Bıj-ji Kur-dıs-tan! Bıj-ji Kur-dıs-tan!” sloganlarının yaşlı-genç, kadın erkek Kürt yığınlarından yükselmesinin ardından kurulu düzen savunucularını bir telaştır aldı: ‘Tehlikeli Gidiş”, “Cizre yine ayakta…”, “Tanrım ne acı…”, “Olağanüstü günler…” gibi başlıklar gazetelere manşet oldu. Kaçınılmazı görmemek, gerçeklere gözlerini kapamak ve inkâr tutumunu benimsemenin doğal sonuçlarıydı bunlar…
Hiç bir şey tesadüfen ve apansız ortaya çıkmıyor. Hiç bir gelişme apansız ve gökten zembille inercesine karşımıza dikilmiyor. En apansız ortaya çıkışların bile bir öncesi, öncesinde bir gelişmesi ve hazırlık dönemi var. En kendiliğinden patlamaların bile arkasında uzun ya da nispeten uzun sayılabilecek bir hazırlık ya da o anlama gelebilecek- bir birikim dönemi var. Birikimin etkisiyle bir fenomen ya da olgu yeni bir şeye dönüşüyor. Dönüşüm, yeni bir biçim, yeni bir renk, yeni bir olgu ya da genel olarak söylenecek olursa yeni bir şey olarak karşımıza çıkıyor.
Uzun lafın kısası bugün Kürdistan, on yılların birikimi ve silahlı mücadelenin bu birikimi kendi doğrultusunda hızlandırıcı etkisiyle yeni bir durumun, yeni bir oluşumun eşiğindedir. Yerel ve genel basının korka korka intifada olarak telaffuz etmeye başladığı şey tam da odur. İntifada ya da bir süre sonra Kürtçe olarak alışılacak ismiyle: Serhıldan!
“Serhıldan” olanca görkemi ve coşkusuyla meşruiyetini kabul ettirdi ve Türkiye gündeminin baş sırasında yerini aldı. En gerici çevreler ve faşistler bile Kürt ulusunun bu başkaldırısında haklı nedenler bulunduğuna dair ifadeler kullanmak zorunda kaldı. Dahası, bu ayaklanma öncesi hareketlenmenin daha da yaygınlaşması korkusuyla -şimdiye kadar önermedikleri- çok ciddi önlemler alınması gerektiğini belirttiler. “Demokratik bir çözüm” de içinde olmak üzere yeni ve değişik yaklaşım ve çözüm önerileri ortaya atıldı. “Doğu’da sıkıyönetim,” “Bekaa vadisinin bombalanması”nı içeren “İsrail-vari önlemler” öneri paketlerinden bir bölümü oluşturuyordu. Diğer bir öneri ise, “bölünmeye hayır, bir takım ulusal hakların tanınmasına evet…” içeriğiyle ortaya atıldı. Bunu, en yalın biçimiyle, Kürdistan adını telaffuz ederek Güneş Gazetesi’nde Cengiz Çandar ifade etti.
Esasında Çandar’ın ve hemen hemen tüm yayın organlarındaki köşe yazarlarının dileği daha başkaları tarafından da dile getiriliyor. Alevlenen mücadeleyi durdurmak ve reformist kanallara akıtmak düşüncesi artık “Avrupaileşmiş” ya da Kürtlerin daha ileri noktalara gitmelerinden ürkmüş kesimlerin düşüncesi olarak ortaya çıkıyor, iktidar, ana muhalefet ve yavru muhalefet ise bu konuda son derece açık: ne pahasına olursa olsun ayrılık yanlısı güçleri ezmek!
Bu konuda özellikle SHP çok açık bir biçimde geleneksel devlet partisi politikasını savunuyor ve iktidar partisini fersah fersah geçiyor.
Tüm bu çevrelerin, hareketin gelişmesi konusundaki ana düşüncesi dış kaynaklı ya da dış destekli olduğu noktasında. Zaman zaman Kürdistan’da jandarma ve Özel Tim’in baskıları hatırlanmıyor değil. Ne var ki baskılar, daha çok, gelişmeleri hızlandırdığı yanıyla değerlendirmelere konu oluyor. Yoksa katıksız bir ulusal başkaldırı ya da uyarıdan başka bir şey olmayan son olaylar da olmasa, gerici çevrelerin jandarma baskısı, bölgesel ekonomik ve kültürel gerilik gibi şeyleri de hatırlayacağı yoktu. Bugün hatırlıyorlarsa bu, alarm zillerinin çalmasından duydukları telaştan başka bir şeyden dolayı değil.
Demokrasi rüzgârı Türkiye ve Kürdistan’ın her yerinden esiyor
Türkiye son derece enteresan günler yaşıyor. 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinin ivmeleriyle dişinden tırnağına kadar militaristleştirilmiş ve yeni gerici yasal düzenlemelerle pekiştirilmiş devlet aygıtına rağmen, işçi sınıfı, gençlik ve Kürt ulusu, önceki yıllarda sürdürdüğü mücadelelerden daha ileri ve şimdiye dek
Türkiye’de rastlanmamış mücadele biçimleri yaratıyor. Spontane ve ayaklanma eğilimi ve unsurları taşıyan kitle eylemleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. Tütün üreticilerinin kitlesel başkaldırı eylemleriyle uç verdi bu süreç, Mardin ve Siirt’in aşağı yukarı tüm ilçelerinin ulusal baskıya karşı ayaklanma unsurları da içeren eylemleriyle devam ediyor ya da devam edebilecek.
Nusaybin’deki eylem ilginç özellikler taşımaktadır. Bir kez, Nusaybin halkı, egemen sınıfların, anarşi ve terör demagojilerini bir kenara itmiş, kendi ulusunun mücadelesini verdiğine inandığı bir devrimcinin cenazesine, iktidarın tüm tehditlerine rağmen cesaretle katılmış ve bununla da yetinmeyerek cenaze dönüşü, tavrını, iktidara karşı bir eyleme dönüştürmüştür. Sonraki günlerdeki tavrı ise, demokrasi mücadelesi açısından daha da umut verici ve ilerdedir. Sonraki günlerdeki kepenk kapatma eylemleri ise açıkçası, devlete karşı bir kafa tutmadır.
Zaten ANAP milletvekili Nurettin Yılmaz’ın arabasının ve evinin taşlanması örneğinde de görüldüğü gibi bu kalkışım (ki bu kalkışım kesinlikle serhıldan başkaldırı olarak tanımlanabilir) içinde birçok şeyin yanı sıra mevcut düzenden kopuş öğelerini de barındırmaktadır. Tavır, yalnız devlete, onun çeşitli baskı kurumlarına karşı bir tutum olarak gelişmekle kalmıyor, aynı zamanda, devletle şu ya da bu biçimde bağlantısı ya da işbirliği olan kesimlere de yöneliyor.
Yoğun askeri ve polisiye önlemlere rağmen eylemlerin cesaret ve kararlılıkla sürdürülmesi, üstelik son derece yoğun ve karışık bir kitle katılımı gerçekleştirilmesi bu hareketlenmenin, ciddi bir bilinç unsuru taşıdığını göstermektedir. Kuşkusuz burada sözü edilen bilinç daha çok Ulusal karakterde bir bilinçtir.
Cizre halkının tutumu ise Nusaybin halkının tavrından bile daha ileri bir tavırdır. Aynı yazgıyı paylaşan, aynı ulusal baskıya maruz bulunan bir halkın, Olağanüstü hal uygulamasına ve onun valisine, Özel Tim adlı güruha, Jandarma Kolordusuna ye devletin her türlü baskı aygıtına rağmen koyduğu bilinçli bir tavırdır. Türkiye’de şimdiye kadar az rastlanır bir destek tutumudur. Daha sonra benzer biçimlerle Mardin ve Siirt’in hemen tüm ilçelerine ve bir kaç çevre kasabasına yayılan bu tavır ve onunla bütünleşen eylemler, Kürdistan’daki varlıkları, bu türden eylemleri önlemek ve bastırmak olan güçlere rağmen gerçekleştirildi.
Bu eylemlerin yaşandığı yerler, Kürdistan’da tipik bazı özellikler gösteren yerlerdir. Irak Kürdistan’ında verilen ulusal kurtuluş mücadelesine yakınlıkları coğrafi olmakla kalmayan bu yöre halkı, öteden beri Kürt milliyetçiliğinden en çok etkilenen kesim olmuştur. Zaten silahlı ulusal hareket de en çok bu yörede taban bulmuş, eylemlerini daha çok bu alanda yoğunlaştırmıştır. Arazi koşullarının elverişliliği, sınır ötesine kısa bir zamanda gidebilmek gibi avantajlar sunmasına rağmen yörenin ulusal bir kurtuluş savaşına elverişliliği, daha çok o yöre halkının özelliklerinden ileri gelmektedir. Tüm bunlara, o yörelerin, aşağı yukarı Türkiye’nin ekonomik bakımdan en geri, yatırımların en az ve baskının en yoğun olduğu yer özellikleri eklenirse, bu ayaklanma unsurları taşıyan ileri eylem biçimlerinin neden orada ortaya çıktığı ve gelişme istidadı gösterdiği kolaylıkla anlaşılır. Kuşkusuz burada, silahlı mücadelenin, halk kitlelerinin cesaretle ileri atılabilmesi için elverişli bir ortam yarattığı açıktır. Hatta devletin tüm güçlerini seferber etmesine karşın başa çıkamadığı silahlı mücadelenin, gün geçtikçe yoğunlaşan militarist ve ırkçı baskıya, ağırlaşan ekonomik koşullara karşı biriken tepkiyi hızlandırdığı ve ona ivme kazandırdığı da bir gerçektir. Ancak şu da bir gerçek: Tütün üreticilerinde de görüldüğü gibi, yoğunlaşan ekonomik kriz ve ona eşlik eden politik kriz halk kitlelerini bir patlamanın eşiğine getirmiştir. Kürdistan halkı bu krizden kaynaklanan ekonomik ve politik baskıyı Türkiye’de herhangi bir yerden daha çok hissetmektedir. Bu bakımdan bugün, Kürdistan’da ulusal bir biçime bürünen ve son derece militan bir karakter alan devlete karşı kitle eylemlerini, Kürdistan’da daha yoğun olarak görecek olmamıza karşın Türkiye’nin her yerinde de izleyebileceğiz.
Gerçi ulusal baskıya karşı gelişen mücadele ile esas özelliği sosyal kurtuluş olan mücadelelerin birbirinden farklı yanı, ulusal kurtuluş mücadelelerinin -örnekleri çokça görüldüğü gibi- kolaylıkla kitleselleşebilme ve nispeten kısa zamanlarda toparlanabilirle özelliklerine sahip oluşlarıdır. Kürdistan’daki durum bu açıdan da bir istisna değildir. Bu noktada Kürdistan’da yoğunlaşan ulusal baskıya, ekonomik baskının da eşlik ettiği, hatta şimdiye kadar görülmemiş boyutlara ulaştığı, bu durumun da patlamaları kolaylaştırdığı ve yaygınlaştırdığı görülmelidir.
Kürdistan’da koşulların, ulusal, silahlı bir ulusal kurtuluş savaşının gelişmesi için elverişli olduğu açık. Ancak onun kadar açık olan bir diğer şey, sosyal kurtuluşun da olanaklı olduğu ve ulusal kurtuluşun sosyal kurtuluşla birleştirilmesinin zorunlu olduğudur. Bunun koşulları vardır.
Serhıldan, başkaldırıdır. İntifadadır. Kuşkusuz intifada kadar deneyimli ve örgütlü değildir. Bir başlangıçtır. Ancak en az İsrail kadar militarist ve ırkçı bir rejime karşı cesur bir başkaldırı, bir kafa tutmadır. Üstelik koşullar Serhıldan için belki de intifada’dan bile daha uygundur. Serhıldan yaşayacak.
Nisan 1990