Yeni Açılım dergisinin 15. sayısında,Temmuz 1989,TBKP Genel Sekreteri H. Kutlu, yeni bir aydınlanma çağına girmekte olduğumuzu ve günümüzde Marksizm’in kendi aydınlarını yarattığını yazıyor.
İnsanlığın yeni bir aydınlanma çağına adım atacağından kuşku duyulmamak Proletaryanın sosyal hareketinin yeniden uç vermesi zemininde, Marksizm’in unutulan/unutturulan temel tezleri ve devrimci Marksist partiler, yeni bir aydınlanma çağının devrimci dinamiklerini oluşturuyor. Burjuva toplumu siyasetten ekonomiye, ideolojiden kültüre kadar, her alanda çözümsüzlük üretiyor, insanı ve insanın değer yargılarını çürütüyor. Yeni bir aydınlanma çağının burjuva dünyası için, değer yargıları için mezar kazıcı bir rol oynayacağı açık. İnsanlık 21. yüzyıla yeni bir aydınlanma dalgası ile giriyor. Proletarya ideolojisi ve proletarya kültürü ve değer yargıları, yeni bir aydınlanma çağına damgasını basacaktır.
Bugün sisteme artık doğrudan katılan ‘Marksist’ aydınlar, yeni bir aydınlanma çağını temsil etmiyorlar. Restorasyon dönemi aydınlarının çoğalmasını sağlıyorlar. Restorasyon döneminin eskimiş değer yargıları, eskimiş değerleri sol cepheden ve sol bir söylemle yeniden üretilip piyasaya sürülüyor. Marksizm’in ve Marksist değerlerin geçersizliği, Marksizm’in ve diyalektik materyalizmin ömrünü tamamladığı, ideolojik ve siyasal bir saldırı kampanyası eşliğinde ilan ediliyor. Artık burjuvazinin bile sahip çıkmada o denli cesaretli davranamadığı burjuva değerleri ve burjuva kurumlar, restorasyon döneminin “Marksist” aydınlarının katında, en itibarlı çağını yaşıyor! Burjuva değerleri ve siyasal kurumları, eksikleri de tamamlanarak yeniden inşa ediliyor. Burjuva değerleri ve sistemin mevcut kurumları, sosyal misyonlar yüklenerek taçlandırılıyor, Marksizm terimi de, sosyal kapitalizm ve demokratizm teorilerine insani bir renk vermek amacıyla kullanılıyor, sol cepheden gelebilecek itirazları etkisizleştirmek amacıyla tutuluyor. Kapitalizm, uygarlığın doruğu sayılıyor ve Restorasyon dönemi ‘Marksistleri’, uygarlığı kurtarmaya soyunuyor, Marksist teori kapitalist hümanizmanın hizmetine sokuluyor. Marksizm terminolojik olarak dahi arındırılıyor, sivilleştiriliyor. Yeni bir aydınlanma çağından söz eden H. Kutlu, Yeni Açılım’ın 15. sayısında yer alan ‘Süreklilik İçinde Yenilenme mi?’ başlıklı yazısında, Marksist terminolojiyi “tashih’e yönelik çabalara katkıda bulunuyor ve “askercil” terimleri atarak dilimizi “sivilleştiriyor”:” Öncelikle Marksist terminolojiye, İkinci Dünya Savaşı ile girmiş olan “‘öncü güç”, “yedek güç”, “öncü müfreze” vb. askercil terimleri atmalıyız, dilimiz sivilleşmelidir” buyuruyor. Şiddet, devrim, jakobenizm vb. gibi “askerci” terimler sadece siyasal olarak değil, tarihsel olarak da mahkum ediliyor, neredeyse sözlüklerden çıkarılıyor.
Sözlüklerden çıkarılan terimler, terimlerin ifade ettiği olguların artık yok sayıldığını gösteriyor. Devrim yok sayılıyor, kapitalist sisteme entegrasyon sağlanıyor. Reformcu bir terminoloji devrimci-radikal terminolojinin yerine ikame ediliyor. Çevrebilimsel ve demokrasi terimleri yeniden itibar kazanıyor. Yeni restorasyon döneminin yeni siyasal akımları, kapitalizmin bozduğu ekolojik dengeyi düzelterek, askeri darbe girişimlerine karşı burjuva parlamentarizmini koruyarak kapitalizmi kurtarmaya soyunuyorlar. Tarih yeni baştan ve yeni bir stilde yazılıyor. Sınıf mücadeleleri tarihi, demokrasi tarihine, tarih sınıf olgusundan, sınıf egemenliği olgusundan koparılarak, demokrasinin gelişim macerası olarak ele alınıyor, İdealizm her alana damgasını vuruyor. Sistemin var olan değerleri ve değer yargıları, hiçbir şey katılmaksızın sol terimlerle yeniden ifade ediliyor, yeniden üretiliyor.
İnsanlığın yeni bir aydınlanma çağına doğru ilerlediği açık. Günümüzde lanse edilen Marksist etiketli aydınlar kuşağının yeni bir aydınlanma çağının habercileri olmadığı da açık. En fazla, örneklerinde görüldüğü gibi, çürüyen kapitalist toplumun, burjuva-revizyonist dünyanın dışa vurmuş tortuları arasında yer alıyorlar. Restorasyon dönemi aydınları, mevcut durumu korumaya hizmet eden siyasal, kültürel ve moral değerlerin yeniden üretilmesine katılıyorlar.
Restorasyon dönemi ile gericiliğin yeni aydınlar devşirmesi, sistemin takviye güçlerinin artması anlamına geliyor.
Hatalı bir bakış açısının eleştirisi ile başlamak gerekiyor. Bunun için kısa bir açıklamaya ihtiyaç var: Restorasyon sürecinin ilerlemesinde, ekonomik ve siyasal yapının öz olarak değişmesi söz konusu değil. Restorasyon sürecinde egemen sınıf değişmiyor. Kapitalist restorasyon süreci mevcut durumun, burjuva-kapitalist sistemin kendini temelde sürdürmesi demek oluyor. Mevcut durumun kendini öz olarak sürdürmesi temelinde tarihsel gelişmenin ortaya çıkardığı yeni dinamiklerin sistemi ileriye doğru çekme çabalarını kırmak için, sistemin birtakım yeni adımlar atması ve eski sistemin kurumlarından bir bölümünün yeni sistem tarafından da dönüştürülerek kullanılması mümkün oluyor.
19. yüzyılın ilk restorasyon dönemi, bu duruma tipik bir örnek oluşturuyor.
Büyük Fransız Devrimi, Jakoben diktatörlüğü ile en üst noktaya çıktıktan sonra, inişe doğru geçiyor ve restorasyona yöneliyor. Jakoben diktatörlüğün yıkılmasından sonra Fransız Devrimi, Fransız Devrimini önlemeye, devrimin devrimci sonuçlarını, devrimci kazanımlarını törpülemeye başlıyor. Burjuvazinin devrimci diktatörlüğünün, Jakoben diktatörlüğünün tekrarlanmasının önlenmesi, Fransız burjuva demokrasisinin temel politikası oluyor. Tutuculuk devrimci gelenekle yer değiştiriyor eski düzenin kurumları değişerek yeni düzenin kurumları arasına katılıyor. Jironden döneminin arkasından, Napolyon iktidarı, restorasyona yöneliyor. Napolyon orduları, Kıta Avrupa’sına, aynı zamanda Fransız Devriminin ilerici düşüncelerinin ve kurumlarının taşıyıcısı oluyor, ama iç politikada da Napolyon dönemi, restorasyon politikasına yöneliyor. Napolyon’un düşüşü ve krallığın yeniden restore edilmesi, Kıta Avrupa’sını, 1815-1830 Restorasyon Dönemine sokuyor. Kilisenin ve büyük toprak sahiplerinin el konulan toprak mülkiyeti üzerinde, Napolyon döneminde başlamak üzere, yeniden özel büyük toprak sahipliği ekonomisi oluşmaya başlıyor. Restorasyon dönemi ile birlikte, satın alma yoluyla ve eski soyluların yeniden toprak sahibi yapılması politikasıyla, eski toprak soyluluğu, kapitalist tarım ekonomisine dâhil oluyor. Bu politika, önce devrimin el koyduğu büyük feodal toprakların, karşılığında, eski sahiplerine tazminat ödenmesi uygulaması ile birleşiyor ve sermaye birikimi sanayi burjuvazisinin gelişmesine kaynaklık ediyor.
1830 devrimleri ve Kıta Avrupa’sı çapında onu izleyen I848 devrimleri, işçi sınıfının siyasal olarak tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, burjuvazinin devrimci dinamizmini kaybettiğinin, devrimci misyonunu tamamladığının göstergesi oluyor. Burjuvazi devrimci dinamizmini, tarihsel olarak kaybetmeden önce, kıta çapında restorasyon sürecine yöneliyor. Burjuvazi, bütün bir Avrupa gericiliğini de yanına alarak, devrimin getirdiği ilerici düşüncelere, ilerici akımlara karşı Haçlı seferine çıkıyor. Devrilen hanedanlıklar, devrimin doğurduğu siyasal kurumların yerine geçiyor. Burjuvazi mali aristokrasi ile toprak aristokrasisi ile birleşiyor ve kıta gericiliğinin de desteğini arkasına alarak hanedanlıklara sığınıyor. Radikalizm ve Avrupa enternasyonalizmi, yerini liberalizme ve milliyetçiliğe terk ediyor, burjuva düzeni istikrar arayışına yöneliyor; düzen, kurumları ve ideolojisiyle oturmaya başlıyor. Düzenin oturması süreci, barış politikası ile tamamlanıyor. Restorasyon sürecinin başlangıcından, yüzyılın ortalarına kadar dış politikada, Kıta Avrupa’sı çapında barışçıl bir dönem yaşanıyor. Barışçıl dönem iç politikada, siyasetten kültüre, eğitimden ideolojiye kadar genişleyen geniş bir alan üzerinde, koyu bir gericilikle birleşiyor. Din ve dini kurumlar, yeniden itibarlı katına oturuyor. Fransa’da eğitim, yeniden kilisenin tekeline veriliyor, Paris Üniversitesi’nin başına bir rahip getiriliyor, Voltaire ve Rousseau’nun tanrıtanımazlığı yeniden aforoza uğruyor, basına karşı sansür çalışmaya başlıyor, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı iyice kısıtlanıyor. Daha önemlisi, seçme ve seçilme hakkı yok sayılacak düzeyde sınırlandırılıyor. Fransız burjuvazisi ve Avrupa gericiliği, burjuva devrimciliğine reddiye diziyor, Fransız devriminin üç renkli bayrağı, devrimin sembolleri dahi, bu ret kampanyasından nasibini alıyor, Fransız devriminin üç renkli bayrağı gönderden indiriliyor.
Fransız burjuvazisi beyaz bayrak çekiyor.
Bütün bir restorasyon dönemi boyunca ve sonrasında, Fransız burjuvazisi, hep Fransız devrimini unutturmaya, Jakobenizmi tarihten silmeye uğraşıyor. Bütün oklar Jakobenizme, onun temsil ettiği ihtilalciliğe yöneltiliyor. Jakoben kurumlar tasfiyeye uğruyor.
Kapitalizm, radikal burjuva devrimciliğine saldırarak, ekonomik, toplumsal ve siyasal mekanizmalarıyla, kurumlarıyla yerine oturmaya başlıyor.
Jakoben mirası, proletarya sürdürüyor. Ekim Devrimi ve onu izleyen devrimci başkaldırılar, kapitalizmin ebediliği demagojisini yıkıyor, burjuvazinin ekonomik ve siyasal egemenliğinin sonu görünmeye başlıyor. Ekim Devriminin başlattığı süreç, yarı yolda kesiliyor ve Sovyetler Birliği’nde ve halk demokrasisi ülkelerinde, kapitalist restorasyon süreci yaşanıyor, kapitalizme geri dönüş gerçekleşiyor.
19. yüzyılın ilk Restorasyon Döneminde yaşanan süreç, 20. yüzyılın son basamağında sanki yeniden tekrarlanıyor. Batının tekelci burjuvazisi ve Doğunun revizyonist burjuvazisi, elbirliği etmişçesine, şimdi Ekim Devrimi’ne saldırıyor. Batının tekelci gericiliği, hep Ekim Devrimini yıkmaya çalıştı, doğrudan başaramadı. Burjuvazi, Jakobenizmi, tarihten çıkardığını hesap ediyor, şimdi Ekim Devrimi’ne yöneliyor. “Yeni solcu düşünce” burjuvazinin hizmetine koşuyor. Ekim Devrimi, getirdiği kurumları, ile, evrensel teorisi ile bir talihsizlik olarak yorumlanıyor.. ‘Mujik Rusya’da, sosyalist bir devrimin olanaksızlığına karar veriliyor. Ekim Devrimi, olmayan devrimler kategorisine sokuluyor. Gorbaçov’un ağzından dile getirilen “yeni düşünce” politikası, Ekim Devrimi’ni getirdikleriyle ve tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmaya yöneliyor.
Bugün artık Sovyet burjuvazisi, kapitalist restorasyon sürecini, her yönden tamamlamış gözüküyor. Devrimin getirdiği son siyasal biçimsel kalıntılar da sökülüp atılmış durumda. Sovyet terimi, merkezi temsili organların isimlendirilmesinde, bir dönem öncesine kadar muhafaza ediliyordu. Gorbaçov reformları ile Sovyet ve Doğu Avrupa burjuvazisi, artık, bu tip biçimsel ağırlıklardan kurtulmaya, hafiflemeye karar vermiş gözüküyor. Ekonomik liberalizm, üst yapıdaki etiketlerini gösteriyor ve siyasal liberalizm ile tamamlanıyor, parlamenter normlara dönüyor.
Parlamenter normlara dönüş, sosyalizmin ve Sovyet demokrasisinin yeni bir olgunluk ve gelişme aşaması olarak sunuluyor. İnsan haklarının ve demokratik ilkelerin, ancak parlamenter demokrasi kanallarında gerçekleşebileceği tezi, evrensel boyutlarda ele alınıyor. Parlamentarizmin devrimci ve ilericiliği yeniden keşfediliyor. Sovyet kurumları artık birer “kötülük” ve”‘yabancılaşma”‘ simgesi olarak anılıyor. Parlamenter burjuva devletinin onanması, meşru bir temele oturması için. Ekim Devrimi’nin getirdiği Sovyet kurumlarının tarihsel ve siyasal platformda ortadan kaldırılması, teorik planda mahkûm edilmesi gerekiyor. Yığınların doğrudan iktidar organları olarak şekillenen Sovyet kurumları, teorik planda, kitleleri iktidara ya-bancılaştıran kurumlar olarak mahkum ediliyor. SBKP MK Politbüro sekreterlerinden V. A. Medvedev, Dünya Solu dergisinin 2. sayısında çevrilerek verilen bir söyleşisinde, Sovyet organlarını, geçmişte emekçi kitleleri iktidara yabancılaştıran kurumlar olarak tahlil ediyor, şimdi artık bu tip “gereksiz kurumların” kaldırılmasını istiyor. Tahlilini sürdürüyor ve sosyalizmin, sadece bilimsel-teknik kazanımlar açısından değil, toplumsal yaşamdaki bir dizi örgütsel biçim açısından da, gelişmiş kapitalist ülkelerin gerisinde kaldığı saptamasını yapıyor, Batı demokrasilerinde egemen bir dizi örgütsel biçimin, sosyal sorunların çözümünde dikkate alınması gerektiği uyarısını yapıyor. Sadece merkezi düzeye sıkışıp kalmış ve isim benzerliğinin ötesinde, Sovyet kurumları ile bir ilişkisi kalmamış Yüksek Sovyet organının yerine, parlamenter kurum ve normların geçirilmesi için teorik ve siyasal çıkış yolu açılıyor.
Medvedev konuşuyor, Sovyetler Birliği’nde parlamenter kurumlar oturmaya başlıyor. H. Kutlu da, sahibinin sesi olarak Sovyet organlarına ve Sovyet demokrasisine karşı yürütülen saldırı kervanına katılma gereği duyuyor. Yeni Açılım dergisi, Temmuz-89, 15. sayısında, H. Kutlu’nun görüşlerini yayınlıyor, H. Kutlu, Sovyetler Birliği’nde demokrasinin ve insan haklarının işlememesini, klasik demokrasi dediği burjuva parlamenter sistemin kurum ve kurallarına önem verilmemesine bağlıyor: “Sosyalist ülkelerde demokrasi geliştirilemedi. Sosyalizmde de demokrasinin gereği göz ardı edildi. İnsanların aç olmaması, işsiz olmaması tam demokrasi sayıldı. Ne var ki, klasik demokrasi kuralları, temsili demokrasi göz ardı edildi.
Yönetim sorununun olduğu yerde klasik demokrasi kuralları önemliydi. Devlete karşı yurttaş haklarının hukuksal korunma biçimleri zorunluydu (…) klasik demokrasi kurum ve kurallarına önem vermemek dolaysız demokrasiyi de işlemez hale getirdi.” (H. Kutlu, Süreklilik İçinde Yenilenme Mi? Yeni Açılım,Temmuz-89,sy. 9).
H. Kutlu, “sosyalizm”‘ olarak sadece Kruşçev-Brejnev dönemlerinden değil, bütün bir Sovyetler Birliği tarihinden söz ediyor. Sosyalizmin inşa sürecinde, proletarya diktatörlüğü altında, insan haklarının ve demokrasinin mümkün olmadığına karar veriyor. Dahası sorunu evrensel düzeye çıkararak, yönetim sorununun, devletin ortadan kalkmadığı her koşulda, proletarya devletinin de ancak parlamentarizm eşliğinde sürebileceğini teorileştiriyor. Burjuva düzenini ve burjuva parlamentarizm anlayışını, burjuva ideologları bile bu denli ebedileştirme cesaretini gösteremiyorlar. Burjuvazi bile parlamentarizme bu ölçüde sarılmıyor ve siyasal istikrarının tehlikeye düştüğü koşullarda, parlamento süsünü bir kenara itebiliyor, gerektiğinde vitrin ihtiyacı duymuyor.
H. Kutlu, Sovyet ideologlarının da ilerisine geçerek, Sovyetler Birliği’ndeki ve Doğu Avrupa ülkelerindeki durumu, liberalizasyon politikasını olumlamak için, bütün bir teoriyi altüst etmeye, tersine çevirmeye yöneliyor.
Parlamentarizme dönüş politikası, sosyalizmin kendini yenilemesi, onarılması, sosyalist demokrasinin geliştirilmesi, sosyalizmin dinamizm kazanması olarak lanse ediliyor. Şimdi “parlamentolu sosyalizm” modası itibar kazanmış gibi görünüyor. Gerçekte olan, sosyalizmi kendini yenilemesi değil, diyalektik olarak öz ile biçim arasındaki uyumun gerçekleşmesidir. Kapitalist restorasyon süreci otuz yıl sonra, siyasal-hukuksal sonuçlarını tüm yönlerden veriyor ve Sovyet burjuvazisi, ekonomik liberalizasyonu, siyasal liberalizasyonla her yönden tamamlama sürecine yöneliyor, özel mülkiyetin liberal pazar ekonomisi temelinde yaygınlaştırılması, meta üretiminin ve işgücünün metaya dönüşme sürecinin hızlanması, üretim anarşisi ve ticaret özgürlüğü siyasal-hukuksal ifadesini, siyasal sistemin parlamentarizm ile takviye edilmesinde, parlamenter normlara dönüşte buluyor. Biçimsel Sovyet kurumları merkezi hiyerarşide, parlamentarizm biçimine dönüşüyor. Mevcut Sovyet kapitalizmi, siyasal liberalizasyon yoluyla, yeni bir hukuksal biçimlenmeye evriliyor. Burjuva parlamentarist kurum ve normlar, ekonomik rejimin yapı ve mekanizmaları ile uyum sağlıyor. Kapitalist öz, içinde rahatça hareket edebileceği, siyasal-hukuksal bir zırhla tamamlanıyor.
Daha önce işaret edildi. Açık bir siyasal gerçek: Kapitalizm koşullarında, burjuva yönetim biçimleri arasında, kitleleri kendine bağlama açısından en güçlü olanı ve muhalefeti sistem içinde eritmeye en yatkın olanı, burjuva parlamentarizm sistemidir. Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Avrupa ülkelerinde, şimdi parlamentarizmin faziletleri yeniden keşfediliyor. Sovyetler Birliği’nde kapitalist restorasyon sürecinin başlaması İle birlikte, revizyonist-bürokrat burjuvazinin açık zoru ve baskıya dayanan diktatörlüğü siyasal egemenlik biçimi olarak şekilleniyor. Bürokratik polis zorbalığı, açık diktatörlük kendi kurum ve normlarını oluşturuyor. Sosyalist demokrasinin temelini oluşturan Sovyet kurumları ortadan kaldırılıyor ve terminolojik olarak, sadece merkezi hiyerarşinin örgütlenmesinde kullanılıyor. Siyasal restorasyon süreci ile birlikte, seçim sistemi, üretim birimlerinden yerleşim birimlerine kaydırılıyor. Yüksek Sovyet’in üyeleri, üretimden kopuk ve ayrıcalıklı profesyonel politikacılara dönüştürülüyor. Üreticinin, politik karar sürecinin dışına sürülmesiyle, politik yabancılaşma hızlanıyor. Politik yabancılaşma süreci, ekonomik yabancılaşma sürecine eşlik ediyor. İşyerlerinde üreticilerin üretimi denetlemesi, yönlendirmesi, yerini, teknokratların egemenliğine bırakıyor; üreticilerin ürettikleri ürünler üzerinde denetim kurmalarının yolları tümüyle kapatılıyor. Faşist normlar, ekonomik ve politik yabancılaşma sürecine damgasını vuruyor. Restorasyon sürecinin merkezi Sovyet organının işlevi, yasama organı olarak, kendi dışında oluşturulan düşünce ve politikaları onaylamak, parafe etmek ve bu politikaların yürütücülerini seçmekten ibaret oluyor. Öyle ki, her türlü oylamada üyeler, oylarının rengini belli ederek oy kullanıyorlar, kararların tümü oybirliği ile çıkıyor. KGB ordu, bakanlıklar, sivil ve askeri yargı organları gibi, parti gibi, devletin esası demek olan bürokratik-mekanizmalar, merkezi biçimsel Sovyet organının yanında ve üzerinde yer alıyor. Merkezi Sovyet organı vitrini tamamlıyor.
Gelişme süreci içinde öz, biçimi zorluyor, biçim dar gelmeye başlıyor; şimdi vitrin değiştiriliyor ve genişleyen kapitalist-burjuva ilişkilere, burjuva toplumsal yapıya parlamenter bir biçim ve uyum sağlıyor. Sovyet kapitalizminin yeni çıkar grupları, farklı burjuva klikleri, iki adaylı seçim sistemi ile kurulan parlamento yoluyla, parti içinde kanatçılık teorisiyle sistem içinde uyum sağlamaya, çıkarlarını uyumlaştırmaya yöneliyor. Bu konuda Polonya ve Macaristan’ın SSCB’den daha ileri bir noktada bulunduğu açık. Polonya’da bugün kapitalist sistem, parlamentoda, seçim yoluyla çoğunluğu ele geçiren ve başbakanlık görevini de üstlenerek muhalefet katından iktidar katına yükselen Dayanışmacın da katılmasıyla, siyasal anlamda takviye ediliyor. Macaristan’da ise, parti içinde kanatların yanında, çok partili sisteme resmen geçilmesinin ilk adımları genişleme eğilimi taşıyor. SSCB’de çevre bölgelerde çok partililik yolunda azımsanmayacak ve artık geri dönülmeyecek bir mesafe alınmış görülüyor. Merkezi hiyerarşik örgütlenmede, bugün çok partililiğe İzin verilmiyor, ama kanalları açılmış bulunuyor. Parti İçinde kanatların, grupların, hiziplerin meşrulaştırılması, çok partililiğe gidişin yolunu açıyor. Siyasal tıkanıklık ve klikler arası siyasal farklılıkların tek parti içinde uzlaştırılamaması, bugün için kanatların meşrulaştırması ile aşılmaya çalışılıyor. Farklılaşmış çıkarlar arasında, sistem içinde, bu yolla uzlaşma zemini yaratılıyor. Tabir uygunsa, bir geçiş dönemi yaşandığından söz etmek mümkün. Bu gelişmelerle, koyu faşist rejimlerin bazı koşulların bir araya gelmesi sonucunda esnekleşme sürecine girmesi arasında bir paralellik kurulabilir. SSCB’de bugün, parti içindeki kanatların meşruiyetinin, parlamento faaliyetlerine de yansıması, böyle bir geçiş-esneklik sürecinin yeni bir ileri adımını oluşturuyor. Muhafazakâr, glasnostçu, aşırı-glasnostçu kanatlar arasındaki ayrım, yeni kapitalist politikanın uygulanmasındaki hız ayrımına dayanıyor.
Bugün Sovyetlerdeki parlamento yapısı ve parlamento üyelerinin ayrıcalıkları bakımından, burjuva siyasal sistemi, tüm özelliklerini taşıyor. Parlamento üyeleri, daha önceki görevlerinden ayrılıyorlar ve birer profesyonel siyasetçi olarak 5 yıllık bir süre için parlamentoda yer alıyorlar. Seçmenler, seçtikleri üyeleri, istedikleri zaman geri çağırma hak ve yetkisine sahip değiller. Parlamento üyeleri önemli maddi ve manevi ayrıcalıklara ve dokunulmazlık zırhına sahip. Parlamento, burjuva-kapitalist sistemdeki örneklerinde görüldüğü gibi, yığınlardan kopuk ve onun üzerinde yer alan, burjuva devletinin asma yaprağı, vitrini işlevini yerine getiriyor. Bürokratik mekanizma, KGB ve güçlü militarist kurumlar devlet demek oluyor. Şimdi bir yenilik olarak gizli oy ve iki adaylı seçim sistemi ile oluşturulan parlamento, en fazla KGB’nin faaliyetlerini belli sınırlar içinde eleştirilebilmesi ve glasnost-perestroyka politikasının hızının tartışılması özgürlüğü, yeni bir hak olarak kendini gösteriyor. Hepsi bu kadar. Üstelik bürokratik Komünist Partisi, rejimin güvenliği ve istikrar içinde yerine oturması için, işleri tümüyle gevşetmenin doğru olmayacağı kaygısından hareketle belli siyasal ayrıcalıkları elinde tutmayı sürdürüyor. Komünist Partisi’nin devlet mekanizmasında işgal ettiği yerin ve oynadığı rolün yanında, parti, gizli oy-seçim sistemine bir istisna koyarak, 750 üyenin 2250 kişilik Halk Temsilciler Meclisi’ne atama yoluyla dahil edilmesine karar veriyor.
Atamalı-seçimli parlamenter biçim, gelişen ekonomik-toplumsal yapının uyumlu bir siyasal vitrini olarak şekilleniyor.
Sosyalizmin kendini yenilemesi, sosyalist demokrasinin genişletilmesi olarak propagandası yapılan, işte bu i biçimsel uyumun sağlanması ve seçme-seçilme hakkının genişletilmesi, çok partili geçiş sürecine girilmesi ve başkanlık sistemine geçiş gibi mekanizmalarla ifadesini bulan bu uyumun gerçekleşme biçimleridir. Bu uyumun gerekleşmesini sağlayan mekanizmalar burjuva parlamenter sistemin neredeyse doğal unsurları olarak, Batı burjuva demokrasisinde geleneksel olarak uygulanıyor ve bu mekanizmaların varlığından dolayı, burjuva demokrasilerini “sosyalist” olarak nitelemek, şimdiye kadar kimsenin aklına gelmiyor
Devamında sosyalist demokrasi sorunu üzerinde duracağız. Sosyalist demokrasi burjuva demokrasisinden, hem siyasal mekanizmaları açısından, hem de tarihsel oluşumu itibariyle kat be kat üstündür, tarihsel olarak insanlığın tanıdığı en ileri demokratik biçimlendirmeyi oluşturur. Sosyalist demokrasiyi gizli oya, seçme seçilme hakkının genişletilmesine, iki adaylı seçim sistemi derecesine indirgemek çabası, sadece Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerindeki mevcut burjuva toplumları, sosyalizm olarak aklamaya hizmet etmiyor, aynı zamanda insanın kendini aşağılamasına da işaret ediyor. Burjuva toplumunun değerlerine tapmak da bir payedir ve insan sosyalizm terimini lekelemeden, kendini aşağılamadan da burjuva toplumunun, burjuvazinin siyasal değerlerinin savunuculuğuna soyunabilir. Burjuva toplumunda, insan haklarını, insanların benimsediği değerleri savunma hakkını savunmak, demokrasinin en doğal gereğidir.Burjuva demokrasisi koşullarında, burjuva gericiliğini savunma hakkı, hiçbir yasal ve fiili kısıtlamaya tabi tutulmuyor, ödüllendiriliyor.. Sosyalizm adına sosyalizmi lekelemek de bir ödülü gerektiriyor. Revizyonist-reformist gericilik, kapitalizmi, burjuva demokrasisini ebedileştirerek, propaganda özgürlüğünü ebediyen kullanma hakkını kazanıyor. Sosyalizmin değerleri, insanlığın en ileri değerleri, gericiliğin burjuva gericiliğinin hizmetine sunuluyor. Ekonomik ve siyasal platformda, kapitalist restorasyon sürecinin her alanda genişletilerek tamamlandığı ve siyasal mekanizmanın, artık geçmişin biçimsel artıklarından da kurtulduğu koşullarda ve böyle bir maddi zemin üzerinde, teoriyi restore etme, Marksist teoriyi burjuva ideolojisine formülasyon düzeyinde de dönüştürme, burjuva ideolojisi ile değiştirme çabası, son derece açık bir biçimde sürdürülüyor. “Yeni Düşünce” olarak formüle edilen tezler demeti, teori ile siyaset arasındaki uyuma işaret ediyor, Marksist teorinin açık reddiyesini oluşturuyor. H. Kutlu, burada da iyi bir diplomat olmadığını gösteriyor veya diplomatik bir dil kullanma gereğini duymuyor, “Marksizm ve Gelecek” dergisinin Haziran 89 tarihli ilk sayısında,”Marksist olmayanların, canlı gerçekleri” kendilerinden “daha öne algıladıklarını” yazıyor. Ve” başarısızlığın nedenlerini bizzat Marksist teoride aramak gerektiğini” vaaz ediyor. Revizyonizm başarısızlığını belgeliyor, ama başarısızlığın faturasını Marksist teoriye çıkarıyor, Marksist teoriyi izleyen partilerin devrim yaptıklarını ve sosyalizmi inşa sürecini başlattıklarını, başarılı olduklarını, teoriden uzaklaşanların ise sosyalizm koşullarında kapitalist restorasyona yöneldiklerini, kapitalizm koşulları altında burjuva toplumunun, anti-komünist Avrupa komünist partileri örneklerinde görüldüğü gibi, siyasal mekanizmalarının birer dişlisi haline geldiklerini unutmuş gözüküyor. Tabi esas önemlisi, TBKP’nin gizli oy, serbest seçimler ve parlamento yoluyla bir burjuva kulübü olarak bugünkü dönemde de işlevini daha açık bir biçimde sürdürmesinin meşru ve teorik gerekçesi sunuluyor. H. Kutlu, Marksizm’e saldırı ve Marksist teorinin artık tümüyle geçersizliğini ilan etme konusunda, burjuvazinin en gerici ideologlarını Bile geride bırakıyor.
Restorasyon çağının bütün gerici merkezleri kapitalizme, burjuva ve parlamentarizmine ebedi bir ömür biçiyorlar. TBKP, sosyalizme ve sosyalist teoriye karşı açılan haçlı seferinin en militan taraflarından biri olarak, gerici burjuva parlamentarizminin önünde secdeye varıyor.
Genel bir siyasal restorasyon döneminin yaşanmasının Türkiye’de etkilerinin çok daha boyutlu olduğu anlaşılıyor. Genel restorasyon sürecinin etkileri, var olan maddi zemin aracılığı ile katlanıyor, maddi zemin genel etkilenmeleri boyutlandırıyor. Sovyetler Birliği’nde burjuva-bürokrat devlet mekanizmasının parlamentarizm aşısı ile de takviye edilmesi olgusu, Avrupa ve Ön-Asya ülkeleri arasında en çok bizde yankı buldu, reformcu aydınlar arasında sevinç dalgaları yarattı. Glasnost ve Perestroyka Döneminde uygulanan politikalar arasında, en çok parlamentarizme dönüş olgusu ilgi görüyor, tutuluyor. İlginin parlamentarizme dönüş olgusuna ve demokrasi sorununa kaymasının nedenleri arasında, Gorbaçov kliği eliyle Sovyet revizyonizminin tüm dünya gericiliğini etkileyen ‘ataklarının’ ve burjuva demokrasisinin erdemlerinde ve ebediliğinde odaklasan Avrupa merkezli geleneksel anti-Marksizm kampanyasının yoğunlaşmasının yanında, reformcu aydınlarımızın, reformcu akımların ideolojik, kültürel ve siyasal formasyonunun eski soğuk savaş döneminin anti-Sovyet dalgaları içerisinde şekillenmesidir. Soğuk savaş dalgaları içerisinde, en fazla gerici burjuva liberaldir bilinç oluşuyor ve burjuva gericiliği, komünizme ve Sovyet demokrasisi düşüncesine karşı mücadelesini, iç-politikada, burjuva liberalizmine yönelmek, liberal aydınlara başvurmak suretiyle sürdürüyor. Türk gericiliği, soğuk savaş dalgalarını kullanarak, aydının ve ‘sol’un bilincini daraltıyor. Liberal aydınların ve reformcu akımların bilincinde, çok sesli parlamentarizm ve burjuva demokrasisi, ulaşılması gereken en önemli hedef olarak kazınıyor, çok sesli parlamenterim olgusuna ebedilik atfediliyor. Daha önce yazıldı, TKP’nin burjuva demokratizmi bu bakış açısıyla birleşiyor. Burjuva demokratlarına da katılma hakkı tanıyan ve burjuva demokrasisine yönelen parlamentarizm, komünizm sayılıyor. Burjuva demokrasisi içerilmiş bugünkü parlamentarizm, reformculuğun ebedi arayışı oluyor. Arayışçılık bir kaçış ideolojisi ile çakışıyor. Reformculuk bütün bir Cumhuriyet tarihi boyunca devrimcilikten ve radikalizmden kaçıyor, 1971 ihtilalciliğinde yaşandığı gibi radikal çıkış, reformculuğa ürküntü veriyor, korku aşılıyor. Korku dönemleri, küçük-burjuva reformculuğunu, ilerleyen bir hızla, sistemin dişlileri arasına atıyor. Bugün küçük-burjuva reformculuğu, Gorbaçov revizyonizminin siyasal tezlerinde ve ideolojik şekillenmesinde kendi arayışını buluyor. Gorbaçov revizyonizmi, istikrar ve uyum arayışını iç-politikada çoğulculuğa yönelen burjuva parlamentarizminin normlarına dönüşte, dış-politikada ise dünyadaki mevcut dengelerin muhafaza edilmesinde, barış politikasında, devrimci şiddetin ve her türden radikalizmin teorik ve siyasal-pratik bakımdan mahkûm edilmesinde buluyor. Ülkemiz “sol” reformizmi teorik ve moral gıdasını Gorbaçov revizyonizminden, “yeni düşünce” sisteminden alıyor. “Yeni sol” reformculuk, TBKP-reformculuğu şimdi parlamentarizme bütünüyle sarılıyor; şiddete, devrime, her türlü radikal çıkışa açık ve sert tavır alıyor, devrimi çağrıştırabilecek her türlü terimi sadece sosyal yaşamdan değil, tarihten de silmek istiyor. Reformcu akımların nezdinde Gorbaçov yıldızının parlaklığının sürmesi, devrime karşı geliştirilen SBKP’nin yeni soğuk savaş-restorasyon tezleri ile reformculuğun açık yönelişleri arasındaki çok yönlü uyuma, paralelliğe dayanıyor. Sovyetler Birliği’nde parlamentarizme geri dönüş olgusu örnek verilerek, ülkemizde de parlamentarizmin kesintiye uğramaması temennisi evrensel boyutlarına oturtuluyor. Reformcu akımlar, Eylül dönemi ile birlikte kaybedip yeniden buldukları parlamentarizme, daha büyük bir iştahla sarılıyor ve mevcut sistemin, reformcu bir çıkışın katılımı ile tamamlanması talebini sürekli canlı tutmaya çalışıyorlar. Yüzyıllık demokrasi ve özgürlük tutkusu, gerici burjuva parlamentarizminin hizmetine koşuluyor. Özgürlük tutkusu ve tarihsel birikim, parlamentarizmin yüceltilmesine tahvil ediliyor. Türkiye’de sınıf mücadelesinin gelişme tarihi, parlamentarizmin gelişme tarihi olarak yeniden yazılıyor, barışçıl geçiş tezinin ideolojik platformda içselleştirilmesi için, parlamentarizm olgusu ve kültürü aşırı övgüye mazhar oluyor. M. Belge’nin “Sosyalizm Türkiye ve Gelecek” başlığını taşıyan kitabı, sol ve sağ basında ortaklaşa en çok isminden söz ettiren, övgüye değer bulunan kitapların başında yer alıyor. Büyük bir reklam kampanyası ile ve “sol” reformcuları bünyesinde toplayarak yayın hayatına başlayan ve belli misyonlar yüklendiği anlaşılan “Marksizm ve Gelecek” dergisi, ilk sayısını Haziran-89, M. Belge’nin kitabının inceleme ve eleştirisine ayırıyor. Kitap, burjuva reformcu aydınlar eliyle, sosyalizm sorunlarının tartışılmasında yeni bir boyut olarak lanse ediliyor, içeriği temelinde “solun birliği” öneriliyor. Kitabın “yeni” özelliğini ve getirdiklerini merak edenlerin yüz elli yıllık reformculuğun, felsefi idealizmin ısıtılıp yeniden piyasaya sürülmesinden başkaca “yeni” bir şeye rastlamaları mümkün olmuyor. Türkiye’de köklü parlamenter geleneğin tarihi yeniden yazılıyor, silahlı mücadelenin, radikalizmin, jakobenizmin ve Ekim Devrimi’nin getirdiği devrimci normların mahkûm edilmesi, Leninist parti teorisinin reddedilmesi temelinde parlamentarizm ve barışçıl geçiş teorisi yeni baştan üretiliyor. “Sol” un izlemesi gereken yol ye yöntem olarak yeniden öneriliyor. Çoğulculuğa dayanan bir “sosyal kapitalizm” modeli sosyalizm düzlemine çekiliyor. Tabir uygunsa Gorbaçov revizyonizminin evrensel restorasyon tezleri, ulusal reformculuğun ideolojik-siyasal bakış açısı olarak global düzeyde yeniden formüle ediliyor. M. Belge’nin eski ve yeni makalelerinin son derece ciddiye alınmasının tek ciddi nedeni, reformculuğun düzene tutunması çabasıdır. Gorbaçov tezlerinin güncelliğini koruduğu ve Eylül rejimi altında reformculuğun düzene biraz daha tutunduğu bir entegrasyon sürecinde, “Sosyalizm Türkiye ve Gelecek” kitabının politik ve kültürel perspektifi hem entegrasyon sürecine uygun düşüyor hem de reformculuğun politik yönelimine cevap veriyor. Uyum olgusu eski tezleri yeniliyor, tersi de doğru, uyum ve restorasyon süreci, eski tezlerin yeni koşullara, reformcu yönelime uyumlu hale getirilmesini sağlıyor. “Çin’in Başkanı bizim de başkanımız” diyecek kadar keskin Maocu söylemi tekrarlayanlar ve ‘halk savaşı’ teorisinin tüccarlığını yapanlar, bugün Gorbaçov-Kruşçev savunuculuğu ve devrim karşıtlığı, Jakobenizm düşmanlığı ile parlamentarizme ye burjuva demokrasisi kurumlarına daha aşırı övgüler dizmekle meşguller. TBKP’ye kadar uzanan bir siyasal zeminde, ‘sosyalist birlik’ çağrıları, reformcu grupların reformculuk temelinde ortaklığına yöneliyor. Siyasal karşıtlarını reformculukla suçlayarak, kendine devrimci misyonlar yükleyenlerin, depolitizasyon sürecinin yeni yeni kırılmaya başlandığı ’86’lı yılların başlarında, parlamentarizm savunuculuğunu sürdürdükleri anlaşılıyor. Daha 3 yıl öncesinden, ‘güç birliği’ çağrıları başlatılıyor, ‘parlamentoyu savunan kuvvetlerin Milli Uzlaşma Anayasası için güç birliği’ yapmaları isteniyor, militarist darbelerin karşısına, ‘parlamentoyu savunan kuvvetler’ çıkarılıyor. Saçak Dergisi Eylül rejimi altında, parlamentarizmin acık savunuculuğunu, TBKP platformunun oluşturulmasından da önce başlatıyor ve 1980’ler öncesinde de parlamentarizm temeline dayandırılan i ‘ulusal uzlaşma’ çizgisinin Eylül sonrasına taşıyıcılığını üstleniyor ve 1986 başlarında gölge oyunu başlatıyor, otoriter kurumlaşmanın tasfiyesi için bulduğu tek ‘çözüm’ü açıklıyor: “1980’lerde önlenememiş olan askeri müdahalenin parlamenter kurumlar üzerine düşen gölgesinin kalkması ve getirdiği otoriter kurumlaşmanın tasfiyesi için, bugün gene tek bir çözüm vardır: Parlamentoyu savunan kuvvetlerin Milli Uzlaşma Anayasası için güç birliği yapmaları…” (Saçak, sayı: 25, Şubat-86)
Ayrılıklar ayrıntılar üzerinde ve yöntem sorununda ortaya çıkıyor. Çoğulculukla tamamlanmış burjuva parlamentarizm savunuculuğu ve parlamentarizm çizgisi, ‘sol’ reformculuğu birleştiren ortak payda oluyor.
Parlamentarizm savunuculuğu ile sistem, burjuva-kapitalist siyasal örgütler sistemi savunulmuş oluyor. “Sol” reformculuk, burjuva-kapitalist örgütler sistemi içerisinde eriyor.
Yaşanmakta olan restorasyon süreci, reformculuk ve devrimcilik olgularını çok daha net bir biçimde birbirinden ayırıyor. Hem teorik, hem de siyasal-pratik düzlemde, devrimcilikle reformculuk arasındaki açı giderek açılıyor, genişliyor.
Burjuva parlamentarizmini veya proletarya demokrasisini savunmak, burjuva demokrasisi veya proletarya demokrasisi saflarında yer almak, reformculukla devrimcilik arasındaki temel ayırım noktası olarak ortaya çıkıyor.
Burjuva demokrasisi ile siyasal kazanımlar arasında bire bir ilişki kurulamaz
Demokrasi ile siyasal hakların demokratik kazanımların bir ve aynı şeyler olmadığı biliniyor. Karıştırılmaması gerekiyor.
Demokrasi devlete ilişkin, siyasal yönetim biçimine ilişkin bir sorundur; faşizm gibi veya başka bir yönetim biçimi gibi burjuva devletinin bir durumunu, bir biçimini terminolojik düzeyde ifade etmek için kullanılır. Demokratik haklar ise, burjuva devletinin durumu ve biçimiyle de bağıntılı olarak, örgütlenme hakkı gibi, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı gibi, grev hakkı gibi bir hakkı, bir kazanımı ifade ediyor. Demokratik-siyasal kazanımlar, sınıf mücadelesinin tarihsel yan-ürünleri olarak şekilleniyor. İki noktanın altının çizilmesinde yarar var: Birincisi, demokratik haklar ve siyasal kazanımlar devletin-egemen sınıflar bloğunun bir lütufu olarak ortaya çıkmıyor, egemen sınıfların iradesine rağmen, egemen sınıfların fiziki iradesini ifade eden ve örgütlenmiş zor demek olan devleti zorlayarak gerçekleşiyor. Dalgaların bir kara parçasını, bir kayayı oymasına benzetilebilir. Demokratik haklar, işçi sınıfı ve emekçiler açısından birer mevzi konumunda. Egemen sınıflar açısından ise düzeni sürdürmek ve yığınları sisteme bağlamak için verilen kısmı tavizler olarak işlev görüyor. İkincisi, siyasal haklar ve kazanılan mevziler burjuva devletinin demokratik biçimi ile burjuva demokrasisi ile ilgili bir olgu. Ama onun bir ürünü olmadığı biliniyor. Güçler dengesine ve somut oluşumuna bağlı olarak, faşizm dâhil burjuva devletinin demokrasi dışındaki biçimlenmeleri koşullarında da, burjuva demokrasisindeki kadar olmasa bile, demokratik kazanımlar, siyasal haklar varlığını sürdürebilir. Dünya tarihinden ve ülkemiz yakın tarihinden sayısız örnek verilebilir.
Burjuva demokrasisi ve siyasal kazanımlar arasında tam ve bire bir ilişki kurmak yanıltıcı olur.
Burjuva demokrasisi ile demokratik haklar ilişkisi çelişkili bir karakter gösterir. Gerçek demokratik hakların kalıcılığı, burjuva çerçevenin dışında ve sosyalizme bağlanarak sağlanabilir. Siyasal özgürlüklerle burjuvazinin siyasal kurumları arasında bir ayırım vardır. Burjuvazinin siyasal egemenliğini gerçekleştirmenin bir kurumu olarak parlamento ile grev, örgütlenme, gösteri hakları gibi özgürlükler iki farklı düzlemde yer alır. İki farklı düzlem, gene de, burjuva demokrasisinin çelişkili birliğini ortadan kaldırmaz. Bu çelişkili birliğin kaynağı ve sonuçları üzerinde duracağız. Şimdiden söylenmesi -gereken bu çelişkili birliğin, kapitalizm ile demokrasi arasındaki ilişkinin, hem bir uyumu, hem de bir çatışmayı bağrında taşımasıdır.
Çatışma burjuva demokrasisinin sistemin istikrarsızlık unsuruna dönüştüğü koşullarda burjuvazinin kendi siyasal iradesini olumsuzlamasında, burjuva demokrasisinin burjuvazi tarafından reddedilmesinde ifadesini bulur.
Emperyalizm evresi, tekelci kapitalizm dönemi, burjuvazinin demokrasiye en az gereksinim duyduğu bir aşamayı karakterize ediyor. Demokrasi serbest rekabete, siyasal gericilik tekele tekabül ediyor. Demokrasinin, burjuva demokrasisinin artık, burjuvaziye ait bir olgu olmaktan çıktığı açık. Burjuva demokrasisi burjuvaziye karşın, burjuvazinin kendi siyasal iradesini olumsuzlaması eğilimine karşın varlığını sürdürüyor. Burjuva demokrasisi, tıpkı burjuvazi ve kapitalizm gibi tarihi miadını doldurmuş durumda, bir çürümeyi, bir yok oluş sürecini temsil ediyor. Burjuva demokrasisinin erdemleri, artık tekelci burjuvazinin doğrudan ideologları tarafından dahi fazlaca öne çıkarılmıyor. Ancak devrime karşı bir panzehire ihtiyaç duyulduğunda ve devrimin somut bir örneği olarak SSCB’deki ve Doğu Avrupa ülkelerindeki bürokratik-revizyonist sistem sosyal-faşist siyasal şekillenmeler sosyalizm normları ile karalanmak istendiğinde, burjuva demokrasisinin erdemleri, tarihi gelenekleri ve kalıcılığı üzerine var olan teoriler sil baştan tekrarlanıyor. Revizyonizmin, tekelci burjuvazinin dolaysız ideologlarından daha dinamik ve atak olduğu görülüyor. Avrupa komünizmi ideologlarının yürüttükleri hemen hemen tek faaliyet, burjuva demokrasisinin erdemlerini övmekten ibaret. Şimdi Gorbaçovlar, Medvedevler vb. sosyalist demokrasinin geriliğini, burjuva parlamentarizminin ebediliğini ilan etmekle meşguller. Türk revizyonist gericiliğinin dergi sayfaları, sosyalist demokrasiye sövgülerle, parlamentarizme dizilen övgülerle dolu. Doğrudan burjuva ideologlarının yüzyıllardır başaramadığı işi, revizyonist teorisyenler, burjuva devletini ve burjuva demokrasisini, kurumları ve tüm aygıtları ile sınıflar olgusunun dışına çekerek, devlet ve demokrasi olgusuna sınıflar-üstü bir anlam yükleyerek başarmaya çalışıyorlar.
Devlet ve demokrasi, birbirini bütünleyen siyasal kavramlar. Siyasal olguların sınıflar gerçeğinden bağımsız olmadığı, sınıflar üstü anlamlar taşımadığı biliniyor. Konumuz devlet ve demokrasi, siyasal olguların tarihsel oluşumu, siyasal şekillenmesi değil. Burjuva demokrasisi ile bağlantısı açısından sadece şu temele işaret etmek gerekiyor: Devlet, sınıf uzlaşmazlıklarının varlığı üzerine şekillenir ve egemen olan sınıfın, siyasal egemenlik aracı olarak ortaya çıkar, uzlaşmaz sınıflar gerçeği temelinde, egemen olan sınıf kendi egemenliğini, ancak zor yoluyla sürdürebilir. Devlet zor organlarına dayanır, devlet zorun örgütlenmesidir. Devletin olduğu her yerde zor, ancak bir zorunluluktur.
Demokrasi bir devlet biçimidir, burjuva demokrasisi burjuva devletinin biçimlerinden biridir, faşizm gibi ve ya burjuva devletinin başka bir biçimi gibi, burjuva devletinin durumlarından birini oluşturur. Burjuva demokrasisi ile faşizm dâhil diğer burjuva devlet biçimleri arasındaki fark, zorun örgütlenme biçimleri arasındaki farka, şiddet yöntemleri arasındaki farka dayanır. Demokrasi ile faşizm bir hız farkına indirgenebilir, faşizm burjuva devletinin gücünün uygulama hızının artırılması, şiddet araçlarının çok yönlü ve bütün hızıyla devreye sokulması anlamına gelir. Faşizme karşı burjuva demokrasisini veya burjuva devletinin başka bir biçimini savunmak burjuva devlet gücünün daha yavaş hızda uygulanması yönünde politika belirlemek anlamına gelir. Hangi devlet biçiminin daha iyi olduğu tartışması her halükarda, bir üretim biçimi olarak kapitalizmin sürgit onanmasına ve burjuva devletinin kendini onarmasına hizmet eder. Parlamentarizm, burjuva devletinin takviye mekanizmaları arasında yer alır. Devrimi ilerletmek için var olan siyasal mevzilere dayanmak başka bir şeydir, askeri darbe olasılığını gerekçe göstererek parlamentarizm i savunmak daha başka bir şeydir. Parlamentarizm, bir kurum olarak demokratik bir siyasal mevzi konumu taşımıyor, tersine, burjuva devletinin takviye mekanizmaları arasında yer alıyor. Mutlakıyetçi feodal devletten, Batı Avrupa’da, parlamenter burjuva devlete geçişle birlikte, “siyasal özgürleşme” olgusu tarihsel bir ilerlemeye tekabül ediyor. Daha ilerisi değil. Proletaryanın tarih sahnesine çıkması ve burjuvazinin sosyal bir tehditle karşı karşıya gelmesi ve ilk proleter devriminin kapitalizm çeperini yarması sonucunda, burjuvaziyle birlikte parlamenter devlet de ilerici misyonunu tamamlıyor. Parlamentolu veya parlamentosuz, demokrasili veya demokrasisiz burjuva devleti, siyasal gericiliğin merkezi oluyor. Parlamentonun varlığı veya yokluğu, bu durumun temel özelliğini değiştirmiyor, parlamentonun varlığı, yığınlara devlet yönetimine katılıyorlarmış gibi bir izlenim vermenin ve egemen sınıflar arası bir uzlaşma zemini oluşturmanın ötesinde, başkaca bir anlam ifade etmiyor.
Emperyalizm ve proletarya devrimleri çağı, burjuva demokrasisine anti-demokratik bir karakter kazandırıyor.
Burjuva demokrasisi, tekelci kapitalizm ile birlikte uğradığı kısıtlamaları hiç hesaba katmadan, en gelişmiş ve en yetkin haliyle bile, burjuva-kapitalist ekonomik ve sosyal ilişkiler sistemini yansıtır. Kapitalizm,’ sınıflar-arası ekonomik ve sosyal eşitsizliği içerir, üretim araçları karşısındaki konumlarına ve toplumsal üretimden aldıkları paya göre toplum, proletarya ve burjuvazinin iki kutup oluşturduğu sosyal sınıflara bölünüyor. Burjuva mülkiyet tekeli ve emperyalizm dönemi ile birlikte mülkiyette tekelleşme olgusu, sınıfsal farklılaşmanın artmasının ve sınıf uzlaşmazlığının keskinleşmesinin, maddi zeminini oluşturuyor. Devletin varlığı, toplum ile devlet arasındaki temel bir ayrılığın ifadesi demek oluyor. Sosyalist devlet-sosyalist demokrasi, devletin sönüp gitmesinin bir biçimi ve aracı iken, siyasal yönetim mekanizmalarının varlığı ve sürekliliği, devletin kendini yeniden-üretmesi ile mümkündür. Devletin kendini yeniden-üretmesi, devlet ile toplum arasındaki ayrılığı artırır. Köleci ve feodal devletlere göre, burjuva devlet, kendini, daha büyük ölçüde ve daha büyük bir hızla üretir. Toplum ile devlet arasındaki temel ayrılık, burjuva devlet ile birlikte doruk noktasına çıkar. Kapitalizmde, ekonomik ilişkilerle siyasal ilişkilerin, birbirinden tamamen farklı alanlar oluşturmaları, bu ayrılığın doruk noktasına çıkmasına kaynaklık eder. Ekonomik alanla siyasal alanın birbirinden farklılaşması, kapitalizmde işgücünün meta haline dönüşmesinin sonucu olarak ortaya çıkar, işgücünün metalaşması, zoru ve siyasal alanın, ekonomik alandan ayrışmasını gerektirir. Ekonomik ve siyasal ilişkilerin birbirinden farklı alanlar oluşturacak şekilde ayrışması, toplum ile devlet arasındaki ayrılığın şekillenmesine temel oluşturur. Ekonomi ve siyasetin iki farklı alan olmaktan çıktığı sosyalizmin belli bir olgunluk aşamasında, sosyalist demokrasi, toplumun ve devletin iç-içe geçmesi sonucunu doğurur.
Burjuva mülkiyet tekeli zemininde, ekonomik ve siyasal alanların birbirinden ayrışmış olması, burjuva demokrasisini biçimsel hale getirir, burjuva demokrasisini siyasal demokrasi çerçevesinde sınırlar. Siyasal demokrasi biçimsel bir özellik gösterir. Sınıfların ekonomik eşitsizliği temeli üzerine kurulan burjuva demokrasisi, ancak, yurttaşların yasa karşısındaki biçimsel eşitliğini tanır, daha ilerisini değil. Yurttaşların yasalar karşısındaki hukuki hak eşitliği, özünde, bir eşitsizliğin ifadesini oluşturur. Burjuva demokrasisi, burjuvazinin mülkiyet tekelini korumak ve sağlamlaştırmak suretiyle, sınıflar arasındaki ekonomik eşitsizliği artırıcı bir rol oynar. Sosyal sınıflar arasındaki ekonomik eşitsizliğin artması, burjuva demokrasisinin biçimsel özelliklerini dahi törpüler. Belirleyici üretim araçları üzerinde burjuva mülkiyet tekeli ve tekelleşme olgusu, üretici sınıfın işçi sınıfı ve emekçilerin, kapitalist üretim ilişkileri çerçevesinde, kendi emeklerinin, emek ürünlerini ve üretim koşullarını denetleyememelerini beraberinde getirir. Bu durum, ekonomik yabancılaşmanın temelini oluşturur.
Ekonomik ve toplumsal olarak egemen olan sınıf, siyasal olarak da egemen olur, burjuvazi siyasal egemenliğini kurar. Demokrasi kavramı, burjuva demokrasisi olarak sınıfsal bir anlam kazanır. Siyaset ve karar alma süreci burjuvazinin kapalı av alanı haline dönüşür.
Burjuva demokrasisi, kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı yabancılaşmanın siyasal ifadesini oluşturur ve temsili bir özellik gösterir. Kapitalizm koşullarında en olgun biçimine ulaşan toplum-devlet ayrılığı, temsili demokrasiden daha ileri bir biçime izin vermez. Toplum-devlet ayrılığı çerçevesinde siyasal katılım olgusu, toplumun ve toplumun tek tek üyelerinin kendi adlarına sürdürdükleri bir faaliyete dönüşmez, tersine, toplum, siyasal katılımın dışına itilir. Siyasal faaliyet ve siyasal katılım, toplum adına siyasetçilerin, siyasal yetkililerin tekelinde kalır. Yurttaşlar siyasalıklarını ancak kendi siyasal iradelerini, siyasal alanın üyelerine devretmek yoluyla gerçekleştirirler. Burjuva demokrasisi, en yetkin konumunda dahi, burjuva devlet mekanizmasının yapısı gereği, milyonların toplumsal-siyasal kararlara katılımını olanaksız hale getirir.
Herkesin devlet yönetimine katılması süreci, kapitalizmi ve burjuva demokrasisini olanaksız hale getirir. Siyasal katılım mekanizmalarının gerçekleşmesi koşullarında, kapitalizm tutunamaz. Ama kapitaliniz ve burjuva demokrasisi, aynı zamanda paradoksal bir özellik gösterir. Kapitalizmin gelişmesi ve yarattığı toplumsal-siyasal koşullar, herkesin devlet yönetimine katılmasının zorunlu öncüllerini yaratır.
Burjuva demokrasisi, pasif bir karakter taşır, eksik bir demokrasidir. Burjuva demokrasisi doğrudan katılımı ve kitle demokrasisini reddetmesi ile yığınları siyasal hayatın dışına sürmesi ile tam demokrasiden ayrılır, tam demokrasiden nitelik olarak ayrılır.
Burjuva devletinin kurumları ve mekanizmaları kitleleri böler, tek tek bireylere indirger, onların bağımsız inisiyatiflerini ellerinden alır ve sonuçta siyaseti özel, uzmanlaşmış aygıtlara devreder. Ekonomik yabancılaşma siyasal ve mantıki sonucunu doğurur: Ekonomik yabancılaşma, siyasal yabancılaşma tarafından tamamlanır.
Yığınların siyaset dışına sürülmesi ve siyasal yabancılaşma, demokrasiyi anti-demokrasiye dönüştürür. Burjuva demokrasisi, anti-demokratik gerici bir karakter gösterir.
Anti-demokratik burjuva demokrasisi, demokrasinin, demokrasi fikrinin ancak bir hayale dönüşmesini ifade eder. Burjuva demokrasisinin bugün ancak bir hayali yaşayabiliyor. Gerici burjuva demokrasisinin hayali bugün gerici burjuva parlamentarizminde somutlanıyor.
Burjuva demokrasisinden geriye, bugün, bir burjuva parlamentarizminden başka bir şey kalmadığı görülüyor.
Parlamentarizm, yığınlara, devlet yönetimine katıldıkları izlenimini vermesinden dolayı, evrensel bir yanılsamayı yansıtıyor.
Parlamentarizme yöneltilen itirazın temelinde, parlamentonun temsili bir kurum olması yatmıyor. Feodal mutlakıyetçilikten temsili kurumlara yöneliş, tarihsel bir ilerlemeye dayanıyor. Temsili kurumları, proletarya diktatörlüğü altında da vazgeçilmez olduğunun bilinmesi gerekiyor. İtiraz, temelinde parlamentonun, devlet kurumları içerisinde bir vitrin olmasından kaynaklanıyor. Yaptığı yasalar üzerinde hiçbir denetim yetkisine sahip olmayan parlamento, yetkilerini yürütme organına devretmek suretiyle, özünde, sadece bir onay merkezi olma konumunda kalıyor. Ordu-polis ve bürokrasiden, mahkemelere ve cezaevlerine kadar uzanan bir dizi, bürokratik ve militarist kurum devletin temel güç organlarını oluşturuyor. Parlamento, devletin temel güç organları arasında yer almıyor. Demokrasi, her şeyden önce, temsili organların üzerinde yükseliyor. Temsili organlar olmaksızın, bir proletarya devleti düşünülemez bile. Ama parlamento, burjuva devleti için olmazsa olmaz bir kurumu değildir. Özellikle belli geri kapitalist ülkelerde, parlamentonun burjuva varlığı devleti açısından bir kural değil, daha çok bir istisna oluşturuyor. ‘Demokrasinin beşiği’ olarak anılan Batı demokrasilerinde, siyasal istikrarın gerçekleştirilmesinde artık bir işlev taşımaması koşullarında, tekelci burjuvazinin, demokratik parlamentarizmi devre dışı bırakması, temsili organlarla burjuva devleti arasındaki ilişkinin yerini ve düzeyini somutlaması açısından önem taşıyor.
Parlamento bir vitrindir ve ‘yasa yapıcı’ bir kurum olarak, burjuva diktatörlüğüne demokratik bir görünüm kazandırmak gibi, önemsiz olmayan bir işlevin taşıyıcısıdır. Asıl devlet işleri hep kulislerde görülür, devlet daireleri, bakanlıklar ve genelkurmay tarafından yürütülür… Parlamento ise, asıl devlet organları tarafından yürütülen faaliyetler açısından bir onay merkezi olmanın ötesinde bir işlev taşımaz. Parlamento, asıl devlet organları tarafından yürütülen siyasal faaliyetlerin yasallaştırılması, onlara yasal ve meşru bir görünüm kazandırılması gibi görevle yükümlüdür. Parlamento kendi çıkardığı yasaları bizzat kendisi yürütemez, yürütme organı işlevine sahip olamaz; yürütme görevini, kendi dışında ve kendi üzerinde yer alan bir organa devreder.
Burjuva demokrasisi, yasama ve yürütme görevlerinin, yasama ve yürütme organlarının birbirinden ayrılması esasına dayanır.
Burjuva devlet organlarının ikili iktidar olarak oluştuğu feodal mutlakıyetçiliğin çöküşe geçtiği evrede, kuvvetler ayrılığı ilkesi, tarihsel olarak ilerici bir işlevi yerine getiriyordu. Yasama organının, yürütme organı karşısında burjuvazinin bir iktidar merkezine dönüştüğü ve mutlakıyetçi yürütmeden bağımsızlaştığı meşruti monarşi koşullarında, kuvvetler ayrılığı ilkesi, feodal devleti zayıflatan bir rol oynuyordu. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanması, burjuvazinin siyasal iktidarını güçlendiriyor ve burjuva demokrasisinin oturmasına hizmet ediyordu. Kuvvetler ayrılığı ilkesi bugün, siyasal egemenliği parlamentodan alıp yürütme organına devretmek suretiyle, burjuvazinin siyasal egemenliğinin gerçekleşmesine en uygun ve uyumlu siyasal hukuk teorisi oluyor. Burjuva demokrasisinin kurum ve normlarının teorik çerçevesini çizmesi açısından kuvvetler ayrılığı ilkesi, artık gerici bir nitelik taşıyor.
Burjuvazinin asıl siyasal iktidarı, devletin parlamento dışındaki iktidar organları aracılığıyla gerçeklik kazanıyor. Parlamentodaki herhangi bir iktidar değişikliği, devletin temel kurumlarını nitelik olarak etkilemiyor parlamentonun eli, temel iktidar organlarına kadar uzanamıyor. Daha önemlisi, en demokratik ortamlarda bile seçim oyunları, seçim yasasında yapılan değişiklikler ve milletvekili transferleri gibi yol ve yöntemlerle, istenmeyen güçlerin parlamentoda ‘iktidar’ olması sürekli bir biçimde engelleniyor. Daha da olmazsa, siyasal istikrarın bozulması ve burjuvazinin siyasal ve ekonomik iktidarının ‘tehlikeye’ sokulmaması için, gerektiğinde, parlamento devre-dışı bırakılıyor. Sayısız örnekleri biliniyor.
Parlamenterimin devrede olduğu dönemlerde dahi, burjuvazi, sınırlama üstüne sınırlama koyarak, yığınları, daha büyük ölçüde siyasetin, siyasete biçimsel katılımın da dışına sürüyor, Parlamento, bütünüyle burjuvazinin kapalı bir av alanı haline dönüşüyor. Geniş kitlelerin, seçtikleri parlamento üyelerini denetleme ve geri çağırma hakkına sahip olmaması, parlamento üyeliğinin maddi ve manevi ayrıcalıklarla ve dokunulmazlık zırhıyla donatılmış olması ve parlamento üyeliğinin profesyonel bir meslek statüsüne dönüşmesi, seçilen parlamenterlerin niteliğinden bağımsız olarak, bu duruma yapısal temel oluşturuyor.
Yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılması ve iktidarın bürokratik-askeri makinayı filinde tutan yürütme gücüne aktarılmış olması, en tam burjuva demokrasilerinde bile, demokrasinin bir hayale dönüşmesinin başlıca nedeni oluyor. İktidar, yasamadan ve yığınlardan kopuk bir yürütme gücü aracılığıyla gerçekleşiyor. Yasa ve yürütme görevlerinin birbirinden ayrıldığı vs her ikisinin de doğrudan üreticiden koparıldığı burjuva demokrasisi, bir bütün olarak demokrasiyi bir hayale dönüştürür.
Parlamentarizm, burjuva demokrasisinin hayalinin somutlanması demek oluyor.
Burjuvazinin siyasal egemenliğini kurması için, bu özellikleri taşıyan parlamenterimin, kapitalizme yaraşan en uygun siyasal kılıf olduğunu söylemek gerekiyor. Lenin’in tanımıyla, “demokrasi, burjuvazinin dolaylı, ama o kadar da güvenli iktidarıdır”, “demokratik cumhuriyet, kapitalizmin olanaklı en iyi politik biçimidir. Sermaye demokratik cumhuriyette iktidarını öyle güvenli ve sağlam kurar ki, hiçbir parti, kişi ve hükümet değişikliği onu sarsamaz.” Seçimler ve seçim mekanizmaları, her 4 ya da 5 yılda “parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin temsil edeceğini, ayaklar altına alacağını kararlaştırır.” Geniş kitlelerin, kapitalizmin her döneminde, burjuvaziye karşı dişe diş bir mücadele ile kazandıkları genel oy hakkı, burjuva demokrasisinin karakterini değiştirmiyor, tersine, burjuvazinin egemenlik aleti olması açısından bir işlev taşıyor. En fazla “sınıfın olgunlaşma düzeyinin” bir göstergesi oluyor. Bunun dışında farklı bir anlamı ve işlevi olmuyor.
Burjuva devrim sürecinin tamamlanmadığı, devletin daha çok burjuva demokrasisi dışındaki biçimlere büründüğü, gerici parlamentarizmin, Batı Avrupa’daki çoğulcu parlamentarizmin bir karikatürü düzeyinde şekillendiği, demokratik-siyasal kazanımların belirli dönemlerde ancak fiilen kullanılabildiği, siyasal zorun ekonomi-dışı zorla birleştiği ve ataerkil ekonomik-toplumsal ilişkiler çerçevesinde köylülüğün tümü açısından ‘siyasal özgürleşme’ sürecinin tamamlanmadığı geri kapitalist ülkelerde, gerici burjuva, burjuva-feodal devletlerin özgün siyasal süreçlerinin ve mekanizmalarının, burjuva demokrasisinin genel eğilimleri ile uyum göstermediği açık, biliniyor, üzerinde özel olarak durmak gerekmiyor, tekelci kapitalizm evresinde ve Siyasal istikrarsızlığın derinleştiği koşullarda, bir kural olarak, burjuva demokrasisinin çok yönlü sınırlamalara uğradığı da yaşanan siyasal sürecin karakteristik bir özelliğini oluşturuyor.
Geri kapitalist ülkelerdeki siyasal şekillenmeler ve emperyalizm döneminin genel eğilimleri hesaba katılmasa bile, en demokratik ve en yetkin haliyle burjuva demokrasisinin bir anti-demokrasi olduğunu, parlamentarizmin gerici anti-demokratik bir kurumlaşma olduğunu saptamak gerekiyor. Yığınları siyasal yaşamın dışına süren ve salt biçimsel-siyasal eşitliği, o da eksik bir biçimde, gerçekleştirilen burjuva demokrasisinin ilerletilmesiyle, yetkinleştirilmesiyle ortaya çıkacak şekillenme, ‘ileri demokrasi’, gene gerici burjuva demokrasisidir, gerici burjuva demokrasisinin anti-tezi ‘ileri demokrasi’ değil, sosyalist demokrasidir. Siyasal demokrasinin, aşılması, ancak, sosyalist demokrasinin gerçekleştirilmesiyle mümkün olabilir.
Biçimsel eşitliğe dayanan burjuva demokrasinin ikili karakteri, siyasal yaşama aktif olarak katılımı engellenen yığınların, siyasal demokrasinin dar sınırlarını aşmak için siyasal mücadeleye katılmasına zemin hazırlar, siyasal eşitlik bir potansiyel olarak kendisini aşma eğilimi taşır. Daha önce işaret ettik: Burjuva devletin mekanizmaları ile siyasal özgürlükler aynı düzlem içinde yer almazlar. Demokratik özgürlüklerle, burjuvazinin siyasal kurumları arasında bir ayırıma işaret etmek gerekiyor. Ama gene de bu ayırım, burjuva demokrasisinin çelişkili birliğini ortadan kaldırmıyor. Temelinde de kapitalizmin genelleşmiş meta üretimi yatıyor. Eşit hak, kapitalist sömürünün bir gerçekleşme biçimidir, ama eşit hak, aynı zamanda burjuvazinin siyasal egemenliğinin zaman zaman zorlanmasının da zeminini oluşturuyor. Sonuçta kapitalizm ile demokrasi arasındaki ilişki, hem bir uyumu, hem de bir çatışmayı barındırıyor. “Burjuvazinin egemenliğinin en uygun kılıfı, aynı zamanda bu sınıfı, siyasal garantilerinden yoksun” bırakıyor. Burjuva demokrasisi, burjuvazinin koşulsuz siyasal egemenliği önünde bir engel oluştura-biliyor. Burjuva demokrasisinin, burjuvazi için ‘istikrarsızlık’ unsuruna dönüştüğü koşullarda, burjuvazi kendi siyasal iradesini olumsuzluyor; burjuva demokrasisi, burjuvazi tarafından reddediliyor.
Sonuç olarak burjuva devletinin bir durumunu, bir biçimini ifade eden burjuva demokrasisi çoğulcu parlamentarizminden, seçim mekanizmasına, genel oy hakkına kadar uzanan kurumlar sistemine dayanıyor, örgütlenmiş zor demek olan burjuva devletin biçimsel çerçevesini çiziyor. Burjuva demokrasisini savunmak, bu kurumlar sisteminin bir unsuruna dönüşmüş olmakla siyasal eşdeğerlilik kazanıyor. Reformculuğun siyasal temeli tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Proletaryanın burjuva demokrasisini savunmak gibi bir görevinin olamayacağı açık: Tekelci burjuvazinin, burjuva demokrasisinin sınırlarını her geçen gün biraz daha daraltmaya yöneldiği, burjuva demokrasisinin artık burjuvaziye ait bir olgu olmaktan çıktığı bir ‘istikrarsızlık’ unsuruna dönüştüğü takdirde parlamentarizme dahi pek sıcak bakmadığı koşullarda, kazanılmış mevzileri savunmak, statükoyu korumak, proletaryanın temel görevi olamaz. Siyasal haklar sınıf mücadelesinin türevi olarak ortaya çıkıyor, reformlar sınıf mücadelesinin yan-ürünlerini oluşturuyor. Proletarya, ancak, kapitalizmle birlikte, burjuva demokrasisini yıkmak gibi temel bir görevle kendini yükümlü sayar. Reformlar, kazanılmış siyasal haklar, bu temel görevin gerçekleştirilmesi sürecinde, ancak proletaryanın dayanması gereken mevziler olması açısından bir işleve sahiptir. Burjuva devletinin aldığı biçimlerden bağımsız olarak, kazanılmış hakların, siyasal mevzilerin fiilen veya yasal platformda korunması, ilerletilmesi, bu çerçevede, ancak bu çerçevede bir anlam ifade ediyor.
Örgütlenme özgürlüğünün önündeki Anayasada ve TCK’de yer alan yasal ve fiili engellerin kaldırılmasının, proletaryanın dayanacağı mücadele mevzilerini artırıcı bir özellik taşıyacağı açık.
TCK’nın 141-142. maddelerinin kaldırılması, uzun bir süreden beri Türkiye’nin siyasal gündeminin üst sıralarında yer alıyor. 141-142’nin kaldırılması yönünde reformcu aydınlar ve düzen-içi reformcu akımlar, sistemli bir kampanya yürütüyor. TBKP’nin yasal olarak da siyaset sahnesinde yerini almasının, Türkiye’nin demokratik imajını düzelteceğinin propagandası yapılıyor. İmaj propagandası ile devletin temel güç odakları ikna edilmek isteniyor. Rejimin en yetkili ağızlarının resmi demeçleri ve zaman zaman yapılan gayri-resmi açıklamalar, reformculuğa güç veriyor. Siyasal faaliyet için 141-142 üzerine yapılan tartışmalar, verilen resmi demeçler, demokrasi kampanyaları, biraz da rejimin, reformcu aydınları sisteme bütünüyle bağlama politikasının bir ürünü olarak ortaya çıkıyor. Gericiliğin bunda başarısız olduğu da söylenemez. Kavramların özü ve kapsamı, reformcu aydınlar eliyle daraltılıyor. Siyasal demokrasinin gerçekleşmesi ve ulusların kaderlerini tayin hakkının savunulması genel politikasının bir unsuru olarak şekillenmeyen dar bir anti-141/142 kampanyasına yöneliyor. Öyle ki, reformcu aydınlar, bir bölümüyle, TCK’nın 141 ve 142. maddelerinin öngördüğü ceza niceliğinin azaltılması, çok büyük bir bölümüyle de, bu maddelere şiddet unsurunun eklenmesi suretiyle, ilgili maddelerin sadece ihtilalci radikal siyasal hareketlere karşı kullanılması konusunda, artık gericiliğe akıl hocalığı yapmaya soyunuyorlar. Eylül rejimi amacına ulaşmış gözüküyor, en azından reformcu aydınların büyük bölümüyle rejimin hizmetine sokulması açısından…
Görünen o ki, sistem, ismine temel bir belirleyicilik atfetmeden, sistemi siyasal açıdan güçlendirecek reformcu akımlara ve örgütlenmelere karşı kapatılan kapıları, kontrollü bir biçimde biraz gevşetme ve yöneliminde. Şimdilik bir yönelimin izlerinden söz edilebilir. Yönelirimin somut bir politika düzeyine çıkması, elbette ki çok yönlü etkenlere bağlı.
Gericiliğin yukarıdan reform yönelimlerini, demokratikleşme terimi ile isimlendirme yanıltıcı olur. Yukarıdan reform yönelimleri ile ortaya çıkacak siyasi, hukuki boşluklardan, tabandan ilerleyen bir demokratikleşme hareketinin mevzi olarak yararlanması, elbette ki, bir ve aynı şey değildir. Karıştırılmaması gerekiyor. Karıştırılmaması gereken bir şey de, Avrupa demokrat ve ilerici kamuoyunun, Türkiye halkının demokrasi mücadelesine yönelik dayanışması ile Avrupa tekelci burjuvazisinin, Türk hükümetinin AT’a katılma başvurusu karşısındaki tatlı-sert tutumu… Avrupa demokrat ve ilerici kamuoyunun tepkisi, tekelci burjuva hükümetlerinin demagojik çıkışlarına zemin oluşturduğu açık. Türk reformcu akımları ve işçi aristokratları, Türkiye işçi sınıfının sosyal mücadelesinin dışında oldukları için, kendi güçsüzlüklerini Avrupa tekelci burjuvazisine atfettikleri demokrasi gücü ile tamamlamaya Avrupa’dan demokrasi ithal etmeye çalışıyorlar. AT’a katılmak için demokrasi ihtiyaç ve çağrıları, bu anlayışın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Siyasal demokrasinin gerçekleştirilmesine yönelik mücadelenin karşısında, gericiliğin yanından yer alanlar, AT kapılarında demokrasi dilenmeye çıkıyorlar. AT’a üye devletlerin bir bölümünün, Türkiye’nin başvurusu karşısındaki kaygı ve tutumları, demokrasi kaygılarından değil, ekonomik kaygılarından kaynaklanıyor. Zaman zaman uç veren belli belirsiz insan hakları savunuculuğu gösterileri ise, Avrupa ilerici kamuoyunun tatmin edilmesi amacına hizmet ediyor. ‘Bütünleşme’ sürecine hazırlık olmak üzere Türk hükümetinin resmi-reformlara yönelme politikasının hızlanması isteniyor.
Türk gericiliği vitrini güzelleştirme politikasına yöneliyor.
Parlamento kürsüsünden yararlanma faaliyeti devrimci mücadelenin yardımcı üs noktalarından birini oluşturuyor
TBKP, güzellik vitrinindeki yerini almaya hazırlanıyor.
TBKP, siyasal demokrasiyi anti-141/142’ye indirgeyerek, barışçıl geçiş ve yoğun bir parlamentarizm propagandası yaparak, varlığını gerici parlamentarizmi korumaya adayarak, sistemin yasal bir beklentisi konumuna yükseltmek istiyor.
TBKP, parlamentarizm politikası ve parlamentarizm savunuculuğu ile sistemi savunduğunu göstermiş oluyor.
TBKP politikalarının seçimlere katılma, CHP-SHP’ye oy verme çağrılarından, tam bir parlamentarizm politikasına dönüştüğü, TBKP’nin bugünkü statüsüyle, yarı-yasal bir tarzda parlamentarizmin organik bir parçası olmaya evrildiği anlaşılıyor.
TBKP ve reformculuk, devrimin, yığın mücadelesinin karşısına parlamentarizmi çıkarıyor, devrimi ve yığın mücadelesini parlamentarizm silahı ile durdurmaya çalışıyor.
Pratiğin ortaya çıkardığı bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor: Siyasal iktidara yönelik bir mücadelenin başarısı, siyasal iktidarın fethi ancak parlamento-dışında ve yığınların aktif örgütlü mücadelesi ile mümkün olabiliyor, istemin çerçevesinde sıradan gibi gözüken bir sistemin gerçekleşmesi bile, ancak grevlerden, direnişlere kadar uzanan bir dizi mücadelenin ürünü olabiliyor. Reformlar mücadelenin, devrimin yan-ürünleri olarak ortaya çıkıyor. Yığınların pratik içinde eğitimi, devrimin yeni mevziler kazanması açısından, toplumsal ilerleme açısından, sıradan bir işçi grevinin bile, yalnızca bir devrim döneminde değil, mücadelenin her evresinde, (sadece bir karşılaştırma yapmak açısından söylenebilir) parlamento kürsüsünü kullanarak yapılan herhangi bir çalışmadan daha önemli olduğu anlaşılıyor.
Pasif direnişlerden ayaklanmalara kadar uzanan ve evrilen yığın mücadelesi bir konumu ifade ediyor. Gelişen yığın hareketi, sistemin çerçevesinde bir dizi siyasal mevzi kazanıyor, üzerine basarak yükselebileceği yardımcı üs noktaları ediniyor; siyasal mevziler, yasal üs noktaları gelişen devrimin yan-ürünleri olarak şekilleniyor. Burjuva parlamento kürsüsü, yasal üs noktalarından en önemlisi olmasa bile, birini oluşturuyor. Parlamento kürsüsünden yararlanmak politikası başka bir konumu, özel bir sorunu ifade ediyor. Kitle mücadelesi ile parlamento kürsüsünden yararlanma faaliyeti aynı konumda, aynı düzlemde yer almıyor. Veya parlamentoda yürütülecek faaliyet, devrimcilerin en gerici kitle örgütlerinde, en gerici sendikalarda dahi çalışmaları gerektiği politikasının bir devamı olarak da şekillenmiyor. En gerici kitle örgütlerinde yürütülen bir faaliyet, gericiliği kitle örgütlerinden tecrit etmeyi, burjuvazinin kitle örgütlerindeki etkinliğini kırmayı amaçlıyor; parlamenter çalışma ise, parlamento kürsüsünden yararlanma ile sınırlı kalıyor. Burjuva parlamentosunu kalıcı bir biçimde fethetme politikası, olsa olsa reformcu yanılsamayı yansıtıyor. Proletaryanın devrimci partisi, parlamento kürsüsünden yararlanma faaliyetine, parlamento içinde organik bir çalışma yürütmek veya parlamentonun organik bir parçası olmak için, ‘parlamenter demokratik düzenin vazgeçilmez bir unsuru’ olmak için değil, parlamento kürsüsünü kullanarak sistemi teşhir etmek, siyasal gerçekleri açıklamak amacıyla başvuruyor. Parlamenter faaliyet, parlamentarizmin, çıkmasının ve çözümsüzlüğünün teşhiri amacına hizmet ediyor. Parlamenter faaliyet bir iç-savaş bir ayaklanmaya doğru gelişebilecek bir kitle mücadelesinin yardımcı üs noktalarından birini oluşturuyor.
Devrimcilikle reformculuk arasındaki ayırım burada başlıyor. Reformcu akımlar örgütlü bir güç olarak, parlamentarizmin organik bir parçası olmak suretiyle, ‘parlamenter demokratik düzenin vazgeçilmez bir unsuru’na dönüşüyorlar. Parlamentarizm savunuculuğu düzen savunuculuğu ile noktalanıyor. TBKP, bu bakış açısının bilinen tek örneği değilse bile, ülkemizin karakteristik bir örneği. Devrimci tutum, parlamenter faaliyete, siyasi kitle mücadelesinin yardımcı bir üs noktası olarak yararlanılmasını gerektiriyor. Dahası devrimci tutum, seçim dönemlerini parlamentoya daha çok üye sokmak için değil, devrimci propaganda için bir fırsat olarak değerlendirmesi ile seçimlere ve parlamentoya katılma taktiğinin doğru ve geçerli olduğu dönemlerde dahi seçimlere katılma çağrılarında oy kullanma özgürlüğüne veya parlamentonun önemine övgüler dizmekte somutlanabilecek sistemin siyasal mekanizmalarını meşrulaştıran taktikleri ve politikaları reddetmesi ile, her koşulda sisteme alternatif olarak Sovyet-halk meclisleri organlarının propagandasını çıkarması ile reformcu bakış açısından ve reformcu politikalardan nitelik olarak ayrılıyor.
Bir seçim atmosferinde ve sınıf mücadelesinin şu veya bu biçimlerde sürdüğü her dönemde, temel siyasala faaliyet olarak, sadece gerici burjuva parlamentarizmin değil, bütün kurum ve mekanizmaları ile mevcut siyasal sisteme onay veren, parlamentarizmi ‘ulusal mutabakat’ın sağlanacağı bir zemin olarak görerek allayıp-pullayan reformculuk, bugün artık burjuvazinin dolaylı değil, dolaysız yedekleri arasında yer alıyor.
Reformculuk CHP-SHP kuyrukçuluğu İle özdeşleşen kötü bir parlamentarizm geleneğini, ağırlıklı olarak TBKP kanalına akıtarak bugüne taşıyor ve pekiştiriyor. ‘Sol’ hareketin elli yıllık uzunca bir dönemine, ideolojik ve siyasal platformda parlamentarizm damgasını vuruyor.
İhtilalciliğin reformculuktan kopması ile birlikte, burjuva parlamentarizm anlayışına tepki olarak boykotçuluk anlayışı, doğuyor. Parlamentarizm anlayışının ulusal ve uluslararası platformda kökleşmesi ve devrimciliğin günümüzdeki bir ölçütü olarak propaganda edilmesi, boykotçuluğu ideolojik düzlemde gelenekleştiriyor, boykotçuluk her derdin devası olarak görülüyor. Dahası zayıf bir parlamenter geleneğe sahip olan veya ‘demokratik’ kurumlara sahip olmayan yarı- sömürge ülkeler açısından, stratejik bir politik tutum düzlemine yükseltiliyor. Boykotçuluk hastalığı, tersyüz edilmiş bir parlamentarizm anlayışını çağrıştırıyor. Oysa parlamento kürsüsünden yararlanma veya parlamentoyu boykot etme taktiği ülke tiplemelerine göre değil, çeşitli özel durumlar dışta tutulursa, temelde siyasal ve pratik bakımdan yığınların parlamenter sistemi dağıtmaya hazır olup olmadığına göre hangi taktiğin devrimin gelişmesini hızlandıracak oluşuna göre belirleniyor. Parlamenter faaliyetten yardımcı bir üs noktası olarak yararlanma anlayışı bakımından, mevcut burjuva parlamentosunun tarihsel gelişimi ve siyasal kurumlar içersinde işgal ettiği yerin özelliği veya parlamento çalışmasından yararlanacak devrimci örgütlenmenin yasal veya yasa-dışı bir konumda olup olmadığı fazlaca önemli gözükmüyor. Bolşevik partisinin Duma’ya katılma veya Duma’yı boykot taktikleri, bu duruma örnek olarak anılabilir. Çarlık Duma’sının, yapısı ve oluşumu bakımından bugünkü gerici parlamentolardan, Çarlık Rusya’sının da kapitalist gelişme açısından, örnek olması için, Türkiye gibi bir ülkeden daha geri bir konumda olduğu biliniyor. Hatta Lenin, ‘Sol Komünizm’de parlamenter faaliyetten yararlanmanın zorluğu ile, burjuva demokratik geleneklerin eskiliği arasında ters bir orantı kuruyor: “Parlamentoda grup kurmak, mücadele yürütmek zordur. Bu iş Rusya’da zordu, burjuva demokratik geleneklerin çok daha güçlü olduğu Batı Avrupa’da ve Amerika’da çok daha zordur.” (Sol Komünizm, sy. 134)
Dahası herhangi bir mücadele biçiminin, bir önkoşul olarak reddedilmesinin sosyal pratikle bağdaşamayacağı ve bunun Marksizm ile açıklanamayacağı açık. Mücadele biçimlerini ve araçlarını fetişleştirme amaçla araç arasındaki farkı kaybetme tutumu, yığınlardan kopmaya yol açıyor. Önceden de üzerinde durduk, parlamentoya katılma veya parlamentoyu boykot etme taktiği, temelde, yığınların Sovyet-halk meclisleri sistemini benimsemeye ve burjuva parlamentosunu dağıtmaya ideolojik, siyasal ve pratik bakımından hazır olup olmadığına bağlı oluyor. Lenin, parlamenter kurumları dağıtmaya gücümüzün yetmediği koşullarda, bu koşullarda, bu kurumlarda çalışmak zorunda olduğumuza işaret ediyor. Yerel yönetim organları konusu üzerinde dururken de belirttik, merkezi veya yerel halk meclislerinin örgütlenmesi sorunu, sadece niyetle veya öncünün kararlılığı ile gerçeklik kazanamıyor. Çok özel ve istisnai koşulların oluşmasının dışında, kapitalizm çerçevesinde, genel veya yerel seçimlerde siyasal boykot taktiği, halk meclisi organlarının, ikinci iktidar organları olarak, pratik bakımından örgütlenmesi durumunda gündeme geliyor.
Sovyet-halk meclisi organlarının pratik olarak örgütlenemediği, burjuva parlamentosunun, aynı zamanda siyasal olarak da miadım doldurmadığı nispeten ‘barışçıl’ dönemlerde, proletaryanın öncü müfrezesinin, siyasal gerçekleri açıklamak ve parlamentarizmle birlikte burjuva devlet mekanizmasını teşhir etmek amacıyla, parlamento kürsüsünden yardımcı bir üs noktası olarak yararlanması devrimci bir tutumdur.
Reformcu, düzen-içi parlamentarizm politikasına karşı, devrimci tutum, belli koşullarda parlamenter faaliyetten yardımcı bir üs noktası olarak yararlanma tutumu ile çelişmez, tersine gerekli kılar.
(Sürecek)
EK-1
Demokrasinin son sınırı: İşçi grevleri
Sovyetler Birliği, en yoğun olarak 1989-Temmuz’unda yaşanan, yaygın bir işçi dalgasına sahne oluyor. Cumhuriyetin dört bir yanında ortaya çıkan ulusal talepli hareketlere, şimdi, özellikle Ukrayna ve Sibirya’da yoğunlaşan sosyal bir hareketlenmeyle, uzun süre kitlevi işçi grevleri ekleniyor. Ulusal ve sosyal hareketler arasında, zamandaş bir paralellik gözleniyor.
Sovyetler burjuvazisi şimdilik, zaman zaman şiddet politikasına da dönüşme eğilimi gösteren, küçük tavizler ve tehdit gösterileriyle ulusal hareketlenmeleri durdurmaya ve işçi dalgasını yatıştırmaya çalışıyor. Yatıştırıcı politikalara rağmen ivme biraz daha yükseliyor, yaygınlık kazanıyor.
İşçi dalgası ağır çalışma ve sömürü koşullarına, uzun iş saatlerine örgütlenme özgürlüğünün yok edilmesine karşı kendiliğinden bir tepki olarak ortaya çıkıyor, yer yer ‘bütün iktidar Sovyetlere’ sloganının da devreye girmesine rağmen, doğrudan siyasal iktidar hedefine yönetmiyor, ama emek sömürüsüne karşı anti-kapitalist bir karaktere bürünüyor. Ekim Devriminin getirdiği kazanımlar, biraz naif bir biçimde de olsa, işçi sınıfı hareketinde yeniden vücut buluyor. Bürokrat burjuvazinin bütün çabasına ve polis devletinin zor politikasına karşın, sosyalizme duyulan sempatinin işçi sınıfı saflarından sökülüp anlamadığı anlaşılıyor. Sibirya maden işçilerinin greve başladıkları gün, yasadışı gerici Demokratik Birlik temsilcisinin sosyalizm aleyhtarı konuşmasına, işçiler tarafından izin verilmiyor. Grevci işçi talepleri genel özellikleri itibariyle, talepler ve eylem biçimlerinin kazandığı boyutlar açısından, doğrudan siyasal iktidar mekanizmalarına yönelmese bile, ekonomik-yerel içerikli taleplerin yanı sıra, siyasal demokrasiyi elde etme taleplerini, henüz ekonomik düzeyin sınırlarını aşamamış siyasal talepleri de içeriyor. Eşit oy hakkının genelleşmesi, örgütlenme özgürlüğünün gerçekleşmesi, seçim ilkelerinin değiştirilmesi gibi istemler, işçi eylemlerinin temel talepleri arasında yer alıyor. Ukrayna kömür işçileri, Ekim Devrimi sonrasında olduğu gibi, seçimlerin yeniden üretim birimlerine dayalı hale getirilmesini ve bunun, hazırlanmakta olan yeni Anayasa’nın bir hükmü ile güvence altına alınmasını istiyorlar. İşçi sınıfı genel örgütlenme özgürlüğü isteminin yanında, bunu gerçekleştirmenin bir yöntemi olarak, eylem içinde örgütleniyor. Kent çapında merkezileşen işçi grev komiteleri, bürokratik devlet sendikaları karşısında; bir seçenek oluşturuyor ve işyeri komiteleri olarak süreklilik kazanıyor. İşçi sınıfı, mücadele ve örgütlenme sürecinde, doğrudan demokratik uyguluyor, işçi demokrasisi üretim birimlerinde ve yerleşim merkezlerinde fiili bir geçerlilik kazanıyor. Grev-işyeri komiteleri genel ve açık işçi toplantılarında açık oyla seçiliyor ve işçi delegelerinden oluşuyor. Seçilen delegeler istenildiğinde görevlerinden geri almıyor, eylemi ve sınıfı ilgilendiren her karar, ancak genel işçi toplantılarında oylandıktan sonra fiilen yürürlüğe giriyor. Yürüyüş ve mitinglerin güvenliğinin sağlanmasından sorumlu, ileride işçi milisine geçişin nüvelerini oluşturan, yarı silahlı işçi birimleri kuruluyor. Sibirya’dan Ukrayna’daki kömür ocaklarına kadar, uzanan bir işçi dalgası, açık ki, gelecekteki büyük fırtınanın ilk adımlarını oluşturuyor. İlk adımlar işçi hareketinden, tabandan geliyor. Her gerçek ilerleme, her devrimci gelişme, ancak gerçek bir halk hareketine dayanıyor. Siyasal demokrasinin veya siyasal demokrasinin tek tek istemlerinin gerçekleşmesi dahi, ancak tabandan yükselen bir sınıf hareketinin, dipten gelen bir dalganın eseri olabiliyor.
Burjuva anlamda siyasal demokrasinin taleplerinin, tabandan yükselen bir işçi dalgasının başaracağından kuşku duyulmamalı. Bugün Gorbaçov reformlarında ifadesini bulan Sovyet burjuva gericiliği, işçi sınıfı dalgasının önünde bir dalgakıran oluşturuyor. Özgürlük çığırtkanlıklarının sınırı, işçi sınıfına, emekçilere gelince bitiyor, işçi grevleri demokrasinin son sınırını oluşturuyor. Sovyet burjuvazisi, bir bütün olarak işçi hareketi karşısında birleşiyor, işçi ve emekçi kitleler, Glasnost ve Perestroyka politikasına kazanılacak bir taban olarak değerlendiriliyor.
Yazıldı, ama yinelemekte yarar var: Gorbaçov demokratizmi, alt tabakalar içinde mayalanmayan, sosyal sınıf hareketinden gelmeyen, yukarıdan bir burjuva-revizyonist reformlar demeti demek oluyor, özellikle de ekonomi ağırlıklı bir liberalizm anlamına geliyor.
Glasnost ve Perestroyka politikası, Sovyet kapitalizmini oturtma ve reforme etme çabası olarak şekilleniyor.
İşçi grevlerinin ve ulusal hareketlenmelerin istemlerinin
EK-2
Parlamentarizm karşısında tutum
Sosyal-demokrasi, parlamentarizme (temsili meclislere katılmaya) proletaryayı aydınlatma, bilgilendirme ve eğitme aracı olarak ve onu bağımsız bir sınıf partisi halinde örgütlendirme aracı olarak, işçilerin boyunduruktan kurtuluşları uğruna siyasi savaşımın araçlarından biri olarak bakar. Bu Marksist anlayış, sosyal-demokrasiyi biryandan burjuva demokrasileri ve liberalleri parlamentarizmi, genellikle siyasal işleri yürütmenin ‘doğal’ tek normal, tek meşru yolu olarak görürler, onlar sınıf savaşanımı ve modern parlamentarizmin sınıfsal niteliğini yadsırlar. Burjuvazi, işçilerin gözlerine perde çekmek ve onların parlamentarizmin her bakımdan bir burjuva baskı aracı olduğunu görmelerini ve parlamentarizmin klasik tarihsel gerçek anlamını anlamalarım engellemek için her fırsatta ve her yola başvurarak elinden gelen her şeyi yapar. Anarşistler de parlamentarizmi belirli tarihsel anlamı içerisinde değerlendirmesini bilmezler ve genellikle bu savaşım aracını yadsırlar. İşte bu yüzdendir ki Rusya’da, sosyal-demokratlar hem anarşizme karşı, hem de elden geldiğince en kısa zamanda devrime son vermek için parlamenter alanda eski düzenle uzlaşan burjuvazinin gösterdiği çabaya karşı kararlı bir biçimde savaşıyorlar. Sosyal-demokratlar, tüm parlamenter eylemlerini bütünüyle işçi sınıfı hareketinin çıkarlarına ve proletaryanın ve proletaryanın güncel burjuva demokratik devrimdeki özel görevlerine kesinlikle bağımlı kılıyorlar.
(Lenin, 1906-Anarşizm ve Anarko-Sendikalizm, sy. 257-258)
1. Devlet sistemi olarak parlamentarizm, halk temsili yutturmacısının belirli bir gelişme aşamasında
burjuvazinin ihtiyaç duyduğu ‘demokratik’ bir iktidar biçimi haline gelmiştir; bu, yüzeysel olarak sınıfların dışında duran bir ‘halk iradesi’ örgütüymüş gibi görünen, fakat özünde egemen sermayenin elinde bir baskı ve boyunduruk altına alma aygıtı olan bir sistemdir.
2. Parlamentarizm, devlet düzeninin belirli bir biçimidir; bu yüzden ne sınıflar ne sınıf mücadelesi ne de herhangi bir devlet iktidarı tanıyan komünist toplumun biçimi asla olamaz.
3. Parlamentarizm, burjuva diktatörlüğünden proletarya diktatörlüğüne geçiş döneminde de, proleter devlet yönetimi biçimi olamaz. Sınıf mücadelesinin keskinleşmesi anında, iç savaş içinde, proletarya, kendi devlet örgütünü kesinlikle -önceki egemen sınıfların temsilcilerinin içine alınmayacağı- bir mücadele örgütü biçiminde inşa etmelidir. Bu dönemde, her türden ‘halk iradesi’ uydurmacası proletarya için zararlıdır. Proletaryanın parlamenter yoldan iktidara katılmaya ihtiyacı yoktur, bu ona zararlıdır. Proletarya diktatörlüğünün biçimi Sovyet cumhuriyetidir.
4. Burjuva devlet mekanizmasının en önemli aygıtlarından biri olan burjuva parlamentolarını, kendi başlarına kalıcı olarak fethetmek mümkün değildir, tıpkı proletaryanın burjuva devletini fethedemeyeceği gibi, Proletaryanın görevi ve onunla birlikte cumhuriyetçi veya anayasal-monarşici olmaları hiç bir şeyi değiştirmeyen parlamento kurumlarını da parçalamak, yıkmaktır.
5. Burjuvazinin komünal düzenlemeleri için de aynı şey geçerlidir. Bunları devlet organlarının karşısına koymak teorik bir yanlıştır. Gerçekte bunlar da burjuvazinin devlet mekanizmasının benzer aygıtlarıdır; bunlar devrimci proletarya tarafından ortadan kaldırılacak ve yerlerine işçi temsilcilerinin yerel Sovyetleri geçirilecektir.
6. Bunların doğal sonucu olarak, Komünizm, parlamentarizmi geleceğin toplum biçimi olarak kabul etmez. Onu, proletaryanın sınıf diktatörlüğünün biçimi olarak da yadsır. Parlamentoları sürekli biçimde fethetmeyi de kabul etmez; parlamentarizmin yıkılmasını hedef olarak alır. Bundan ötürü, ancak, onları yıkma amacı doğrultusunda burjuva devlet aygıtlarından yararlanmaktan söz edilebilir. Sorun bu biçimde ve ancak bu biçimde konabilir.
(…) 9. Proletaryanın burjuvaziye, yani onun devlet ‘iktidarına karşı en önemli mücadele yöntemi, her şeyden önce kitle eylemidir. Kitle eylemleri, bütünlüklü, disiplinli, merkezileşmiş bir Komünist Partisi’nin genel önderliği altında, proletaryanın devrimci kitle örgütleri (sendikalar, partiler, meclisler) tarafından örgütlenir ve yönetilir. İç savaş bir savaştır; bu savaşta proletarya, savaşın bütün alanlarındaki hareketleri yönetecek cesur bir siyasal komuta kadrosuna, güçlü bir siyasal genelkurmaya sahip olmak zorundadır.
(…) 10. Kitle mücadelesi, biçimleri bakımından giderek keskinleşen ve mantıki olarak kapitalist devlete karşı ayaklanmaya kadar uzanan, gitgide gelişen eylemlerden oluşan bütün bir sistemdir. İç savaşa doğru gelişen bu kitle mücadelesinde proletaryanın önder partisi kural olarak, devrimci faaliyetine yardımcı üs noktaları oluşturduğu bütün legal konumları sağlamlaştırmak ve bu konumları ana seferin, kampanyanın, kitle mücadelesinin planının emrine vermek zorundadır.
(…) 11. Bu yardımcı üs noktalarında biri de burjuva parlamentosunun kürsüsüdür. Parlamenter mücadelede yer almaya karşı kesinlikle, parlamentonun bir burjuva devlet kurumu olduğunu gerekçesi ileri sürülemez. Komünist Partisi bu kurumlara, onların içinde organik bir çalışma yürütmek için girmez, kitlelerin devlet aygıtını ve bizzat parlamentoyu parçalamalarına parlamento içinden yardımcı olmak için girer. (…)
(…) 14. Seçim kampanyası, parlamentoda mümkün olduğu kadar çok sandalye kapma anlayışı ile yürütülmemeli, kitleleri proletarya devriminin sloganlarıyla harekete geçirmeyi hedefleyerek yürütülmelidir. Seçim kampanyası bütün parti üyelerinin katılımıyla yürütülmeli ve bunda sadece partinin seçkinleri rol almamalıdır. Bu sırada yapılmakta olan bütün kitle eylemlerinden (grevler, gösteriler, askerler ve denizciler arasındaki huzursuzluklar) yararlanmak ve bunlarla yakın ilişkiye geçmek zorunludur. Bütün proleter kitle örgütlerini aktif faaliyete çekmek zorunludur.
(…) 16. Seçimlere katılmayı ve devrimci parlamentarist faaliyeti mutlak ve kategorik olarak reddeden, ilkesel ‘anti-parlamentarizm’ bu durumda parlamentonun politika yıldızlarına karşı sağlıklı bir nefrete dayanan, fakat aynı zamanda devrimci bir parlamentarizm imkânını görmeyen zayıf, çocukça, her türlü eleştiriye açık bir doktrindir. Bundan başka, bu doktrin genellikle, partinin rolü konusunda çok yanlış bir anlayışla da bağlantılıdır; bu anlayışa göre parti, işçilerin merkezi vurucu gücü değil, birbirine gevşek bağlarla bağlı gruplardan oluşan merkezsiz bir sistemdir.
(…) 19. Ancak bu sorunun görece önemsizliğini hiç bir zaman gözden ırak tutmamak gerekir. Ağırlık noktası, asıl parlamento dışında sürdürülen iktidar mücadelesinde olduğu için, proletarya diktatörlüğü ve bunun için verilen kitle mücadelesi sorununun parlamentarizmden yararlanma gibi bir özel sorunla aynı kefeye konamayacağı kendiliğinden anlaşılır.
(…) 20. Bu nedenle Komünist Enternasyonal, Komünist Partiler içinde bu doğrultuda ve sadece bu nedene dayanan bir parçalanmayı veya parçalanma girişimini ağır bir yanlış olarak gördüğünü kararlılıkla vurgular.
Kasım 1989