SADDAM DİKTATÖRLÜĞÜNÜN KÜRT KATLİAMI DEVAM EDİYOR

Tarihin oldukça karanlık olduğu çağlarda işlenen haksızlıklar bile duyan ve öğrenenlerin vicdanını sızlatır. Yazıklanılır, yerilir ve çeşitli çağlarda işlenen haksızlıklara örnek gösterilir, O çağlarda yapılan haksızlıkların düzeltilmesi için yaşadığımız çağda kültürel, siyasi tedbirler alınır ya da önerilir.
Alın Yahudileri… Milattan binlerce yıl önce Mezopotamya yerlileri tarafından yapılan tarihsel haksızlığın talihsiz kurbanlarını… Binlerce yıllık sürgün, cefa, kıyım ve en son olarak da Nazi cinayetlerinden sonra tarihsel haksızlığın giderilmesinin konusu oldular. Bugün hiç bir hümanist ve demokrat haksızlıkları sergilerken, Nazi cinayetleriyle birlikte bu binlerce yıl önce işlenmiş haksızlıktan söz etmeden geçemiyor. Tabi yanı sıra Yahudilerin bugün Filistinlilere çektirdiklerini de…
Tarihin oldukça karanlık olduğu günlerde gerçekleşen haksızlıklar için yine de yapılacak fazla bir şey yoktur. Kimseyi kınayamaz, yapılanlardan kimseyi alıkoyamazsınız. Yapılan olmuştur çünkü. Üstelik insan hak ve özgürlüklerinin hayvan hak ve özgürlüklerinden farkının olmadığı, güçlünün ancak kendisinden daha güçsüzü ezerek, yok ederek, varlıklarını talan ederek yaşayabildiği o tarihsel çağlarda…
Çağımız ise aydınlanma, karanlıktan tümüyle aydınlanmaya geçiş çağıdır. Bireylerin, azınlıkların, halk ve ulusların yaşama haklarının, imani değerlerinin güvenceye alındığı, alınmaya çalışıldığı, bu hak ve değerlerin uluslararası anlaşmalarla sağlamlaştırılmaya çalışıldığı çağ…
Günümüzde ne yazık ki bu güvence yine yalnızca güçlülerin ayrıcalığıdır. Güçsüzler, uluslararası güç ve çıkar dengelerinin kurbanı olan kişiler, topluluklar, halk ve uluslar için bir şey değişmiyor. Haklılar ve güçlüler yasası çağımızda da hükmünü sürdürüyor. Zaten çağımızda işlenen haksızlıkları dayanılmaz kılan ve bu haksızlıklara karşı mücadelede neredeyse her aracı kullanmayı meşru kabul etmek zorunda bırakan şey de yine budur. Aydınlanma ve bilinç çağında, hakların sözüm ona güvenceye bağlandığı çağda, haksızlıklara karşı sessizlik ve vurdumduymazlık…
Çağımızda herhalde hiç bir halk, İran, Irak Kürdistan’ında ve başka yerlerde Kürt Ulusunun maruz kaldığı baskı, jenosit ve kıyıma maruz kalmamış, dünya kamuoyu da herhalde hiçbir uluslararası sorunda, Kürt sorununda olduğu kadar ilgisiz, vurdumduymaz ve sorumsuz davranmamıştır. Aynı sorumsuzluk, Filistin, İrlanda, Bask vb. gibi uluslararası kamuoyuna yansıma başarısı gösteren sorunlara ortalama bir ilgi duyan Türkiye kamuoyu, aydınları ve ilerici çevreleri için de geçerlidir.
Yıllar süren katliamlarına ek olarak Halepçe’de kimyasal silahlar kullanarak 5.000 savunmasız Kürt’ü katleden emperyalist uşağı Saddam diktatörlüğü, gerici Arap rejimleriyle arasını düzelttikten, ulusal ve uluslararası planda durumunu güçlendirdikten ve İran’la çatışmayı durdurduktan sonra, yine azgınca Kuzeye yöneliyor. Kendi ulusal benliğini kabul ettirmek, kendi kaderini tayin hakkını kullanmaktan başka yönelimi olmayan mazlum Kürt ulusuna saldırıyor. Toplu katliam, bu yoksul ve kimsesiz halka karşı kimyasal silahlar da dâhil olmak üzere her yol denenerek uygulanıyor. Savunmasız halk, çoluk çocuk, yaşlı, kadın, erkek ölüm kusarı namlulardan kaçmak için Türkiye’ye sığınıyor. On binlerce insan sınırları dolduruyor.
Uluslararası anlaşmalara imza koymuş Türkiye’nin tutumu Saddam rejiminkinden farklı değil. Kimyasal silahlarla köylerin bombalandığı, çoluk çocuk savunmasız insanların öldürüldüğü bilindiği halde uzun süre sınırı açmayan ve geçmeyi başaranları Saddam adlı katile teslim eden Türkiye, sonunda, bir takım ince hesaplarla da olsa kararını değiştirmek zorunda kaldı. Fakat yalnızca kadın, çocuk ve yaşlıları kabul etmekle yetiniyor. Geriye kalanları cemselere doldurarak Irak’a iade ediyor: Haydi gidin ve Saddam despotluğunun kurşunlarıyla ölün…
Türkiye’nin gerekçesi mültecilerle birlikte PKK’nın sızması ve bu sorunu Irak’ın iç sorunu saymasıdır. İnsanlar öldürülüyor. Ölmemek için kaçan insanlar Türkiye’ye sığınıyor, Türkiye ise İnsan Hakları Sözleşmeli gereğince mülteci sayılması gereken bu insanları geri yolluyor…
Afganistan’ın “iç sorunu” yüzünden Pakistan’a sığının Türkmenleri binlerce kilometre öteden Türkiye’ye getirip yerleştiren, toprak ve iş sağlayan Türkiye. Doğudaki “Türk’lerle aynı dili konuşan, aynı kültürel özelliklere sahip, hatta aynı giysileri giyen “Türkler”e sahip çıkmıyor. Mülteci olarak bile kabul etmiyor.
Katliamlar devam eder ve Türkiye mültecilerin bir kısmını geri yollar ya da Saddam rejimine teslim ederken, kamuoyu birden tutum değiştiriyor. Bu konuda yalnızca Cumhuriyet gazetesi 30 Ağustostan beri insani nedenlerle yayın sürdürür ve bir kısım SHP milletvekilinin, hükümeti, uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmesini isteyen demeçlerini yayınlarken birdenbire bütün basın canlanıyor ve çarşaf çarşaf mülteci fotoğrafı ile birlikte içtenliğinden kuşku duyulması gereken bir ilgi göstermeye başlıyor. Çeşitli parti lider ve yöneticileri, önceki tutumlarıyla bağdaşmayan tavırlar almaya başlıyor. Ne oluyorsa oluyor, Özal, Demirel ve ANAP ile DYP’nin birçok yönetici ve üyesi hümanist kesiliyor. ‘Sığınanlara insani nedenlerle yardım’ lafı kimsenin ağzından düşmüyor. Demirel iltica edenlerin esasen kardeşlerimiz olduğundan söz ediyor ve hükümetin mültecilere destek konusunda atacağı her olumlu adımı destekleyeceğini söylüyor. Kürtleri desteklemekle suçlanmaktan korktuğu için olabildiğince yumuşak demeçler veren İnönü’yü fersah fersah geçiyor verdiği demeçleriyle.
Şimdiye kadar Saddam diktatörlüğünün bütün katliamlarında sessiz kalan, Kürtlerin Irak’ta var olma mücadelesine tamamen ilgisiz kaldığı gibi karşı cepheden tavır alan basın ve parti yöneticilerine ne oldu? Ne oldu da birdenbire hepsi hümanist kesildi? Bu timsah gözyaşları neden? İnsanın aklına ister istemez başka şeyler geliyor. Sakın bu insan severlik ve bu yazıklanmalar Irak’taki Kürt ulusal kurtuluş hareketinin öncelikle Irak rejimi için, dolayısıyla da Türkiye ve diğer ilgilendirenler için bir tehlike olmaktan çıkması dolayısıyla olmasın? Yorgan gidiyor kavga bitiyor nasıl olsa… Bir tehlike olmaktan çıktığına, insani nedenlerle demeç vermek herhangi bir yükümlülük getirmeyeceğine göre ne söylersen söyle. Hatta bir ANAP milletvekilinin yaptığı gibi Saddam rejimini katliamlardan dolayı kınamak da mümkün hale geliyor.
Ha, evet, bir de sureti haktan görünmek de var bu çabaların altında. Biz, Kürt-Türk ayrımı yapmıyoruz. PKK ve ben/eri örgütlerin Avrupa ve diğer ülkelerde propagandasını yaptıkları Türk hükümetinin Kürtlerin düşmanı olduğu iddiası tamamen uydurmadır, yardımlarımızdan da görüldüğü gibi böyle bir iddia geçersizdir. Hatta Özal daha da ileriye gidiyor ve “Bu gelenler bizde soydaşları olan insanlardır.
Bunların soydaşları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır diyerek işin içinde bir de soy gerçeği olduğunu -büyük olasılıkla sürçü lisan ile- itiraf ediyor. Böylece hükümet ve bütün parti liderleri Kürtler konusunda temize çıkmış oluyor. Ne demokrat insanlar!

Uluslararası Af Örgütü İranlı Mültecileri uyardı:
“Türk Hükümetine Güvenmeyin”
İran ve Irak barış için Cenevre’de masa başına otururken, Körfez cehenneminden kaçışta yıllardır Türkiye’yi “Köprü” ya da “sığınak” olarak kullanan milyonlarca İranlının “güvencesizliği”nden derin kaygı duyan Uluslararası Af Örgütü Türk hükümetini suçladı. “İranlı mülteciler için güvensiz bir bekleme ülkesi: Türkiye başlıklı 7 sayfalık bir bildiri yayınlayan örgüt, “Türkiye’nin doğu sınırından zorla İran’a geri gönderilen mülteci adayları işkence tezgâhlarına atılıyor” dedi.
Türkiye üzerinden Kuzey-Batı Avrupa ülkelerine iltica eden İranlılarla son aylarda gerçekleştirilen görüşmelerin ışığında, Türkiye’nin tavrının kaygı verici boyutlara ulaştığını vurgulayan Uluslararası Af Örgütü, 1986 yılı Kasım’ından bu yana yüzlerce İranlının Türkiye sınırından zorla İran’a gönderildiğini, bunların büyük bir bölümünün tutuklanarak işkence gördüğünü, kesin belirlemeyle 4 kişinin de mahkûm edildiğinin öğrenildiğini bildirdi.
Bildiriye göre, Türkiye’deki yaklaşık 2 milyon İranlı adayı mülteci ve bunların çeşitli dünya ülkelerindeki yakınları, Uluslararası Af Örgütü’ne başvuruda bulunarak, güvence istiyorlar. Örgütün Türk yetkililerinden bu konuda istediği “açıklama”ya da henüz bir yanıt gelmediği bildiriliyor.
Ne Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği’nde yapılan görüşmelerde ne de çeşitli vesilelerle gerçekleştirilen buluşmalarda Türkiye tarafından herhangi bir açıklama gelmemesi, işbirliğini aksatması açısından üzüntüyle karşılanıyor.
Gen gönderilme, işkence, mahkûmiyet tehlikesinin yanı-sıra, Türk polisinin sınırdan geçmek isteyen İranlılardan rüşvet aldığı yolundaki yakınmaların da son iki yıl içinde hızla arttığını vurgulayan örgüt “Türkiye’deki bu güvencesiz ortam, son iki yıl içinde Türkiye’deki İranlı mülteci adaylarının korunma hakkına saygısızlık gibi ortam doğurdu” dedi.

Eylül 1988

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑