Sonunda, milyonlarca ölü ve sakata, ülke ekonomilerinin tahribine ve milyarlarca doları bulan savaş harcamalarına neden olan İran-Irak savaşı sona erdi. Taraflar önce ateşkesi kabul ettiler ve açıkladılar şimdi de görüşmeler süreci.
Savaş, Humeyni dinciliğinin İran’ın maddi ve manevi güçlerini seferber etmede sıfır noktasına yaklaşması ve artık savaşı sürdüremez duruma sürüklenmesine bağlı olarak yerini ateşkese ve barışa terk ediyor. İran’ı şeriat devletine dönüştüren dinci fanatizm, daha bu yılbaşlarında burnundan kıl aldırmıyor, barışı, Saddam’ın devrilmesi ve savaş tazminatı ödenmesi koşuluna bağlıyordu. Anti-emperyalizmi, Arap düşmanı milliyetçiliği ve dinsel fanatizmi birlikte kullanıp İran halkını Irak’a karşı savaşa süren Humeyni rejimi manevi seferberlikte Irak karşısında avantajlı durumdaydı. Savaşın başlangıcında Irak’ın örgütlülük üstünlüğünden gelen İran içlerindeki ilerlemesini durduran Humeyni rejimi, güçlerini örgütlemesi ve “cennet vaadi” ve cihat ilanı yanı sıra anti-emperyalist ve milliyetçi duygularını harekete geçirdiği İran halkını yediden yetmişe “devrim muhafızı ve gönüllü asker” olarak Kullanarak üstünlüğü ele almıştı.
İran dinsel fanatizmle bir arada olsa da anti-emperyalizmde ısrar ettikçe özellikle gelişmiş silah ve teçhizat açısından gideremediği sıkıntılara düştü. Başlıca silah kaynağı emperyalist ülkelerdi ve hemen hiçbirisi İran’a silah satmadı. İstisnai satışlar dışında İran, yetersiz kaynaklara ya da ikinci elden pahallı alımlara yöneldi.
Hatta ideolojik düşmanı İsrail’den bile silah aldı. Sonuçta özellikle teknolojisi üstün araç-gereç eksikliğini insan malzemesini kullanarak aşmaya çalıştı. Üst üstü düzenlediği “Kerbela” saldırılarında çocuk-ihtiyar insan dalgalarıyla yüklenme taktiğine yöneldi. Neredeyse Basra’yı alıyordu. Kuzeyden ve güneyden Irak içlerine kadar sarkmayı başardı bu yolla. Ama her başarılı saldırısı binlerce ölü ve yaralıya mal oldu. Bir ara İran ele geçirdiği askeri ve moral üstünlükle neredeyse savaşı kazanıyor gibi bile olmuştu. Bu, emperyalistlerin ve bölgedeki Arap gericilerinin Irak’a yardım ve desteklerini artırmalarına neden oldu. Amerikan deniz kuvvetleri işe karıştı, bölgedeki Arap ülkeleri açık askeri desteklere yöneldiler. İran ise başlangıçtaki müttefikleri Suriye ve Libya’yı da kaybetti. Bunda Sovyetler Birliği’nin rolü büyüktü. İran tutumunda ısrar etti, ama bu arada insan kaynağı da tükenmeye yüz tuttu. Ölüm haberleri arttıkça giderek cepheye gitmek isteyen gönüllü sayısı azaldı. Ve yakın zamanlarda Irak aldığı destek ve yardımların da katkısı ve silah, araç, gereç üstünlüğüyle, İran’ın insan seferberliğinde zaafa düştüğü ortamda yeni bir saldırı kampanyası başlattı. Tekrar İran topraklarına taşındı, savaş uzun süre sonra. Ve İran bu saldırılan püskürtme gücünü kendinde bulamadı. Maddi ve manevi olanaklarının sınırına gelmişti. Ateşkes istedi.
HUMEYNİ’NİN ÇIKMAZI
İran’ın savaşı sürdüremez hale gelmesinde görünür askeri neden Irak’ın silah ve teçhizat üstünlüğüne son verememesiyse, bunun temelindeki neden dinsel fanatizmle içice geçen ve asıl olarak İran halkının Şah ve ardındaki emperyalizme karşıtlığından kaynaklanan anti-emperyalist tutumu ve Arap düşmanlığıyla bölge ülkelerinden tecrit olmasıdır. Anti-emperyalizm yenilgi nedeni mi oluyor? Dincilik ve Arap düşmanlığıyla sulandırılırsa evet. Savaş, Şii-Sünni savaşına döndürüldüğü gibi, Arap düşmanlığıyla yan yana geldiğinde İran’ın anti-emperyalizmi Irak ve bölge ülkeleri halklarında örnek ve güçlü destekler oluşturamadı. İki burjuva feodal devlet arasında toprak kazanma, Körfez’i ele geçirme ve bölgede dikte edici güç oluşturma ve özellikle İran açısından şeriatı yayma yönelimli, uğruna halkların ancak belirli bir süre yanılsamalı olarak seferber edilebileceği milliyetçiliğin pazar kavgaları, halkın gözünde haklılığını yitirmeye yazgılıdır. Bu niteliğiyle yeterli ve tutarlı bir anti-emperyalist güç de oluşturamayacağı için halkın desteğinin zayıflaması ve insanların savaş uzayıp başarı elle tutulur olmayınca “niye ölüyoruz” diye sormaları kaçınılmazdır. Emperyalistler için önemi büyük olan Körfez bölgesindeki toprak ve pazar kavgası milyonun üzerinde emekçinin kanına mal olarak İran’ın zorunlu geri çekilmesiyle şimdilik yatışmış oluyor. Halklar birbirine kırdırılıp düşmanlaştırılmakla kaldılar.
İran ateşkes isteğinde bulununca, sırayla tüm emperyalist devletler memnuniyetlerini belirttiler. İran’ın diz çökmesi ve kaçınılmaz olarak politikalarında düzenlemeler yapacak olması anlamına gelen barış isteğinin hemen ardından başta ABD ve SB olmak üzere emperyalist ülkeler İran’a ilişki kurmayı ya da kurulu ilişkilerini geliştirmeyi önerdiler. Hemen olmasa da İran’ın bu yönde adımlar atması beklenir. Toprak kaybetmese de, güç kaybetmesi, amaç ve iddialarında başarılı olamaması, İran halkını seferber etme olanakları son derece zayıflaması açısından kısmi bir İran yenilgisiyle sona eren savaşın birinci sonucu budur.
İRAN’I NASIL BİR GELECEK BEKLİYOR?
Savaşın doğrudan bir sonucu Humeyni rejiminin sarsıntıya uğrayacak olmasıdır. Zafere ulaşmadan savaştan vazgeçmeyeceğini yeminlerle ilan eden Humeyni, ateşkesin sorumluluğunu, daha istediği ileri sürdüğü gün siyasi otoritelerin üzerine attı, birinci derecede siyasal otorite kendisi değilmiş gibi… Maliyeti çok yüksek olan başarısızlığın politik sorumluluğu da yüksek olacaktır. Her lafı keramet sayılan “halkın rehberi”nin, Humeyni’nin bundan sonra eski gücüne sahip olması hayaldir. Bunu zorlaması devrilmesini yakınlaştırır.
Ancak bugün için güçlü yeni bir iktidar alternatifi de görünmüyor. Devrilen Şah’ın oğlu iktidara adaydır. Ama O’nun prestiji zayıftır. İran halkı babasından yıllar süren kan banyosundan sonra halkçı bir ayaklanmayla kurtulmayı başarmıştır. Halkın Şah aleyhtarlığı hala güçlüdür. Ama Humeyni aleyhtarlığı da güçlenmektedir. Bu nedenle halkın belleği kendisini yanıltabilir de. Değişik bir rejim önerisiyle Yeni Şah’ın güç toplaması her şeye rağmen imkânsız değildir. Özellikle Şah’ın perde arkasında kalacağı geviş rejimleri söz konusu olabilir. Bunun başlıca engeli Şah ordusunun parçalanmış ve unsurlarının dağıtılmış olmasıdır. Devrim muhafızlarına dayanan bir Şah yanlısı darbe ise henüz çok zordur. Yine da yenilginin nasıl koşullar yaratacağını göreceğiz.
Halkın mücahitleri başından beri bir muhalefet odağı oluşturdu. Ancak Humeyni’nin güçlü baskıları ve yok etme operasyonları güç toplamalarını engelledi.
Bunda kuşkusuz kendi taktik yönelimlerinin de payı büyüktü, Humeyni’nin anti-emperyalist tutumunun sonuçlarını ve buradan giderek halktan sağladığı desteğin önemini ve bunu aşmanın yollarını görüp bulamadılar, tutarlı bir ant; emperyalist politika izleyip bu yöndeki eylem içinde Humeyni’nin İmamlığı ve demokrasi karşıtlığını gözler önüne serme yerine cepheden Humeyni’nin karşısına çıktılar ve tecrit oldular. Humeyni’nin anti demokratik zorbalığına bahaneler sağladılar. Bu tüm ilerici ve devrimci muhalefetin ortak hatası oldu. Humeyni ancak anti-emperyalist eylem içinde etkisizleştirilip bertaraf edilebilirdi, İran halkının anti-emperyalist yönelimini yakalamak gerekiyordu. Böyle bir tutuma bağlı olarak demokratik politikalar İran halkında güçlü bir yankı bulabilirdi, Şah zorbalığı ve faşizmine karşı savaşmış İran halkında. Ancak muhalefet erken bu kadar hesaplaşması içinde boğulup gitti.
Halkın Mücahitleri halkın anti-emperyalist duygu ve yönelimini küçümsediği gibi, Irak desteğiyle güç toplamaya yöneldi. İran halkının gözünde düşman ajanı damgasını yemeyi göze alarak. Ve her zaman için yitireceği bir desteğe bel bağlayarak. Ateşkesin ilan edileceği günlerde Mücahitlerin askeri birlikleri Irak ordusunun yanında ve onunla eşgüdümlü olarak İran’a saldırarak bazı köy ve kasabaları ele geçirdi. Yaygın politik çalışma ve gerilla savaşı Mücahitlere bir gelecek vaat edebilecekken böyle bir askeri ve politik tutumun başarı şansı olağanüstü zayıftır. Ancak Humeyni rejiminin sarsıntısının yakın gelecekte alacağı boyutların hangi sonuçlara yol açabileceği şimdiden kestirilemez. Yıpranmamış bir muhalefet odağı olarak Mücahitlerin şansı yüksek olabilirdi, ancak güçlerini yanlış kullanıyorlar, güç toplamada kendi önlerini kesiyorlar.
Dinsel fanatizmin güç kaybettiği kesindir. Bu savaşın tek olumlu sonucudur. İran etkisi Türkiye dâhil tüm bölge ülkelerinde görülmüş çevrede güçlüce bir şeriat yönelimi gelişmişti. İran tutumunu örnek alanlara her yerde rastlanabiliyordu Dinciliğin gelişmesi için zaten elverişli koşullara sahip bölge ülkelerinde belirgin bir dinci gericilik eğilimi baş göstermişti. Şimdi bu eğilimlerde bit düşüş beklenebilir Ancak esas düşüş İran’ın kendi içinde olacaktır. Çevrede ise İran’ın yenilgisine birçok kılıf bulunacaktır, İran yenilgisiyle dinciliğin, çevrede, İran’da olduğu ve daha da olacağı gibi, onunla birebir uyumlu güç kaybedeceği beklenmemelidir. Bulunacak en belirgin kılıf İran’ın Şiiliğine ilişkindir. “İran Şii’ydi ama biz Sünni’yiz” propagandası ve şeriat devletinin ancak Sünni bir temelde gerçekleşebileceği, zaferin ancak Sünnilikten geçeceği hayali, Türkiye ve diğer bölge ülkelerinde dinciliğin güç kaybetmesinin önlenmesinde önemli bir malzemesi olarak kullanılacak ve belirli bir etki de sağlayacaktır. Özellikle Türkiye açısından dinciliğin kolaylıkla güçten düşeceği hayaline kapılmamak gerekiyor. Çünkü bizde dince gericilik asıl İran etkisine bağlı olarak değil, ülke içi koşulların uygunluğundan kalkarak gelişme gösterdi. 12 Eylül’ün ve Ozaliti yarattığı elverişli koşullar, devletin birçok yönetim mevkiinin dincilerin eline verilmesi, devrimci muhalefetin ezilmiş olması ve “Atatürkçülük”ün dincilikle el ele vermesi, Ecevit’e kadar uzanan laiklikten uzaklaşma eğilimi dinciliğin önünü açtı. Şimdi şeriatçıların yanı sıra Türkeşçi faşistler de dinciliği temel ediniyorlar. ANAP onlardan hiç de geri kalmıyor. Sadece siyasi yaşamla sınırlı kalmayan ve eskiden olduğu gibi küçük ve orta sermayeyi etkileme durumunu da aşarak tekelci burjuvazinin önemli bir kesimi üzerinde etki sağlayarak ekonomik yaşamda da hiç azımsanmayacak bir güç halene gelen dinciliğin kolayca ve özellikle dış koşullardan kaynaklanarak etkisizleşeceği kesinlikle beklenmemelidir.
SADDAM’IN İLERLEYİŞİ
Neredeyse sınırsız insan, malzeme ve parasal kayıplara karşın hak savaştan güçlenerek çıkıyor. Pes ettiren taraftır. Tüm bölge ülkelerinin desteğini alan, Suriye’yi bile tarafsızlaştıran taraftır. Yine hemen tüm emperyalist ülkelerin desteğini sağlamıştır. İran’ın yumuşamasına bağlı olarak bu destek onunla paylaşılacak olsa bile, Irak bugünden ileri bir noktada bulunuyor. Saddam rejiminin içerde, u.Ve halkı karşısında ve dışarıda kazandığı prestij ve güç bölgenin geleceği açısından çok ör em1 bir rol oynayacaktır. Bundan böyle bölg1 de Saddamsız hesap yapılamaz. Ortadoğu ve Körfez bölgesinde Saddam artık Şahin eski rolünü yüklenebilir bir konum elde etmiştir. “Irak halkının babası”, “ulu önderi” ve Ortadoğu Gericiliğinin “kalesidir artık. Savaş boyunca Körfez ülkelerinin İran’a karşı koruyuculuğunu yapıyordu, bu durumun genelleşerek sürmemesi için bir neden yok. Sağladığı prestijin yanında Saddam devasa bir savaş makinası oluşturdu. Bu, içerde ve dışarıda onun gücünün esas kaynağı olacaktır. Kimyasal ve biyolojik silahlarla savaşı sürdürmedeki fütursuzluğunu, ülke içinde kırımlara kadar uzanan yoğun baskı ve despotluk, dışarıda ise dikte ettiricilik ve hamilik biçiminde uygulamaya devam etmesi beklenir. Yakın gelecek için Irak’ta Saddam karşıtı bir muhalefetin boy vermesi pek olası değildir.
Savaşın bir sonucu da, emperyalist ve burjuva ülkelerin yıkıntıları onarmak üzere iki ülkeye yönelik ekonomik mali talan seferberliği ilan etmeleridir. Daha ateşkes ilan edilmeden her iki ülke başkentinin büyük otelleri uluslararası mali sermayenin irili ufaklı temsilcileriyle doldu. Türkiye burjuvazisinin de bit pay kapma telaşı içinde olduğu bu talan sofrasında büyük güçlerin etkili olacağı ortadadır. Anti-emperyalist tutumu nedeniyle İran’da ve bir ölçüde de Irak’ta Türkiye burjuvazisinin küçük de olsa yeniden inşa faaliyetinde kendine bir yer edinmesi mümkündür. Açmaz, kredili yatırımlar ihtiyacı dolayısıyla oluşacaktır, her iki ülke de peşin parayla iş gördürme gücünün uzağındadır. Finans kaynakları neredeyse kurumuştur. Bu durum, güçlü finans olanaklarına sahip büyük devletlerin yolunu açıyor. Yine de Türkiye bu “barış pazarı”ndan belli bir pay kapabilir. Ne de olsa “aktif tarafsızlık” politikası izledi. İran karşıtlığını fazla tırmandırmamaya Türkiye burjuvazisi bu adı takmıştı.
BARIŞ KÜRTLERE NE GETİRİYOR?
Savaşın önemli bir sonucu, Kürt halkının talihsizliği oluyor. Daha ateşkes ilan edilmeden Saddam gericiliği Kuzeye, Irak Kürdistan’ına karşı saldırıya geçti. Saddam saldırısına savaş boyunca da pek ara vermemişti, ancak gücünü bölemiyordu. Şimdi ise rahatça tüm gücüyle yüklenebilmeyledir. Dev savaş makinasıyla giriştiği ilk saldırılarla peşmergeleri mevzilerinden söktü ve Kürt halkı yeni bir kırımı yaşamaya başladı. Peşmergeler ve halkın Türkiye’ye sığınması gündeme geldi. Başta KDP ve Yurtsever Birliği olmak üzere Irak Kürdistan’ı örgütlerinin yeni bir politika çizmeleri gerekli hale geldi. Burjuva, feodal önderliklerin peşinden giden Irak Kürt halkı yeni bir kötü kaderle karşı karşıya. Molla Mustafa’nın eski uzlaşmacılığını oğlu devralabilir. Talabani’yse eski kendi uzlaşmacılığını yineleyebilir. “Kürtlerin elleri boş kalan Saddam rejimi karşısında dayanması pek olası görülmüyor”.
Kendisini destekleyemez duruma giren İran’ın Saddam’a karşı Kürtleri desteklemeye devam etmesi hem zordur hem de Irak’la savaşın başarısı için İran Kürtlerini ezerken Irak Kürtlerini destekleyen Humeyni’nin Saddam’ı zayıflatıcı bir unsur olarak bu desteğini bir ölçüde sürdürmesi bile pek de işine gelmeyecektir. Talabani’nin destek istemiyle gerçekleştirdiği ABD gezisine sonuç verir bugünkü koşullarda? Belki yeni bir söz de özerklikle Saddam’la uzlaşma…
Yeni Halepçe’lerin Humeyni tarafından İran Kürtlerine ve Saddam tarafından Irak Kürtlerine yönelik olarak tekrarlanması gündemdedir.
Ulusal hareketlerin bir açmazı var: dış destek gereksinimi. Filistinlilerin de açmazı bu Kürtlerin de. Burjuva feodal önderlikler altında bu açmaz iyice derinleşiyor, aşılamaz hale geliyor. Dış güçlerin çıkar ilişkilerindeki, uluslararası konjonktürdeki değişiklikler ulusal hareketleri doğrudan etkiliyor. Çünkü dış destek gereksinimi büyük ve burjuva feodal önderlikler stratejilerini dış destek üzerine kuruyorlar, sınıf temeline oturmayan bir örgütlenme ve politika ne ezilen halkın gücünü bütünüyle ayağa kaldırmaya ne de ezen ulus ve sömürgeci ülkeler içinde sınıfsal destekler edinmeye olanak tanıyor. Ulusa karşı ulus milliyetçi yaklaşımı ezen ulusun ezilen sınıflarını ulusal baskı uygulayan sömürgeci diktatörlüklerin etki alanına iten bir etken oluyor. Ulusal hareketlerin emperyalist ve sömürgeci ülkelerde, ezen ulus içinde dayanaklar ve destekler elde etmeyi başarmadan zafere ulaşması ancak bir başka emperyalist ya da sömürgeci ülkenin yedeğine girmesiyle olanaklı. Buysa ulusal hareket ve bu hareketin içinde geliştiği ülke ezen ulusunun aşağı tabakalarının dışındaki faktörlere bağlı. Emperyalistlerin ve sömürgecilerin oyuncağı olmak bir kez kabullenildi mi, onların çıkar hesaplarının ulusal hareketin de geleceğini belirlemesi kabullenilmiş oluyor. Bu temelde ulusal hareketin başarısı sömürgecilik ve ezilen ulus statüsünün değişmemesi, bir başka emperyalist ya da sömürgeci ülkenin sömürgesi ya da ona bağımlı bir ülke olma anlamına geliyor, başarısızlık ise her anki tehlike oluyor. Emperyalist ve gerici burjuva ülkelerle işbirliği ve onlara bağımlılık üzerine inşa edilen ulusal politikalar yenilginin anasıdır. Sınıfsal konumlan nedeniyle kendi halkına ve ezen ulus halkına dayanmayan ve güç almayan politika ve stratejiler geliştiren burjuva feodal önderlikler ise yenilginin nedeni ve aracı oluyorlar. Tam da bu nedenle Irak’ta on yıllardır süren Kürt halkının silahlı kalkışması koşullara göre ilerleyip geriliyor, dalgalanıp duruyor. Ve şimdi Irak Kürdistan’ını yine zor ve kanlı günler bekliyor.
İran-Irak savaşının sona ermesinin Kürt ulusal hareketi açısından Türkiye’de de etkisi hissedilecek. PKK için Irak Kürdistan’ı önemli bir cephe gerisiydi. Bu durumun son bulacağı PKK’nın buradan gelme ancak gizli yardımlarla yetinmek zorunda kalacağı bugünden bellidir. Suriye zaten bir süredir sağladığı olanakları sınırlandırdı. Lojistik zorluklar büyüyecek, PKK’nın pozisyonu daha bir zorlaşacaktır.
Geçmişte Türk aktif tarafsızlığının bir unsuru olarak gerçekleştirilen ve İran’la arayı epey soğutan “sıcak takipler” bugün artık Kuzey Irak ve Güneydoğu Türkiye’de ortak imha hareketlerine dönüşebilir. Hatta açık bir işbirliği halinde olmasa bile bu tür bir kampanyaya İran da katılabilir. Bu, genel olarak Kürt ulusal hareketinin handikabını oluşturacaktır.
Öte yandan Türk ordusu Doğu ve Güneydoğu’da oldukça büyük ilerlemeler kaydetti. Bölgesel Valilik türünden yeni düzenlemeler, yeni askeri tertipler, özel timler ve koruculuk sisteminin oturmakta oluşu, PKK’nın durumunu oldukça zorlaştırdı. Özellikle bu yıl içinde PKK önemli kayıplara uğradı. Eskisi gibi askeri harekat yürütemez oluyor ve artık geceleri de inisiyatif Türk ordusunun eline geçmektedir. Dış koşulların da elverişsizleşmesiyle PKK’nın pozisyonu ve eylemlerinde bir gerileme beklenebilir. Son bir yıl bunun için ipuçlarıyla dolu. Bu, zor günlerin sadece Irak ve İran’la sınırlı olmayacağını gösteriyor.
PKK eylem gücündeki gerilemenin doğrudan bir sonucu liberal yaklaşımın güç kaybetmesi ve istemlerinden vazgeçmesi olacaktır. Türk burjuvazisi içinde küçümsenmeyecek bir etki sağlayan, hatta Özal’a bile “Doğu sorununun ekonomik ve sosyal yönleri”nden söz ettiren, yalnızca askeri tedbirlerin yeterli olmayacağının kabul görmesine götüren baskı ve zor yerine liberal tavizler politikası etkisinden kaybetmeye adaydır. Özal’ı Diyarbakır cezaevinde Kürtçe konuşulmasını kabule yönelten koşullar değişmektedir.
Başta M. A. Birand olmak üzere basında ve reformcu örgütlerde görülen varlığım kabullenip kültürel haklar ve ekonomik olanaklar sağlayarak sorunu çözme yönelimi liberal politika, Ordunun başarısı PKK’nın olası gerilemesine bağlı olarak baskı ve yok etme eğiliminin güç kazanmasına ve şiddet politikasına yerini bırakmak üzere geri adım atacaktır. Sorunun güçle çözülemeyeceği, bu boyutu aştığı noktasından hareketle ileri sürülen liberal tavizler politikası, izlenen güç politikasıyla ilerleme sağlandıkça kaçınılmaz olarak güç kaybedecek, güç politikasıyla sorunun çözülemeyeceği tezi pratikte geçersizleştikçe, sorunun devasa boyutları görülmez olacak ve liberaller ikna edileceklerdir. Önemli denilebilecek boyutlardaki bu liberal hayırhah tavrın ortadan kalkacağı ve siyasal ortamın PKK için daha da zorlaşacağı beklenebilir. Yakın gelecek desteğin devrimci hareketlerle sınırlanacağını göstermeye adaydır.
PKK’nın ülke içinde ne kadar üslenmişse, ne kadar bağlar geliştirmişse o derecede etkili olacağı, dış desteğin rolünün küçüleceği günler gelmiştir. Önümüzdeki aylardaki gelişmeler PKK’nın geleceği üzerinde önemli etki yapacak ve göstergeler sağlayacaktır.
Savaşın sona ermesinin Türkiye halkı açısından tek olumlu sonucunu belirterek bitirelim: Kerkük sorununun Pan-Türkist çözüm önerileri tartışma değerini yitirmiştir.
Burjuva feodal amaçlı savaşın kırımına uğramış ve şimdi bundan kurtulmuş İran ve Irak halklarına ise bu kırımın hesabına sormak kalıyor…
Eylül 1988