Politik etkinlik, bir sınıfın iktidar sorunun çözümü için, toplumsal kuruluşun farkı ve karşıt öğelerini kendi programı etrafında yeniden üretme girişimi olarak tanımlanabilir.
Toplumsal yapının tarihsel bakımdan az ya da çok gelişmiş olmasına bağlı olarak, çıkarları birbirleriyle çatışan sınıflara bölündüğü ve özünde toplumsal değişimin durumunun ve eğilimlerinin sınıflar-arası çatışma ile belirlendiği koşullarda, bütün öğeler (iktisadi faaliyetin çeşitli yönleri, kültürel-ideolojik biçimlenmeler vs.) bu mücadele alam üzerinde anlam ve değer kazanırlar. Her türden toplumsal olay, eninde sonunda politika alanını belirleyen karşıt ana sınıflardan birinin ya da ötekinin eksenlerine göre hareket eder hale gelirler.
Özellikle yoğun siyasal çözüm anlarında, olağan koşullarda hareketi ve etkisi fazlaca hissedilmeyen pek çok çelişmenin ortaya çıktığı, tayin edici çatışmaların gündeme geldiği görülür. Bu bir yandan, çatışan sınıflar arasındaki ya da içindeki mücadelenin çok yönlülüğe ve geniş kapsamlılığına işaret ederken, diğer yandan da toplumun hareket halindeki bütün öğelerinin potansiyel bir siyasal anlam taşıdığını da gösterir. Fakat hiçbir toplumsal öğe, kendiliğinden ve “doğal olarak” politik bir içeriğe sahip değildir. Politik içerik ve etki, onların karşıtlıklarını ya da uzlaşabilirliklerini saptayabilen, böylece onları bir programın öğesi olarak belli bir sınıfın toplumsal hegemonyasının gerçekleşme eksenlerinde toparlayabilen örgütlü güçler tarafından yüklenebilir. Başka bir deyişle, toplumsal öğelerin hareket tarzlarım ve eğilimlerini ayırt edebilmek ve bir erek doğrultusunda yönlendirebilmek, yalnızca özel olarak örgütlenmiş politik bir güce, bir sınıf partisine sahip olmakla olanaklıdır. Ancak böylece, emisyon hacminden futbola, insan haklarından arabesk türkücülüğe, global diplomasiden falanca köyün muhtar adayının kişilik özelliklerine kadar her şey, birbiriyle ilgisiz, birbirinden kopuk gibi görünen her şey, bir süreç boyunca kesin ve net “politik olay” halini alır ve bu nitelik bakımından birbirine bağlanır.
Her olay, her nesne, her ilişki, sıradan koşullarda üzerinde durulmayan yanlarıyla keşfedilerek, herhangi bir siyasal partinin programına ve taktiğine uygun olarak yeniden üretilmeye çalışılır. Politik etkinlik, bütün tarih boyunca ve bütün sınıflar için bu işlev üzerine kurulmuştur: toplumsal hareketin bütün öğelerinin iktidar programının gerekleri bakımından yeniden üretilmesi, biçimlendirilmesi ya da tüketilmesi.
Ne var ki, her sınıf, her öğeyi “kendisi için” bir öğe haline getiremez. “Karşıtların mücadelesi yasası”, belli sınıflar için bazı toplumsal alanları bazı toplumsal olayları ya da örgütlenmeleri ve ilişkileri “girilemez” veya esasen girilmesi gerekmeyen alanlar olarak ayırır. Böylece her sınıfın en profesyonel siyasal örgütlerinden başlayarak, derece derece bir yoğunlaşma ve karşılıklı “kapanma” doğar.
Sınıflara bölünmüş toplumlarda, bütün ilişkilerde ve olaylarda bir siyasal etki gücü gösterebilecek bir yanın aranıp bulunması ihtiyacı, iktidar olgusunun tayin edici olmasından ve iktidarın kaynağının da bütün toplumsal ilişkiler üzerindeki hegemonyada yoğunlaşmasındandır. Bu bakımdan, hegemonyanın dayandığı bütün öğelerin somutlanması ve ayırt edilmesi ile hegemonyanın kaynaklarının, doğuş ve yayılma eğilimlerinin tespiti politik mücadele için büyük önem taşır. Mücadelenin yürütülmesinde olduğu gibi, hegemonyanın sosyo-tarihsel ilişkiler bakımından değişen yapı özelliklerinin tespiti de her sınıf için, özellikle de bir toplumsal dönüştürme programına sahip işçi sınıfı için, bir parti görevidir. Bütün toplumsal öğelerin düzenli, sistemli ve kesintisiz olarak gözlenmesi, karşıt sınıflar ekseninde ayrıştırılması, etkilenmesi ve yönlendirilmesi, yeni bir sistemin öğeleri olarak bütünleştirilmesi, sınıfların sıradan mesleki, kültürel vb. örgütleri tarafından başarılamayacak kadar geniş kapsamlı ve çok boyutlu bir çalışmadır.
Politik Mücadele Zeminin Tanınması Bakımından Seçimlerin Önemi:
En genel anlamıyla seçim, iktidar mekanizmasının belli başlı kadrolarının ve iktidar programlarının toplumsal destek ve dayanakları bakımından ölçülüp sınıflandırılması demektir. Bu, kabaca, bir siyasal liderin ya da partinin ulusun çoğunluğu tarafından onaylanıp onaylanmadığım ölçmekten çok, egemenlik sisteminin dayandığı belli başlı toplumsal etkenlerin hareketlerinin ve değişmelerinin, eğilimlerinin periyodik olarak sınanması anlamına gelir. Bir başka deyişle, en açık ifadesini sınıflar mücadelesinde bulan toplumsal değişme dinamiklerinin egemen sistem içi konumlarının korunup korunmadığının, sistem dışı ya da karşıtı etkenlerin ne durumda olduğunun görülebilmesi için seçimler esaslı bir arattır. Bu “teknik” yanının ötesinde seçimler, egemen sınıfların toplumsal hegemonyasının ve siyasal iktidarının korunup geliştirilmesi için dolaysız bir etkiyi, köklü dönüştürücü yığın eyleminin yerine “demokrasi” yanlış bilincinin hâkim kılınması için güçlü bir etkiyi de sağlarlar.
Bununla birlikte seçimler, toplumun genel bir siyasallaşma sürecine de işaret ederler. İster sistem düzenli periyotlarla gündeme gelmiş olsun, isterse genel bir istikrarsızlığın gene sistem içi uzlaşmalarla giderilmesi bakımından düzensiz bir sıklıkla tekrarlansın, her durumda, seçimler, bütün toplumsal kategorilerin özel bir hareket tarzı ve etki kazandıkları ve aralarındaki bağıntıların gerilimli, yoğun ve çatışman hale gelerek saflaşmaya zorlandıkları bir ortamdır. Çünkü seçimler, politik mücadelenin her bakımdan kızıştığı özel bir süreye denk düşerler; ya böyle bir sürecin ürünü olarak, ya da kendileri böyle bir süreci başlatıp geliştirerek. Bu bakımdan seçimler, çoğu kez yalnızca özel ilgi alanlarının sayısal verileri olarak kalan pek çok istatistiksel göstergenin, yönetenler ve yönetilenler arasındaki ilişkiyi, toplumun tarihsel eğilimlerini ve bu eğilimlerin sosyolojik temellerini açığa çıkaran yorumlar için değerlendirilebilmelerini mümkün kılarlar. Bu yazıda bunu gerçekleştirmeye çalışacağız.
Son Yerel Seçimlerin Ortaya Çıkardığı Genel Tablo: Düzenlilikler ve Sapmalar.
26 Mart Yerel Seçimleri, derinleşen ekonomik bunalım koşullarında ve bunalımın yüklerinin kendi sırtlarına yıkılması karşısında yaygın bir direniş içine girmiş bulunan işçi sınıfının, bütün toplumu etkileyen ve bütün çalışan sınıfların taleplerini dile getiren eylemlilik ortamında yapıldı. Üretici köylülük, küçük esnaf ve öğrenci gençlik, hükümetin değişik alanlardaki politikalarına karşı muhalefetlerini, işçiler tarafından kuvvetle vurgulanan genel bir muhalefet ortamının parçası olarak formüle edebilme olanağım buldular. Bunun ne ölçüde fiilen gerçekleştiğinden bağımsız olarak, bütün toplumsal sınıf ve katmanların bu genel hava içinde dolaysızca etkilendiği nesnel olarak görüldü. “Seçimlerde görüşürüz” sloganı, işçi yığınlarından başlayarak, gerici sendika yönetimlerini de önüne katıp bütün toplum katlarında yankılandı.
Seçim sonuçları üzerinde yapılan incelemeler, işçi sınıfının yoğunlaştığı bütün illerde, hükümet partisinin ağır bir yenilgiye uğradığım gösteriyor. Üretici köylülük ve Kürt nüfusun hâkim olduğu il ve bölgelerde de aynı yönde bir sonuç gözleniyor. Buna paralel olarak, sanayinin gelişmediği ve modern sınıf ilişkilerinin ancak dolaylı yansıma ilişkileri olarak kendini gösterebildiği yerlerde ise, hükümet partisi ülke genelindeki ortalama oy düzeninin üzerinde oy toplarken, “muhalefet” de diğer “sağ” partilerde, dinci ve faşist partilerde artan oranlarda ifade edildi.
Yan sütunlarda görülen tablolar, 67 ilin üç gelişme düzeyi bakımından sınıflandırılmasını ve bu sınıflandırma bakımından partilerin oy durumunu gösteriyor. Bu sınıflandırmada kıstas olarak, illerde ücretlilerin genel nüfusa oranı, fabrika sayıları, gayri safi yurt içi hâsıla durumları, katma değer üretimi gibi veriler kullanıldı. Bunlara, TV-radyo alıcılarının sayısı, gazete satış miktarları, okuma yazma oranı, dolaylı üretim araçlarının (yol, liman, demiryolu şebekesi vs gibi) durumuna ilişkin sayılar da eklense, illerin sınıflandırmada tuttukları yer değişmeyecekti, incelemede yalnızca üç veri gösterilmiştir. Partiler ise, kendi oy ortalamalarının üzerinde topladıkları oylarla değerlendirilmiştir. Kazandıkları belediye başkanlıkları ve il genel meclisi oyları ayrıca değerlendirmeye sokulmuştur.
Tablo: 1, “yüksek gelişmişlik düzeyindeki” 19 ili ve partilerin durumunu gösteriyor. Bu illerde ücretlilerin genel nüfusa oram % 25-70 arasındadır. GSYİH 1000 doların üzerindedir. Bu illerdeki toplam fabrika sayısı ülkedeki tüm fabrikaların % 79.65’ünü oluşturuyor. Okuma yazma oranı, iletişim araçlarının kullanılma oranı, katma değer üretimi ve dolaylı üretim araçlarının dağılımı bakımından da ilk sıraları alıyorlar.
Bu illerde siyasi partilerin durumu şöyle:
SHP, 19 ilin 15’inde il belediye başkanlıklarım kazanmış, 10 ilde de il genel meclisi oylamaları bakımından ilk sırayı almıştır. 13 ilde, kendi genel oy ortalamasını önemli ölçüde aşmıştır. SHP’nin ülke genelinde 20 ilde kendi ortalaması aştığı düşünülürse, “gelişmiş illerde” bunun % 65’ini sağlamış olmaktadır. DSP, % 8.78 olan genel ortalamasını, ülke genelinde 7 ilde aşabilmiştir. Bu 7 ilin 5’i, gene bu kategoriden iller arasındadır. DYP, bu illerin ilçe ve beldelerinde etkili görünüyor. Kendi ortalaması olan % 25.22’nin üzerinde oy aldığı illerin % 45.4’i bu iller arasındadır. Bu oranlar, ANAP için % 35.3, MÇP için % 11 ve RP için % 5’tir.
Tablo: 2, “en geri” düzeydeki 23 ili gösteriyor. Bu illerde, ücretlilerin il genel nüfuslarına oranları 9 % 12-23 arasındadır. GSYİH 550 doların altındadır. 23 ildeki fabrikaların sayısı, ülkenin tümündeki fabrikaların sayısının yalnızca % 6.85’idir.
SHP, bu illerin 10’unda il belediye başkanlıklarım kazanmasına rağmen, yalnızca 3 ilde (kendi oy ortalamasını aştığı illerin % 5’i) kendi ortalamasını aşabilmiş, 8 ilde ise, % 20’nin altında oy almıştır. DSP ise, bu kategori içinde yalnızca Tunceli’de kendi ortalamasının üzerine çıkabilmiştir.
DYP, bu illerde 5 belediye başkanlığı kazanmasına rağmen, yalnızca 3 ilde kendi ortalamasının üzerinde oy alabilmiştir (% 13.6). ANAP, bu kategoride belediye bakanlığını kazanmadı. Kendi ortalamasının üzerine ise 7 ilde çıktı. (% 47). Geri iller sınıflandırmasına giren illerin, kendi geneline göre, en başarılı partisi RP’dir. RP, ülke çapında kazandığı 5 il belediye başkanlığının 3’ünü bu illerde ele geçirmiştir. Kendi oy ortalamasını aştığı toplam 20 ilin 13’ü, bu 23 il arasındadır. (% 65) MÇP’nin elde ettiği 3 il belediye başkanlığının 2’si ve kendi oy ortalamasının üzerine çıktığı 19 ilin 8’i gene buradadır (% 42.1).
Tablo: 3, “orta gelişmişlik düzeyindeki” 25 ili ve oy durumunu gösteriyor. Bu illerde ücretlilerin oranı % 20-23 arasındadır (Hatay hariç: % 40.44). GSYİH, 600 dolardan çok, 1000 dolardan azdır, illerdeki ortalama fabrika sayısı, ülke genel toplamının % 13.5’idir.
SHP bu 25 ilin 14’ünde il belediye başkanlığı kazanmasına rağmen, yalnızca 4 ilde kendi ortalamasını aşabilmiştir (% 20). DSP’nin başarılı göründüğü tek il Hatay’dır. DYP, 7 il belediye başkanlığını kazanmış ve 9 ilde kendi oy ortalamasının üzerine çıkmıştır (% 40.1). ANAP, bir belediye başkanlığı kazanmıştır. Kendi ortalamasının üzerine çıktığı il sayısı 3’tür (% 17.6). RP, 3 il başkanlığını kazanmıştır ve kendi ortalamasının üzerine 6 ilde (% 30) çıkmıştır. MÇP’nin kazandığı il başkanlığı sayısı 2’dir ve kendi oy ortalamasını aştığı il sayısı 9’dur (% 47.37).
Gelişme düzeyi ile partilerin kendi ortalamalarını aşabilme oranları arasındaki ilişki Tablo: 4’te gösterilmiştir.
Gelişme düzeyi ve oy dağılımı bakımından bütün sayılabilir veriler değerlendirildiğinde, değişmeyen, genel, tutarlı ve düzenli olarak görülen ilişkileri şöyle özetleyebiliriz:
Gelişme düzeyi yükseldikçe, SHP ve DSP’nin etkinliği ve kalıcı bir oy kitlesi temeli bulmaları imkânı artmaktadır. Aynı kategorideki iller bakımından yapılan değerlendirmeler, DYP’nin toparlanmaya buralardan başladığını, geri düzeydeki illerde henüz oldukça geride kalmışken, orta gelişmişlik düzeyindeki illerde kendi kararlı ve geleneksel tabanına az çok yaklaştığını gösteriyor.
MÇP Orta Anadolu’nun en geri illerinde kendini gösterebiliyor. Bu iller, gelişmişlik düzeyi bakımından genelde “orta”da yer alırken, bir bakıma, geri düzeydeki iller kategorisinin üst basamaklarında yer alan illere yaklaşıyorlar. Ve MÇP, böylece orta ve geri arasında yer alan illerde tırnak tutturmuş görünüyor. RP ise, en çok, geri illerden sesini yükseltiyor. İllerin gelişme düzeyi yükseldikçe RP’nin etkisi zayıflıyor. MÇP’nin orta gelişmişlik düzeyinde tutturduğu yüksek ortalama, RP için aşağı iniş yönünde bir durak oluyor. Orta gelişmişlik düzeyi, genel olarak “sağ” partilerin dengeli etki bölüşmesine sahne oluyor.
Her üç kategorideki iller içinde, genel eğilimler bakımından “sapma” olarak değerlendirilebilecek olanlar ise şöyle:
“İleri gelişmişlik düzeyindeki” illerden Adana ve Ankara’da, MÇP kendi oy ortalamasının üzerindedir. Kocaeli’nde RP’nin durumu da genel bakımından bir “sapma” olarak görünüyor. Geri iller kategorisinde ise, Tunceli ve Gaziantep, genel eğilimin dışında duruyorlar.
İstatistik yöntemlerin yapısı gereği, genel kategoriler içinde bir araya getirilen olayların ya da nesnelerin, gerçekte kendi somutluklarını belirleyen pek çok özellikleri bir yana bırakılır. Soyutlama, birkaç genel veri kıstas alınarak yapılır ve böylece de, bazı olaylar bakımından karakterize edici niteliklerin kaybolması, özel belirlenimlerin genel uğruna göz ardı edilmesi sonucu doğar. Dikkate alınan veriler, bir toplam olarak kategorinin özelliklerini verebilirlerken, kategoriye dâhil olan kimi unsurların hareket ve oluş tarzlarını bir “sapma” derecesine düşürebilirler, özetle, istatistiklerin “sapma” değeri yüklediği her olay, kendi gerçekliği içinde ayrıca ve özel olarak çözümlenmelidir.
Sonuçlar ve Olasılıklar:
En genel özellikler açısından elde edilen ilk önemli sonuç, Türkiye’de siyasal oluşum ve yönelişlerin, hem kaynağını, hem de motor gücünü, yüksek gelişme düzeyindeki bölgelerin oluşturduğudur. Bir bakıma, ileri sınıf ilişkilerinin ve en ileri sınıfın eğilim ve etkisinin toplam sosyo-politik ilişkilerin dengesini kuran ya da bozan, fakat mutlaka yönlendiren bir gücü olduğunu görebiliyoruz. Bu gücün hangi siyasal-ideolojik içeriklerle donandığı, kendi tarihsel eğilimlerine denk bir etki için gerekli bilinç ve örgütlenme düzeyinde olup olmadığı, elbette, etkinin niteliğini belirlemektedir.
Diğer bir sonuç, şehirlerde oluşan eğilimlerin kırlara taşınmasında görülen gecikme ve dengesizlikle ilgilidir. Bu, kendi içinde bir kırılma taşıyarak ve daima dolaylanarak ve zaman içinde gerçekleşmektedir. Ancak ağır bunalım koşullarında, her ilişkinin ve öğenin hareketlerinde olağan dışı bir hız ve etki gücü taşımaya başladıktan dönemlerde bu geçiş kolaylaşmakta, hatta ani bir hal alabilmektedir. O durumda da, gene kırılma ve temel içeriği oluşturan özelliklerin kaymaya uğraması kaçınılmaz olarak kalıyor. Birçok etnik, dinsel, ulusal öğe ile yüklü olan ve siyasal ifadesini daha çok geri ideolojik kalıpların etkisi ile ortaya koyabilen kır çelişkilerinin, şehir-işçi eğilimlerine birebir çakışan bir uyum gösterebilmeleri, dengesiz gelişme sürdükçe mümkün olamayacaktır.
Öte yandan, kırların eğilimlerinin de bu süreçte karşılıklı olarak şehirleri etkilediği, en azından ara sınıflar aracılığıyla şehirlerde teorik bir ifade kazanarak, etkinin bir de bu yolla kırılmasına yol açtığı tespit edilebilir.
Bugün, özellikle RP’nin ağırlıkla kendisini hissettirdiği ve Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu illerde, bu etkiyi bir diğer yanıyla ele almak mümkün. Çok uzun süren baskı, yoğun sömürü ve dolaysız zor aracılığıyla sürdürülen egemenlik koşullarında yaşayan ve geleneksel-dinsel ideolojinin dünyayı yorumlamanın başlıca düşünsel biçimi olarak yerleşmiş olduğu feodal ilişkilerle belirlenmiş kitle eğilimlerinde, tepkinin mevcut egemenlik lehine örgütlenmesinin ve bir yanıyla da saptırılmasının aracı olarak dinin maddi bir güç olarak işlev kazandığı görülüyor. Bu yüzden de din, yalnızca geri kitlelerin tepkisinin saptırılmış biçimi olarak kalmıyor, aynı zamanda, bilimsel sosyalizmden etkilenmiş taşra aydınlarının bilincinde de az çok yaşamaya, onların teorisini ve pratiğini çeşitli kombinezonlar içinde etkilemeye devam ediyor. Bir bakıma dinin kitlesel gücü onları teslim alıyor. Bir yandan “modern gerilla savaşından, diğer yandan kısas-ı enbiyadan, Muhammed’in hicretinden, Müslümanlığın faziletlerinden aynı anda söz edilebilmesinin işaret ettiği gerçek budur. Genel olarak bilimsel sosyalizm, proletaryanın en geliştiği alanlarda kendi gerçekleşme gücünü bulur. Toplumsal ilişkilerin geri tarihsel biçimlere denk düştüğü yerlerde ise, sosyalizmin sınıf karakteri bozulmaya, “halkçılaşmaya” ya da başka geri ideolojiler içinde erimeye uğrar. Hem teorinin saflığının korunması, hem de kitleleri kucaklayan bir güç haline gelme gerekliliği, çözülmesi gereken ciddi bir çelişme doğurur. Çelişmenin çözülebilmesi, her durumda işçi sınıfını temel alan, onun eylemiyle birleşerek diğer halk sınıf ve tabakalarına bu etkiyle yayılan yolu bulmakla mümkündür. İşçi sınıfı dışındaki halk yığınlarında demokrasi talebi, özgürlük için direnme ve savaşma eğilimleri, sosyalizmde kendileri için soyut bir umut görebilir, sosyalizmin devrimci özü onlarda bu umudu doğurur. Ama sosyalizm kendi sınıf temelinde yükselmedikçe, köylülük ya da küçük burjuva katmanlar içinde yeniden üretildikçe, revizyona uğramaktan, halkçı-milliyetçi bir burjuva ideoloji ve politikasına dönüşmekten kurtulamaz.
RP’nin Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu bölgelerdeki işlevi, “ileri gelişmişlik düzeyindeki” illerde SHP’nin işlevine karşılık düşüyor. Nasıl ki, sanayinin geliştiği ve ücretli nüfusun önemli bir oran oluşturduğu yerlerde işçi sınıfı sosyal demokrasiye, içinde bulunduğu “kendiliğindenliğin” sonucu olarak yöneliyorsa, ulusal bilincin kendisini ancak dinsel biçimler altında ifade edebildiği yerlerde de RP güç topluyor. Sosyal-demokrat politikayı propaganda eden sloganlarla, RP’nin sloganları arasında görülen paralellik, yöneldikleri kitlelerin “kendiliklerinden” taşıdıkları bağlaşık eğilimlerle açıklanabilir. RP, egemen rejimin temel ideolojik ve ekonomik (Kemalizm ve faizcilik diye ifade edilen) karakteristikleriyle uzlaşmaz bir çatışma içinde olduğu görünümü vermeye gayret ediyor. Kürt kitlelerine yönelik propagandasında, işkence, milli zulüm, demokrasi ve eşitlik motiflerini sıkça kullanıyor, çürümüş burjuva ilişkileri hedefe koyan bir ajitasyon yürütüyor. Bu alanda SHP ile hatta onun solundakilerle de rekabet ediyor. Böylece, şeyhlik, ağalık, aşiret ilişkilerinden sağladığı blok oylara, bu propagandası dolayısıyla, geri illerin Kürt milliyetçisi ve Müslüman esnafının, bir kısım işçi ve emekçinin oylarını da katabiliyor.
İslam folklorunun ve edebiyatının, zulme, köleliğe, adaletsizliğe ve ahlaksızlığa karşı halk değerlerinin işlenmesine dayanan malzemesi, bu bakımdan RP’nin önemli bir yardımcısı oluyor. Klasik burjuva gelişme yoluyla birleşen ulusal uyanış, kendini ideolojik bakımdan materyalist ya da pozitivist düşünme biçimlerinde, siyasal olarak da demokraside tanımlar. Ayrıca analiz edilmesi gereken koşullar yüzünden, burada ulusal uyanışta dinsel bir yön bulunuyor. Bu, saptırıcı, egemen sistem lehine bağlayıcı faktörün aşılabilmesi, hareketin merkezinde ve önünde proletaryanın yer almasını sağlamakla mümkündür. Oysa kendisini acilen kitleselleşmek zorunda hisseden milliyetçi-sol, birçok bakımdan kitlelerin geri eğilimleriyle uzlaşıyor. Milliyetçi halkçılık, bunun için yan cebinde küçük bir enam-ı şerif taşıyor.
Türkiye’nin, bölgelere göre farklılaşsa da, çelişmeleri bir bütün oluşturuyor. Bugün ve gelecek hakkındaki toplumsal eğilimlerin içeriği ve yönü, aynı toplam kaynaklardan doğuyor. Bir yanda tekelci burjuvazi, diğer yanda, işçisi, emekçisi Ve ezilen ulusu ile halk, yönetme ve yönetilme ilişkisinin biçimini, aralarındaki çatışma ile bütünsel bir alan üzerinde belirtiyorlar. Rejimin karakterini, devletin biçimini, günlük politikaları tayin eden, temelinde emek ve sermaye arasındaki çelişmenin yattığı bu çatışmadır. Çatışmanın kaynaklandığı çelişmelerin tek tek, ya da sırayla ve hele birbirinden ayrı ve özellikle de karşıt konularak çözülebilmesi imkânsızdır. Bütünlük, karşıtlığı içinde kavranmalı ve çözüm doğrudan doğruya nesnel ilişkiler içinden üretilmelidir.
Tablo 1 –
Ücretli Nüfus GSYİH Fabrika Sayısı
Adana 45,57 957 538
Ankara 60,46 1071 1513
Aydın 35,25 992 264
Bilecik 27,78 1281 27
Bursa 27,34 1364 1371
Çanakkale 28,27 1151 95
Denizli 1036 290
Edirne 31,62 1105 59
Eskişehir 41,66 1153 206
İçel 38,29 1259 153
İstanbul 70,66 1991 6800
İzmir 54,41 1764 2091
Kırklareli 34,60 1355 98
Kocaeli 55,83 3259 449
Kütahya 24,96 1314 77
Manisa 28,32 1124 392
Muğla 25,50 1254 53
Tekirdağ 35,11 1338 98
Zonguldak 44,34 1238 247
Tablo 2:
Ücretli Nüfus GSYİH Fabrika Sayısı
Adıyaman 14,03 351 4
Ağrı 204 13
Bingöl 12,50 232 0
Bitlis 16,36 228 8
Çankırı 17,30 514 18
Çorum 542 129
Diyarbakır 433 28
Erzincan 28,36 510 47
Erzurum 23,06 405 70
Gaziantep 35,42 374 555
Gümüşhane 14,06 514 4
Hakkâri 177 1
Kars 309 19
Mardin 386 11
Muş 283 3
Ordu 434 105
Siirt 18,10 422 11
Sivas 427 74
Tokat 451 87
Tunceli 17,19 330 0
Şanlıurfa 22,65 425 30
Van 249 32
Yozgat 445 26
Tablo 3:
Ücretli Nüfus GSYİH Fabrika Sayısı
Afyon 20,63 632 4
Amasya 567 58
Antalya 28,10 884 107
Artvin 23,98 613 14
Balıkesir 27,34 959 327
Bolu 24,16 708 122
Burdur 25,14 959 32
Elazığ 995 46
Giresun 601 53
Hatay 40,44 576 143
Isparta 831 102
Kastamonu 15,30 606 35
Kayseri 701 325
Kırşehir 21,33 686 19
Konya 731 298
Malatya 748 51
K. Maraş 660 77
Nevşehir 20,32 1062 63
Niğde 572 34
Rize 27,09 790 65
Sakarya 710 201
Samsun 19,36 750 255
Sinop 504 36
Trabzon 607 120
Uşak 23,24 773
Haziran 1989