Özal yaz sıcağında birden bire harekete geçti. Büyük çoğunluğuyla milletvekilleri Ankara’da toplandılar.
ANAP yerel seçimleri öne almak istiyordu. 89 baharından 88 güzüne… Oysa ANAP bir erken yerel seçim için yeterli sayısal çoğunluğa sahip değildi. Demirel’in bir demeci vardı, “erken yerel seçime varız” demişti. Özal DYP ile birlikte erken yerel seçim kararını çıkarmak ve keyfince yönetebileceği dört seçimsiz yıl elde etmek arzusundaydı. Ekonomi tökezlemeye başlamıştı. Yeni bir kriz gündemdeydi. Enflasyonist baskı bahara dayanılmaz olacak, zamların ağır sonuçları gün geçtikçe daha çok hissedilmeye başlayacak, devlet harcamalarının kısılması ve faizlerin yükseltilmesiyle girilen piyasadaki durgunluk eğilimi (kullanılabilir para sıkıntısı, satışların düşmesi, kapasite kullanımında gerileme gibi.) bahara iyice yükselecekti. Zaten ücretler ve maaşlar en alt düzeydeydi. Ekonomideki bozulma ve hoşnutsuzluğun ANAP oylarına yansıması iyice tırmanmadan yerel seçimleri aradan çıkarmak istiyordu Özal. Sonra dört yıl tartışılmaz bir iktidar dönemine kavuşabilirdi. Ama öyle yağma yoktu. Özal’ı erken bir genel seçime zorlamak için yerel seçimlerle ilgili olarak da blöf yapan Demirel kaçın kurrasıydı. “Alan da kaçan mı” dedi. “Dürüst seçim” manevrasıyla Özal’ı yüzüstü bıraktı. Böylece Demirel hem seçimden kaçmıyor, hem de “dürüst seçim” kozunu ileri sürerek yerel seçimlerin erkene alınmasını engelliyordu.
Demirel kadar deneyli taktisyenler olmayan SHP kurmayları, İnönü ve sözde deneyimli Baykal, bahara ANAP’ın daha zor durumda olacağını gördüklerinden, açıktan erken yerel seçime karşı çıktı. Seçim kaçağı konumuna düşerek moral üstünlüğünü yitirdi. Hem tüm anketlerde birinci parti görülüp erken genel seçim istemini hem de yerel seçimlerden kaçınmasını izah edemez duruma düştü. Bu kararsız oylar üzerindeki etkisini zayıflatacaktır.
Özal dönüş yapamayıp zorunlu olarak Anayasayı yalnızca ANAP oylarıyla değiştirmeye yönelerek referandumun yolunu açtı. Demirel’in “dürüst seçim” önerisini kabul edemezdi. Halka kan ağlatan ve buna bağlı olarak oy potansiyelinin hızla erimekte olduğunu gören Ö/al ne yerel seçimleri öne almaktan vazgeçebilirdi ne de devlet olanaklarını, TRT’yi, tüm propaganda olanaklarını tek taraflı kullanmaktan. “Tarzan gerçekten zor durumda”ydı ve Özal “evet” sonucunu elde edemeyeceğini bile bile referanduma yöneldi.
Özal aslında Anayasa ve Seçim yasalarında başka değişiklikler de öngörüyordu. İlçe belediyelerinin büyükşehir belediyelerine bağlı olarak tek liste üzerinden seçime girmeleri gibi. Dalan ve benzeri belediye başkanlarının gücünden yararlanarak ilçe belediyelerini de elde tutabileceğini düşünüyordu böylelikle. SHP itirazıyla Anayasa Mahkemesi bu yolu tıkadı.
Özal’ın Demirel’den çok şey öğrendiği ortada. Ve boynuz kulağı geçermiş. Tamamen keyfi bir yönetim uyguluyor. “Bir kez ihlal edilmekle Anayasa’ya bir şey olmaz” diyor, sürprizler yapmayı çok seviyor ve Anayasayı değiştiriyor, uygulamıyor, yasalarla oynuyor. 12 Eylül sonrasında hiçbir seçim aynı yasayla yapılmadı, her birinde değişik yasa uygulandı. Özal nerede açık veriyorsa orayı yeni bir yasa ya da kararnameyle tıkıyor. Demirel’in “dürüst seçim” istediği kadar var.
Anayasa sözde değiştirilmezdi, her derde deva uzun ve ayrıntılı bir Anayasa yapılmıştı ve kefili vardı. Ama şimdiden yaz-boz tahtasına çevrildi. Sırası geliyor uygulanmıyor, sırası geliyor değiştiriliyor. Ve bunlar daha henüz burjuva partileri arası dalaşmalar sırasında gerçekleşiyor. Ya ezilen sınıflar, halk biraz başını doğrulttu mu ne olacak? 82 Anayasası çok ince bir zırh, topluma olağanüstü dar geldiği gibi en küçük bir darbeyle de delinebiliyor. Dayanıksız. Toplumsal muhalefet karşısında darmadağın olacağı burjuva partiler arası didişmelerin sonuçlarından görülebiliyor.
Peki, Özal bile bile neden bu Anayasa değişikliği ve referandum oyununa girdi? “Ya tutarsa mantığı” da var. Ama Özal da ustası Demirel gibi hesap adamı. Tutmayacağını biliyor. Şimdiden “hayır” çıkmasına karşı önlemlerini alıyor: Bu Özal’ın oylanması değilmiş de, ikaz anlamına gelirmiş yalnız da, hayır çıkınca hükümetin istifasına gerek yokmuş da…
Neden; ANAP oylarının düşme eğilimi içinde olması ve Özal’ın bir an önce, oy potansiyeli mümkün olduğunca yüksekken, kaçınılmaz güç gösterisini gerçekleştirme ihtiyacıdır. Özal geçecek günlerin kendi hesabına yazmayacağını görüyor. Oyları çok fazla düşmeden ülkeyi seçim atmosferine sokuyor. Bu durumu yerel seçim erkene alınsa da alınmasa da sürdürecek, kasım ya da marta kadar seçim ekonomisi izleyecek, yüksek faizli-zamlı operasyonlarını erteleyecektir.
Özal’ın ikinci hesabı, oy potansiyeli iyice zayıflamadan erken yerel seçim yapamasa da referandumla oylarının beklendiği kadar düşük olmadığını kanıtlamaktır. Ve bu noktada bir beklentisi var: referandumda ANAP dışı bazı kesimlerin de su ya da bu nedenle “evet” demesi. Sonuçta Ö/al tüm “evcileri” ANAP hanesine kaydedecektir. Böylelikle ANAP oylan olduğundan yüksek göstermek, bunun avantajı ve prestijiyle kararsız oyları da etkileyerek yerel seçimlere gitmektir. Özal’ın olduğundan güçlü görünmeye ihtiyacı var. Hem içe hem dışa karşı.
Özal şimdiden referandumda “evetler”in sayısını yükseltmek için birbiri ardı sıra uygulamalara girişiyor. Üzüm, pamuk, fındık, ayçiçeği, soya fasulyesi taban fiyatları oldukça yüksek teshil edildi. Telefon görüşmelerinde geceleri yüzde kırk indirim yapılıyor. Üreticilerin ürünlerinden fon kesintileri düşürülüyor. ANAP’lı belediyeler kollan sıvadılar. Önümüzdeki günler Özal’ın yeni uygulamalarına sahne olacaktır. Devlet harcamaları seçim ekonomisine uygun olarak artırılacak, yollarda greyderlerin olağandışı faaliyetleri başlayacak, şeyhler, tarikatlar harekete geçecektir. Daha bir dizi oy satın alma eylemi…
Muhalefet partilerinin hemen tümü “hayır” oyu için çağrılar yaptı. Referandumu Özal’la hesaplaşma olarak görüp göstermeye yöneliyorlar. Ama nasıl bir hesaplaşma… Özal’ın başarısızlığı üzerine kurulu oy artırımı peşinde tümü. Özal’ı eleştiriyorlar. Hem de fena eleştirmiyorlar. Demirel’in DYP’si bile sosyal adaletçi kesildi. Onun bu tulumu aslında çok öncelere dayanıyor. Oy toplama amaçlı bu tutum ciddi değildir ve Türkiye halkı Demirel’i çok sırtında taşıdı. Kolay kanmıyor artık. İşin gerçeği ne DYP ne SHP ve ne de diğerleri ANAP karşısında ciddi, finans kaynaklarını gösteren alternatifler üretemiyorlar. Hiçbir burjuva partisi siyasal ve ekonomik alternatif oluşturamıyor, iktidara adayız demekle yetiniyor.
Siyasal değişiklik önerilerinin yapılması uygulanabilirliği açısından daha kolay.’Ve aldatıcı propagandif değer taşısa da SHP, DYP, DSP demokrasi söylevleri veriyor. Demokratik değişiklikler öngörüyorlar.
Peki, gerçek nedir? Siyasal haklarını kazandıktan sonra Evren’le yakınlaşmaya yönelen, en azından saldırısını durduran Demirel mi alternatifi: Burjuvazinin has adamları arasında başta gelenlerinden olan Demirel ne burjuvazi açısından ekonomik bir çıkış yolu önerebiliyor ne de yıllardır aldatıp durduğu emekçi kitleleri peşine takip burjuvaziye yeterli bir hizmet sunmayı başarabiliyor.
DSP ve Ecevit mi? Sol ve devrim düşmanlığında çoğu kişiyi aratır bir konum alan, seçkinciliğe karşı çıkıp tek şefi oynayan, demokrasiyi savunup partisi içinde ve kendisiyle tartışmayı bile kabullenemeyen Ecevit mi alternatif olacak? Yoksa liberal, piyasacı ve sosyal adalet ilkelerini sözde birleştirmeye çalışan DSP ekonomik programı mı?
En çok demokrasi sözü eden SHP’ye gelince, olası bir iktidar değişikliğinde en güçlü aday bu parti. Bir kez kitleleri en çok etkileyen o. Ama doğru dürüst bir muhalefet bile yürütmeden kazandığı oyların kaynağına gösterdiği ilgi sadece iticilik, deniş bir sol oy potansiyeli tabandaki sol eğilimli kadroların çalışması sonucu bugün SHP’yi destekliyor. Ama SHP genci merkezi SHP içindeki sol kanadı etkisizleştirme ve tasfiye peşinde.
Hem de “gerçekten demokratik” yöntemlerle! Son örneği İstanbul’da yaşandı. Genel Sekreterlik partiler yasasının yeni kurulmuş partilerle ilgili bir maddesine dayanarak kaç yıllık parti SHP’nin İstanbul İl Yönetiminin yetkisine tecavüz ederek ilçe yönetimlerini kendi atadı. Tekelci burjuva çevreleri ve onların denetimindeki yüksek tirajlı yayın organlarının destekleyip lanse ettiği Deniz Baykal’la Ali Topuz’un iflah olmaz hizipçiliği ve “okus-pokusçuluğu” ile elitizm ve gericilikleri tekelci burjuvaziye ve devlete güven verme yönelimiyle birleşince, sol kanadın etkisizleştirilmesi ve tasfiyesi kaçınılmazlıkla gündeme geliyor. Mali sermaye kodamanlarına biat ve güvenilirlik gezileri düzenleyen Baykal, hem Partiyi tümüyle kendi hizbinin eline geçirmek hem de iktidar adayı bir partide öyle tutarlı-tutarsız sol kanatlara yer olmadığını ve bunun istendiğini bilerek parti-içi demokrasiyi savunmakla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığım daha ayağının tozuyla ortaya koyuyor. Bu, parti içinde bile demokrasiye tahammül edemez tutumuyla mı SHP demokratik bir alternatif sunacak? Yoksa dört bir yandan kuşatma altına alınan, en küçük demokratik hakları bile gasp edilmiş ve neredeyse açlığın pençesine düşmekte olan işçi ve emekçilerin hak ve istemleri ile ilgili olarak benimsediği kılını kıpırdatmaz eylemsi/ligiyle mi? Ya da üretimin ve sanayinin geliştirilmesi ve bölüşümde adaletin bir arada sağlanmasından söz ederken bunu nasıl gerçekleştireceği konusunda tek sözcük sarf etmeyişiyle mi? öteden ben yinelene-gelen “savurganlığı önleme”nin gerekliliği açıktır ama tek başına yetersizliği ve dolayısıyla anlamsızlığı da ortadadır. Artan oranlı gelir vergisiyle sermaye vergilendirilerek mi. dış borç aracılığıyla mı yoksa daha başka yeni gelir kaynakları bularak mı sanayileşme finanse edilecek ve bölüşümde adale! sağlanacak, rant gelirleri ve asalaklığın göğe yükselmesinin önüne nasıl geçilecek, enflasyon nasıl ve hangi gerçek değerler üretimiyle ve nasıl bir mali politikayla dizginlenecek -bu konularda tam bu belirsizlik içinde olan SHP mi alternatif? Gerçek alternatif kapitalist sistemin ötesindedir. Kapitalizmin şuurlarının zorlanmasını gereksinir.
Bu referandumun Özal’la hesaplaşmayı içerdiği doğru Ama hesabı görme niyetinde olanlar ülkeyi çıkmazdan kurtarma koşul ve yeteneğine sahip değiller. Dolayısıyla bu, yarım bir hesaplaşma olacaktır. Ciddi bir muhalefet, toplumun temellerinden, aşağı tabakalardan güç alan bir muhalefet olmadan ciddi bir hesaplaşma olanaklı değildir, Özal yerine Özal ekonomisini ufak-tefek farklılıklarla sürdürecek bir DYP, ya da ne yapacağını açıkça kararlaştırmamış, Baykal ve İnönü’yle tekelci burjuvazi ve devlete eklentilik çabasındaki SHP hesaplaşmanın asli unsurları değiller. Ama bugünün koşullarında taraf olan onlar görünümü veriyorlar.
Referandum Özal’ın alternatifini sunmayacak, ancak her şeye rağmen 12 Eylül’ün uygulayıcısı ve devam ettiricisi, savunucusu Özal’ın güç kaybı, iktidarının zorlanması, halkın çıkarlarına uygun düşecek, gerçek bir muhalefetin gelişme koşullarını olumlu etkileyecektir. Her fırsatta 12 Eylül taraftarları ve Özal’ın keyfi iktidarını geriletmek için yararlanmak yerindedir.
Lafız olarak, biçimsel olarak bu referandum önemli bir sorunu ortaya koymuyor. Yerel seçimler dört ay önce mi sonra mı yapılsın, bu sorunun yanıtı belirleyici bir önem taşımıyor, İnönü ve Ecevit’in sözde yere! yönelimlerin özerkliğinden hareketle ileri sürdükleri “belediye başkanları kaç yıl için seçildiklerini bilsinler ve onların seçimleri iktidarın kontrolü dışında olsun” gerekçesi söz olarak doğrudur; ancak süreklilik kazanmamak koşuluyla bir kez bir yerel seçimin dört ay önceye alınması mümkündür. Ve referanduma sunulan Anayasa değişikliği yerel seçimlerin sürekli olarak beş yılda bir Kasım ayında yapılmasını öngörüyor; yerel seçim tarihlerini iktidarların inisiyatiflerine bırakmıyor.
Ancak burjuva muhalefet partilerinin her birinin bir ucundan çekişi irerek kendi oy potansiyelleri açısından en avantajlı yerel seçim tarihini yakalama çekişmesiyle yarattıkları referandumda halka götürülen soru anlamlı bir içerik taşımıyor.
Biçimle ve anlamsızlıkla uğraşmak yerine işin özüne bakılırsa referandum 12 Eylül ve Özal’ın geriletilmesi için bir fırsattır. Referandum biçimsel ve anlamsızlığından soyundurularak 12 Eylül ve Özal sorgulanmasına dönüştürülmelidir. Burjuva muhalefet partileri, bir yarıdan yerel seçim için elverişli alanı yakalama arzularını gizlemek diğer yandan bir hükümet değişikliğini zorlamak için Özal’ı yıpratmakla sınırlı ve alternatif oluşturmayan yönelimleriyle bir “Özal sorgulanması” yürütüyorlar. Sorgulama, rejim sorunu bazına taşınmalıdır. Özal bir Eylülcü olarak sorgulanmalıdır. 12 Eylül ve Anayasası sorgulanmalıdır.
Oylamaya gelince… Referandum seçimlerden farklı bir özelliğe sahip. Referandumda herhangi bir partiye oy verme pozisyonunda bulunulmuyor. Bu referandumda ancak 12 Eylül ve Özal karşıtlığı yaygınlaştırılabilir, genel bir diktatörlük aleyhtarlığı ve devrim propagandasıyla devrim, sosyalizm ve demokrasi davası ve mücadelesinin güçlendirilmesine çalışılabilir.
Karabasanın ilk yıllarında yaratılan korku atmosferi, zor ve ideolojik baskı koşullarında Eylül Anayasası yüzde 92 oyla “kabul” edilmişti. O yüzde 92 oyla kabul edilen anayasa savunucularının bugün alacağı oyu göreceğiz. Günümüzde 12 Eylül’ün siyaset sahnesindeki tek açık savunucusu Evren’le bağlaşma halindeki Özal ve ANAP’ıdır. Alacakları oy, Eylül’ün bugünkü oy potansiyelini gösterecektir. Maddi ve psikolojik, moral baskı ve zor ortamının oyuyla günümüz oyu arasındaki fark, her şeyin, her siyasal örgütlenme ve çalışmanın yasaklandığı tek yanlı, güdümlü oylarla baskı ve zordan arınmamış olsa da günümüz siyasallığının oyları arasındaki fark herkesin gözüne batacaktır. Bu fark ve bunun gösterecekleri, Eylül’ün alacağı “evet” oylarının en alt düzeyiyle iyice görünür olmalıdır.
Hukuk dışılığı ve zorbalığıyla, sömürünün aşın boyutlara ulaştırılması, zam, asalaklık, aşırı dengesiz gelir dağılımı, devasa tekel kârları ve sürekli gerileyen reel ücretler, düşük taban fiyatları üzerine oturan talan ekonomisiyle, işkencesi ve özgürlük düşmanlığıyla, zindanları ve ulusal baskı ve imha politikasıyla, dinciliği ve faşizmiyle Eylül’e ve Özal’a oy yok!
ÖZGÜRLÜK DÜNYASI
Eylül 1988