Öğrenci hareketinin bazı olanakları ve sınırlılıkları üzerine

Demokratik öğrenci hareketinin son yıllarda gösterdiği gelişmeler her çevreden yankılar buldu ve çeşitli açılardan yapılan eleştiri ve değerlendirmelere konu oldu. Suskunluk dönemlerinde öğrenciler kimsenin aklına bile gelmezken, özellikle üniversite gençliğinin mücadelesinde görülen ilerleme ve yaygınlaşmaya bağlı olarak herkes öğrenci “dostu” kesildi ve bu kesimi kendi yanlarına çekmek ve mücadeleden alıkoymak için var güçleriyle uğraşmaya başladılar. Bu sahte öğrenci dostları birdenbire gençlerin varlığını fark ettiler, onları bekleyen tehlikeler ve sorunlar hakkında bol keseden atıp tutmaya başladılar. Önceleri tek satırla olsun öğrenciler ve sorunlarından söz etmeyen günlük burjuva basını gençlik eylemlerinin yaygınlaşmasına paralel olarak bu konulara sayfalar ayırmaya başladı. Gençlik ve özellikle üniversite gençliği 12 Eylül’ü izleyen baskı, terör ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan sessizlik döneminin ardından yeniden kamuoyunun gündemine girdi.
Öğrencilerin kendilerinden söz ettirmesi baskı ve yıldırma politikaları karşısında gösterdikleri atak ve mücadeleci tutumun bir sonucudur. Hiç kimse çok sevdiği ya da onlar için çok kaygı duyduğu için öğrencileri gündemine almamıştır. Aksine, gençliği, mücadelesinden tedirgin oldukları ve okullarda tutuşan yangının diğer toplum kesimlerine de yayılmasından korktuklarından, sözde düşünmeye başlamışlardır. Özal vb. gibilerinin “gençlik sevgileri’nin nasıl bir şey olduğu bizzat pratikte ortaya konan davranış ve uygulamalardan açığa çıkmaktadır. Ne askeri faşist cundanın açıkça işbaşında bulunduğu, ne de parlamento maskesi altına girdiği dönemde gençliğin, faşist terörün, işkencelerin, katliamların, horlama ve aşağılamanın, türlü baskıların baş hedeflerinden olma gerçeğinde bir değişme olmuştur. Faşist cunta ve onun mirasçılarının, gençliğin en basit hak arama davranışı karşısındaki cevabı değişmeden aynı kalmıştır: Azgın terörle bastırma, tekme, dipçik, cop, kurşun, gözaltı, işkence, vahşet, baskı önlemlerini daha da arttırma, tehdit ve diğer ceza önlemleri. Faşist cunta ve mirasçıları gençliği sindirmeyi ve onu boyunduruk altında tutmayı temel görevlerinden saymışlardır. Gençlik toplumsal ve siyasal yaşamın dışında tutulmak istenmiş, düşüncelerini serbestçe açıklaması engellenmiş, örgütlenme çabaları vahşice baltalanmış, dilekçe verme ve dernek kurma gibi anayasada yer alan haklarını kullanmaları bile gaddarca yöntemlerle karşılanmıştır. Okullar ve yurtlar toplama kamplarına dönüştürülmüş, yüz binlerce öğrenci ilk, orta ve yüksek öğrenim hakkından yoksun bırakılırken, binlercesi de okullardan atılma yoluyla faşist eğitim sisteminin çarklarına kurban edilmiştir. Eğitim tamamen paralı hale getirilmiş, harç adı altında alınan yüklü haraçları ödeyemeyen emekçi çocukları öğretim kurumlarından atılmıştır, bu haraçlar yıldan yıla bir kaç misli katlanarak arttırılmıştır. Yurtlarda tam bir askeri kışla disiplini hâkim kılınmış, buralarda kalan öğrenciler bir asker gibi yetiştirilmeye çalışılmıştır. Yurtlardaki faşist disipline uymayan, nöbetini tutmayan, çağdışı, despotik talimat ve yönetmeliklere aykırı davranın, yanında yasaklanmamış olsa bile kitap ve yayınlar bulunduranlar, saz çalan ve bu gibi müzik aletlerini yurtlara sokanlar ağır yaptırımlara maruz bırakılmışlardır. Saymakla bitmeyecek bu gibi daha bir dizi faşist uygulamaların sorumluları kendilerini yine de hiç utanmadan “gençlik sevgisiyle” dopdolu olarak lanse etmeye kalkışabiliyorlar.
Kuşkusuz gençlik kendisini uyutmaya ve aldatmaya yönelik yalanlara kanmadı, baskı ve terör karşısında boyun eğmedi. Mücadeleci tutumundan ödün vermedi. 12 Eylül’ün nefes aldırmayan baskısı ve terörü karşısında içten içe biriken öfke ve tepkiler uygun çıkış kanalları bulduğunda patlamalı biçimlerde dışarı vurdu, bunun sonucunda geçtiğimiz yıllar önemli öğrenci eylemlerine sahne oldu. Küçük akademik çatışmalar, giderek yerini daha geniş ve üst boyutlu eylemlere bıraktı. Basit dilekçe kampanyaları vb. gibi etkinliklerden nitelik sıçramasının da bir ifadesi olan örgütlü çatışmalara geçildi. Üniversite gençliğinin nicelik bakımından o kadar değilse de nitelikçe giderek gelişen mücadelesi 12 Eylül karanlığının yırtılmasında oldukça etkili oldu.
Bir dönemin durgunluğunun ardından yeniden alevlenen gençliğin mücadelesi daha başından itibaren demokratik, anti-faşist, anti-emperyalist yönelim ve unsurlar içermiştir. Devrimciler, Marksistler bu yönelim ve unsurların güçlendirilmesi için yoğun çaba harcamışlardır. Devrimci, komünist gençliğin başlıca amaçlarından birisi öğrenci hareketine anti-faşist, anti-emperyalist, siyasi bir nitelik kazandırmak olmuştur. Gençlik içinde yürütülen propaganda ve ajitasyon faaliyetlerinde eylemlerin siyasi düzeye çıkarılması belirleyici bir yer tutmuştur. Devrimci, komünist gençlik mücadele deneylerinden kazanılan derslere özel bir önem vermiş, sırtını gençliğin onurlu geçmişini temsil eden, anti-faşist, anti-emperyalist mücadele geleneğine yaslamıştır. Marksist ve devrimci gençliğin bu tavrı, artık “içi geçmiş” olan “eski” devrimcilerin yaptığı “nostaljiden farklıdır. Devrimciler, komünistler geçmişte faşizme ve emperyalizme karşı verilen yiğit, militan ve kitlesel mücadeleye şu anki mücadele düzeyini yükseltmek için sahip çıkarlarken, yozlaşmış, pili bitik, sözde devrimciler düzen eklentisi haline gelmiş konumlarını anıların ticaretini yaparak örtbas etmeye çalışmaktadırlar.
Devrimci Mücadele Geleneği
Devrimci, anti-emperyalist gençliğin mirasçısı olduğu mücadele tarihinin kökleri çok gerilere uzanır. Türk ve Kürt milliyetinden Türkiye gençliğinin tarihi yurtseverlik ve ulusal özgürlük tarihidir. Taşrada halka zulmeden merkezi Osmanlı despotluğunun görevlilerine karşı suhtelerin (medrese öğrencileri) yaptığı ayaklanmalar, bizzat Osmanlı hanedanlığını ve mutlak monarşiyi hedef alan mücadele, Jön Türk hareketi, yüksek öğrenim gençliğinden (Harbiyeli ve tıbbiyeli gençlik) ve ordu içindeki köylü gençlikten güç alan İttihat ve Terakki Fırkasının faaliyetleri gençliğin mücadele tarihine zenginlik kazandırmıştır. Türkiye’nin demokratik devrim sürecine girdiği ilk dönemlerde “Cumhuriyet” ve “özgürlük” şiarları, genç aydınların ve öğrencilerin Osmanlı despotizmine karşı faaliyet sürdüren gizli örgütlere katılmalarının, silahlanmalarının, başkaldırmalarının ve sürgüne gitmelerinin başlıca nedenleriydi. Türkiye halkının emperyalizme karşı açtığı ulusal kurtuluş savaşı insan gücünü, bütün kesimlerden toplumun genç kuşağında buldu. Gençlik bu dönemde Ekim devriminden ve Bolşevizm’den de etkilendi… Savaş sonrasında İstanbul Üniversitesinde Lenin, çağın en büyük lideri seçildi. M. Suphi’nin örgütlenme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından TKP’ye damgasını vuran Şefik Hüsnü’nün sağ oportünist çizgisi işçi hareketim olduğu gibi gençlik hareketinin de gelişmesini olumsuz yönde etkiledi. Ş. Hüsnü TKP’sinin oportünist faaliyeti sonucunda gençlik, bu dönemde burjuvazi ve Kemalist diktatörlükten medet uman bir tutum içine girebildi. Uyanış sürecine girdiği bir sırada üniversiteli gençliğe vahşi polis terörüyle saldıran burjuvazi, bununla kalmayıp ulusal onur ve özgürlüğü için başkaldırıya geçen Kürt halkıyla birlikte Kürt yoksul gençliği üzerinde azgın bir terör ve şiddet politikası uyguladı. Asimilasyon politikası daha çok Kürt gençliğini hedefledi. Doğu’da kurulan yaygın bölge okulları, orduda kurulan okullar, bölgedeki köy enstitüleri Kürt halkından yoksul köylü gençliğin zorla asimile edildiği, yeniden şekillendirildiği kurumlar oldular. Gençlik, “anti-emperyalizm”, “ulusal bağımsızlık”, “laiklik” vb. demagojisiyle önemli ölçüde burjuvazi ve Kemalizm’in politikalarına bağlanabildi.
Otuzlu yıllar, devletin faşistleştirildiği ve ülkenin emperyalizme daha fazla bağlandığı yıllardır. Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki ayaklanmalar, tırmanan uluslararası gerginlik, emperyalist savaş bahane edilerek kısmen de olsa var olan bir kısım hak ve özgürlükler tamamen ortadan kaldırıldı, Takrir-i Sükûn, Polis Vazife ve Salahiyetleri vb. kanunlar yoluyla devletin faşistleştirilmesi süreci tamamlandı. Milli şef rejimi döneminde yürürlüğe konulan “yol yükümlülüğü”, “madenlerde zorunlu çalışma” vb. yarı-feodal devlet angaryaları dayatılarak gençler üzerinde hem ağır ve ek bir sömürü sağlandı, hem de bu uygulamalar sayesinde jandarma zulmü kesintisiz ve yaygın biçimlerde sürdürüldü. Emperyalist sömürü, kültür ve ideolojiye karşı, yoksul köylü gençliğin ileri ve aydın kesimlerinde aktif olmasa da direniş eğilimleri görülmesi üzerine, Kemalizm ideolojisine göre örgütlenmekle birlikte ulusal özellikleri de olan Köy Enstitüleri ulusal-halkçı temeldeki gelişmeler nedeniyle kapatıldılar. Kemalizm’den umduğunu bulamayan gençlik faşizme karşı harekete geçmekte zaaflar gösterdi. İşçi sınıfının politik alternatifinin de bulunmayışı gençliğin bu dönemde bunalıma girmesinde etkili oldu. Ancak faşist, dinci-gerici ideolojilerin şaha kalktığı bu tek şef rejimi ve Bayar-Menderes diktatörlüğü döneminde bile gençliğin yurtseverlik duyguları bütünüyle yok edilemedi. Denebilir ki, ulusal savaştan ellili yıllara gelinceye kadarki dönemde gençliğin koruduğu ve geliştirdiği biricik özelliği anti-emperyalizm ve yurtseverlik özelliğidir. 1957-60 yılları, gençliğin faşizme karşı, anti-emperyalist nitelikteki taleplerle ilk kez kitlesel biçimlerde harekete geçtiği yıllar oldu. Bütün büyük kentlerde yüksek öğrenim kurumlarında ve askeri okullarda öğrenci gençlik Bayar-Menderes faşizminin ulusal ihanet politikalarına ve faşist terörüne karşı siyasal özgürlükler ve ulusal bağımsızlık talepleriyle mücadeleye atıldı. Böylece hükümetin şahsında iç gericiliğe karşı ilk kez gençliğin genel, kitlesel hareketi ortaya çıktı. Doğal olarak, kısıtlı da olsa 1961 Anayasası’nda tanınan kısmi hak ve özgürlüklerin elde edilmesinde gençliğin sokaklarda dökülen kanı belirleyici bir rol oynadı. Gençlik bundan sonra, büyük burjuvazi ve Kemalizm’in politikasından koparak kendi talepleri ve halkın kurtuluşu için mücadeleye atıldı. Belli başlı kentlerdeki öğrenci gençlik kitlesinin hızla büyümesi, üst sınıflardan gelen siyasal kültüre sahip gençliğin politik tecrübesiyle emekçi sınıflardan gelen gençlerin enerji ve atılganlığının birleşmesi sokak hareketinin ortaya çıkmasının koşullarını hazırlayan ve genişleten bir olgu oldu.
Gençlik hareketi ve halkın gelişen hoşnutsuzluğuna bağlı olarak egemen sınıfın iç çelişkileri keskinleşti, karşı-devrim belli ölçülerde zayıfladı. Ama gençlik bu dönemde burjuvazinin reformizmle ittifak halinde olan bir kesiminin diğerini tasfiyesinde yedek güç olmaktan kurtulamadı. Karşı-devrim kampının iç çelişkilerinin iyice derinleşmesi ve çözümsüzlüklerin gizlenemez derecelerde yoğunlaşması sonuçta 27 Mayıs darbesine yol açtı.
‘1960 sonrası gençlik hareketinin yalnızca gençliğin mücadelesi açısından değil, aynı zamanda Türkiye devriminin tarihi açısından da önemi büyüktür. Özellikle 60’lı yılların ikinci yarısında yüksek öğrenim gençliği, özgürlük ve demokrasi istemlerini güçlü ve tutarlı biçimde öne sürdü. Boykot, işgal, gösteri ve kitlesel yasa-dışı hareketler biçimini alan öğrenci eylemleri hızla “özerk üniversite” talebini aşarak tutarlı anti-faşizm ve anti-emperyalizm düzeyine yükseldi. Gençlik bu dönemde faşist hükümete, dinci gericiliğe ve ABD emperyalizmine karşı yiğitçe dövüştü. 1968 gençlik hareketi, Türk ve Kürt milliyetinden gençlik saflarında Kemalist şovenizmin etkisiyle bozulan yakınlığın yeniden ve devrimci bir temelde kurulması koşullarında gelişti. Her iki ulustan devrimci gençliğin emperyalizmi ve faşist gericiliği hedef alan mücadelesi tarihte ilk kez ortak temellerde gelişti, bu süreçte Türk ulusundan gençler Kürt yoksul köylüsünün taleplerine ve Kürt ulusundan gençliğe daha da yaklaştı. Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakları uğruna verdikleri mücadele 68 hareketiyle yeniden yükseliş sürecine girdi. Türk ve Kürt ulusundan gençliğin ve halkın emperyalizme ve faşist diktatörlüğe karşı ortak mücadelesinin siyasal ve toplumsal temeli daha da genişledi. Gençliğin örgütlenmesi ve bağımsız ve kitlesel örgütlerin kurulmasında da 60’lı yıllar ilk ve köklü adımların atıldığı yıllar olmuştur. Burjuva gençlerin ve faşistlerin elinde bulunan dernekler, kitlesel devrimci, akademik-mesleki örgütlere dönüştürülmekle kalmadı; DÖB, Dev-Genç gibi kitle örgütleri, gerçek kitle mücadelesinin sonucunda doğdular ve bu mücadelenin araçları olarak önemli işlevler yüklendiler.
Gerçek devrimci “kitle önderleri” tipi ülkemizde ilk kez 68’in gençlik önderleriyle doğdu ve bu önderlerin devrimci kişilik, cesaret, uzlaşmazlık, halka ve devrime adanmışlık ve yüksek özverililikleri, geleneksel uzlaşmacı, üst tabaka “devrimci tipi” ve “salon sosyalisti” tipine vurulan güçlü bir darbe oldu. Onların bu olağanüstü devrimci kişilikleri 68 kuşağından sonraki kuşaklar içinde de halka, devrime, sosyalizme ve yoldaşlara bağlı sayısız devrimci militanın yetişmesinde ilham kaynağı oldu.
70’lere gelindiğinde gençlik hareketi siyasi farklılaşmalar derinleşti. “Sol” içindeki bölünmelerde devrimci gençlik revizyonizmi ve onun reformist biçim ve yollarını tereddüt etmeden reddetti. Sonraki yıllarda gençlik 68’in devrimci yolunu gelişip güçlendirdi, fakat o dönemin bazı zaaflarını derinleştirmekten ve yeni bazı zaaflara düşmekten kaçınamadı. Gençliğin geniş kesimlerinin devrimci bir temelde birleştirilememesi, faşizme karşı mücadelenin MHP’ye ve faşist hükümetlere karşı mücadele olarak görülmesi, grupçuluğun ve gruplar-arası rekabetin güçlü oluşu, revizyonizmin belli derecede etkili olabilmesi, devrimci komünistlerin “eylemde birlik, ajitasyonda serbestlik” ilkesini ısrarla ve tutarlılıkla savunmasına rağmen gençlik saflarında demokrasinin egemen kılınamayışı, işçi gençliğin gençlik içinde etkin olacak güce erişebilmesi için gerekli olan bilinç ve örgütlenme düzeyinde bulunmayışı; ‘sol’ Kemalist, etkiler altında kalmanın bir sonucu olarak her iki ulustan gençliğin ortak mücadele içinde kaynaşamayışı, devrimci komünist hareketin Kürtlerin yaşadığı bölgelerde ulusların kendi geleceğini belirleme hakkının öne çıktığını görememelerinden kaynaklanan hataları devrimci hareketin gelişimini zaafa uğratmakla kalmayıp aynı zamanda 12 Eylül faşist cuntasının başarıya ulaşmasında ve karşı-devrimci hedeflere kolayca varmasında da rol oynadı.
1980’e kadarki yirmi yıl, üniversiteli, orta ve diğer öğrenim kademelerinden öğrenci gençliğin, işçi, köylü ve tüm emekçi gençliğin kendisini güçlü bir devrimci dalganın içinde bulduğu bir kabarış dönemini simgeler. Bu dönem aynı zamanda gençliğin ileri kesimlerinin hata ve zaaflara karşın tutarlı bir anti-faşist, anti-emperyalist, devrimci gençlik geleneğinin de yaratıldığı yıllar oldu.
Bu yıllar aynı zamanda ezen ulus şovenizminin gençlik üzerindeki etkilerinin önemli darbeler yediği Türk ulusundan geçenlerin Kemalist milliyetçi ideolojinin egemenliğinden sıyrıldığı, devrimci militan bir geleneğin yaratılmasında, proletaryaya yakınlaşmada önemli mesafeler alındığı, karşı-devrimin hiç bir biçimde silemeyeceği kitle mücadelesi biçimleri ve direnişler yaratıldığı yıllar oldu.
Bu dönemin deneyleri 19. yy.ın sonlarında Osmanlı despotizmine karşı mücadele ve ulusal savaşta Resneli Niyazi ve Hasan Tahsinler kuşağının tecrübelerini de aşarak burjuva yurtseverliğinden, tutarlı anti-emperyalizme yükselişi de içerir. A. İ. Dönmezlerin, Turan Emeksizlerin kanıyla mutlak monarşiye karşı verilen mücadelenin kazanımlarına dayanarak bir kez daha yazılan “hürriyet” ve “özgürlük” derslerinden proletarya ve halkın devrimci hareketinin bileşeni olma düzeyine çıkma da 1960-80 yılları arasına rastlar.
Geniş bir anti-faşist gençlik hareketiyle, devrimci genç komünist hareketin kaynaşmasından doğan devrimci militan bir gençlik geleneği yine bu dönemde gelişip yaygınlaşmaktaydı.
Zorbalığa Karşı Alevlenen Mücadele
Geçmişin deneylerinden çıkarılan derslerle, bugünkü mücadelenin gelişim düzeyinin ortaya çıkardığı devrimci perspektiflerin bileşimi, içinde bulunduğumuz dönemde gençliğin önünün açılmasında kılavuz rolü oynamaktadır. Son yıllarda yeniden ivme kazanan gençliğin mücadelesi bir yanıyla olumlu gelişmelerden güç alırken, diğer yandan da karşı karşıya olunan tıkanıklıklar yüzünden bir kısır döngü içine girmiş görünmektedir. Kuşkusuz ortaya çıkan sorunlar kendi çözüm olanaklarını da içinde barındırmaktadır. Önemli olan varolan durumu sağlıklı bir biçimde gerçek ve yeterli veriler ışığında değerlendirebilmektir.
Unutulmamalıdır ki mücadelesinden dolayı özellikle üniversite gençliği üzerinde durulmasına karşın üretimdeki yeri, etkinliği ve barındırdığı devrimci dinamikler nedeniyle başta işçi gençlik olmak üzere diğer emekçi, yarı-proleter ve köylü gençlik de toplumda geleceğe dönük ileri atılışları çok yakından ilgilendirmektedir. Yorgun “otuzluk” ihtiyarların ve akıllanmış devrimcilerin değil de her zaman ileri sınıfın gençliğinin partisi olmayı istemek, sözü edilen bu gençlik kesimlerine ilişkin doğru politikaları ve değerlendirmeleri öne çıkarmayı gerektirir.
Okulların açılışı beklenen gelişmeleri yeniden gündeme getirdi. Bu yılkı açılışlarda daha çok öğrenci alternatif açılışlara katıldı, resmi açılışlara ise hemen hiç rağbet edilmedi. Yer yer resmi açılışlara da katılan öğrenciler bu programları, ileri sürdükleri kendi hakları ve özgürlük talepleri için rayından çıkardılar ve seslerini duyurdukları kürsülere dönüştürdüler. Gerek gençlerin bağımsız olarak düzenledikleri alternatif açılışlar gerekse kısmen katıldıkları resmi açılışlarda çevik kuvvet ve diğer polisler, jandarma birlikleri olağanüstü önlemler aldılar, buralardan çok sayıda öğrenci gözaltına alındı ya da dipçik ve copla yapılan saldırılara hedef oldular. Geçtiğimiz günlerde Veli Murat Erdoğan isimli Hacettepe Üniversitesi öğrencisi polis tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Ancak tüm bu saldırı ve önlemler yalnızca gençliğin mücadele azmini biledi. Sonraki günlerde Ankara ve İstanbul, İzmir, Samsun, Bursa, Adana gibi büyük kentlerdeki üniversitelerde, Sakarya Üniversitesi ve Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi’nde olduğu gibi öğrenciler saldırılara daha büyük eylemlerle karşılık verdiler.
Burjuva basın ve resmi ağızlar durmadan gençleri “uyarıyorlar”, gizli, yasa-dışı örgütlerin gençlere “çengel” attığını bozuk plak gibi tekrarlayıp duruyorlar. Onlar kopardıkları gürültü ve demagoji kampanyası ile, çok önemli tir şeyi, üniversiteli gençliğe en amansız çengelin bizzat diktatörlük tarafından atıldığını, YÖK’ün kendisinin gençliğin böğrüne saplanan koskocaman paslı bir çengel olduğunu unutturmaya çalışıyorlar, yalnızca YÖK çengeli mi? Gericilik ve egemen sınıfların faşist diktatörlüğü İşçi sınıfı ve diğer halk kesimleriyle birlikte gençliği de, sapladıkları sayısız çengellerle faşist düzene bağlamaya çalışmakta, çengellerden kurtulmak için en ufak bir kıpırdanma gösterenleri ise vahşice cezalandırma yolunu izlemektedirler.
Tüm baskı önlemlerine ve bin bir çengele karşın gençliğin eli “çıra” tutmuyor. Çevik kuvvet birliklerinin, jandarmanın saldırıları gençlik saflarında derin bir öfke ve nefret yaratıyor, aktif direniş eğilimlerinin güçlenmesine neden oluyor. Karşılık salvo atışları daha büyük çatışmaları doğurabilecek gerginlik ortamları yaratıyor. Bu noktada örgütlenmenin ve gençlik içinde doğru bir önderliğin yakıcı önemi kendini gösteriyor.
12 Eylül’le birlikte gelen sınırsız faşist terör, ağır cezai önlemler ve ideolojik çöküntü nedeniyle öğrencilerin çoğunluğu “akademizme” “kendi kabuğuna çekilmeye” Siyasi mücadeleden alıkoymanın aracı olarak kullanılan durumlarda spora ve “bohem” yaşamına daldı. Tüm bunlara bağlı olarak da politik uyuşukluk geniş ölçüde etkili oldu. Öğrenciler arasındaki moral bozukluğunun giderilmesi sürecine girildi. Devrimci ve Marksist-Leninist düşüncelerin öğrenci gençliğin yeniden bilincine girmesi, onun devrimci mücadele içinde yer almaya başlaması, öğrenciler arasında yayılmış olan düşünce tembelliğine, burjuva milliyetçiliğine ve dinsel kaderciliğe karşı güçlü bir panzehir oldu.
Ancak öğrencilerin yeniden aktif mücadele sürecine girmesinin ardından bir kaç yıl geçmesine karşın devrimci teorinin hâlâ dar bir çevre içinde etkin olabildiği dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Bunda, başka şeylerin yanı sıra uygun mücadele teknik ve aygıtlarının saptanmasında ve elde edilmesinde bazı yetersizliklerin varlığına işaret etmek gerekiyor. Dağıtılan bildirileri, broşürleri öğrencilerin ne kadarı okuyabiliyor? Yazılan şeyler ne kadar doğru ve mükemmel olursa olsun kitleye ulaşmazsa bunun kimseye bir yararı olmayacağı bir gerçektir. Marksist, devrimci düşünce ve mesajlar yeter ki kitleye ulaşsın; kesinlikle boşa gitmeyecektir. Tüm zorluklara karşın, forumlarda, dernek toplantılarında, şenliklerde vb. ortamlarda ısrarla ve kesintisiz bir biçimde yürütülen siyasi ajitasyon çalışması mutlaka sonuç verecektir. “Kapıyı çal, sana açılacaktır.” Siyasal ajitasyonun başarısı hemen sonuç almakla, ya da sürekli sistemli siyasi eylem için kitlenin derhal ikna olmasıyla ölçülmez, kısa sürede çalışmaların meyvesinin toplanamaması mümkündür.
Çok ciddi bir bilimsel hazırlık ve sağlam görüşlerin oluşmasını gerektiren siyasi faaliyetlerin en çok sayıdaki, en geniş öğrenci kitlesine nüfuz etmeye, yalnızca akademik özgürlük isteyenlerin görüş açılarını genişletmeye, hâlâ bir program arayanlara devrimci bir programın propagandasını yapmaya yönelik olmasının önemi büyüktür. Ancak öğrenci eylemini yalnızca siyasi eylem olarak algılayan anlayışları da eleştirmek gerekiyor. Siyasi eylemlerden başka eylem tanımamak, akademik, okulcu eylemleri küçümsemek devrimci öğrencilerin tavrı değildir. Devrimci şiarları genişleyen bir temel üzerinde çok yönlü savaşçı ajitasyon için canlı bir yol gösterici olmaktan çıkarıp, hareketin farklı biçimlerinin farklı aşamalarına mekanik biçimde uygulanan cansız dogmalar haline getirmemek mücadelenin gerçek devrimci önderlik altında ilerlemesi açısından yaşamsal önem taşıyor. Sürekli nihai amacı tekrarlamak yetmiyor. Her olanaktan, her koşuldan ve öncelikle, ne olurlarsa olsunlar, ileri unsurlarla diktatörlük arasındaki her kitle çatışmasından yararlanarak siyasal ajitasyon için eylem yapabilmek gerekiyor. Öğrenci hareketini önceden, zorunlu “aşamalar”a bölmek ve “zamansız” siyasal eylemlere geçmek korkusuyla her aşamadan uygunca geçildiğinden emin olmak vb. yaklaşımlar devrimci komünist yaklaşım olamaz. Bu tür bir anlayış bilgiçlikten başka bir şey olamazdı ve ancak oportünist tutumlara kaynaklı eder. Değişmez diye yanlış yorumlanan bir şiar yüzünden kişilerin ortaya çıkan gerçek durumu ve özgül kitle hareketinin gerçek koşullarını hesaba katmayı reddetmeleri de önceki kadar yanlış bir anlayıştır.
12 Eylül sonrasının ilk öğrenci eylemlerinden olan 44. maddenin kaldırılması kampanyasına, devrimci öğrenciler tarafından burun kıvrıldığı, reformist talep olduğu vb. gerekçelerle uzak durulduğu olmuştur. Ama o koşullarda bu tavır yanaştı, hatalıydı. Bir okulcu hareketin siyasal hareketin düzeyini alçalttığı ya da böldüğü veya ondan uzaklaştığı koşullar mümkündür. Ve bu durumda devrimci komünist öğrencilerin ajitasyonlarını böylesi bir harekete karşı yoğunlaştırması tabii ki zorunludur. Ama herhangi bir kişinin kabul edebileceği gibi o sırada nesnel siyasal koşullar farklıydı. 44. maddeyi hedefleyen kampanya o zaman uzun yıllardan sonraki öğrenci hareketinin başlangıcını ifade ediyordu. Ve o kampanya o zamanlar kitle mücadelesinin diğer biçimlerinin olmadığı bir sırada, bir durgunluğun çöktüğü ve geniş halk kitlesinin hâlâ sessizce, yoğunlukla ve yavaşça 12 eylül öncesinin deneylerini sindirmeye devam ettiği bir sırada başladı. Devrimci öğrencilerin sözü edilen koşullardaki hareketi desteklemeleri yararlanmaları ve yaymak için her çabayı göstermeleri doğru olacaktı. Çünkü kimi koşullarda küçük akademik çatışmaların küçük başlangıcı büyük bir başlangıçtır, çünkü onun ardından bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün, büyük devamlar gelecektir. Burada önemli olan akademik mücadeleyle siyasi çalışmayı içice yürütmek, okulcu vb. talepleri siyasi düzeye çıkarmaya çalışmaktır.
Geçmiş yılların mücadelesi öğrenciler açısından derslerle doludur. Bunların en önemlilerinden birini öğrencilerin halkı saran baskı atmosferinin ve kölelik karanlığının ortasında öğrenim özgürlüğü düşünün olanaksızlığını kavramaları olmuştur. Yalnızca halkın, özellikle de işçilerin desteği, elde edilen başarıları güvence altına alabilir ve bu desteği sağlamak için özerk demokratik üniversite ve öğrenim özgürlüğü talebiyle yetinmemek, bütün halkın özgürlüğü için, siyasal özgürlükler için savaşmak düşüncesinin pekişmesi mücadele içinde kazanılan deneyimlere çok yakından bağlıdır.
Dernek, örgütlenme, eylem birliği, kitleselleşme vb. gibi konular bugün de öğrenciler arasında tartışılmaya devam ediyor. Gelişmelerin gelip bir yerde tıkanmaması için birbirleriyle girift olmuş biçimlerde içice geçen birçok konu içerisinde kavranacak halkayı doğru tespit etmek gözden ırak tutulmaması gerek bir yaklaşımdır. Aksi halde sapla samanı karıştırma, aracın amaç düzeyine yükseltilmesi gibi durumlara düşmek kaçınılmaz olur. Öğrenciler arasında siyasi faaliyeti yaygınlaştırmak, geliştirmek ve diğer çalışmaları ve araçları bu çabaya tabi kılmak devrimciler için büyük önem taşımıyor. Öğrenim ve yaşam koşullarıyla, belli başlı yaşamsal hedefleri onların eğilimlerini büyük ölçüde belirlemektedir. Siyasal ajitasyon faaliyetinde bu temel nesnel gerçek ön planda tutulursa, en geniş öğrenci Kitlesiyle birleşmenin, örgütsel ve siyasal etki alanının genişletilmesinin önü açılmış olacaktır. Bu açıdan dernek, merkezi I örgütlenme, legal, illegal çalışma, folklor vb kültürel faaliyetlere katılma, somut talepleri savunma siyasal faaliyetlerin ekseninde ele alınmak durumunda ve ona hizmet edecek bir yaklaşımlar geliştirmeye ihtiyaç göstermektedir.
12 Eylül cuntasının gençlik üzerinde yarattığı tahribatlardan, ideolojik alanda ortaya çıkanın büyük ağırlığı vardır. Gençlik 12 Eylül’le birlikte, devrim ve sosyalizm ideallerinden büyük ölçüde uzaklaştırılmış, feodal, dinci, emperyalist kültürün ablukasına alınmıştır. Buna bağlı olarak eğilim ve beklentilerde yozlaşma ve gericileşme yönünde değişimler hızla yayılmıştır. Örneğin 12 Eylül öncesi yapılan anketlerde sosyalizmi isteyenlerin oranı % 80’leri bulurken, bu oran 12 Eylül sonrasında % 30’lara kadar düşebilmiştir. Bu durum, gençlik içerisinde burjuva özlemlerin, bireysel kurtuluş yollarının, örneğin Amerikan tipi genç işadamlığının (Yuppi’lik) yoğun biçimlerde körüklenmesinin de bir sonucudur. Devrimci siyasal çalışma bu yoz etkilere karşı da mücadeleyi öne almak zorundadır.
Bugünkü öğrenim yaşamının gün geçtikçe daha da ağırlaşan koşullarına dayanabilmek az sayıdaki rahatı keyfi yerinde burjuva çocuğu dışında, çoğunluk açısından büyük ölçüde zorlaşmıştır. Harç adı altında öğrencilerden alınan harçlar bir kaç misli artırılmıştır; harçlarını ödeyemeyenler okuldan atılma tehdidi altındadırlar. Çünkü harçlarını ödeyemeyenlerin kaydı yapılmayarak ya da sınavlara alınmayarak doğrudan veya dolaylı biçimlerde okuldan atılmaktadırlar. Üniversite giriş çıkışları, kampuslar polis ve jandarmanın işgali altındadırlar. Üniversite giriş çıkışları, kampuslar polis ve jandarmanın işgali altındadır. Resmi, sivil terörü, çevik kuvvet saldırıları okullarda korku ve dehşet havasını hâkim kılmaktadır. Öğrenciler ancak toplu, kitlesel eylemler yaparak baskı ve saldırıları bir ölçüde püskürtebilmektedirler. Fakat her kitlesel öğrenci eylemine polis ve asker sayısı daha da artırılarak yanıt verilmektedir.
Yönetmelikler ve diğer idari düzenlemeler sık sık değiştirilmekte öğrenciler aleyhine olan birçok hükümler ya esas olarak değiştirilmemekte, göz boyanmakta, ya da-değişse bile daha da ağırlaştırılmadadır. Öğrenci dernekleri karşısındaki ne pahasına olursa olsun engelleme tutumu devam ediyor. Tüm bunlara karşılık öğrencilerin tepki ve hoşnutsuzluğunda giderek eğilimler ifadesini yaygın, sürekli, olaylar karşısında sıcağı sıcağına yapılan gösteri ve protestolarda buluyor. Okulların polislerden temizlenmesi, YÖK’ün kaldırılması, okul kapılarından öğrencilerin serbest giriş çıkış yapabilmeleri, harçların kaldırılması gibi istemler, öğrencilerin bugünkü eylemlerinin ve mücadelelerinin bugünkü belli başlı yakın hedefleri arasında. “Genel boykot” şiarı önemli ölçüde taraftar buluyor ve yaygın protestoların bir genel boykota dönüşmesi gündeme geliyor.
Ama bugünlük mücadele ve eylemler içinde gençliğin pratik ve siyasi eğitimi, örgütlenmesi ve siyasi ajitasyon için elverişli bir zemin yakalamak olanaklıdır.
Kuşkusuz tüm bu düzen içi çatışmalar öğrenci gençliğin öğrenim özgürlüğü, demokratik özerk üniversite, demokratik eğitim koşulları vb. taleplerinin elde edilmesinin güvencesini vermez.
Öğrenci gençliğin mücadelesi bütün halkın ve işçi sınıfının demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesiyle birleşmedikçe ve bu mücadelenin bir bileşeni olma özelliğini kazanmadıkça başarıya ulaşamayacağına şüphe yoktur. İşçi sınıfı ve halkın baskı ve sömürü düzenine yönelen mücadelesinin zafere ulaşması aynı zamanda demokratik üniversitenin, parasız eğitimin, işçi ve emekçi çocukları için elverişli koşullarda gerçekleştirilen öğrenimin yaşama geçirilmesine de olanak sağlayacaktır.

Kasım 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑