Yaz tatilinin bitmesiyle bir araya gelme koşullarının kalmadığı belli bir durgunluk döneminin ardından öğrenci gençliğin taze, gür ve mücadeleci sesinin ortalığı çınlatacağı yeni bir ders yılına giriliyor. Yeni öğretim yılında yalnızca okullar açılmıyor. Aynı zamanda öğrenci gençliğin, kendisine dayatılan ekonomik, idari ve siyasi boyunduruğu kırmak için vereceği zorlu bir mücadele döneminin kapıları da aralanıyor. İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerinin yanında Türk ve Kürt öğrencilerinin de faşist diktatörlüğe söyleyecek birkaç çift sözleri olacak. Elbette öğrenciler susturulmak, ağzı kapatılmak istenecek. İşte tam da bu noktada öğrenciler militan, mücadeleci geleneklerini daha bir inatla yasama geçirecekler, baskılara ve diktatörlüğün estirmek isteyeceği faşist teröre boyun eğmeyecek, prim vermeyecekler. Faşist dikta bu koşullarda o paslı silahının da bir işe yaramadığım görmenin kaçınılmaz ıstırabını yaşayacaktır.
12 Eylül faşist cuntasının boy hedeflerinden biri olan öğrenci gençlik üzerinden geçirilen silindirin şokunu hâlâ atlatabilmiş değil. Zaten amaçlanan da darbenin yarattığı pasifikasyonu, korku ve dehşet havasını sürekli kılmak değil miydi?
Ancak, Eylül’ün getirdiği sinmişlik, depolitizasyon henüz kırılmamış olsa bile, bu tür etkilerin dağıtılmasını ve yok edilmesini sağlayan güçlü atılımların gerçekleştirildiğini söylemek mümkün. 14 Nisan bu anlamda güzel bir örnek oluşturmaktadır.
Diktatörlük öğrenci gençliğin mücadelesinden korkuyor. Anarşi, bölücülük vb. teranelerle henüz daha okullar açılmadan, günlerce öncesinden öğrencilere yönelik operasyonlar başlatıldı, öğrencileri sindirmeye yönelik önlemler gözden geçirildi, provokasyonlar için hazırlıklara girişildi. Diktatörlük, aklı sıra kuş uçurtmayacak. Bakalım bu korku ve telaş bir işe yarayacak mı?
Öğrenciler, Yeni Ders Yılına Nasıl Giriyor?
Savaşmak kolay değil. Uygun araçlar gerekiyor. Güçlü olmak ve yenik düşmemek için birliğin gereklerini yerine getirmek büyük önem taşıyor. Grup çıkarlarına tapınmak, başka gruplara hayat hakkı tanımamak ya da diğerlerini zorla kendine tabi kılmak gibi eğilimler birliğe hizmet etmiyor. “En büyük benim, başka büyük yok” anlayışı ve bunun sonucunda diğer gruplara hükmetmeye yeltenme, kendi kural ve prensiplerini dikte ettirmeye kalkışma türünden davranışlar ancak zarar getiriyor. Bu anlayışları kesinlikle terk etmek gerekiyor.
Faşist diktatörlük suskun, uysal köleler istiyor. En basit hak arama davranışını bile “anarşistlik”, “yıkıcılık” vb. nitelendirmelerle engellemeye çalışıyor. Her fırsatta, öğrenci sorunlarım dile getirmek “kışkırtıcılık”, “istismarcılık” diye karalanıp mücadele baltalanmak isteniyor. Muhbirlik, ajanlık teklifleri yağmur gibi yağdırılıyor. Bir yandan ağız açmak kışkırtıcılık olarak damgalanırken, öte yandan yeni hak gasplarına gidiliyor, harçlar birkaç misli artırılıyor, faşist düzenlemeler geliştiriliyor, pekiştiriliyor, öğrencilere barınma ve beslenme gibi acil sorunların çözümsüzlüğü dayatılarak, öğrenim dışı olmaları sağlanmaya çalışılıyor. Maddi koşulların ağırlığı, öğrenciyi zaten büsbütün eziyor. Yasalar ve yönetmelikler öğrenci aleyhine daha da keskinleştiriliyor.
Tüm bunlar karşısında öğrenciler seçeneksiz değil. Mücadele içinde deneyim birikimleri giderek artıyor. Bu anlamda yasal ya da öyle olmasa bile meşru olan yöntemler geliştiriliyor. Başlangıçtaki çocukluk hataları, pişmemişlik, yerini giderek olgunluğa ve sorumluluk duygusunun ağır basmasına bırakıyor. Grupçuluk eskisi kadar sıkı sarılınan bir şey olmaktan çıkıyor. Gruplar arası ilişki ve diyalog belli zaaflara karşın olumlu yönde gelişiyor. Yalnızca öğrenciler arasında değil, diğer halk kesimleri ve demokrasi güçleriyle de daha sağlam bağlar kuruluyor. Bilinçli mücadele için devrimci teoriye verilen önem ve onu kavrama doğrultusundaki çabalar yoğunlaşıyor. Tüm bu olumlulukların geliştirilmesi ise ileriye gitmenin, hedefe varmanın güvencesini oluşturuyor. Bu anlamda cephaneliği zenginleştiriyor.
Ekim 1989