Proleter partizanlık ve onun sınıf mücadelesi içindeki yeri -2

3. Yazar ve sanatçıların Marksist-Leninist dünya görüşünün düzeyinin yükseltilmesi
Proleter partizanlığın sağlamlaştırılması, her yazar ve sanatçının yaşamdan çıkardığı tüm malzemeleri Marksist-Leninist ideolojimizin coşkusuyla yorumlama ve tahlil etme yeteneği ile yakından ilintilidir. Bu yüzden proleter partizanlığın gerçekleştirilmesinde sanatçının kendisinin dünya görüşü belirleyici bir rol oynar. Bunu, her sanatçının yaratıcı çalışmasının yönünü ve niteliğini onun (sanatçının -çn.) dünya görüşünün belirlediği için söylüyoruz. Bu nedenle her yazar ve sanatçı kendi ideolojik düzeyinin yükseltilmesi çabasının objektif bir zorunluluk olduğunu hissetmelidir; çünkü ancak bu şekilde sınıf mücadelesinin karmaşık niteliği doğru bir şekilde yansıtılabilir, yabancı ideolojinin baskısına karşı konabilir ve sağlam militan bir saldırı ruhunun ürünleri yaratılabilir. Partinin 7. Kongresinde Enver Hoca Yoldaş, ” Marksist-Leninist ideolojik düzeylerini yükseltmek için durmaksızın çalışan, Partinin öğretilerini iyice kavrayan, aktif bir siyasi yaşam sürdüren, kitlelerin yaşamı içerisine tam olarak girmiş ve halkımızın ve kültürümüzün devrimci tarihi gelişmesinin yolu hakkında derin bilgi sahibi olan yazarlar, bu görevlerde en fazla başarıya ulaşırlar. Devrimci sanat, kalbi halkıyla birlikte atan devrimci sanatçılar tarafından yaratılır” (6) dedi.
Enver Hoca Yoldaşın bu sözleri, Marksist-Leninist dünya görüşünün yalnızca teorik öneme değil, büyük bir pratik harekete geçirici güve de sahip olduğu düşüncesini açıkça ifade eder. Parti rehberliğindeki bütün edebi ve sanatsal pratiğimiz bu düşüncenin geçerliliğini kanıtlamıştır. Marksist-Leninist dünya görüşünde tam olarak ustalaşmış olan sanatçılar her zaman sağlam bir konuma sahiptirler ve yüksek sanatsal düzeye sahip militan ve partizan bir sanat yaratmışlardır. Marksist-Leninist dünya görüşünü iyice öğrenmeden, kişi, yaşamın karışık olgularında kendi yerini bulamaz. Toplumumuzun gelişmesinin temel eğilimlerini devrimci sınıf tavrıyla açığa çıkaramaz. Bunun yanında Marksist-Leninist ideoloji salt merak gidermek için ya da yalnızca kişinin genel kültürünü artırmak için, bir soruyu yanıtlayabilmek, ya da belirli dinleme salonlarında bir konuşmacı olarak yeteneğini göstermek için incelenmemelidir. Onun incelenmesi de, maksatlı olmalı, bir amaç taşımalıdır. Partinin 7. Kongresi’ndeki raporunda Enver Hoca Yoldaş şöyle dedi: “Biz Marksizm-Leninizm’i öğrenmek adına öğrenmeyiz. Onu yaşama uygulamak ve böylece her eylemde onun ilkelerini rehber edinebilmek ve her şeyi onun ruhuyla tartabilmek için öğreniriz. Teorinin yaşam ve devrimci pratik ile yakından ilintili olarak böyle bir incelenmesi gerçek komünist şekillemeye, yalnızca bilimsel değil aynı zamanda devrimci nitelikte bir görüşün yaratılmasına hizmet eder ve böylece insanlarımız her zaman sosyalizm davasında azimli birer savaşçı ve düşmanlar ve (onların -Ç.N) ideolojileri karşısında uzlaşmaz olurlar’
Partimiz belgelerinde, Enver Hoca Yoldaş’ın eserlerinde, Marksizm-Leninizm’in genel kural ve ilkelerinin ülkemiz koşullarında yaratıcı uygulamalarının tecrübeleri yansımış ve toparlanmış, devrim ve sosyalizmi inşanın pratiğinin ve emperyalizme ve revizyonizme karşı mücadelenin zengin tecrübesinin bir sentezi yapılmıştır. Yazar ve sanatçılarımız Marksist felsefe, ekonomi politik, bilimsel sosyalizm, ahlakımız ve estetik ve teorik düşüncemiz hakkında bütünlüklü bir bilgi edinirken, aynı zamanda, sosyalist gerçekçiliğin ilkeleri doğrultusunda doğru bir yolda gelişmiş bulunan edebiyat ve sanatımızın zengin tecrübesini daha iyi kavramalıdırlar. Bu yalnızca yazarlar ve sanatçılar tarafından değil, bütün editörler, eleştirmenler, bilim adamları ve sanat kesimini yöneten tüm kadrolar tarafından yerine getirilmelidir. Düşüncelerden yoksun olan ve yayınlanan tüm kitaplar onları yayıncılara öneren eleştirmenlerin ellerinden geçmiştir, ikinci onay editörler tarafından ve üçüncüsü yayınevlerinin yöneticilerinin kendileri tarafından yapılmıştır. Bütün bunlarda ya kişisel dostluklar ilkelerin üzerine çıkarılmış ya da kişinin dünya görüşü yetersiz olarak şekillenmiştir. Ya da ideolojik uyanıklık körelmiştir. İki yıl önce “Otuzların Şairleri” adlı kitap yayınlandı. Editör bu kitapta, yazıları 1940’ların başında faşist basında çıkmış olan, yabancı işgalciler ve halk düşmanı rejimlerle uzlaşmış olan yazarların yazılarına bile yer verdi. Bu, o dönemdeki parti belgelerinin yetersiz incelenmesinin yanı sıra edebi ve sanatsal geçmişe duygusal bir yaklaşımdan da kaynaklanmaktadır.
Ama sanatçı ve yazarların devrimci eğitimleri ve çelikleşmeleri yalnızca ideolojik çalışma aracılığıyla başarılamaz. Parti örgütlerinin, yazar ve sanatçıların devrimcileştirilmeleri faaliyetlerinin bütün diğer yönleriyle de, onların ülkenin yaşamıyla bütünleştirilmeleri, yoğun siyasi ortamda yaşamaları ve toplumsal sorunların çözümünde harekete geçirilmeleri ile de ilgilenmesi şarttır. Onlar militan insanlar partinin siyasetiyle yaşayan insanlar olmalıdır. Sanatçımız her zaman ilk önce siyasi bir kişidir. Parti siyaseti sanatçıya güçlü bir coşku ve sınıf tavrı aşılar ve bunun sonucunda o, (sanatçı çn) partinin ilkelerini sürekli olarak savunabilir. Günümüzde burjuva ve revizyonist teorisyenler, yazarları ya devrimci siyasetin dışında tutmaya ya da onları genelde toplumun sorunlarına ilgisiz kişiler haline getirmeye çalışmaktalar. Kaşarlanmış revizyonist Sovyet yazarı Marietta Shaginian, Sovyetler Birliğinde yakınlarda yayınlanmış olan “Lenin’den dört ders” adlı kitabında, burjuva teorisyenlerin her zaman yaptıkları gibi siyaset ile sanatı denk görmektedir. Bu revizyonist yazar ve yayıncı Lenin’in Gorki ile mektuplaşmalarını karıştırarak, şöyle yazıyor “Bu mektuplaşmanın her kelimesinde insan, o ürkek, çekingen, inatçı, duygusal, gayretli Gorki’yle arkadaşlığının, o kaba, farklı, tuhaf adamın soruları sayesinde bu arkadaşlıkta düşüncelerini bileyen Lenin’e ne kadar gerekil olduğunun bilincine varıyor. Sanatçı politikacıya hava, yemek, sol bacağın sağ bacağı gereksinimi kadar gerekliydi” ve devam ediyor: “… Bence Gorki başka bir kişi olsaydı, 1908 ve 1917’de ve belki de bu tarihlerden evvel ve sonra, birden fazla hata yapmasaydı, İlyiç ona kızarak, onda ısrar ederek,’onunla polemiklerde düşüncelerini bileyerek, onu o kadar sevemeyebilecekti” (Marietta Shaginian, “Chetyre Vroka u Lenina’, Moskova 1970, s.201) Bu kısa satırlar yalnızca proletaryanın iki büyük isminin, Lenin ve Gorki’nin, değil, aynı zamanda Leninist sanatta partizanlık siyasetinin de şeytanda çarpıtılmasını açıkça ortaya koyuyor. Revizyonist yazar bir yanda sanatçıyı politikacıyla denkleştiriyor, öte yanda Gorki’yi proletaryanın önderinin eğlendiricisi rolüne sokuyor. Lenin’in Görüye onunla polemiklerinde “düşüncelerini bilemek” için yakınlaşmadığını, onu devrimin ortak bir savaşçısı ve neferi yapmayı amaçladığını herkes bilir. Bundan da öte Lenin Gorki’yi devrim davasına hiçbir zaman “yabancı” olarak değerlendirmemiştir. Shaginian’ın söyledikleri utanmazca bir uydurmadır.
Burjuva dünya görüşlerinin rehberliğindeki Sovyet revizyonist teorisyenleri yalnızca yaratıcı pratikte değil, aynı zamanda teoride de partizanlık ilkesinin gözden geçirilmesini açıkça gündeme getiriyorlar. Gerçekte onlar partizanlıktan yanalar, yeter ki o revizyonist partizanlık olsun. Gerçekten onlar burjuva düzene sahip ülkelerde yalnızca “komünist partilerde örgütlenmiş, (siz revizyonist partiler okuyun) yazarların bu partizanlıkta ustalaşabileceğini iddia eden “teori’yi ortaya atıyorlar. Proleter partizanlığın yalnızca örgütlenmiş sanatçılar için geçerli olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama revizyonist teorisyenlere göre bu ilke sözde gözden geçirilmeliymiş. Revizyonist araştırman G. Staretst şöyle yazıyor: ‘Böylece, burjuva düzenin çerçevesi içerisinde, revizyonist partizanlık, bir kural olarak, yalnızca parti ile örgütsel olarak ilişkiyi yazarlar tarafından gerçekleştirilebilir’ Bundan dolayı, bu teorisyene göre, parti üyesi olmayan Gorki ve Mayakovski sözde eserlerinde partizanlığı gerçekleştiremediler. Doğru, onlar bu teorisyenin ardında olduğu revizyonist partizanlığı gerçekleştiremediler.
İster ‘sınıflar-üstü’ sanat olarak kamufle edilmiş olsun, isterse açıkça ortaya çıksın, eğri büğrü ve ikiyüzlü ama aynı zamanda saldırgan bir şekilde, proleter partizanlık ve sosyalist gerçekçiliğe karşı çıkan bütün modernizm yanlısı gerici eğilimlerin, akımların ve yöntemlerin esası burjuva partizanlıktır. Böylece bugün proleter partizanlığa sarılmak demek, burjuva ve revizyonist ideoloji ile savaşmak, ülke içinde ve uluslararası arenada gerici dünya görüşü ile mücadele etmek ve partinin çizgisinin ideolojisinin yorulmadan propagandasını yapmak demektir. Bugün revizyonist ve burjuva estetikçiler düşkünlüğü, mantıksızlığı, anlamsızlığın vaaz edilmesini vb. dünya çapında moda yapmışlardır. Sovyetler Birliği’nde iyi tanınan Ailen Ginzburg şöyle yazıyor: “Bütün devrimci düşüncelerin ve insan bilincindeki alışılmış davranış yöntemlerinin modası geçmiştir’.
Bütün bu ideolojik kargaşa ve yaşantımıza şiddetli baskı uygulayan bütün bu gerici akımlar karşısında, her yazar ve sanatçının, sanatımızın bütün alanlarında Marksist-Leninist dünya görüşlerinin düzeyini yükseltme mücadelesi her zamankinden daha gereklidir. Enver Hoca Yoldaşın öğrettiği gibi, ‘Düşmanların birleşik cephesiyle, kendi iç cephemizi, her alanda, savunma ve ekonomi, siyaset ve ideoloji alanlarında sağlamlaştırarak ve sınıf mücadelesini sürekli olarak sürdürerek başa çıkabiliriz”
Sanatın ulusal niteliğinin sorunları bugün basit bir akademik tahlil olarak ele alınamaz. Çünkü onlar sınıfsal taraf tutmaya ve proleter partizanlığa tabi önemli siyasal ve ideolojik sorunlardır. Özgün ulusal özelliklerin ve genelde ulusal niteliğin sanatta yansıması sınıf mücadelesi ve tarihten ayrılamaz. Ulusal karakteri ifade eden en belirgin ve etkin öğelerden biri sanatçının kendisinin yurtseverliği, kendi halkında bulduğu ve yurtseverliğin yaratıcı yeteneğidir, ilkelerden tamamen yoksun küstahlıklarıyla Sovyet revizyonistleri kendi yayınlarında ve burjuva sanatsal ve siyasal edebiyatından yaptıkları çevirilerde halkımızın yurtseverliğine doğrudan ya da dolaylı olarak darbe vurabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadırlar. Son zamanlarda Moskova’da L. Mosley’in “Kaybedilmiş Zaman” adlı kitabı yayınlandı İngiliz yazarı diğer şeylerin yanında şöyle diyor. “Nisanın yedisinde, Dük, donanmasına ait gemileri Durres limanına gönderdi ve bütün Arnavutluk’u bir direnişle karşılaşmadan işgal etti” (L. Mosley “Kaybedilmiş Zaman”, Rusça baskı 1972, s. 219) Bu halkımızın yurtsever duygularını alaycı bir şekilde inciten, tarihin kötü maksatlı bir çarpıtılmasıdır. 7 Nisan 1939’da Zogo ve feodal-burjuva rejim tarafından ihanete uğramalarına rağmen halkımızın faşist işgalcilere karşı ülkesini ve şerefini korumak için kahramanca dövüştüğünü herkes bilir.
Edebiyat ve sanatımız yurtseverliğini bizzat hakimizin yaşamının içerisinden almıştır. Bu gerçeklik sanatımıza kendi ulusal tonunu ve rengini vermiştir. Bu nedenle sanatın ulusal niteliği, ülke sevgisi, yurttaşlık sorumluluktan ve militan özelliğiyle onun (sanatın ç.n) eğitici gücünü artırmasına doğrudan doğruya yardımcı olur. Böylece ulusal nitelik sorununun sanatçının ideolojik eğilimleri ve dünya görüşüyle ve onun partizanlığıyla yakından ilintili olduğu sonucuna varırız. Sanatçıların ideolojileri ve dünya görüşleri onların yurtseverlik kavramlarını ve sanatlarında ulusal niteliğin yansımasını da belirler. Arnavutça yazan Gjengy Fishta, sekiz heceli kelimeden oluşan şiirin (ostosyllabic verse) bir ustasıydı, bağlık bölgelerimizdeki yaşamın yaratıcı yeteneğini dile getirmiş, folklor şarkılarını değerlendirmişti; ama ideolojisi ve dünya görüşü gericiydi; çünkü onlar anti-demokratik ve cehalet taraftan sömürücü sınıfların çıkarlarını ifade ediyordu. Gerici bir yazar bile folklor görenekleri, geleneksel giysi ve başlık ve popüler bir ifade tarzı gibi ulusal öğeleri kullanabilir, ama o bir yurtsever ve halkın insanı olamaz; çünkü o dünya görüşü tarafından belirlenen ilerici düşünme tarzından yoksundur. Bu nedenle bir yazarın ulusal niteliğinin -halkın yaşamındaki temel sorunları ele alışından kaynaklanan- halkçılıkla bağıntılı olduğunu söyleyebiliriz. Ve halka bağlılık ruhunun en yüksek ifade biçimi, sınıfsal tavrın simgesi proleter partizanlıktır. Proleter partizanlık sanatı kozmopolitizme ve diğer anti-ulusal eğilimlere karşı korurken, onu tamamen sosyalizmin, insanın komünist eğitiminin hizmetine sokar.
Edebiyat ve sanatımızda ulusal niteliğin ve halkçı ruhun sağlamlaştırılmasında ısrar, edebi ve sanatsal çalışmalarda sınıf mücadelesinin geliştirilmesinin gerekleri ile doğrudan bağıntılıdır. Sanatımızın sosyalist gerçekçiliği, yayılmacı emellerinden hareket ederek, halkların kültürlerini ulusal niteliklerden tecrit etmek ve onları kozmopolitleştirmek için ellerinden geleni yapan iki süper gücün -Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği- ideolojisine karşı açık bir mücadele içindedir. Bu nedenle ulusal niteliğin savunulması ve sağlamlaştırması basit bir estetik sorunu değil, sınıf mücadelesinin yürütüldüğü arenada siyasal bir ilke ve dünya görüşü sorunudur. Bu nedenledir ki, Partinin Yedinci Kongresinde Enver Hoca Yoldaş, hem ulusal niteliği hem de halkçı ruhu, Marksist-Leninist ideolojinin mevzileri, sınıf tavrı ve proleter partizanlıktan ayrılamaz şeyler olarak ele almaktadır. Sanatçımızın en önemli ve hepsi birbiriyle diyalektik olarak bağıntılı üç sorununu -proleter partizanlık, ulusal nitelik ve halkçılık- ele alarak şu sonuca vardı: “Ulusal nitelik ve halkçılık gerçek Marksist-Leninist ideolojinin bakışı açısından doğru bir şekilde yansıtılırsa ifadesini bulur.’
Yeni tipteki devrimci sanatçı ya da

Ocak 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑