eğitim görmüş temsilcileri, aydınlar tarafından geliştirilen felsefi, tarihsel ve ekonomik teorilerden ortaya çıkmıştır.” (23)
İşçi sınıfı hareketinin kendiliğindenci döneminde, kaynağını ütopik sosyalistlerden alan sosyalizm teorileri ortaya çıktı. Ancak bunlardan hiçbiri diyalektik ve tarihsel materyalist teoriler değildi, burjuva dünya görüşünü aşamadıkları gibi, burjuva ekonomi-politik düzenin inkârını da içermiyorlardı. Proletaryanın tarihsel rolünü kavrayamayan bu teoriler, ya soyut insan ve insan aklına dayanarak burjuvazinin “akılcı”lığı ile “sosyalizm”e varılacağını iddia ediyor; ya da sosyalizm adına küçük’-burjuva sosyalizminin ve kolektif “eşitlikçi” kapitalizmin ekonomi-politiğinin teorisini yapıyordu. Bu nedenle proletaryaya siyasal iktidar mücadelesini doğrudan ya da dolaylı olarak öngörmeyen burjuva teorilerdi.
Marx ve Engels bütün bu teorileri aştılar. Onlar tarihi materyalist acıdan incelediler. Burjuva dünya görüşlerini ve bunlara temel teşkil eden felsefi idealizmin, “sosyalist” biçimleri dahil bütün biçimlerini mahkum ettiler. Burjuva ekonomi-politiğinin ve düzeninin bütün maddì-toplumsal temellerini ve yasalarını köklü bir tarzda eleştirdiler. Onların elinde sosyalizm gerçek sınıf temellerine oturdu, proleter sosyalizmi doğdu. Proletarya Marx ve Engels’in öğretilerinde tarihi devrimci yerini aldı.
Marx proletaryanın tarihsel devrimci rolünü şöyle açıklar: “Proletarya, özel mülkiyetin proletaryayı yaratarak kendine karşı verdiği yargı kararını uygular; tıpkı ücretli emeğin, başkasının zenginliği ve kendi öz sefaletini yaratarak, kendine karşı verdiği yargı kararını da uyguladığı gibi. Eğer proletarya zaferi kazanırsa, bu hiç de toplumun mutlak yanı durumuna geldiği anlamım taşımaz; çünkü bu zaferi ancak hem kendi kendini hem de kendi karşıtım kaldırarak kazanabilir. Öyleyse, onu içeren karşıtı olan özel mülkiyet kadar, proletarya da ortadan kalkmıştır.” (24)
‘Burjuvazinin mezar kazıcısı’ bir toplumsal sınıf olarak doğan proletarya, “kendi öz yaşam koşulları”nın “teorik bilinci”ne vardığında, burjuvazinin mezarını kazdığı kadar, kendi kendini de tarihe gömecek bir sınıf olduğunu kavrar. O bu bilinci Marksizm teorisiyle birlikte alır. Çünkü Marksizm teorisi kendi öz yaşamının ve maddi yaşam ilişkilerinin teorisi ve bilgisidir.
Manifesto’nun yayınlanmasıyla başlayan süreçte, 1848 ayaklanmalarıyla Paris Komünü arasında kalan yıllar, proletaryanın hareketiyle Marksist hareketin kaynaştığı yıllar oldu. Bu yıllar proletaryanın gerçek siyasal mücadeleyle içice olduğu yıllardı. Marksizm teorisi, proletaryanın kendiliğinden mücadelesine siyasal iktidar perspektifi verdi. Marksist materyalist tarih kavrayışı, “her devrimin temel meselesinin iktidar meselesi” olduğu; kapitalizmin yıkılmasının kaçınılmaz olduğu kadar, kapitalizmden sosyalizme geçişin bir siyasal devrim dönemine uygun düştüğü; bu geçiş döneminin proletarya diktatörlüğünden başka bir şey olmadığının bilgisini proletaryaya verdi. Kendiliğinden sınıf olan proletarya bu süreçte “kendisi için sınıf durumuna geldi ve kapitalizmin sınırları ve burjuva ideolojisinin belirleyici etkileri altında süren mücadelesini bu bilgiyle geliştirdi, devlet iktidarı mücadelesine dönüştürdü. Bu dönüşüm proletaryanın ileri öğeleri arasında bütün diğer partilerden ayrı ve bağımsız proletarya partisi düşüncelerinin egemen olması anlamına geliyordu.
Marksist hareketin işçi hareketiyle birleşmesi, sendikalara partizan sendikalar perspektifini, sınıf sendikaları perspektifini kazandırdı. Bu perspektif, sendikaların günlük çıkarların yanı sıra ve ondan daha çok, tam kurtuluş, sosyalizm ve devrim için mücadele perspektifidir. Sendikalar, devrimin, proletarya diktatörlüğü için mücadelenin kaldıraçları oldular. Bu, özel olarak sosyalistler böyle istediği için değil, “zorunluluk” nedeniyle böyle oldu.

7- İŞÇİ SINIFININ SENDİKAL HAREKETİ VE REVİZYONİZM

Yazının başında revizyonizmin, Marksizm-Leninizm’in, sendikalarla ilgili teori ve çizgisinde yarattığı ana tahribata değinmiştik. Bu bölümde, sınıf sendikacılığı sloganıyla kendini gizlemeye çalışan revizyonist sendikacı çizgi üzerinde durmak istiyoruz. Revizyonist sendikacılık ile sosyal demokrat sendikacılık arasında öze ve biçime ilişkin teori ve pratik bir ayrılığın olmaması nedeniyle burada söylenenler, aynı zamanda sosyal demokrat reformist sendikacılığı da doğal olarak içine alacaktır. Emperyalist ve gerici burjuvazilerin doğrudan örgütlediği san, gerici ve faşist sendikacılık üzerinde durmayacağız.
Marksizm-Leninizm’in ve M-L öğretinin bütün özü proletarya diktatörlüğü öğretişidir. Gerek sosyalizmin gerekse işçi sınıfı hareketi tarihinin gördüğü bütün revizyonist ve modern revizyonist akım ve partilerin, Marksizm-Leninizm’in teori ve siyasal çizgisinde inkar ettiği düşünce, proletarya diktatörlüğü ve bunun için mücadele düşüncesidir. Son otuz yıldır işçi sınıfı hareketine egemen olan, büyük bir kargaşa ve bölünmeye yol açan günümüz revizyonizminin bütün fraksiyonları, proletarya diktatörlüğü teori ve pratiğine saldırarak ve yozlaştırarak ortaya çıktılar. Bu, onları doğal olarak sendikal mücadeleyi de yozlaştırmaya götürdü.
Devrim, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğünü inkâr eden revizyonistler, sınıf sendikacılığı sloganını da devrimci anlamından uzaklaştırdılar ve içi boş bir lafa dönüştürdüler. Revizyonist partiler, farklı noktalardan yola çıksalar bile, sınıf sendikacılığım temelden reddeden sınıf işbirlikçisi reformist bir sendikal çizgi üzerinde buluştular.
Revizyonist akım ve partilerin Marksizm-Leninizm’in sendikalarla ilgili teori ve çizgisinde yaptıkları ana tahrifat, sendikaların işlevi, rolü ve proletaryanın siyasal mücadelesi karşısındaki yeri üzerinedir. Onlar, geniş mesleki örgütleri olmalarından yola çıkarak sendikaları “ekonomik mücadele” örgütü derekesine düşürmüşlerdir.
Sovyet revizyonistlerine bağlı Dünya Sendikalar Federasyonu kendi niteliğini şöyle tanımlıyor; “DSF’nin sendikal niteliğini daha da ısrarla belirtmek, mesleki sorunlara, sendika olarak varlığımızı haklı çıkaran talep ve faaliyetlere daha büyük bir dikkat göstermek demektir.” (25)
“Eğer emekçilerin çoğunluğu, işverenlere karşı mücadelede birleşirse işverenlerin direnişi ancak böyle kırılabilir.” (26)
Sovyet ve İspanyol revizyonist sendika şeflerinden alınan yukarıdaki alıntılar tipik, ilkel bir ekonomizmin ifadeleridir. Sovyet sendika şeflerinin dediği gibi “sendika olarak varlığı., haklı çıkaran”, “sendikal niteliği daha da ısrarla belirt(en)”, “mesleki sorunlara …daha büyük dikkatin ele alınması ve öne sürülmesi sınıf sendikacılığının ayırt edici niteliği değildir. Ayırt edici nitelik, sendikaların gerçek ve tam kurtuluş için, kapitalizmin yıkılışı için mücadeledir. Sınıf sendikalarının “varlık” ve “sendika haklılık nedeni,” “mesleki talepler”in ekonomik sorunların varlığı değil proletaryanın sömürülen bir sınıf olarak varlığı ve tam kurtuluş için duyduğu devrim ve sosyalizm ihtiyacıdır. Revizyonist sendikacı liderler işçi sınıfını “mesleki sorunlar” üzerinde tutacak bir ekonomizmi sınıf sendikacılığı olarak öne sürüyorlar.
İspanyol revizyonist sendika şefinin yukarıdaki sözleri, Sovyet revizyonist sendikacıların çizgisine daha da açıklık kazandırıyor. Ona göre, “emekçilerin çoğunluğu işverenlere karşı birleşirse işverenlerin direnişi… kırılabilir.” Oysa Marksizm-Leninizm “işverene ve hükümete karşı mücadele bilinci”nin, kendiliğinden bilinç olduğunu ısrarla vurgular. Ve işçiler çoğunlukla bu bilinci kendiliğinden işçi hareketi içinde kazanırlar. Marksist-Leninistlerin, sınıf sendikacılığının işçilere vereceği eğitim ve bilinç, sosyalizm bilinci, devrim için siyasal iktidarı ele geçirme bilincidir. Sınıf sendikacılığını diğer bütün sendikacılık akımlarından ayıran temel ayrım noktası budur. Kendiliğindenci bilincin, “işveren ve hükümete karşı birleşme” bilincinin “işverenlerin direncini” kıracağını iddia etmek, Marksizm-Leninizm’i, sosyalizm mücadelesini rafa kaldırmak olduğu gibi, işçi sınıfını “ücret kanununa” ve “burjuva ekonomi politik düzenine” köle etmekten başka bir şey değildir. Bu, işçi sınıfını kendiliğindenci “iktisadi mücadelenin” dar sınırları içine hapsetmenin tipik ekonomi politikasıdır.
Görüldüğü gibi, revizyonist sendika ele başları, işçi hareketini Marksizm ve sosyalizm öncesi dönemin kendiliğinden işçi hareketinin de gerisine götürmektedir. Revizyonistler sendikaların siyasal rolünden yarım ağızla söz ediyorlar. Fransız revizyonist sendika sekreteri şunları yazıyor: “…toplumu değiştirmek, önce devlet ekonomisini yönetecek araçları elde etmektir.
Emekçinin… işletmenin olduğu gibi, ekonominin de yönetimde tam pay alması ve bunun araçlarına sahip olması…
Sendikal örgütlenmenin sürekli (kapitalist ve sosyalist toplumda) ve temel görevi, varoluş nedeni emekçilerin çıkarlarının savunulmasıdır.
“(Kapitalist ve sosyalist toplumda) toplumun uyumlu ve dengeli gelişmesini sağlayabilmek için bir karşı ağırlık gereklidir. Sendikalar toplumsal olaylarda bu karşı ağırlıkların başlıcalarıdır.” (27)
Proletarya “devlet ekonomisini yönetecek araçları” mı elde edecektir; yoksa burjuva devleti yıkıp yerine sosyalist ekonomiyi inşa edecek kendi devletini mi kuracaktır? Revizyonistlerin ve revizyonist sendika şeflerinin elinde Marksizm-Leninizm’in ve proleter sosyalizminin içinin boşaldığı açık. Onlar, hükümette etkili olma ve sendikaların, “toplumsal olaylarda karşı ağırlıkları” temsil etmesi “mücadelesi”nin “araçları” olmasını sendikaların “siyasal mücadele”ye katılması olarak görüyorlar. Yani onlara göre, sendikalar, “ekonomik mücadele” örgütleridir; siyasal mücadeleleri ise işçi sınıfının toplumda “karşı ağırlık” mücadeleleridir. Revizyonist elebaşlarının sınıf sendikacılıklarının bütün özü işte budur.
İşçi sendikaları toplumda bu “karşı ağırlık”ı nasıl kazanabilir?
İtalyan revizyonist sendika “liderleri” bu soruya şu yanıtı veriyorlar: “reformlar için eylem, emekçilerin, toplumun gelişmesini denetleyebilmesi ve dolayısıyla sınıflar arasındaki kuvvet dengesini bozması için gitgide daha büyük imkânlar elde etmeye yönelik bir kavga stratejisidir.” (28)
Proletarya, ücretlerin ve ücretlere bağlı yaşam koşullarının iyileştirilmesi “stratejik” mücadelesiyle burjuvaziyi “Denetleme” yoluyla “kuvvet dengesi”nin bozulmasına yol açacak kazanımlar elde edecek ve böylece işçi sınıfı toplumda bir “karşı ağırlık” meydana getirecek!
İtalyan revizyonistlerinden yapılan alıntı, bütün bunların yan ısıra, en ilkel, en bayağı bir ekonomizmi ve dolayısıyla reformizmi de teorileştiriyor. Proletaryayı kısmi talepler ve “reformlar” mücadelesiyle oyalamak! Siyasal mücadeleyi reformlar mücadelesine, ekonomik mücadelenin dar sınırlarına, burjuva siyasasına mahkûm etmek! Sovyet, İspanyol, Fransız ve İtalyan revizyonist sendika yöneticilerinin tümünün ortak çizgisi işte bu.
Sovyet revizyonistlerinin ısrarla altını çizdiği, Euro-komünistlerin ve sendika ağalarının düşünceleri içinde vurgulanan sendikal örgütlerin “Sendikal” ve “mesleki” niteliğinin özel olarak ön plana getirilmesi ne anlam taşıyor? Sendikaların meslek örgütleri olduğu bir gerçektir ve bu gerçeği inkâr eden hiçbir ideolojik, siyasal akım ya da parti yoktur. Buna karşın revizyonist akımların sendikaların “meslek örgütü” olduğunu ön plana çıkarmaya çalışmalarının nedeni, bir yandan proletaryayı ve sendikaları proletaryanın devrimci siyasal mücadelesinden uzak tutmak; öte yandan “ideolojiden bağımsız” “meslek örgütü” demagojisiyle proletaryayı ve sendikaları kendiliğindenciliğin, dolayısıyla burjuva ideolojisinin kölesi yapmaktır. Onlara göre sendikalar “meslek örgütü” olarak salt “iktisadi mücadele”den doğmuşlardır ve iktisadi mücadele (toplusözleşme) örgütleridir! Marksizm, sendikalara “siyasal mücadele görevi” vermiştir ve bugünkü siyasal mücadele “mesleki taleplere” bağlı “stratejik”, “reformlar” mücadelesidir! Bu çizgi sendikaları proletaryanın devrimci ideoloji ve siyasasından uzak tutma çizgisinden başka bir şey değildir.
Sendikaların “ekonomik örgüt” ya da “meslek örgütü” olduğu düşüncesinin vurgulanıp ön plana getirilmesi, doğrudan doğruya onların devrimci siyasal işlevlerinin, işçi sınıfı mücadelesinin kaldıraçları olmalarının düşünce olarak bile işçi hareketinden silinmesini hedefliyor.
Marksizm-Leninizm’in sınıf mücadeleleri ve proletarya devrimi ile ilgili temel teori ve taktiklerinin yozlaştırılması, revizyonist akımları doğal olarak reformist, sınıf işbirlikçisi çizgiye savuruyor. Ama revizyonizm ve revizyonist sendikacılık akımının Marksizm-Leninizm’in sendikalar teori ve çizgisiyle ilgili ana tahrifatı sendikaların sınıf mücadelesi içindeki yeri ve işlevi sorununda kendini gösteriyor.
Marksist-Leninistler, uluslararası revizyonizmin otuz yıldır ortaya atıp savunduğu, “sendikalar ideolojik örgüt değildir”, “siyasal örgüt değildir”; sendikalar “mesleki” ya da “ekonomik örgütlerdir”, “ekonomik mücadele” yürütür propagandasının proletarya saflarındaki etkilerini kırmak zorundadır. Çünkü revizyonizmin her türünü teoride reddeden pek çok devrimci grup ve akım bile revizyonist akımların sendikalar konusunda yarattığı kargaşa ve tahrifatın tuzağına düşmekten kaçınamadığı için ekonomizme ve reformizme batıyorlar.
Pek çok devrimci grup devrim ve sosyalizm mücadelesini, proletarya diktatörlüğü için mücadeleyi ilke olarak savunuyor. Proletaryanın siyasal iktidarı sorununun önemini kabul ediyor. Buna rağmen onlar, sendikaların, diğer emekçi sınıf ve tabakaların meslek örgütlerinin platformu ve işlevleriyle ilgili teorik çözümlemeleriyle, bu örgütlerin “ekonomik mücadele örgütleri” olduğunu iddia edebiliyor; sendikaların ye diğer kitle örgütlerinin “ekonomik mücadelenin siyasal mücadeleyle-bağlanması”, “devrim ve sosyalizm mücadelesi veren örgütler olması” gerektiğini reddedebiliyorlar.
Örneğin Emeğin Bayrağı dergisi şunları yazıyor: “Ekonomik-demokratik yapıda köklü değişiklikler yapmak, yerleşik anlamda bir devrime tekabül eder. Ki, sendikaların doğrudan böyle bir görevi olamaz”, “Sendikalar ekonomik mücadelenin başlıca araçları ve siyasal mücadelenin de yardımcı araçlarıdır.” “Ekonomik-demokratik mücadeleyi siyasal iktidar mücadelesine kanalize etmek, ancak siyasal bir partinin, söz konusu olan işçi sınıfıysa işçi sınıfının siyasal partisinin işidir.” (28) “İşçi sınıfının ekonomik savaşımının temel aracı ve siyasal savaşımının yardımcı araçları-kaldıraçları olarak sendikalar…” (29)
Emeğin Bayrağı dergisi doğru görüşlere de yer veriyor olsa bile, sendikaların bütün tarihleri boyunca gördüğü siyasal işlevi “yardımcılık” ve “yandaşlık” derekesine indiriyor. Dergi görüşlerinin bütünü açısından bakıldığında, sınıf sendikacılığını ilkede kabul eder görünse de, revizyonistlerin yukarda ortaya konan “sendikalar ekonomik mücadele örgütüdür” görüşünün etkisinden kurtulamıyor ve sendikaların işçi sınıfının temel kitle örgütü olduğu düşüncesini bir türlü kavrayamıyor.
Dergiden yapılan ilk alıntıdaki “Ekonomik-demokratik ve politik yapıda değişiklikler yapmak, yerleşik anlamda (bu ne anlama geliyorsa) bir devrime tekabül eder… Sendikaların doğrudan böyle bir görevi olamaz” formülasyonu ne anlama geliyor? Sendikaların “doğrudan devrim” görevleri olmayacaksa, doğrudan görevleri ne olacaktır? Doğrudan görev “ekonomik mücadele” midir, yoksa “siyasal mücadelenin aracı” olma mıdır?
Lenin Rus Sosyal Demokratları Tarafından Bir Protesto’da “…sendikaların dikkatlerini sadece ‘sermayeye karşı ivedi mücadeleye’ adamamaları, işçi sınıfının genel politik ve sosyal hareketinden uzak kalmamaları gerektiği; ‘dar’ amaçların peşinden koşmaları, fakat baskı altındaki milyonlarca işçinin kurtarılması için çalışmaları gerektiğini” belirtiyor ve ekliyor “Dahası, tarihin deneyleri… proletaryanın politik haklarının kısıtlanışının, politik mücadeleyi en öne koymayı her zaman gerekli kıldığını, tartışılmaz biçimde kanıtlamıştır.”(30)
Lenin’in belirttiği “milyonlarca işçinin kurtarılması için çalışmalar”, E. Bayrağı dergisinin sözünü ettiği ve sendikaların “doğrudan böyle bir görevi olamaz” dediği “devrime tekabül eden”, “ekonomik-demokratik ve politik yapıda köklü değişiklikler” için mücadeledir.
E. Bayrağı dergisi yazarları, sendikalar “ekonomik mücadelenin başlıca araçları ve siyasal mücadelenin yardımcı araçlarıdır” derken sendikaların asıl mücadele alanlarının ekonomik mücadele alanı olduğunu ve siyasal mücadeleye “yandaş” ve “yardımcı” olarak katıldıkları iddiasını öne sürüyorlar? Dergi en iyimser yorumla, siyasal mücadelenin parti tarafından verildiğini, sendikaların bu mücadelede “yardımcı” ve “yandaş” rolü oynadıklarını iddia ediyor.
Bu düşüncelerin Marksizm-Leninizm’in teori ve pratiği ile bir ilgisinin bulunmadığı ortada. Marksizm-Leninizm’in ve işçi sınıfı hareketinin tarihi, işçi sınıfının mücadelesi içinde ekonomik hareketle siyasal hareketin ayrılmaz bir biçimde birleştiğini öğretiyor. İşçi sınıfı hareketinin Marksizm öncesi döneminde, kendiliğinden hareket, ekonomik mücadele ile burjuva ideolojisine ve siyasasına bağlanan siyasal hareketin birliği olarak sendikalarda merkezileşiyordu. İşçi sınıfı hareketiyle Marksist hareketin birleşmesiyle birlikte, “işçi sınıfının mücadelesi içinde ekonomik hareket ile siyasal eyleminin ayrılmaz bir biçimde birleşik” (Engels) bir harekete dönüştüğünü görüyoruz. Bu tarihi gelişme, sendikaların sınıf sendikalarına dönüşmesine ve proletaryanın bağımsız bir parti olarak örgütlenmesine yol açmakla birlikte, işçi hareketini ekonomik hareket ve siyasal hareket olarak bölmedi; tersine, işçi sınıfının bütün hareketini, devlet iktidarı mücadelesinin bileşenine dönüştürdü; ekonomik mücadeleyi proletaryanın siyasal iktidar mücadelesine bağladı; ekonomik hareketi siyasal hareketle bölünmez bir biçimde birleştirdi. Kısaca, sendikaların mücadelesini proletaryanın kurtuluş mücadelesi düzeyine yükseltti. Sendikaları, proletaryanın kurtuluşu için bilinçle mücadele eden sınıf “direniş merkezleri”, yani partizan sendikalar haline getirdi.
İşçi hareketinin Marksist hareketle birleşmesi, sendikaları proletaryanın kurtuluşu mücadelesi veren araçlara dönüştürmüşse, proletarya “bağımsız bir siyasal parti” olarak örgütlenmeye neden ihtiyaç duyuyor? Bunun nedeni, sendikalar gibi sınıfın en geri öğelerini de kapsayan geniş kitle örgütlerinin devrim ve iktidar mücadelesini başarıya ulaştırma yeteneğine sahip olmamalarıdır. Proletaryanın politik mücadelede bağımsız siyasal partiye, öncü birliğe, bir kurmay heyetine ihtiyaç duymasının bütün nedeni budur.
Görüldüğü gibi sendikaların ekonomik mücadele aracı olduğu ve siyasal mücadeleye “yardımcı” ve “yandaş” olarak katıldığı düşünceleri ekonomizmin ve reformizmin derin etkisi altında şekillenmiş görüşlerdir.
E. Bayrağı yazarları, “bizde burada öne sürülen görüşleri savunuyoruz; sendikalar siyasal mücadelede yardımcı rol oynar derken, partinin önder ve yönetici güç, iktidarı zapt edip proletarya diktatörlüğünü doğrudan uygulayacak siyasal öncü olduğunu kastediyoruz. Sendikalar işçi sınıfının kurtuluş mücadelesini verirler, ancak, devlet iktidarını ele geçirerek, bu mücadeleyi yönetecek güç işçi sınıfının partisidir. Sendikalar bu anlamda ‘yardımcı’dır düşüncesindeyiz” diyebilirler. Bu açıklama doğru olamaz. Çünkü partinin devriminin ve siyasal mücadelenin yönetici ve önder örgütü olmasının kategorik karşılığı sendikaların siyasal mücadelede “yardımcı” örgüt olması değildir. Kategorik olarak “önderlik” ve “yöneticilik”in karşılığı “yardımcılık” değildir. Marksizm’in klasikleri, proletaryanın siyasal iktidar mücadelesinde sendikaların işlevlerini ve anlamlarını açık seçik tanımlıyorlar. Engels, sendikaları, “sömürücülerin siyasal iktidarına karşı mücadelede bir manivela olarak” ele alıyor. Lenin, partinin devrimin yönetici gücü olmasının yanında, sendikaları, “hareket ettirici kayışlar” olarak tanımlıyor. Stalin ise, sendikaları “partiyi sınıfa bağlayan volan kayışları” olarak değerlendiriyor.
Proletaryanın hareketi, devrim ve iktidar mücadelesi bir bütündür. Proletarya devrim mücadelesine bir sınıf olarak sendikalar gibi, koşullar doğduğunda, Sovyetler ve diğer başkaları gibi kitle örgütleriyle katılır. Bu örgütler devrim ve sosyalizm mücadelesinde proletaryanın “araçları” ve “devrimin kaldıraçları” işlevini görürler. Proletaryanın sınıf örgütü, devrim için başvurduğu bir araç olarak parti, bu kitle örgütlerinin eylemini birleştirir, yönetir; kurmay heyeti olarak, “yönetici güç” işlevini görür.
E.Bayrağı dergisi, “ekonomik demokratik mücadeleyi siyasal iktidar mücadelesine kanalize etmek ancak… İşçi sınıfının siyasal partisinin işidir” demekle bize biraz daha hak veriyor. Bu sözler, E. Bayrağı’nın düşünce sistemine daha da açıklık getiriyor. Sınıf sendikaları, “sosyalizm okulu”, “burjuvaziye karşı bilinçle hareket eden direniş merkezleri” olmayacak mıdır? Siyasal mücadele çağrıları, devrimci mücadele ve ayaklanma çağrıları yapıp bu sloganların eğitimini yapmayacak mıdır? Sınıf sendikaları, işçilere ücret mücadelesini iktidar mücadelesiyle birleştirelim demeyecek ve daha önemlisi, bütün halkın mücadelesinin siyasal mücadelede birleşmesi için savaşmayacak mıdır? E. Bayrağı dergisinin görüşleri bütün bunlarla birlikte değerlendirilmelidir.
Revizyonizmin sendikaların ve başka meslek örgütlerinin rolü ve işlevleriyle ilgili yozlaşmış teorilerinin, revizyonizme, reformizme ve sınıf işbirliğine karşı olan, başka siyasal dergiler üzerindeki etkisinden de söz etmek gerekiyor. Bu etki kimi “solcu” dergilerde meslek örgütlerinin ve sendikal mücadelenin küçümsenmesine varan “sol” bakış açılarının egemen olmasına yol açıyor. Örneğin “Yeni Çözüm” vb. meslek örgütlerinin “anti-faşist siyasal mücadele” verebilmeleri, için üyelerinde “anti-faşist siyasal bilinç” arıyorlar. Böyle bir “‘meslek örgütü” ya da “kitle örgütü” düşüncesine başka bir nedenle deşil, revizyonizmin sendikalar ve meslek örgütlerinin “ekonomik mücadele örgütü” olduğu yolundaki görüşlerinin teorik-ideolojik etkileri sonucunda varıyorlar. Teori ve ideolojideki sağcılık, bu sağcılığın sonuçlarından kurtulmak için onların sol sekter bir siyasal örgütsel ve taktik tutuma düşmelerinde önemli rol oynayabiliyor.
Revizyonist hareketlerin ve bu hareketlere bağlı sendikacılık akımlarının, sendikaların ekonomik mücadele örgütleri olduğu biçimindeki teorileri, proletarya sallarında proletarya ideolojisine uzak durma eğiliminin yaşam bulmasına zemin yaratıyor. İdeolojiden bağımsız(!) siyaset dışı örgüt düşüncesi bir yandan kendiliğindencilikten güç alırken, öte yandan sendikaların “meslek örgütü” ve “salt ve ekonomik mücadele örgütü” olduğu propagandası ile güçlendiriliyor.
Oysa tarihte hiçbir sınıf örgütü, hiçbir toplumsal örgüt yoktur ki, bir ideolojiye siyasal çizgiye bağlanmasın, ya da onun bir ifadesi olmasın. Sendikalar, işçi hareketinin kendiliğindenci döneminde de salt “ekonomik örgüt”, ‘”ideoloji dışı” örgüt değildi; proletaryanın ekonomik mücadelesinden filizlenmesine karşın, bu dönemde burjuva ideolojisinin ve siyasal platformunun kıskacı altındaydılar. Bu, başlangıçta kendiliğinden böyleydi; giderek bilinçli bir tarzda burjuva ideolojisinin ve siyasetinin kıskacı altına sokuldular.
Lenin, “işçi hareketinin kendiliğinden’ gelişimi doğrudan doğruya burjuva ideolojisine bağlanması sonucunu doğurur” der! İşçi hareketi üzerinde kendiliğindenciliğin, bu temelde burjuva ideolojisinin egemenliğinin yaşamasında, “ideolojik bağımsızlık”, “siyasetten bağımsız meslek örgütü olma” vb. demagojilerinin rolüne özel olarak işaret etmeye gerek bile yoktur. Özellikle, Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketinin durumu bunun en somut ve canlı örneğidir. Bu açıdan sınıf hareketi içinde oynadıkları rol bakımından, faşist, reformist ve revizyonist sendikacılık hareketleri arasında kayda değer bir ayırımdan söz edilemeyeceği biliniyor.
Revizyonizm ve reformizm, proletaryanın devrim ve sosyalizm mücadelesini inkâr ettiği anda varacağı yer kuşkusuz burjuva ideolojisi ve siyasetidir. Revizyonist akımların, Marksizm-Leninizm’in genel devrimci özünü, siyasal iktidar hedefini yozlaştırması, işçi hareketinin kargaşaya düşmesinde ve saflarında bölünme doğmasında başlıca faktördü. Ancak bu yola girdikleri andan itibaren, onların Marksizm-Leninizm’in sendikalarla ilgili teori ve çizgisini tahrif edip bozmaları kaçınılmazdı. İşçi hareketinin saflarında yarattıkları kargaşayı derinleştirmede bu faaliyetleriyle de önemli bir rol oynadılar. Bu durum sendikal alanda da özel bir mücadele platformu açılmasının ve proletaryanın günlük mücadeleleri içinde revizyonizmin ve reformizmin sendikalarla ilgili görüş ve çizgilerine karşı şiddetli bir teorik-ideolojik mücadele yürütülmesinin ertelenemez bir görev olduğunu göstermektedir.

8. İŞÇİ HAREKETİ, İSÇİ ARİSTOKRASİSİ VE SENDİKA BÜROKRASİSİ
Marksizm-Leninizm tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu söyler. Tarih bize, insan toplumunun ezenler ve ezilenler, sömürenler ve sömürülenler olarak bölünmesinden sonra, bütün sömürücü egemen sınıfların, egemen oldukları tarihsel dönem boyunca toplumun maddi hayatına egemen olmakla kalmadıklarını; ama aynı zamanda manevi hayatına da, ideolojileri, kültür ve siyasetleri, dinî, hukukî, ahlakî kural, norm ve kurumlarıyla egemen olduklarını öğretir.
Bütün sınıflı toplumlarda sömürücü egemen sınıfların egemenliklerini sürdürebilmesinin ön koşulu, ezilenlerin ve sömürülenlerin egemen sınıfın dünya görüşünün etkisi altında bulunmasında yatmaktadır. Egemen gerici sınıfın ve devletinin zorunun yanı sıra, gene devlet kurumlarında, toplumsal örgütlerde ve değer yargılarında kurumlaşıp somutlaşan egemen gerici dünya görüşünün emekçi yığınlarının toplumsal ve manevi yaşamlarını etkileyip yönlendirdiği sürece, özel mülke ve sömürüye dayanan toplumsal düzenin egemenliği devam edebilir. Her egemen sınıf, çıkarlarını “kamu çıkarı”, “genel toplumsal” ya da “ulusal çıkar” ilen eder; kendi egemenliğini bu yolla “meşrulaştırıp” “yasallaştırır”, “evrenselleştirir.” Her sömürücü egemen sınıf, sınıf egemenliğini egemenlik aracı ve örgütlenmiş egemen zor olan devlet aracılığıyla sürdürür. Egemen sınıf, sınıf çıkarlarını ve egemenliğini bütün toplumun manevi yaşamında meşrulaştırıp yasallaştırdığı sınıf çıkarlarının ifadesi olan egemen dünya görüşü ve bu görüşün belirlediği “kamu çıkarı”, “kamu işleri” ve “toplumsal çıkar” görünümünde ve bütün toplumun üzerine çıkararak örgütler. Bu devlettir. Egemen sınıf, devletini, devlet kurum ve güçlerini (bürokrasi, ordu, polis vb.) emekçiler üzerinde özel mülke dayalı egemenliğinin bir ifadesi olan ideolojik egemenliğinden de yararlanarak emekçiler arasında sağladığı, seçtiği tabakalardan oluşturur, bu tabakalara ekonomik ayrıcalık sağlar. Genel-kural olarak bütün sınıflı toplumlarda devlet kurumları ve aygıtları bu yoldan oluşturulmuştur.
Egemen sınıfın, sınıf çıkarları olan “kamu çıkarı” ve “genel toplumsal çıkarlar”ın egemen sınıfın çıkarı olduğu düşünceleri sömürülen ve ezilen sınıflar içinde yayıldığında, bütün kurumlarıyla, devlet sömürülenleri ve ezilenleri bastırma aracı olarak işlev görür. Ne var ki, egemen sınıf, toplumsal düzenin çelişkilerinin keskinleşmesine bağlı olarak, ezilenler ve sömürülenler üzerindeki manevi etkinliğinin yıkılmasıyla birlikte doğan başkaldırıyı devlet aracılığıyla bastırma girişimiyle yetinmez; sistemli olarak sömürülenlerin ve ezilenlerin hareketi içine sızmaya; çeşitli öğelerini satın almaya, ayrıcalıklı tabakalar yaratarak başkaldırıyı yatıştırmaya da yönelir. Başkaldırı hareketi içinde teslimiyetçi ve uzlaşmacı ideoloji biçiminde doğan ideoloji, yeni biçimde egemen sınıf ideolojisi olarak doğar ve etkili olur.
Modern burjuva toplumu, tarihe hiçbir sömürü toplumunun yaşamadığı ölçüde, örtüsüz, açık bir çelişme yaratır. Bir yanda toplumun azınlığını teşkil eden kapitalist mülk sahipleri; öte yanda, toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturan ve vahşi ve artı-değer sömürüsü altında daha çok ürettikçe daha hızlı yoksullaşan ve sefalete daha çok batan mülksüz proleterler kitlesi…
Burjuvazinin feodal gericiliğe karşı mücadelesinde onun yedeği olan proletarya, burjuvazinin egemen sınıf olarak örgütlenmesinin ardından, kapitalizmin gelişmesi ve yarattığı açık çıplak çelişkinin keskinleşmesi sonucu burjuvaziye karşı mücadeleye girdi. Bizzat kapitalist sömürünün doğurduğu proletaryanın kendiliğinden mücadelesi, aynı zamanda burjuvazinin işçi ve emekçilerin manevi yaşanılan üzerindeki egemenliğinin, ideolojik, kültürel, siyasal ahlaki vb. etkinliğinin, “ulusal çıkar”, “kardeşlik”, “eşitlik”, “özgürlük” gibi burjuva değer yargılarının yıkılma sürecinin başlangıcını teşkil etti.
Burjuvazi ve burjuva devlet bir yandan işçi hareketini bastırmaya çalışırken, öte yandan işçi sınıfı kitleleri içinde azınlık teşkil eden ayrıcalıklı bir tabaka yaratmaya yöneldi. Bu dönem, kapitalist sömürgeciliğin güçlendiği, kapitalizmin “ön tekel” dönemi de diyebileceğimiz dönemine denk düştü. Burjuvazi, sömürgecilik sayesinde, sömürgelerde elde ettiği kârların kırıntılarıyla kendi ülkesinin proletaryasının “üst tabakaları”nı satın alacak imkânları elde etti. Kapitalizmin emperyalizme doğru yol almasıyla elde ettiği koşullar ve proletarya saflarında yarattığı “yeni”, yaşamı ve ilişkileriyle burjuvalaşmış tabakanın, işçi sınıfı hareketi içinde işçi sınıfına yabancı bir ideolojik ve siyasal eğilim yaratması kaçınılmazdı.
Kapitalizmin ilk ortaya çıktığı yer İngiltere’dir. İngiliz kapitalizmi hızlı bir gelişmeyle olgunlaştı ve kapitalizmin “ön tekel” döneminde, dünya sömürgeciliğinin en büyük gücü haline geldi. İngiliz burjuvazisi sömürgelerden sağladığı aşırı kârların kırıntılarıyla İngiliz işçi sınıfı içinde kalifiye işçilere dayanan bir tabakayı burjuvalaştırdı. İngiliz sendikalizmi ve ekonomizm diye bilinen ideolojik eğilim aristokratik ve bürokratik işçi tabakasına dayanarak işçi hareketinin gelişmesine damgasını vurdu. Gelişimi içinde reformizme ve parlamentarizme varan Chartist hareket ve İngiliz İşçi Partisi hareketi, işçi sınıfının bu tabakalarına dayanarak etkili oldu ve işçi hareketini derinden etkiledi.
Kara Avrupa’sında bu gelişme daha geç ve farklı biçimlerde yaşanmasına karşın, İngiliz sendikalizminin işçi hareketi içinde gördüğü işlevi değişik görünümler altında da olsa üstlenenler hep var oldu. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kara Avrupa’sında, İngiliz sendikalizmi eğiliminin yüklendiği işlevi anarşizm ve anarko-sendikalizm akımları üstlendi; bu akımlar işçi hareketini bölmede ve burjuvazinin tuzunu kurutmada önemli rol oynadı. Anarşizm ve anarko-sendikalizm akımları hızla yıkıma uğrayan küçük burjuvaziye ve işçi sınıfı içindeki küçük burjuva katmanlara dayanan, burjuvaziye yandaşlık eden sözde “sol” ideolojik-siyasal eğilimi olarak doğdular.
Kapitalizmin emperyalizm öncesi döneminde gerek İngiltere’de, gerekse kara Avrupa’sında reformist, sendikalist, anarko-sendikalist ve anarşist akımlar, işçi hareketinin bağımsız bir siyasal harekete dönüşmesine karşı doğmuşlardı. İngiliz sendikalizmi, işçi hareketinin ekonomik hareket olarak kalmasının bir unsuruyken, siyasal mücadeleyi burjuvazinin parlamentosuna bırakan reformist bir ideolojik eğilimi temsil ediyordu. Kara Avrupa’sının bütün anarko-sendikalist ve anarşist akımları işçi sınıfının siyasal mücadelesini ve devlet iktidarının ele geçirilmesini reddediyor, proletaryayı burjuva sisteminin anarşisini derinleşecek eylem çizgisinde kalmaya zorluyor, ekonomik ve siyasal mücadeleye karşı geliyordu. Marks, bu anarşist ve anarko-sendikalist akımların tümünün de ortak karakteristiği olan Bakunin’i “Bu eşek, her sınıf hareketinin, sınıf hareketi niteliğiyle, zorunlu olarak siyasal bir hareket olduğunu ve her zaman da böyle olmuş olduğunu bile anlamamış” (31) diye şiddetle suçlar.
Marks, bütün Bukunin’ci, Proudhon’cu vb. anarşist, anarko-sendikalist akımların ideolojik kaynağının bir ve aynı olduğuna, onların burjuva ideolojisinin ifadesi olduklarına dikkat çeker ve işçi hareketi içinde oynadıkları rolü şöyle özetler: “Bu fraksiyonların hepsi, mevcut burjuva toplumu koruma isteğinde tam anlaşma halindedir. Ama burjuva toplumu savunurken, kaçınılmaz olarak burjuvazinin egemenliğini de savunuyorlar, yığınlar (ve devlet iktidarı) birbirlerine karşı “kaba kuvvete” başvurduklarında, bu anarşi temsilcileri, her seferinde anarşiyi kısa kesmek için ellerinden geleni yaptılar. Bu dillere destan ‘anarşi’nin içeriği son tahlilde, daha gelişmiş ülkelerde ‘düzen’ denilen şeye varıyordu”(32)
Görüldüğü gibi, ortaya çıkış süreçleri ve tarihsel kaynaklan nispeten farklı olsa bile, İngiliz sendikalizminin ve daha sonraki dönemde Avrupa’daki revizyonizmin vardığı yere, anarko-sendikalist akımlar da varıyordu. Ve vardıkları yer “düzen”in restorasyonunun, kapitalizmin ve burjuvazinin egemenliğinin savunulmasının bir durağıydı; “sınıfların işbirliği” durağıydı.
Soruna burjuvazinin ve kapitalizmin yarattığı koşullar ve sonuçlarının ötesinde proletaryanın hareketinin tarihi açısından bakarsak, 1900’lere gelen elli yıl boyunca, proletaryanın hareketinin teoride ve taktikte dalgalanmalara ve zigzaglara düştüğünü söyleyebiliriz. İşçi hareketinin bu elli yıllık tarihindeki sapmaları, “revizyonizm (oportünizm-reformizm) ile anarşizm (anarko-sendikalizm, anarko-sosyalizm)” (Lenin) olarak iki büyük eğilim grubu altında toplayabiliriz. Bu süreçte işçi hareketi içinde egemen teori haline gelmiş olan Marksizm’den, iki grupta toplanabilecek bu uzaklaşma eğilimleri, işçi hareketinin yarım yüzyıllık tarihinde, hareketi şu ya da bu biçimde etkilediler ve var oldular. İngiliz sendikalizminden, Fransız “düzen”cilerine, Bernstein revizyonizmine ve Rus ekonomizmine varan sapmalar ,oportünist ve reformist eğilimi temsil ederken; kara Avrupa’sında etkili olan anarko-sendikalist akımlar (Proudhon, Bakunin, Karopotkin vb.) anarşizmi ve anarko-sosyalizmi temsil ediyorlardı. Ama bütün bu eğilimler, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, işçi hareketi içerisinde hep aynı rolü oynadılar; işçi sınıfını siyasal iktidar mücadelesinden şu ya da bu yolla uzak tutma, bağımsız siyasal hareketini şu ya da bu biçimde baltalama…
İşçi hareketi içindeki bu sapmaların ne rastlantı ile ne bazı kişi ve grupların yanılgısı ile ve hatta ne de ulusal özelliklerin ya da geleneklerin etkisiyle vb. açıklanamayacağı bir gerçektir. İşçi hareketi içinde bu saplamaların ortaya çıkmasında , “ekonomik düzende ve tüm kapitalist ülkelerin evriminin özel niteliğinde yatan” bu sapmaları doğuran “öze” ilişkin nedenler vardır. İşçi hareketinin büyümesi bu nedenlerin en önemlilerinden biridir. Kapitalizmin farklı ülkelerdeki, hatta bir ülke kapitalizminin çeşitli sektörlerindeki gelişmenin eşitsizliği; kapitalizmin “çelişkiler içinde ve çelişkiler yoluyla gerçekleşen toplumsal evriminin diyalektik niteliği; burjuvazinin (iradesinin dışında) girmek zorunda kaldığı taktik değişiklikler vb. gibi “öze” ilişkin nedenler, proletarya hareketi içindeki dalgalanmaların, sapma ve yanılgıların başlıca gerçek nedenleridir.
İşte bu nedenlerdir ki, işçi sınıfı hareketi içinde Marksizm’den sapma ve ayrılmalar her zaman ortaya çıkabilir. Ve esasen, işçi hareketinin, sözünü ettiğimiz elli yıllık dönemi aynı zamanda Marksizm’in, bu iki grup altında topladığımız sapmalara ve Marksizm’den ayrılmalara karşı mücadele dönemi olmuştur.
Daha önce sözü edilmiş olmasına karşın, bu sapmaların sınıfsal temellerine topluca değinmek gerekiyor. Proletarya harekeli içinde ortaya çıkan dalgalanma ve sapmalar, açıktır ki, proletarya saflarındaki çeşitli katmanların varlığına dayanır. Lenin. proletarya sallarında ortaya çıkan ekonomist, oportünist, reformist, anarşist ve anarko-sendikalist sapmaların toplumsal nedenlerini yukarıda ortaya konulmuş “öze” ilişkin nedenlerin yanı sıra şöyle açıklar: “Ama proletarya ile kendisine komşu olan, köylülük de dahil, küçük-burjuva katmanlar arasında Çin şeddi yoktur ve olamazdı da. Şu halde kolayca anlaşılır ki, küçük burjuvaziden kişilerin grupların ve çevrelerin proletaryaya geçmesi, İçendi yönünden, zorunlu olarak, proletaryanın, taktiğinde dalgalanmalara yol açar,” (33)
Lenin’in yukarıdaki sözlerinden anlaşılacağı gibi, proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinde ortaya çıkan sapmaların sınıf temelini, proletaryaya yeni katılan ve dolayısıyla proletarya saflarında yarattıkları katmanlar oluşturmakladır. İngiliz sendikalizmi, kara Avrupa’sının proletaryası saflarında oluşan küçük burjuva tabakalardan farklı toplumsal kategoriler üzerinde (burjuvalaşmış işçi aristokrasisi ve bürokrasisi) oluşmasına rağmen, işçi hareketi içinde aynı işlevi gördüğünü okurların peşinen anladığını, varsayarak, proletaryanın taktiğinde “dalgalanmalara” yol açan sapmaların ideolojik içeriğine kısaca da olsa değinmek gerekiyor. Açıktır ki Lenin, yukarıdaki sözleriyle proletarya hareketinin taktiğinde ortaya çıkan” dalgalanmaları” tarihin bir zorunluluğu olarak görürken, kuşkusuz “masum” ya da “kabul edilebilir” bir şey olarak ele almıyor. O, 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyıl başlarına kadarki elli yıllık dönemin, bu dönemin işçi hareketinin tanık olduğu bütün Marksizm dışı sapmaların ideolojik içeriğini bir ve aynı şey olarak değerlendiriyor. Lenin’in aşağıdaki sözleri, bütün bu sapmaların ideolojik içeriğini, idealist özünü olanca çıplaklığı ile sergiliyor. O bu sözleriyle, bizi güncel sorunumuzla daha yakınlaştırmış oluyor.
Lenin şunları yazıyor: ” Anarko-sendikalizmi ve reformizmi… burjuva dünya anlayışının dolaysız bir ürünü olarak,.onun etkisi olarak görmek gerekir, anarko-sendikalizm ve reformizm. işçi hareketinin bir tek yönüne takılıp kalıyorlar, hareketin bu tek yönlü niteliğini teori payesine çıkarıyorlar, şu ya da bu dönemin özgül özellikleri olan, işçi simli eyleminin şu ya da bu koşulları olan, işçi hareketinin eğilimlerini ya da özelliklerini karşılıklı olarak birbirlerini dışlayan şeylermiş gibi açıklıyorlar. Oysa gerçek yaşam, gerçek tarih, tıpkı yaşamın ve doğadaki gelişmenin hem yavaş evrim, hem de çabuk sıçramaları, süreklilikteki kesintileri içermeleri gibi bu farklı eğilimleri de içerir.” (34) (abç)
Kapitalizm nasıl ki küçük burjuvaziyi ve köylülüğü sürekli mülksüzleştirip proletarya saflarına yolluyorsa, bu öğelere dayanarak ideolojisini de proletarya saflarında yeniden üretiyor. O aynı zamanda, gerekli olgunlaşmayı sağladığında proletarya içerisinde burjuvalaşmış kategoriler yaratarak burjuvaziyi gerek toplumsal tabaka olarak, gerekse ideoloji olarak yeniden üretiyor. Burjuvaziyle proletarya arasında Çin şeddi yok ve burjuvazi her bakımdan proletarya-saflarına sızıyor; kendi dünya görüşünün, siyasetinin, değer yargılarının dayanaklarını yaratabiliyor. Felsefi idealizm proletarya hareketinde, teori ve taktiklerinde dalgalanmaya yol açabiliyor.
Anarşizm ve anarko-sendikalizm, proletaryaya ekonomik ve siyasal mücadeleyi bırakmasını öğütlüyor; devlet ve otorite düşmanlığı ile otorite karşıtı anarşi yaratmayı vaaz ediyor, anarşinin derinleştirilmesi yoluyla sosyalizmin bir gün doğacağı ütopyası peşinde koşuyordu. Sendikalizm, oportünist revizyonizm ve ekonomizm ise, işçi hareketini ekonomik mücadele çizgisinde tutuyor ve reformlar ve evrim yolundan sosyalizme varılabileceğinin başka bir ütopyasını sunuyordu. Dolayısıyla, bütün bu akımlar görünürde karşıt yollardan yürüyerek aynı noktaya geliyordu: proletaryanın siyasal iktidar mücadelesine ve tam kurtuluş yoluna girmekten uzaklaştırılması…
Kapitalizmin emperyalizm öncesi döneminin elli yılı, bu akımlarla Marksizm arasında amansız bir mücadeleye tanık oldu. Bu akımlar, “proletaryanın maddi yaşam koşullarına, “kendi öz yaşam ilişkileri”ne uygun düşmediği; proletaryanın dünya görüşünün teorisi olma niteliği taşımadığı içindir ki, Marksizm teorisi proletarya hareketine egemen oldu ve sözü edilen bu akımlar proletarya tarafından proletarya hareketinin dışına atıldılar.
Anarşizm ve reformizm proletarya hareketi içinde etkili oldukları dönem boyunca, proletaryanın bağımsız siyasi mücadele ve örgütlenmesini baltalamakla kalmadı; işçi sınıfının sendikal hareketini ve örgütlenmesini de baltaladı. Anarşizm, sendikaların “anarşi yanlılığı”na çekip ekonomik ve siyasal mücadeleye girmesini inkâr ederken; reformizm ve ekonomizm, sendikaları reform örgütü olarak burjuvazinin kabul edebileceği bir platformda tutmanın teori ve pratiği olarak işlev gördü. Son otuz yıldır, yeniden hortlatılmış olan, sendikaların ve sendikal hareketin “ideolojiden bağımsız” hareket, “siyaset dışı hareket” olduğu düşüncelerinin ideolojik kökleri gerçekte, yüz yıl önce Marksizm tarafından yenilgiye uğratılmış olan anarko-sendikalizmde ve reformist ekonomizmde yatmaktadır. Engels’in şu düşünceleri bugün de devrimci sendika çizgisinin köşe taşı olmaya devam ediyor: “Siyaset konusunda mutlak bir çekimserlik olanaksızdır; bu nedenle çekimser tutumu benimseyen bütün gazeteler (aynı zamanda örgütler bize ait) aslında siyaset yapmaktadırlar. Önemli olan siyasetin nasıl yapıldığı ve hangi siyasetin yapıldığıdır… Günlük yaşamın deneyimi, mevcut hükümetin kendileri üzerinde uyguladığı, ister siyasal ister toplumsal amaçlı baskı, işçileri istesinler istemesinler, siyasetle uğraşmaya zorluyor. Onlara çekimserlik vaaz etmek onları burjuva siyasetin kucağına itmek olur.” (36)
Anarşizm, anarko-sendikalizm, ekonomizm ve reformizm, burjuva ideolojisi ve burjuva siyasal hareketiydi. İşçi sınıfını kendi öz ideoloji ve siyasetinden uzak tutmanın, burjuva siyasetine çekmenin siyasasıydı. Proletarya kendi öz siyasal eylemine girdiğinde bütün bu ideolojik ve siyasal hareketler iflasa mahkûmdu. Proletarya zorunlu olarak bu yolda yürüdü. Paris Komünü Hareketi ve Paris Komünü’nün tecrübeleriyle olgunlaşan Marksizm; proletaryanın öz ideolojisi ve taktiği, “anarşist sosyalizmi”ni de, “reformist sosyalizm”i de işçi hareketinin dışına attı. Sendikalar ve sendikal hareket bayrağına Marksizm taktiğini yazdı.
Ekonomik hayatta 1870’lerden itibaren görülen tekelci ilişkiler, 20. yüzyıl başlarına gelindiğinde, bütün ekonomik hayata tekelci kapitalist birlikler olarak egemen oldular. Kapitalizm, 19. yüzyılın son çeyreği içindeki gelişmesiyle yeni bir evreye girdi, tekelci kapitalizme vardı; rekabetçi kapitalizm emperyalist kapitalizme dönüştü. Kapitalizmin emperyalizm dönemi, dünyanın bütün öbür ulusları ezen ayrıcalıklı “büyük” uluslar arasında paylaşılması dönemidir. Emperyalizm dönemi, kapitalizmin çelişkilerinin olağanüstü keskinleştiği, ama aynı zamanda bir avuç “büyük” ayrıcalıklı ulusun burjuvazinin azami kârlar elde ettiği dönemidir. Tekelci kapitalizm çağı, kapitalizmin son evresi, ölümü ve proletarya devriminin gündeme girdiği çağı olmasına karşın, emperyalizmin işçi sınıfı ve işçi hareketi içinde yeni oportünist eğilimleri yaratmasının maddi-toplumsal koşullarını da istisnasız bütün kapitalist ülkelerde olgunlaştırma olanağını elde ettiği çağdır.
1870’lerden itibaren İngiliz burjuvazisinin sömürge tekeli sayesinde sömürgelerden elde ettiği aşırı kârların kırıntılarıyla, İngiliz işçi sınıfının yarattığı “imtiyazlı” tabakalardan daha önce söz etmiştik. Kapitalizmin tekelci evreye yükselmesiyle birlikte, bütün ileri ülkelerde, tekelci burjuvazi, emperyalist sömürünün “kırıntıları”yla proletaryanın üst tabakalarını satın alma ve burjuvalaştırma olanaklarını elde etti. Yaşamları ve yaşam koşullarıyla burjuvalaştırılan bu tabakalar, proletarya hareketi; proletaryanın sosyalist ve Marksist hareketi içinde çürümenin, oportünizmin ve burjuvazinin ideolojisi ve siyasetiyle proletarya saflarına sızmasının iktisadi ve toplumsal temelini oluşturdular. Bu tabakalar, işçi sınıfının aristokrat, bürokrat küçük-burjuva tabakalarıydı.
Emperyalizm, ileri kapitalist ülkeler proletaryası saflarında yozlaşmaya yol açmakla kalmadı; emperyalizme bağımlı kapitalizmin girdiği; kapitalizmin az-çok geliştiği ve sınıf olarak proletaryanın doğduğu ve güçlendiği bütün ülkelerin proletaryasının saflarında bozulma ve yozlaşma biçiminde az-çok güçlü bir aristokrasi ve bürokrasinin doğmasına yol açtı. Çünkü tekelci kapitalist üretim koşullan ve gerçekleşen azami kâr emperyalist burjuvaziye ve geri ülkelerin tekelci büyük burjuvazisine az-çok bu olanağı veren koşulları da doğurdu. Ezilen ülkelerin proleter kitlelerinin ve geniş emekçi köylü yığınlarının aşırı tekelci sömürüsü, emperyalist burjuvaziye ve bağımlı büyük burjuvaziye proletaryanın üst tabakalarını ve küçük burjuvazinin bir bölümünü satın alma imkânı tanıdı. Dolayısıyla, uluslararası proletarya ve ezilen halk yığınları içinde emperyalizm ve tekelci burjuvaziyle uzlaşma eğiliminin maddi ve toplumsal temeli bizzat emperyalizm tarafından yaratıldı. Kapitalizmin emperyalizm öncesi döneminde proletarya saflarında farklı iktisadi ve toplumsal nedenlerle ortaya çıkan oportünist, reformist ve anarşist sapmalara, kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi, tek ve ortak bir iktisadi ve toplumsal temel yarattı. İleri proletaryanın sosyalist ve ezilen ülkelerin proleterlerinin ve halklarının devrimci demokrasi hareketi içindeki oportünizmin, her türden revizyonizmin ve ulusal ihanetin iktisadi temeli emperyalizm; toplumsal temeli ise bu iktisadi temel üzerinde doğan işçi sınıfı aristokrasisi, bürokrasisi ve küçük burjuvazinin emperyalizm tarafından satın alınan tabakalarıdır.
Marksizm, 20. yüzyıl başlarına gelinceye kadar kapitalist ülkelerin proletarya hareketi üzerinde tam bir zafer kazanmış, bütün oportünist ve revizyonist akımları proletaryanın sosyalist hareketinin dışına atmıştı. Ama Paris Komünü’nün yenilgisinden ve kapitalizmin gelişmesinin emperyalizme doğru seyretmesinin olgularının ortaya çıkmasından sonraki süreç, proletaryanın saflarında yeni iktisadi-toplumsal kategorilerin doğması süreci oldu. Bu, aynı zamanda, sosyalist proletaryanın ve Marksist hareketin saflarında bozulma ve çürüme eğilimlerinin baş göstermesi süreciydi. Bu eğilimin ilk ifadesi, Marksizm’in revizyonunu hedef alan oportünist ve reformist Bernstein’ci revizyonizm eğilimiydi. Bernstein’ci revizyonizm eğilimi, Marksizm, karşısında yenilgiye uğradı. Fakat proletarya ve sosyalist hareket içinde içten içe çürüme, emperyalizmin ilk büyük genel krizi ve bu krizin yol açtığı birinci büyük savaşla ortaya çıktı. Sosyalist proletaryanın ve sendika ve sosyalist sendika hareketinin hemen bütün ülkelerdeki liderleri proletaryaya ve proleter enternasyonalizmine ihanet ettiler; işçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisi olarak kendilerini yemleyen ve yaratan emperyalizme kaydılar; kendi ulusal burjuvazileriyle işbirliği yoluna girdiler. Proletarya saflarındaki bürokratik ve aristokratik öğelerin, yani proletaryanın küçük burjuvazisinin oportünist ihaneti en uç noktada; sosyal reformizm, sosyal-şovenizm ve sosyal-emperyalizm biçiminde ortaya çıktı. Bu ihanetle birlikle 2. Enternasyonal’in proletarya partileri sosyal-şoven ve sosyal-emperyalist burjuva partilerine; proletaryanın sosyalist sendikaları burjuva sendikalarına dönüştü; 2. Enternasyonal’in aygıtları ve liderleri proletaryadan koptular, kendi “ulusal” burjuvazilerinin uşaklığına yöneldiler.
Proletaryanın büyük ve sadık önderi Lenin, işçi aristokrasisi ve bürokrasisinden oluşan bu ihanete karşı muzaffer bir savaş açtı ve onların ihanetinin nedenlerini şöyle açıkladı: “Emperyalizm dönemi, dünyanın bütün öbür ulusları arasında paylaşılması dönemidir, bu ayrıcalıklardan ve bu ezgiden gelen ganimet kırıntıları, hiç kuşkusuz, bazı küçük burjuvazi katmanlarına olduğu gibi, işçi sınıfı aristokrasisine de düşüyor. Proletarya ve emekçi yığınların son derece küçük azınlığını oluşturan bu katmanları “Struvecilik’e doğru yönelmişlerdir, çünkü ‘Struvecilik’ onlara bütün ulusların ezilen yığınlarına karşı ‘kendi’ ulusal burjuvazileri ile bağlaşmalarının bir doğrulanmasını verir.” (34)
Lenin’in bu çözümlemeleri işçi sınıfı içinde oportünizmin bulduğu iktisadi ve toplumsal temeli açıklığa kavuşturmakla kalmıyor; burjuva ideolojisinin işçi sınıfıyla olan ilişkisini ve işçi sınıfı içinde azınlık teşkil eden aristokrat ve bürokrat tabakalarının ideolojik ve siyasal eğilimini de ortaya koyuyor. Lenin, işçi sınıfının ana kütlesiyle bürokratlar ve aristokratlar tabakası arasındaki ayrılmaya işaret etmekle, bu tabakaların işçi sınıfıyla hiçbir ortak çıkarının olmadığını, yollarının kaçınılmaz olarak ve kesinlikle ayrı olduğunu kanıtlıyor. O, “Emperyalizm işçiler arasında da imtiyazlı kategoriler yaratma, onları proletaryanın büyük yığınlarından ayırma eğilimi taşıyor” diye yazarken, proletaryanın, enternasyonalizm ve Marksizm bayrağı altında toplanacağından hiç kuşkusu yoktur. Nitekim çok geçmeden geniş proleter yığınları hain aristokrat ve bürokrat önderlerden koptu, Leninizm’in bayrağı altında toplandı.
Burada bir sorunu gündeme getirmek gerekiyor: Revizyonistler, reformistler ve sosyal demokratlar, işlevi ve eylemi ne olursa olsun, “sosyalist” olan, “solcu” olan hemen her sendika yöneticisini, ya da fabrikalarda bulunan herkesi “işçi” ilan ettikleri gibi, bunların temsil ettiği ideolojik-siyasal akımları “sosyalist” ve “sol” akım olarak öne çıkarıyorlar. Çoğu devrimci ve “sosyalist”, işçi aristokratlarını ve sendika bürokratlarını, işçi sınıfı temsilcisi, ya da bir “sosyalist” fraksiyon mensubu olarak ele alıyor, bunların yarattığı siyasal hareketi “sosyalizmin” bir fraksiyonu sayıyorlar. Revizyonist, reformist akımlardan etkilenen sözde “sosyalist” akımlar işçi sınıfının meselelerini, sosyalizmin sorunlarını, işçi aristokratları ve sendika bürokratlarıyla sözde “çözme” platformuna saplanıp kalıyor. Oysa sözde “çözme” çabasına girdiği sorunların işçi sınıfının değil, işçi aristokrasisinin ve sendika bürokrasisinin çıkarlarının sorunları olduğunu bir türlü anlamıyor. Revizyonizm, reformizm ve sosyal-demokrasi işçi kitleleri içinde bu nedenle de güç buluyor. İşçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisine dayanan revizyonizm ve sosyal-demokrasi Marksizm öğretisini, onun saf sınıf niteliğini bu noktadan bozarken gerçekte, işçi sınıfı içindeki küçük burjuva katmanların sınıf ayrıcalıklarının savunusunu yapıyor, ama devrimciler, “sosyalizm” iddiasındaki devrimci akımlar ve sıradan işçi, işçi sınıfı içinde olanların, sosyalizme “katılmış” olanların nasıl olup da burjuvaziyi, burjuva ideolojisini temsil edebileceklerini, burjuvazinin ajanları olabileceklerini, revizyonizmin ve sosyal-demokrasinin Marksizm’in teorisinde yarattıkları bozulmayı anlamadıkları için de kavramıyorlar. Onların elinde sosyalizmin sınıfsal özü yok oluyor, sosyalizm biçimselleşiyor…
Oysa Marksizm-Leninizm’in kurucuları sık sık sözünü ettiğimiz gibi, açık bir biçimde proletarya saflarındaki burjuvaziye dikkat çekiyor ve bu tabakaları “burjuva ideolojilerinin taşıyıcıları” olarak suçluyorlar. Lenin, Emperyalist ideoloji, işçi sınıfının içine sızmaktadır. Çünkü bu sınıfı öteki sınıflardan ayıran Çin Şeddi yoktur.” der. Emperyalist ideolojinin işçi sınıfına sızmasının ifadesi ve sızdırıcısının, maddi yaşamı ve iktisadi çıkarlarıyla emperyalizme bağlanmış işçi aristokrasisi ve bürokrasisi, yani proletaryanın küçük-burjuvazisi olduğunu, burada sözü edilenlerden sonra tartışmanın bile gereksiz olduğu son derece açıktır.
İşçi aristokratlarının ve sendika bürokratlarının sosyalizme “katılmaları” sınıf bilinçli işçiyi, devrimcileri ve sosyalistleri aldatmamalıdır. Onların elinde sosyalizm, küçük-burjuva ve burjuva fikirleri, oportünist boyun eğişi, burjuvaziye uşaklığı ve milliyetçi eğilimleri gizlemenin aracından başka bir şey değildir. Onlar için sosyalizm hiçbir zaman “ciddi bir inanç” değildir. Lenin, işçi sınıfı içindeki burjuva tabakaların sosyalizme ve işçi hareketine “katılımları”nın bütün özünü parlak bir biçimde çözümlemiş ve bizlere güçlü bir silah olarak vermiştir. O şöyle der: Oportünistlerin işçi partisine (işçi hareketine – bize ait) biçimsel katılımları, gerçeklikte onları -nesnel olarak- burjuvazinin siyasal bir müfrezesi olmaktan, onun işçi hareketi içindeki ajanları olmaktan hiçbir zaman alıkoyamaz.” (35) Lenin’in bu düşüncelerine rağmen, bugün uluslararası işçi hareketi içinde revizyonist aristokrasi ve bürokrasi egemenliğini sürdürebiliyorsa, bu, büyük ölçüde Marksizm’in devrimci mücadele yöntemlerinin, devrimci özünün bozulmuş ve “sosyalizm” iddiasındaki devrimci hareketlerin revizyonizmin reformist platformundan kopamamış olmalarının da sonucudur.
Proletarya saflarındaki burjuva tabakaların emperyalist ideolojiyi işçi sınıfı içine taşımalarının doğal sonucu, proletarya saflarında oportünizmin yeşermesidir. Proletarya saflarında bütün proletarya hareketi tarihi boyunca ortaya çıkmış olan bütün anti-Marksist sapmalar ve bütün anti-Marksist ideolojik akımlar, söz ve eylem arasındaki ayrılık anlamına gelen oportünizmle başlamıştır. En fazla şiddet yanlısı, en sol ve sözde “uzlaşmaz” akım olan anarşizm ve anarko-sendikalizm akımları bile son tahlilde oportünizmin bir durağı olmuştur. Yukarıda Marks’tan yapılan alıntıda bu açıkça görülüyor. Oportünizm nedir? Lenin, “oportünizmde önemli olan sınıf işbirliği fikridir” der. Sınıf işbirliği/proletaryanın burjuvaziye karşı, sınıf mücadelesinin yerine “..sermaye ayrıcalıklarının kendilerine bıraktıkları kırıntılardan yararlanan proletaryanın sayısı çok olmayan üst katmanları ile küçük burjuvazinin proleter yığınlarına, genel olarak emekçiler ve sömürülenler yığınlarına karşı bağlaşması” (Lenin)’nın geçirilmesidir. Sınıf mücadelesinin, proletaryanın emperyalizme ve burjuvaziye karşı mücadelesinin yerine, proletaryanın burjuvaziyle işbirliğinin geçirilmesi sınıf işbirliği tutumu ve politikacı… İşte proletarya saflarındaki oportünizm budur. Ve bu oportünizmin iktisadi temeli emperyalizmin ve kapitalizmin işçi aristokrasisi ve bürokrasisine sağladığı “kırıntılaradır. Bu kırıntılarla beslenen aristokrat ve bürokrat tabakaları, kırıntıların sağladığı yaşam koşullarını korumak için iktisadi, toplumsal, ideolojik ve siyasal olarak burjuvaziyle işbirliğine girer ve proletaryaya her dönemeçte yeniden ihanet ederler.
İkinci Enternasyonal partilerin ve o dönemin Sosyalist Sendikalar Enternasyonali’nin.oportünizme kaydıklarından söz edilmişti. İkinci Enternasyonalin proletaryaya ihanet eden aristokrat ve bürokrat topluluğu bu ihanetle kalmadı; Marksizm’in “yeni” yorumu ve geliştirilmesi adı altında bir tür revizyonizm olan sosyal-demokrat reformist ideolojiye, emperyalist ideolojiye vardı.
Stalin’in ölümünün arkasından sosyalizmi ve Marksizm-Leninizm’i yeniden bozan modern revizyonist parti ve akımlar da aynı nedenlerle ve aynı yoldan doğdu.
Gerek Sovyetler Birliği’nde, gerekse Avrupalı komünist partilerinde ve bu ülkelerdeki işçi sınıfı hareketi ve sendikalar içinde kapitalizmin, emperyalizmin ve bürokrasinin ayrıcalıklarından yararlanan, “kırıntılarla” beslenen ayrıcalıklı tabakalar doğdu, genişledi. Oportünizm, emperyalizm ve burjuvaziyle uzlaşma eğilimleri olarak yeniden yeşerdi. Bu oportünizm ve aristokrat, bürokrat ve küçük-burjuva tabakaların iktisadi ve toplumsal çıkarlarının ifadesi olarak emperyalist ideoloji, işçi sınıfı içinde toplumsal bir temel buldu ve yayıldı. Modern revizyonist ideoloji emperyalist bir ideoloji olarak işçi sınıfı hareketini ve sosyalist hareketi bozdu. Sovyet aristokrasisi ve bürokrasi emperyalist burjuvaziye dönüşürken, batılı ülke partileri reformist işçi partilerine, emperyalist burjuva partilerine dönüştüler. Uluslararası işçi sınıfının sendikaları, işçi aristokrat ve bürokratlarının elinde, yeni bir bozulmayla revizyonist sendikal akımların doğrudan etkisi altında reformist ve revizyonist sendikalar haline geldiler. Görüldüğü gibi, sınıf işbirliği ve oportünizmle başlayan çürüme ve ihanet Marksizm-Leninizm’in toptan inkarına ve modern revizyonist ideolojiye vardı.
Stalin’in sözleriyle ifade edersek, işçi sınıfı hareketinin, Marksizm-Leninizm ve sosyalizmin yeni bir inkârına varan “proletarya” tabakaları proletaryanın yeni ayrıcalıklı tabakalarıydı. Stalin, burjuvaziyle her zaman işbirliğine giren “işçi” tabakalarım şöyle tanımlıyor: “Burjuvaziyle uzlaşan, en güçlüleriyle ateşkes ilan eden ve onlara boyun eğen, böylece burjuvazinin saflarına katılma eğilimi gösteren işçi sınıfının üst tabakası, proletaryanın en varlıklı kesimidir.”
Konuyu nispeten genişletse bile, işçi hareketinin farklı dönemlerinin tarihine şu ya da bu biçimde girmek gerekiyordu. Sendikal hareketin sorunları, işçi hareketine Marksizm’in egemen olmasından bu yana sosyalist hareketle iç içe geçmiştir. Her ne kadar sendikal hareket ve Marksist hareket birbirlerinden bağımsız ve biri diğerinin dışında doğmuş olsalar da, birbirlerinden soyutlanarak ele alınamazlar. Kimi idealist ham kafa “teorisyenler” bunu inkâr etse de, bu durum toplumsal gerçekliği ve olguları değiştirmiyor. Çünkü bir soyutlamayla ifade edersek; işçi hareketi içinde sapmaların, oportünizmin ve revizyonizmin sınıfsal temelini oluşturan tabakaların bir yanını sendikalardan bağımsız olarak doğan işçi aristokrasisi oluştururken; diğer yanını, büyük ölçüde sendikalarda yeşeren sendika bürokrasisi oluşturmaktadır. Aristokrasi ve bürokrasi işçi sınıfının en ayrıcalıklı, en varlıklı ve iç içe geçmiş tabakalarıdır. İşçi aristokrasisi, genel olarak kalifiye işçi kitlesinden, sendika bürokrasisi işçi hareketinin ve sendikaların her kademede yönetici ve lider topluluğunun yozlaşmasından doğmaktadır. Şimdi artık sendikalar sorununa ve sendika bürokrasisinin sendikalardaki işlevlerinin bazı sorunlarına dönebiliriz.
Şu geçerken vurgulanmalı; çünkü, bu yazının bu bölümünde işçi hareketi ve sendikal hareketle işçi aristokrasisi ve sendika, bürokrasinin işçi sınıfından ayrı “çıkarlara” sahip olduğunu ve onların sınıf işbirliği çizgilerine bu “çıkarlar”ın yön verdiği ileri sürüldü. Sendikal hareketin ve işçi hareketinin tüm tarihi boyunca ortaya çıkan oportünist ve revizyonist akımlar bunu reddettiler ve işçi sınıfının çıkarlarını temsil ettiklerini iddia ettiler. Ancak, bugünün Avrupa “komünistleri” ve Gorbacov’culuk platformunu ilan ettikten sonra bütün revizyonist akımlar artık bazı şeyleri açıkça itiraf ediyorlar. Onlar, bugün işçi sendikalarının salt işçi örgütleri olmadığını, dolayısıyla da sadece işçi sınıfının çıkarlarını takip eden bir politika izleyemeyeceğini açıkça ilan ediyorlar.
İspanyol revizyonist sendikacılığının elebaşlarından Gorbaçov’cu revizyonist bürokrat Marcalino Comacha şunları yazıyor: “… Komisyonlar (sendikalar – bize ait) … geleneksel olarak işçi diye adlandırdığımız insanlardan başkalarını da bir araya getiriyor. ‘Sendikal konfederasyonumuz, teknisyenleri, diplomalı-ücretli uzmanları bünyesinde topluyor. Ücreti biraz fazla, fabrikadaki konumu biraz yüksek de olsa, teknisyen de, herhangi bir işçiden farklı değildir. Bilimsel-teknik devrimin etkisi altında işçi sınıfının içyapısı değişikliğe uğruyor. İşçi sınıfının bileşimi içinde, birbirinden farklı kesim ve gruplar ortaya çıkıyor. : “İşçi sınıfının sosyal-ekonomik açıdan, dolayısıyla politik bakımdan, dünya görüşü düzeyinde belirli ölçüde daha çoğulcu duruma geldiğini görüyoruz… Sendikal birlik olmadan emekçi sınıfının çıkarları için mücadelenin etkili olamayacağı da doğrudur. Bundan ötürü, gerçi birbiriyle çelişkili de gözükse, aynı zamanda hem çoğulcu, hem de tekçi olmak gerekiyor.” (37) (Marcelino Comacho, İspanyol İşçi Sendikaları (İşçi Komisyonları) Konfederasyonu’nun Genel Sekreteri’dir. Yeni Çağ dergisi, uluslararası modern revizyonist partilerin ortak olarak yayınladıkları teori ve Enformasyon dergisidir.)
Burada öne sürülen cüretkâr ve hayasız revizyonist ihanet görüşlerini yorumlamanın bir anlamı yok. Okur, kendiliğinden Lenin’in ve Marksist-Leninistlerin tahlil ve öngörülerinin ne kadar şaşmaz olduğunu; sendika bürokratlarının “burjuvazinin ajanları” olduklarını, çıkarlarının işçi sınıfıyla “ayrılma” eğiliminde olduğunu, emperyalizmin ve burjuvazinin beslemeleri olduklarını söylerken ne kadar haklı olduklarını kendiliğinden tespit edecektir. Kuşkuşuz okur, Comacho’nun, fabrikalarda burjuvazinin adamları olan, artı-değer sömürüsünün yoğunlaştırılmasından başka işlevleri olmayan, artı-değerden kırıntılarla beslenen diplomalı uzmanlar ve “teknisyenler”le, artı-değer sömürüsü altında olan işçinin çıkarlarını nasıl uzlaştırdığının; artı-değer sömürüsünden pay alan bir asalağı nasıl ücretli işçi yapabildiğinin; dolayısıyla işçi sınıfının içyapısında nasıl değişiklikler meydana getirebildiğinin ve aynı zamanda nasıl “hem çoğulcu”, “hem de tekçi” olunabildiğinin anlamını irdelemelidir. Sınıf bilinçli işçi, Comacho’nun “sosyalizm”inin, sosyal-demokrasinin ve burjuvazinin “sosyalizm”inden daha geride bir “sosyalizm” olduğunu hemen anlayacaktır. Comacho, açıkça, sendikaların küçük burjuva bürokrasinin ve aristokrasisinin örgütü haline dönüşmesini, işçi kitlelerinin bunların çizgisi etrafında birleşerek örgütlenmesini savunmaktadır.
Diplomalı “uzmanlar”, “teknisyenler” fabrikada üretiminin planlayıcıları ve yöneticileridir. Onlar işçinin kanını emen “otomasyon”un, “akort” sistemlerinin mucitleri ve işçinin kenesidirler. Bu, teori ve pratiği ile son derece açık. Ve revizyonist Comacho’nun görüşleri Lenin’in görüşlerinin toptan inkârı, sendikaları işçi sınıfının mücadelesinin araçları olmaktan çıkarmanın teorisidir. Bu görüşler, küçük-burjuva ve burjuva bürokrasinin çıkarlarının ve hareketin burjuvaziye bağlanmasının görüşleridir. Comacho’nun itiraf ve görüşleri, işçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisinin burjuvaziyle “bağlaşma”dan öte, tam bir kaynaşma içine girdiğini gösteriyor. Comacho, bu görüşlerinden sendikaların rolü ve işlevleriyle ilgili çıkardığı sonuçlarla, Marksizm-Leninizm’in çözümlemelerini ve bu yazıda öne sürülen görüşleri tartışmaya yer vermeyecek biçimde doğruluyor. O, sendikaların işçi partileri karşısında “özerk” Ve “bağımsız” olması gerektiği, bu örgütlerin meslek örgütü olduğu sakızını çiğnedikten sonra şunları da yazıyor: “deneyimimiz özellikle sendikalardaki çalışmalarımız gösteriyor ki, bu tür hareketleri (sendikal hareketleri -bize ait) birer ‘aktarma kayışı’ gibi kullanma girişimleri; neredeyse bunların tasfiyesi anlamına geliyor. Bu hareketler kendi bağımsızlıklarım; kendi dinamiklerini korumalıdır.” (agy)’ Comacho Stalinci “şemayı” işte böylece kırmış oluyor!
Başka bir şey söylemeye gerek yok, yalnız şu söylenmeli: Revizyonist elebaşları, bütün revizyonist sendika bürokrasisi, sendikaları proletaryanın’ değil ama burjuvazinin ve emperyalizmin “aktarma kayışları” haline getirmeye çalışıyor, öyle görüyor. Onlar, bu görüş ve tutumlarıyla, proletaryadan ve sosyalizmden çok önce kesin olarak ayrıldıklarını ve burjuvazinin yanma vardıklarını açık seçik itiraf ediyorlar.
Bu yazının daha önceki bölümlerinde, hangi renkten olursa olsun, bütün sendika bürokratlarının ve sendikacılık akımlarının sendikaları işçi sınıfının siyasal mücadelesinden, tam kurtuluş için mücadelesinden uzak tutma, sendikaları siyasal mücadeleyi baltalamanın aracı haline getirme çizgisi izlediklerinden söz edildi. Dolayısıyla da, burjuva sendikacılık akımlarının, sendikal mücadeleyi “ekonomik mücadele”ye indirgediklerini öne sürüldü. Ancak bu arada, oportünizmin sınıf işbirliği çizgisinin işçi sınıfının ekonomik mücadelesini bile baltaladığını, sendikaların revizyonist, reformist ve faşist sendikacılığın elinde salt bir “toplu sözleşme” örgütü haline getirildiğini de ortaya koymaya çalışıldı. Sorunun bu yanını nispeten açmakta yarar var.
İşçi sınıfı hareketinin ve sendikal hareketin salt ekonomik mücadele alanında kalmasından doğan ekonomik mücadeledeki başarısızlıklar bir yana, bürokrat ve aristokrat sendika şefleri ve burjuva sendikacılık akımları sendikal hareket içinde ekonomik mücadele açısından da hareketi bölücü, uzlaşmacı ve restorasyoncu bir çizginin temsilcileridirler. İşçi sınıfının ekonomik talepleri onların elinde, işçi aristokrasisinin ve sendika bürokrasisinin taleplerine dönüşüyor; ekonomik sorunlar için mücadele işçi sınıfının dışında, fabrika ve işletmelerdeki patron temsilcileriyle bürokrat sendika yöneticileri arasındaki pazarlıklara indirgeniyor. İşletmelerde sendika yöneticileriyle işveren temsilcilerinin çok sayada “yasal” komisyon ve kurullarının doğması ve yayılması rastlantı değildir. Fabrika sorunlarının, işçilerin ve sendika tabanının dışında sözde çözümlenmesinin aldatıcı taktiği olarak, böylesi komisyonlar özel olarak ve burjuva sendikal akımlar ve işveren örgütlerince, hükümetlerce destekleniyor. İşçiler üzerine pek çok pazarlık buralarda yapılıp bağlanıyor.
Burjuva sendikacılık akımları ve sendika patronları işçi sınıfının ekonomik mücadelesinin başlıca aracı olan grev eylemine başvurmaktan kaçınmayı bir çizgi olarak benimsemişlerdir. Onlar, işçilerin aşağıdan zorlaması olmadıkça greve başvurmadıkları gibi, girmek zorunda kaldıkları grevleri de sürekli baltalama ve yenilgiye dönüştürme çizgisi izliyorlar.
Oysa işçi sınıfının ekonomik ve siyasal mücadelesi acısından grevlerin önemi ortadadır. Grevler proletarya için, büyük mücadele öncesinde bir eğitim okulu, sosyalizm okuludur. Grevler, proletarya açısından genel çarpışma için gerilla çatışmalarıdır. Ayrıca, hareketin kendiliğindenci karakterinin yenilmesi açısından vazgeçilmez silahtır. Proletarya savaşmanın, dayanışmanın ve sınıf kardeşliğinin ilk derslerini grevlerde alır. İster ekonomik grevler, isterse siyasal grevler olsun, bütün grevler proletarya hareketinin vazgeçilmez mücadele biçimleridir.
Bir dönemin Alman İşçileri Bakanı’nın grevler üzerine bir sözü vardır. Bu söz, Lenin’e hak verdirecek ölçüde gerçeği dile getiren vurucu bir sözdür. Alman İşçileri Bakanı, “Her grevin ardında devrim ejderhası yatar” der. Bu gerçektir; gerçek olduğu gibi, aynı zamanda burjuvazinin, karşı-devrimin ve her renkten sendika ağasının grevlerden duyduğu ürküntüyü çarpıcı bir biçimde dile getirmektedir. Sendika ağalan grevlerden, işçi sınıfının siyasal mücadelesinden olduğu gibi ekonomik mücadelesinden de ürkmektedir. Bu doğaldır, çünkü sendika bürokrasisi kendi sınıf çıkarını, dolayısıyla burjuvazi ve emperyalizmi savunmaktadır. Sendika bürokrasisinin ve işçi aristokrasinin çıkarları, işçi sınıfı üzerindeki sömürünün yoğunlaşmasındadır. Sendika yöneticilerini ekonomik hareketle bile, greve ve eyleme sürükleyen işçi sınıfının baskısıdır. Bu baskıdır ki, onları grev ve eyleme zorlamakla kalmaz; burjuva sendikacılık akımları arasındaki rekabeti ve patronlar ve burjuvaziyle çelişkilerini kışkırtır. Onlar ancak bu sayede grevlere başvurma eğilimine girmek zorunda bırakılabilirler. Ama onlar, her koşul altında, isçilerin mücadelesini kırma propagandasına ve eylemine girmekten vazgeçmezler. Çünkü grevler her bakımdan bürokrat sendika yöneticilerini ve çıkarlarını da kendiliğinden hedef alır.
Ülkemiz sendikalarına egemen olan sendika yöneticilerinin ve sendikacılık akımlarının mücadele ve grev aleyhtarı tutumları biliniyor. Uluslararası alanda da durum farklı değildir. Burjuva sendikacılık akımlarının, özellikle modern revizyonizmin uluslararası işçi harekeline esemen olduğu son otuz-kırk yıldır grevler karşısında izledikleri çizgiyle burjuvaziye ve emperyalizme yeni bir cesaret gelmiş ve işçi sınıfının ekonomik haklarıyla birlikte, grev hakkında da hemen her ülkede önemli kısıtlamalar getirmeyi burjuvazi başarmıştır.
Burjuva ideologlarından C. Harmel, “Kahraman grev, coşturucu grevler, tehlikeler içinde koşturucu grev, muharebe, gerçek bir muharebe olan grev artık bitmiştir” diyebilmektedir. C. Harmel’in teshillerinin bir yönünde gerçek’ payı vardır; o da, başta revizyonistler olmak üzere, bütün işçi düşmanı partilerin ve sendikal akımların grev hareketini baltaladığı gerçeğidir. Burjuva ideologlarına bu cesareti veren, onları sevince boğan, örneğin Fransız revizyonist sendikalarının ’68 grev ve genel grevini açıkça baltalamaları, İtalyan revizyonist sendikalarının 1970’in sıcak güzündeki alçakça grev kırıcı tutumları, İngiliz sendikalarının, Alman sosyal demokrat sendikalarının vb.lerinin 1964 ve 68 grevlerine ve daha sonraki pek çok greve vurdukları darbelerdir, vb. C. Harmel, sorununun başka bir yönü üzerine ise olağanüstü yanılıyor. Dünya işçi sınıfının bütün resmi sendikalarının başına kırk yıla yakındır revizyonist akımların ve sosyal-demokrat reformizmin, yani burjuvazinin ajanları ve uşaklarının çöreklenmiş ve işçi hareketine karşı alçakça bir baltalama faaliyeti içinde olmalarına karşın, uluslararası işçi sının her geçen gün daha geniş bir kitle olarak grev ve direnişlere giriyor ve Enver Hoca’nın deyimiyle, bu grevler ve direnişler her geçen gün daha vurucu özellikler kazanıyor, burjuvazinin ve emperyalizmin umutlanması için bir neden yok, burjuvazi “gerçek bir muharebe olan grevler”i giderek görüyor ve görmediklerini de göreceği kesin. İşçi sınıfı son sözü söylemedi.
Özetleyerek ifade edilirse, işçi sınıfı içinde burjuvazinin ajanları olan sendika bürokrasisi ve her soydan burjuva sendikacılık akımı, ekonomik mücadelenin de baltalayıcısıdır. Onlar, işçi sınıfının ekonomik ve siyasal grevlerinin ve mücadelesinin yerine, “fabrika ve işyeri meclisleri”ni, “işletme komisyonları”nı geçirerek işçi sınıfını uyuşukluk ve uzlaşma içine itmeye çalışıyorlar. İşçilerin “işletme yönetimlerine katılması”, “ekonomik demokrasi” vb. masallarıyla işçi hareketini ekonomik ve siyasal mücadeleden uzaklaştırma ve yatıştırma politikası izliyorlar. Bu politika, kesin olarak proletaryanın sınıf mücadelesi politikası değil; sınıf işbirliği, kapitalizmin restorasyonu ve işçi sınıfının kapitalist sömürü altında inceltilmiş, kökleştirilmesi politikasıdır.
İşçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisinin işçi hareketi sendikal hareket ve sosyalist hareket içinde oynadığı rolden söz ederken, bu tabakaların işçi sınıfı içindeki burjuvazi olduğu, işçi sınıfı içinde burjuva ideolojisinin yaylaları olduğu düşüncelerini doğal sonucuna vardırmak zorunludur. Onlar sadece, burjuvazinin ve emperyalizminin sınıfsal ve ideolojik uzantıları değil; aynı zamanda siyasal uzantılarıdır. İşçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisi işçi sınıfı içindeki burjuva partisidir. Faşist, reformist, revizyonist ve gerici sendika ağası kökleri, farklılaşan bütün demagojilerine, çıkar çatışmalarına ve birbiriyle rekabet eden sendikacılık akım ve aygıtları içinde bölünmüş olmalarına karşın, işçi hareketi karşısındaki düşman kampın, kapitalist partinin öğe ve unsurlarıdırlar. Kimilerinin “sosyalist”, kimilerinin sosyal-demokrat ya da “komünist” adı taşımaları ve “sınıf sendikacılığı” sloganı atmaları durumu değiştirmiyor. Sendikal hareket içinde bürokrat sendika yöneticilerinin gördüğü işlev, hareketin burjuva-kapitalist partiye bağlanması işlevidir. Bütün sendika ağası kliklerinin ve burjuva sendikacılık akımlarının “özerk sendika”, “sendikaların partilerden ve siyasetten bağımsızlığı” çizgileri durumu değiştirmiyor. Bu çizgi özünde, burjuva partisinin ve burjuvazinin çıkarlarının ifadesi ve çizgisidir. Sendikaları burjuva partisine bağlamanın bir biçimidir. Görüldüğü gibi burjuvaziye ve burjuva partisine karşı mücadele zorunlu olarak sendika bürokrasisi ve işçi aristokrasisine karşı mücadeleyle birleşiyor. İşçi aristokrasisi ve her renklen sendika ağası kliğinin işçi sınıfının ve sendikaların dışına atılması mücadelesinin özel önemi bütün tarihsel tecrübeyle kanıtlanmıştır. Bu, Marksist-Leninistler ve sınıf bilinçli işçiler açısından tartışma götürmeyecek kadar açıktır.
Ancak bir soran vardır ki, bu açıklığa kavuşturulmalıdır. İşçi aristokrasisine ve sendika bürokratlarına karşı mücadele nasıl başarıya ulaştırılabilir?
Şu bilinen bir şey: İşçi sınıfının işçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisine karşı mücadelesi, şu kişi yerine bu kişinin sendika yönetimine gelmesi ya da sendika ağalarının sendikalardan tecrit edilmesi mücadelesi değildir. Bu mücadele tamamen ideolojik, siyasal ve örgütsel bir mücadeledir. Bu mücadele, işçi hareketi içinden ve sendikalardan, burjuva sendikacılık akımlarının atılması; bu akımların işçi hareketinin dışına sürülmesi; burjuva partisinin sözde farklılaşan bütün fraksiyonlarıyla işçi sınıfının hareketinden ve sendikalarından tasfiye edilmesi mücadelesidir. Sorunu, şu yöneticinin yerine bu sendika yöneticisinin seçilmesi, ya da şu ve bu sendikal kliğin temizlenmesi derekesine düşürmek, hareketi kısırlaştırmak ve kapsamını daraltmak olacağı gibi, aynı zamanda işçi hareketini ve devrimci hareketi başarısızlığa mahkûm etmek anlamını taşımaktadır.
Lenin, işçi aristokrasisi ve bürokrasisine karşı yürüttüğü büyük savaşın tecrübeleriyle Marksist-Leninistlerin ve sınıf bilinçli işçinin bu konuda benimsemesi gereken çizgiyi derinliğine ve genişliğine aydınlatmıştır. O şöyle diyor: “Ne olursa olsun işçi hareketi içindeki akımlar savaşımı ve çağ değişikliği sorunu yerine, şu ya da bu kişilerin rolü .sorununu koymak saçmadır.”(38) Lenin döneminde olduğu gibi, bugün de işçi hareketinin ve sendikal hareketin soruna, “akımlar savaşı” ve işçi hareketinin seyrinin “değişikliği sorunu”dur. Bunu yadsımak ve sorunu şu ya da bu sendika yöneticisi takımı ve ihanet etmiş kişilerin “rolü” sorununa indirgemek, tarihin ve sınıf mücadelesinin idealistçe kavranışından başka bir şey olmayacaktır, işçi hareketi içindeki “akımlar savaşı” ve “çağ değişikliği” sorunu, işçi hareketi içinden burjuva partisinin ideolojik, siyasal ve örgütsel tasfiyesi, burjuvazinin her cepheden işçi hareketinin dışına atılması sorunudur.
Marksist-Leninistler ve sınıf bilinçli işçiler ve sorunu devrimci ve Marksist-Leninist tarzda ele almadıkları koşullarda, bugün tarihin ön plana çıkardığı görevleri asla başaramazlar Bu görevleri başarmak, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’i izlemek, Marksizm-Leninizm’i devrimci yöntemi ve özüyle kavramakla mümkündür. Bugün, işçi hareketi ve sendikal hareket, İkinci Enternasyonal oportünizminin temsilcisi parti ve akımlarının ve yozlaşmış liderler tabakasının proletaryaya ihanet ettiğinde ortaya çıkan sorunlarla; öz olarak aynı sorunlarla karşı karşıyadır. Üstelik bugün, SSCB gibi revizyonizmin egemen burjuva olarak örgütlenmiş olduğunu dikkate alırsak, bu sorunların daha da ağırlaşmış olduğu söylenebilir.
Lenin İkinci Enternasyonal’in oportünist önderlerine ve revizyonist çizgilerine karşı mücadelenin yönünü şöyle çiziyordu: “Devrimci örgütlenmeye geçiş bir zorunluluktur; yani tarihsel durum bunu gerektiriyor, proletaryanın devrimci eylemleri çağı bunu zorunluluk durumuna getiriyor: ama bu geçiş, ancak devrimci enerjinin boğazlayıcıları eski önderlerin başı üzerinden ancak eski partiyi yıkarak, onun başı üzerinden gerçekleştirebilir.” (39)
Bugün de proletaryanın “devrimci örgütlenme”sine geçiş zorunludur. İşçi sınıfının sendikal ve siyasal hareketinin bugünkü durumu bunu zorunlu kılıyor. Proletaryanın devrimci mücadelesi, burjuvaziye ve kapitalizme karşı mücadelenin tarihsel gelişimi sorunları bunu zorunlu hale getiriyor. Fakat proletaryanın devrimci örgütlenmesine geçiş, işçi sınıfının devrimci siyasal hareketinin proletaryaya egemen olması ve sendikaların tam kurtuluş için mücadelenin araçlarına dönüşmesi ihtiyacı ancak ve ancak tek bir yoldan başarılabilir. Eski partiyi proletarya saflarındaki burjuva partisini yıkarak bu başarılabilir. Modern revizyonist, sosyal-demokrat partilerin, faşist ve gerici partilerin ve bütün bu partilerin işçi sınıfı içindeki temsilcisi ve dolayısıyla proletarya içindeki burjuva partisi, bu partinin reformist, revizyonist ve genel-faşist fraksiyonları, gerici “önderlerin başı üzerinden” yıkılarak devrimci örgütlenme ve proletaryanın devrimci eylemlerine geçiş başarılabilir.
Ülkemizde de işçi aristokratlarına ve sendika bürokratlarına dayanan revizyonist, reformist, gerici ve faşist fraksiyonlar ve sendikacılık akımları burjuva partisinin; işçi sınıfı içindeki farklı fraksiyonlarıdır; burjuva partisi ve onun her renkten fraksiyon ve akımı yıkılmadan proletaryanın devrimci örgütlenmesi ve eylemine geçiş asla gerçekleşemez. Bu yüzdendir ki, Marksist-Leninistlerin ve sınıf bilinçli işçilerin sendikalarda ve işçi sınıfı içinde bu akımlara karşı yürüteceği mücadele, taktik farklılıklar arz etse bile, çok cepheli ve topyekûn ideolojik, siyasal ve örgütsel, teorik ve taktik mücadeledir. Bu mücadelenin bir yanı sınıfın en ileri öğelerini Marksizm-Leninizm’e kazanarak fabrikalarda parti örgütlerini genişletme ve güçlendirme faaliyeti; öte yanı, tüm sınıfı sosyalizme ve burjuvaziye karşı mücadeleye çekerek, sendikaları mücadele merkezlerine dönüştürme mücadelesidir. Sendikalarda, burjuva sendikacılık akımlarının ve sendika bürokratlarının işçi partisi ve işçi sınıfı tarafından yenilmesi, proletarya içindeki burjuva partisinin, “eski partinin yıkılması” ve bir anlamda burjuvazinin yenilgiye uğratılmasıdır. Lenin’in çizdiği devrimci taktik bugün de geçerliliğini koruyor ve Marksist-Leninistlere yön gösteriyor.
Enver Hoca’nın şu Leninist görüşünü aktararak yazının bu bölümünü bitirelim: “…bizzat reformcu sendikaların içinde ve bu sendikaların burjuva şeflerinin çizgisine ve tavırlarına karşı, onların maskesini indirmek ve onları işçilerden tecrit etmek amacıyla, kararlı bir mücadele yürütmeden işçi sınıfının uyanması ve devrimci mücadelenin önderliğini ele geçirmesi sağlanamaz.” Enver Hoca’nın bu görüşlerinin, sınıf bilinçli işçilerin sendikalarda ve işçi sınıfı saflarında yürüteceği faaliyetinin yönünü belirleyecek önemde olduğuna işaret etmeye bile gerek yoktur. Proletarya saflarında ve örgütlerinde mevzilenmiş burjuva partisi başka bir biçimde tasfiye edilemeyeceği gibi, proletaryanın devrimci hayata uyanışının koşullan da oluşturulamaz, proletaryanın sınıf ve eylem birliği sağlanamaz.
Marksist-Leninizm’in sendikalar üzerine teori ve ezgisinin revizyonist akımlar ve sosyal-demokrasi tarafından tahrifatına hedef olan başlıca sorunları, genel teori ve çizgide yaratılan bu tahrifatın iktisadi, toplumsal ve ideolojik temelleri ve doğurduğu kargaşa ve bölünmelerin sonuçları esas olarak yazının buraya kadarki bölümlerinde ele alınmış oluyor. Sonraki bölümler, geçmiş sendikal faaliyetinin değerlendirilmesi ve bugünkü sendikal hareketin pratik siyasal ve örgütsel taktik sorunlarını ele alacaktır.

KAYNAKÇA
(1) Engels, Sendikalar Üzerine, s.19
(2) Engels, age, s. 12
(3) Engels, age, s. 19
(4) Marx, age, s.52
(5) Marx-Engels, age, S.58
(6) Marx, age, s.91
(7/ Engels, age, S.118-119
(8) Lenin, age, s. 158
(9) Marx, age, s.80-81
(10) Marx, age, s.79
(11) Engels, age, s.121
(12) Marx-Engels Lahey, Genel Kongre Kararları
(13) Engels, Sendikalar Üzerine, s. 100
(14} Engels, age, s. 119
(15) Stalin, Leninizm’in Sorunları
(16) Marx, Sendikalar Üzerine, s.53
(17) Marx, age, s.76
(18) Marx, age, s.91
(19) Marx-Engels, age, s,59
(20) Marx, Kutsal Aile, s.411
(21) Lenin, Sendikalar Üzerine, s.175
(22) Marx, age, s.59
(23) Lenin, age, s. 176
(24) Marx, Kutsal Aile, s.411
(25) DSF Belgeleri aktaran Flip Kota D.S.M.l.K.Ç.
(26) M. Comacho, Şemaları Kıran Bir Hareket, Yeniçağ Dergisi.
(27) Henri Krasucki
(28) Emeğin Bayrağı, sayı: 9, s.25-26
(29) Emeğin Bayrağı, sayı: 12. s.28
(30) Sendikalar Üzerine, s. 158
(31) Lenin Anarşizm ve Anarko-sendikalizm
(32) Lenin, age
(33) Lenin, age
(34) Lenin Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky
(35) Lenin, age
(36) Lenin, Anarşizm ve Anarko-sendikalizm
(37) Yeniçağ Dergisi, Şemaları Kıran Bir Hareket
(38) Lenin, Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky
(39) Lenin, age.

Mart 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑