Bir yıl önce ‘Eylül’e inat Eylül ayında çıkmıştık. Çıkmakta çok geç kalmıştık, bunu biliyorduk ama sonuçta çıktık ve bu, Eylül ayında oldu: Türkiye devrimci hareketinin ezilmesi için en kapsamlı ve en gerici operasyonunun yapıldığı ayda, Türk gericiliği ve Türk egemen sınıfları doğrusu ya devrimci işçi ve halk hareketini, komünist ve devrimci demokrat örgütleri -çoğu kendi zaaflarından kaynaklanan nedenlerle- bastırmakta oldukça başarılı oldu. Bu “başarı” herkes tarafından teslim edildi.
Ne var ki ne 12 Eylül darbesi ve ordu, ne 12 Eylül darbesinin ardındaki egemen sınıflar ve emperyalizm ne de başka herhangi bir güç Türkiye ve Kürt halkının yaşadığı bölgede ulusal ve sosyal uyanışı engelleyemediği gibi örgütlenmesini ve egemen sınıflar ve onların devleti ve ordusu karşısına diri bir güç olarak çıkmasını engelleyemedi, yeni “12 Eylül”ler yaşansa bile engelleyemeyecek. Ayrıca yeni 12 Eylüller Türkiye ve Kürt devrimci demokrat hareketini öncekinde olduğu gibi hemen hemen sıfırdan başlamak zorunda da bırakamayacak. Bunlar mutlaka 80 Eylül’ünden farklı olarak daha büyük bir hırs, istek ve inançla direnecek ve bugünden yarına daha kalıcı şeyler götürebilecek. Bir yeni cuntanın Türkiye’de dikensiz bir gül bahçesi yaratması pek kolay olmayacak.
Aynı şeyi basın için de söylemek olanaklı. Yeni bir saldırı dalgası, devrimci ve sosyalist basını eskisi gibi kolay kolay etkisizleştirip sindiremeyecek. Devrimci basın -ve bu arada biz- bunun bilinciyle hareket ediyor. Gerçi devrimci yayın organlarının önemli bir kısmında 12 Eylül öncesi yayın anlayışının izleri, dahası birçok hatası canlı bir şekilde varlığını sürdürüyor. Ders çıkarmayanlar ya da çıkarmasını bilmeyenler bu hataları ısrarla hayata geçiriyor. Bir kısmı bilmeyerek yapıyor bunu, bir kısmı ise geçici bir takım zaferlerin verdiği sarhoşlukla ipin ucunu kaçırdığı için kendini kaptırmış gidiyor.
Türkiye devrimci hareketinin (bununla elbette ve esas olarak ihtilalci olanını kastediyoruz) özellikle basın konusundaki deneysizliğinden, geçmişten ciddi bir miras devralamayışından ve devrimini yapmış ülkelerin devrim öncesi yayın faaliyetlerini yeterince öğrenememiş, anlayamamış ve kavrayamamış olmasından dolayı, yayın faaliyetlerinde içine düştüğü hatalar var. Buna bir de çeşitli devrimci demokrat ve komünist örgüt ve hareketin normal bir çıkış, normal bir soluk borusu bulamayışı sonucu, pek de normal sayılamayacak çıkış yollarını zorlamasını eklemek gerek. Sonuç: Ortaya garip bir yayıncılık anlayışı çıkıyor. Yayın hayatımıza başladığımızda, -bu konuda gelebilecek eleştirilere göğüs germeyi önümüze koyarak- ne pahasına olursa olsun “yayın organının bir örgüt gibi kullanılması” hatasına düşmemeyi kararlaştırmıştık. İşlevi ve misyonu yalnızca yayın organı, devrimci bir yayın organı olan bir dergi… Bu anlayışı hayata geçirdiğimizi sanıyoruz.
Bu konuda, eskinin alışkanlıklarını sürdürdüğünü ve devraldığını düşündüğümüz hemen hemen bütün devrimci yayın organlarının görevli, temsilci ya da yazarları, bu anlayış ve yaklaşımımızdan dolayı bizi çeşitli düzeylerde eleştirdi ve kınadı. Örneğin pek çok konuda ortak yaklaşımlara sahip olduğumuz, belki bir arada olmamız gereken, ilk çıktığımızda ve şimdi bize pek çok yardımı olan, yardımlaştığımız, dayanıştığımız bir devrimci yayın organı, bizim bu konudaki anlayışımızı kastederek, kendilerinin böyle bir sağcı hataya düşmediklerinden söz edebiliyor. Oysa ki biz, anlayışımızın, yayın organı olmak İçin olmazsa olmaz şartlarından biri olduğunu düşünüyoruz. Bu anlayışımızı ne ölçüde başarılı bir şekilde hayata geçirebildiğimiz ise ayrı bir konu.
Yayın anlayışı konusunda bazen çok tuhaf olaylarla karşılaşıyoruz diğer devrimci yayın organı ya da bir kısım dernek temsilcileriyle. Örneğin geçtiğimiz aylarda miting düzenleyen bir derneğin iki temsilcisi büromuza gelerek bizi ve “taraftarlarımızı” mitinge katılmaya ve katılmamız durum unda tertip komitesinin disiplinine uymaya davet etti. Biz, kendi kendimizi temsil ettiğimizi, taraftar kitlesi gibi bir şeyi temsil etmediğimizi, mitinge gelirsek muhabir ve fotoğrafçı olarak bir veya iki kişiyi gönderebileceğimizi, bunun dışında çalışanlarımıza özel bir davet çıkarmak gerekmediğini, mitingin doğal duyurusundan etkilenerek gelebileceğini söyledik. Bize inanmaz bakışlarla baktıktan sonra gittiler. Dergimizden bir arkadaşımız mitingi izlemek ve izlenimlerini bir sonraki sayıda yazmak üzere mitinge katıldı.
İki gün sonra bizi mitinge davet edenler ellerinde bir illegal örgütün bildiri ve pulu ile karşımıza çıktılar. Ellerindeki bildiri ve pullar bir illegal örgütçe mitingde dağıtılmış. Bizi sözümüze uymamakla, pro-vokatif davranmakla, miting disiplinini ihlal etmekle suçladılar ve hesap sormakla tehdit ettiler. Bunları, her ne kadar çoğunluk görüşlerimizde çakışma olsa bile sözünü ettikleri devrimci komünist örgütle organik bir bağımızın olmadığına ve yapılan bir eylemin, yapanını bağladığına bir türlü ikna edemedik. Yanlış adrese başvurduklarını anlatamadık.
Doğru, biz bir misyonu temsil ediyoruz. Bu misyonu temsil ettiğimizin anlaşılabilmesi için “gözümüzün içine bakın, ne dediğimizi anlarsınız.” dememize gerek yok. Zaten deme gereği de duymuyoruz. Misyonumuz biliniyor: Çalışanlarımızın önemli bir kısmı, yasadışı bir örgütün üyesi olmaktan 2 yıl ile 15 yıl arasında hapis yatmış insanlar. Bunu herkes biliyor. Elbette polis de biliyor. Bunu saklamaya gizlemeye çalışmak devekuşu gibi kafasını kuma gömmek olur. Ayrıca görüş ve düşüncelerimizin yasal ya da yasadışı bir örgütün görüş ve düşüncelerine yakın ya da benzer olması da olanaklı. Görüşlerimizin bir örgütün görüşlerine benzemesi, o görüşleri terk etmenin ya da görüşleri benzeyen örgütün uzantısı olmanın neden ve gerekçeleri olamayacağına göre ne diye kendimizi sıkıntıya sokup kendi yayın anlayışımızı değiştirelim ve ondan taviz verelim? Biz doğru olduğuna inandığımız şeyi yazacak ve yayın anlayışımız gereği yapılması gereken şey neyse onu yapacağız. Bunu yapmaktan dolayı başımıza iş açılacak, kovuşturmaya uğrayacak ya da çeşitli baskılara mı maruz kalacağız? Bundan hiçbir şekilde kaçmıyoruz. Mevcut yasalara göre “suç” işlemekten dolayı da bir korkumuz yok. Basının önündeki engellerin kalkmasına katkıda bulunmak için ha bire “suç” işleyip duruyoruz zaten. . Ama sırf’ ‘suç” işlemiş olmak için de suç işlemek veya başkaları istiyor diye yanlış ve çarpık bir yayın anlayışını hayata geçirmek gibi bir niyetimiz yok. Söylemek istediklerimizi en yalın biçimiyle söyleyemediğimiz açık. Ama söylüyoruz. Belki biraz Ezopça bir dil kullanıyoruz, belki biraz bulanıklaşmış oluyor söylemek istediklerimiz ama söylüyoruz. Bunu, basında, özellikle de devrimci basında çalışanlar çok iyi biliyor. Sonuçta biz, her istediğimizi söylüyoruz.
Ayrıca yasal ya da yasadışı bir örgüt, görüşlerimizi beğendiğini, düşüncelerimizin kendi düşünceleriyle çakıştığını da söyleyebilir. Bu durum da savunmaya çekilmemizi ya da bunun böyle olmadığını ispatlamaya çalışmamızı gerektirmez. Öyleyse öyledir, ne yapalım? Böyle olsa bile biz yine bir yayın organı olduğumuzun bilinci ile hareket edeceğiz. Yani kendimize bir örgüt misyonu yüklemeyeceğiz. Parti parti gibi, dernek dernek gibi, yayın organı da yayın organı gibi çalışmalı. Biri diğerinin yerine geçerek veya işlevlerinin bir kısmını oymuş gibi yapmaya çalışarak değil. Mitingler düzenlemek, bildiriler yayınlamak, kampanyalar örgütlemek, daha çok bir örgütü ilgilendiren şu ya da bu işin yapılması için çağrılarda bulunmak yayın organlarının işi değil. Çalışanları, istedikleri türden faaliyetlerde bulunmakta serbesttir ama, yayın organının görevi yukarıda sayılanları bilfiil yapmak değil, onlara yayınında gerçeğe ve devrimci hareketin çıkarlarına uygun düşecek tarzda yer vermek, çağrıları yayınlamak, kampanyalar hakkında bilgi vermek, ama özellikle teorik-ideolojik mücadelenin aracı olmak olabilir. Biz esas olarak bunu yapmaya çalıştık, bundan sonra da böyle davranmaya devam edeceğiz. Bunun yanlış ve sağcı bir tutum olduğunu da düşünmüyoruz,, dergimizin okuru, sadece okurudur, taraftarı değil.. O okur şu ya da bu partinin, hareketin, birliğin vb. taraftarı ya da üyesi olabilir. Bizim açımızdan okurdur. İlgisi ve yardımı okur düzeyinde olur, daha başka düzeylerde değil. Belki okurlarımızla çok daha derinlerden birbirimizi anladığımız ve kaynaştığımız için, dayanışmamız, günlük ya da haftalık burjuva basın ile onun okurunun dayanışmasından daha ileride olabilir (olmalıdır da) ya da böyle bir hedefe karşılıklı olarak ulaşmalıyız ama, ilişkilerimiz ancak böyle olabilir.
Gerçi böyle bir yayın (ya da dergicilik) anlayışı, son derece kıt olan olanaklarımız (maddi ve eleman düzeyinde) göz önünde bulundurulduğunda, hiç değilse kısa ve orta erimde bize zarar veren bir sonuca yolaçtı. 3. sayımızda bu anlayışımızı formüle ettikten sonra, çalışmamıza olan amatör katkıların bıçakla kesilir gibi azaldığını gördük. 3. sayımızla başlayan durum hSlâ varlığını sürdürüyor.
Çalışmalarımıza yapılan amatör katkıların kesilmesinde (ya da minimum düzeye inmesinde) 3. sayımızda yayınladığımız başyazımızın kısmen yanlış anlaşılması, o yazımızla ve referandum konusunda aldığımız tutumla misyonumuzdan farklı bir noktaya savrulduğumuz imajının okuyucularımızın bilincinde oluşmasının rolü oldu. Okuyucularımız bu kanılarını yazdıkları mektuplarla bize duyurdular.
Gerçekte ise ne biz misyonumuzdan kopmuştuk ne de okuyucularımızın çeşitli düzeylerdeki katkılarına son vermelerini istiyorduk. Bizim yapmayı düşündüğümüz şey kendini başka şeylerin yerine koymayan bir yayın organı (işlevi militan bir habercilik ve teorik eğitim aracı olan) anlayışını yerleştirmek ve bu arada da geçmişte ve şimdi olabildiği gibi dergi çevresinde ve kendini o derginin adıyla tanıtan gruplaşmaların oluşmasını engellemekti. Gruplaşma olacaksa bu, derginin etrafında değil başka şeylerin etrafında olmalıydı. Bunu -kendimiz açısından-gerçekleştirdiğimizi düşünüyoruz.
Bunun dışında, okuyucularımızla daha sıkı ve sıcak bir ilişki sürdürmeyi istiyorduk. Okuyucularımızın dergimize olan ve olabilecek maddi, teknik, haber, resim, mektup vb. biçimindeki katkıları olmadan bir siyasi-kültürel derginin yaşaması, içinde bulunduğumuz ortamda hemen hemen olanaksızdı. Biz bu olanaksızlığı, okuyucularımızın minimuma inmiş amatör katkılarıyla aşmaya çalıştık. Halen de aşmaya çalışıyoruz. Ancak bunun pek de kolay olmadığını söylemek durumundayız.
Yayına başladığımızdan bu yana üzerinde titizlikle durduğumuz bir başka tutum da diğer devrimci yayın organlarıyla kısır tartışmalara girmekten kaçınmak oldu. Tartışmalara elbetteki kendimizi kapama-dıkj ne var ki bir yanıyla henüz tartışmaların olgunlaşmamış oluşu ve çoğunluklaHeorik olmaktan çok pratik meseleler etrafında dönüyor olması nedeniyle, bu tür tartışmalardan uzak kalmanın bize çok şey kaybettireceği kanısında da değildik. Bununla birlikte ilk çıktığımız andan İtibaren Gorbaçovcu liberalizm ve reformizme karşı net ve ısrarlı bir tavır takındık, ona karşı mücadeleyi ciddiye aldık. Bu mücadelenin hâlâ da Türkiye’de esmekte olan liberal rüzgâra karşı birleştirilerek sürdürülmesi gerektiği kanısındayız.
Tartışma ve eleştirilerde üslubun öneminden hareketle, sert ve kırıcı tavırlara maruz kaldığımız halde biz, aynı yola başvurmadık, bundan sonra başvurmayı düşünmüyoruz da. Burnu büyüklük, sekter-lik ve kırıcılık pratik sınıf mücadelesinde ve yayında, devrimcilerin birbirlerine karşı kullandıkları yöntemler olarak hâli var. Bizce bu aşılmalı ve kullanılmamalı. Biz kullanmadık, kullanmayacağız.
Amacımız burada, İlk çıktığımız sayıdan başlayarak nasıl bir seyir İzlediğimizi anlatmak değil. Yalnızca önemli bulduğumuz bazı konular üzerinde durmak. Bunun dışında yapamadıklarımızı ve başaramadıklarımızı nedenleriyle birlikte okuyucularımıza aktarmak ve bu konuda sorunlarımızı paylaşmak.
Esasında elinizdeki derginin 13. sayımız olması gerekiyordu. Şayet biz Cağaloğlu’nu, piyasasını, kısacası yayın dünyasını, teknik işleri ve onun getirdiği sorunları biliyor ve İşe öyle başlıyor olsaydık elinizde şimdi 13. sayımız olacak ve birinci yılımızı öyle bitiriyor olacaktık. Ne var ki sanılanın tersine bir yığın acemilik ve bilgisizlik, üstüne üstlük cılız bir sermaye ile işe başlamamız, bizi çok kısa bir süre sonra tıkanma noktasına getirdi. Kısa zamanda dışarıya iş yaptırarak dergiyi çıkarmanın, en azından maddi bakımdan olanaklı olmadığını, dahası istediğimiz gibi bir dergi çıkaramayacağımızı anladık. Ne var ki bunu anlamak yetmiyordu. Derginin çıkışındaki bütün aşamalara müdahale edebilmek için dergi işlerini bütün yönleriyle bilmek gerekiyordu. Oysa o günlerde bu tür işleri bilmekten çok uzaktık. Öğrenmemiz epey uzun bir zaman aldı. Bu arada yeni acemilikler yaşadık. Bize yardıma gelen, mektup ya da telefonla yardım etme tekliflerinde bulunan birçok insanı nasıl değerlendireceğimizi ve bu yardımları nasıl organize edebileceğimizi bilmediğimizden apışıp kaldık. Başvuranlara doğru dürüst yanıt veremediğimizden, başvuranlar, kendilerine gereksinimimiz olmadığı için onlardan yararlanmak istemediğimizi zannederek zamanla uzaklaştılar ve eskisi gibi aramaz oldular. Amatör katkıların azalmasının bir nedenine daha önce İşaret etmiştik, diğer nedeni ise tamamen bizden kaynaklanan bilgisizliğimiz oldu.
Kısa sürede pek çok şeyi öğrendik ve dergimizi aşağı yukarı tamamen biz çıkarmaya başladık. Ne var ki tamamen bizim çıkarmaya başlamamız da her şeyi başarılı bir şekilde yerine getirmeye başladığımız anlamına gelmiyordu. Dergiyi artık eskisinden daha ucuza mal ediyor, teknik bakımdan daha iyi bir hale getiriyorduk ama çalışanlarımızın giderek azalması, maddi olanaklarımızın giderek daha çok daralması derginin tüm gereksinmelerini en iyi şekilde yapmamızı engelliyordu. Örneğin dergiye yollanan mektupları hâlâ gereği gibi değerlendiremiyoruz. Bu değerlendirememe mektupları yayınlayamamaktan başlıyor, hiç değilse neden yayınlayamadığımızı anlatamamaya kadar uzanıyor. Mektupları okuyor, onlardan yararlanıyoruz, okuyucularımızın uyarılarını dikkate alıyoruz ama okuyucularımıza bunu, mektuplarını yanıtlayarak hissettiremiyoruz.
Mektubuna mektupla yanıt almak isteyen okuyucularımızın bu isteklerini ise hemen hemen hiç yerine getiremedik. Zaman zaman dergide mektuplara yer verdik. Ama diğerinde okuyucularımıza söyleyecek hiçbir şeyimiz yok. Açıkçası sayımız da yetmediği için yetişemiyoruz, düzeltemediğimiz için çok sıkıntı duyduğumuz eksiklerimizin başında bu geliyor. Düzeltmeye çalışacağız.
Çok çaba harcamamıza karşın dergide yine de cümle ya da kelime yanlışları çıkıyor. Bazen atlamalar ya da tekrarlar da oluyor. Tamamen eleman azlığına bağlı bu sorun da çözmeyi çok istediğimiz bir başka sorunumuz. Üstüne üstlük bazen yanlış anlamalara yol açabilecek çoğu eksikleri bir sonraki sayıda düzeltemediklerimiz de oluyor. Arada bir okuyucularımızın uyarısıyla bazı fahiş hataları bir sonraki sayıda düzeltiyoruz, ama bu, düzeltmelere tam anlamıyla hakimiz anlamına gelmiyor. Bunun da sıkıntısını duyuyoruz, ama düzelteceğiz.
Bir başka sıkıntımız da temsilci sorunu. İlk sayımızda temsilci olmak isteyenlerin başvurularını beklediğimizi belirtmiştik. Bu çağrı üzerine temsilci olmak isteyen birçok insan mektupla başvurdu. Ancak gidip bizzat temsilcilerle konuşmak gerekiyordu. İlk günlerin karışıklığına maddi sorunlarımız da eklenince bu iş sürüncemede kaldı. Daha sonra biz kendimiz, yayın anlayışımız gereği temsilcilik kurmaktan vazgeçtik. Nasıl olsa bu temsilcilikleri profesyonelce, haber akışının düzenli olarak akışını düzenleyecek bir basamak olarak kullanamayacaktık. Her şeyden önce haber dergisi değildik. Temsilcilikler böyle değerlendirilemeyince dergiye nasıl yararlı olacaklardı? Bunları maddi olarak finanse etmemiz zaten olanaklı değildi. Bu işi profesyonellikle yapamayınca temsilciliklerin, yayın anlayışımıza uygun düşmeyen bir konuma düşmesi olasılığı da vardı. Temsilcilikler kurmaktan vazgeçtik. Hiç değilse şimdilik… Ne var ki bu durumu okuyucularımıza da duyuramadık. Bu yüzden hâlâ temsilcilik için başvuruda bulunanlar oluyor. Bu ihmalkârlığımızdan dolayı, başvuruda bulunan okuyucularımızdan özür diliyoruz.
Haber ve röportajlarımızın önemli bir kısmını şimdilik sorumlu yazı işleri müdürümüz yapıyor. Karabük, İskenderun Kazlıçeşme, cezaevleri veya bir başka yerde olay, grev ya da buna benzer bir gelişme olunca tam bir basın emekçisi gibi fotoğraf makinesini ve teybini çantasına koyup yola koyuluyor. Dergiye gelen yazıların yayınlanması için incelenmesine ek olarak üstüne yıkılan bu işlere şimdilik bir itirazı yok, bu da hem işimizi kolaylaştırıyor, hem de dergimize bir çeşni katıyor.
Başvuru üzerine muhabir kartı verdiğimiz okuyucularımız (Avrupa muhabirlerimiz hariç) haber akışı konusunda gereksinmelerimizi karşılayabilecek bir performans gösteremediler. Gönderdikleri haberlerde ya somut belgelerin eksikliği kendini hissettirdi, ya yer, zaman ve isim unsurları yönünden eksiklikler taşıdı ya da fotoğrafsızlık nedeni İle zayıf kaldı. Sonuçta, muhabirlerden gelen (hiç göndermeyenler de var) hemen hiçbir haberi yayınlayamadık. Bu bakımdan muhabirlerimize ürettiği haberlerde bu unsurlara dikkat etmelerinin önemini bir kez daha hatırlatalım.
Şu an en büyük gereksinimimiz çeşitli il ve ilçelerde derginin satışını izleyecek ve denetleyecek
“denetçiler”. Kaç derginin geldiği, kaçının satıldığı, gelen dergiler yetmemişse daha kaç dergiye ihtiyaç duyulduğu, bayının dergiye karşı özel bir engelleyici tutumu olup olmadığının tespiti gibi şeyleri izleyip bildirecek gönüllü denetçilere gereksinimimiz var. Hürriyet Dağıtım bunların tespitinde hemen hemen hiçbir katkıda bulunmuyor, bulunduğu zaman da çoğunlukla yanlış veriler sunuyor. Hür-Da ya karşı elimiz de mahkûm olduğu, başkaca bir seçeneği kullanma şansımız bulunmadığına göre, bunu gönüllü denetçilerle mükemmel değil ama iyiye yakın hale getirebiliriz.
İkinci yılımıza bir yığın sorun ve eksikle giriyoruz. Başlangıçtan daha iyi bir noktadayız ama biz de halimizden memnun değiliz. Ne var ki bunları çözeceğiz. Yardımlarınız ve katkılarınızla daha kısa sürede daha iyi bir noktaya gelmek mümkün. Daha iyi olacağız.
Eylül 1989