Ey yeryüzü, işte altın çağ!
Hep beraber, bir güneş altında
Aydınlık, taze baharlar içinde.
Eugene POTTİER
İşçi sınıfı eylem birliğinin olmasında, neler yapabileceğini diğer bir anlatımla gücünü gösteren bir tarih…
İşçi hareketi tarihi incelendiğinde üzerinde özellikle durulan bir tarih…
Sınıfın sosyal kurtuluş mücadelesinde nihai zafer için eksiklerinin neler olduğunu gösteren bir tarih…
Hakların nasıl kazanılabileceğini ve korunabileceğini gösteren bir tarih…
Kısmi demokratik kazanımların gaspına karşı işçi sınıfının sessiz kalmadığı bir tarih…
15-16 Haziran
Ve…
İşçi eylemleri (grev, gösteri, yürüyüş ve toplantı vs.) ve örgütlenmesinin (dernek, komite, sendika ve parti) oluşturduğu İşçi Hareke-ti’ndeiönemli bir başka dönem Nisan eylemleri.
15-16 Haziran ve Nisan eylem leri nedenleri ve sonuçları itibariyle birlikte incelenmeye çalışıldı.
1-15-16 HAZİRAN VE İŞÇİ HAREKETİ
1.1 – Gelir Dağılımı (1963-1970)
1963 ile 1970 yılları arasındaki dönemde (1);
İktisaden faal nüfusun; tarım, ücretli ve kâr-faiz-kira yani rant gelir sahipleri arasında dağılımı; 1963 yılında tarımın payı nispi olarak yüzde 73,7 iken, bu oran 1965’de yüzde 71,9’a ve 70’e yüzde 67,7’e geriler. Aynı yıllarda rant gelir sahipleri payı da benzer gelişme gösterir, yüzde 8,3’den yüzde 7,8’e ve yüzde 4,7’ye kadar iner, fakat ücretlilerin payı aynı yıllarda yüzde 17,9’dan yüzde 20,3’e ve yüzde 27,6’a yükselir.
İncelenen dönemde, tarım ve rant gelir sahiplerinin iktisaden faal nüfus içinde payları sırasıyla yüzde 8,2 ve 43,3 oranında azalırken, ücretlilerin payı ise yüzde 53,6 artış kaydetmiştir.
Yurtiçi faktör gelirlerinde (yani ulusal gelirde) 1963 yılında tarımın payı yüzde 41,2’i iken 1965 ve 1970 yıllarında yüzde 35,8 ve 31,1’e geriler. Fakat aynı yıllarda kâr-faiz-kira rant gelirleri payı yüzde 37,3’den yüzde 37,2 ve 37,8’e çıkar. Az da olsa bir artış söz konusu. Ücretlilerin payı ise yüzde 21,5’den yüzde 27,0’ye ve 31,2’ye yükselir. Yani tarımın payı azalırken, diğer kesimlerin payı ise artar.
Ulusal gelirde 1963 yılına göre 1970 yılında tarımın payı yüzde 24,6 oranında azalırken, rant gelirleri ve ücretliler payı ise yüzde 1,2 ve yüzde 44,9 artış kaydeder.
Ücretliler payında artış sonucu olarak, bu dönemde reel ücretlerin de arttığı gözlenir.
İncelenen dönemde, iktisaden faal nüfus içinde ücretlilerin payı yüzde 53,6 oranında artmasına karşın, ulusal gelirde payı yüzde 44,9 artar. Diğer kesimlerin faal nüfus ve ulusal gelirin dağılımında payları; iktisaden faal nüfusta tarım ve rant gelirlerininki yüzde 43,3 ve 8,2 oranında azaldığı halde, ulusal gelirde yine tarımın payı yüzde 24,6 azalırken, rant gelirinki yüzde 1,2 oranında yükselir.
Bu koşullarda, nüfus ve gelir dağılımında paylar açısından olumsuz durumda olan tarım kesimi olup, bunu ücretliler izler. O halde iyi durumda olanlar rant gelir sahipleri olduğu anlaşılır. Çünkü faal nüfusta payı büyük oranda azalırken, ulusal gelir içinde payı az da olsa artış kaydeder. Bu karşılaştırma açısından reel ücretler arttığı halde ücretlilerin durumu iyi değil; çünkü ücretlilerin, iktisaden faal nüfusta artış oranı, ulusal gelirde artış oranından daha büyüktür.
Toplam hane halkı yüzde 20’lik dilimler halinde beş gruba ayırarak ulusal gelirden aldığı payların 1963 ve 1968 yıllarında dağılımı şöyle; en alttan en üste doğru, en alttaki ilk yüzde 20’nin 1963’de yüzde 4,5 olan payı 1968 yılında yüzde 3’e iner. İkinci ve üçüncü yüzde 20’nin payları da yüzde 8,5 ve 11,5’den yüzde 7 ve 10’a geriler. Diğerlerinin payı artar; dördüncü ve beşinci yüzde 20’nin payları yüzde 18,5 ve 57,0’den yüzde 20 ve 60’a yükselir (2).
Yani alt gelir grupların payı küçülürken üst gelir grupların payı artmış ve en çok da en üst grubunki artar. Bu yıllarda reel ücretin de bir artışın (1963’e göre 1968’de yüzde 26 artar (3) olduğu dönem olmasına karşın, ulusal gelirin paylaşımının adil olmadığı görülür.
TABLO: 1
FİYATLAR VE REEL ÜCRET ENDEKSİ (1963: 100)
Sigortalı
Fiyat Artışı Reel Ücret
Türk-İş DİSK Türk-İş DİSK
1963 100,0 100,0 100,0 100,0
1964 102,2 100,2 106,4 107,6
1965 108,4 104,8 111,2 109,5
1966 113,1 113,6 116,0 108,6
1967 120,0 129,6 120,1 103,1
1968 125,0 137,6 136,0 104,4
1969 131,2 144,2 136,6 111,2
1970 143,3 155,6 137,6 111,8
KAYNAK: TÜRK-İŞ, yayın no: 77, sf.386; DİSK, 7. Genel Kurulu, 1980, İstanbul, sf.90.
1.2 – Ücretliler ve Ücretler
1965 ve 1970 yılları nüfus sayımı sonuçlarına göre, 1965 yılında iktisaden faal nüfus 13 milyon 558 bin’dir. Bu miktar 1970’te yüzde 11,5 oranında artarak 15 milyon 119 bin’e yükselir. Bu artışta iktisaden faal nüfusun alt yaş sınırının, 1965’te 15’ten 1970’de 12’ye indirilmiş olmasının da etkisi vardır (4).
Sosyal siyasette nitelendirilen biçimiyle, faal nüfusun meslekteki mevkiiye yani geliri elde etme konumuna göre dağılımı; 1965 ve 1970 yıllarında ücretlilerin payı yüzde 22,5’den yüzde 27,6’ya yükselir. İşverenin payı ise yüzde 1,0’dan 0,7’ye; kendi hesabına çalışanların payı yüzde 28,8’den 26,7’ye ve ücretsiz aile işçisi yüzde 47,7’den 45,0’a geriler. Yalnız ücretlilerin payı nispi olarak artarken, diğerlerinki azalır. Kendi hesabına çalışanların ve ücretsiz aile işçisi toplamının iktisaden faal nüfusta payı yüzde 76,5’den 71,7’ye geriler. İşverenin de payı azalır. Bu sebeple, ücretliler payında büyük artış olur.
Ücretliler yüzde 37,4 artarak, 1970’te 4 milyon 173 bin’e çıkar.
İşverenler yüzde 20,5 azalarak, 1970’te 105 bine iner.
Kendi hesabına çalışanlar 1965’e göre yüzde 3,9 artarak, 4 milyon 36 bin’e yükselir.
Ücretsiz aile işçisi yüzde 6,0 artarak, 1970’te 6 milyon 804 bin olur
Yani ücretliler hem mutlak ve hem de nispi olarak artar.
İmalat sanayi içinde alt iktisadi faaliyet dalı olan gıda ve dokumada, ücretlilerin artış oranı yüzde 41 ve 124’dür. Ki bu alt faaliyet dalları, imalat sanayisinde en etkin olanlarıdır. Bu iki dalın imalat sanayi içinde ücretliler payı 1965’de yüzde 32,2 iken, 1970’de 45,1’e yükselir.
Toplam ücretliler içinde imalat sanayinin payı 1965’de yüzde 21,2 iken, 1970’de yüzde 19,9’a geriler. Aynı yıllarda hizmetlilerin payı ise, yüzde 11,8’den yüzde 33,4’e yükselir.
Ücretlilerin dağılımının sınırlarını genel olarak incelemeye çalıştım.
Ücretlere gelince;
İncelenen bu dönemle ilgili yapılan analizlerde, 1970’li yılların sonuna doğru fiyat artışının hızlanmasına karşın yine de reel ücretlerin arttığı hesaplanır.
Hatta bu yıllar ve 1976’a kadar sarkan bir dönemin, gelir dağılımı açısından reel ücretlerin, iç ticaret hadlerinin ve katma değer içinde ücretlerin payının artıyor olması, popülizm olarak nitelendirilir (5).
Genel olarak popülizm tartışması yerine, reel ücretlerin artışı üzerinde duracak olursak;
Döneme ait verilerle Türk-Is ve DİSK’in yaptığı hesaplamalarda 1963: 100 endeksine göre fiyatlar, 1967 sonrasında hızlanır ve 1963-1970 dönemi açısından yüzde 43,3 ve 55,6 oranlarında artar. Sigortan reel ücreti de 1963:100 endeksine göre yine 1967 yılı sonrasında hızlandığı ve dönem açısından yüzde 37,6 ve 11,8 oranında arttığı gözlenir. Farklı ikişer sonuç da olsa, reel ücretlerin artışı genelinde fiyatların gerisinde kaldığıdır.
Kamu ve özel sektör açısından imalat sanayinde günlük ortalama net reel ücretin dağılımı incelendiğinde durum:
İncelenen dönem 1963:16,7 TL olan günlük ortalama net reel ücret, 1967’de 18,9 ve 1970’de 19,3 TL olur. Yani dönem açısından yüzde 15,6 artış söz konusudur. Aynı dönemde, İTO-TFE yüzde 55,6 artar. Kamu sektöründe 1963’de 19,4 TL olan günlük ortalama net gerçek/reel ücret 1967’de 22,0’ye ve 1970’de 24,8 TL yükselir. Aynı yıllarda özel sektörde ise, 19,4’den 16,6’ya ve 19,3 TL’ye geriler: yani dönem açısından ’67’ye kadar azalır, sonra tekrar artar. Kamu sektöründe ücretler yüzde 37.8 artarken, özel sektörde yüzde 0,5 oranında azalır. (1962-1968 döneminde imalat sanayi kamu sektöründe reel ücretler, Ankara ve İstanbul’da % 3,9 ve 2,4; kullanılan emeğin verimliliği yüzde 11,6 ve katma değer yüzde 15,4 oranında artar (6). Ücretlerin artışı hem emek verimliliğine ve hem de katma değer artışının çok altındadır.) Yani imalat sanayisinde günlük net reel ücret hem ortalama olarak hem de sektör (kamu ve özel) açısından fiyat artışlarına göre daha az artar. Ayrıca özel sektörünki değil reel ücretlerin artması seviyesini bile koruyamadığı görülür (7).
Genel olarak sigortalı açısından hesaplandığında durum biraz farklı; ortalama reel ücret 1%3’de 11,4 TL iken, 1967’de 13,8 ve 1970’te 15,6 TL’ye yükselir. Aynı yıllar itibariyle kamu ve özel sektörde ortalama reel ücretler; 11,1 ve 11,7’den, 14,9 ve 13,0’eve de 17,1 ve 14,6 TL’ye yükselir. Bu halde, dönem açısından ortalama reel ücretler genel olarak yüzde 36,8; kamu sektörü yüzde 54,0 ve özel sektörünki yüzde 24,8 oranında artar. Buna göre de artışlar, fiyatların gerisindedir (8).
O sebeple, özel sektöre ait işyerlerinde eylemlerin yoğunlaştığı ve bu işyerlerinde örgütlenen DİSK’in toplu sözleşmelerde kamu’da örgütlenen Türk-İş’ten farklı yöntem izlemesi zorunluluğu gündeme gelir. Bu sebeple, kitlesel katılımlı eylemler dişe diş mücadeleyle kazanımlar elde edilebilir. Ve bu gelişme, 274 ve 275 sayılı yasalardaki değişikliğin bir gerekçesidir.
Bu dönemle ilgili DİSK’in yaptığı çalışmada sömürü oram 1963’Te yüzde 230 iken, 1966’da yüzde 283, 1967’de yüzde 363 ve 1970’te yüzde 390 olur. Özellikle 1967’ye kadar hızlı arttığı ve sonrasında artışın yavaşladığı görülür. Sömürü oranındaki artışa bağlı olarak ücretlinin bir işgününde kendisi için çalıştığı gerekli çalışma süresi 1963’de 2 saat 25 dakika iken bu süre, 1970’te 1 saat 38 dakikaya iner (9). Bir başka anlatımla sermayedar için çalışılan artı çalışma süresi 5 saat 35 dakikadan 6 saat 22 dakikaya yükselir.
Bu koşullarda, reel ücretin artmış olmasına karşın, sömürünün de arttığı ve buna karşı kitlesel mücadelenin yükseldiği bir dönem yaşanır.
TABLO: 2
ÜCRETLİLERİN DAĞILIMI (1965-1980) Bin kişi
1965 1970 1975 1980
Tarım 377,0 601,7 1020,6 588,6
Madencilik 65,7 108,2 112,4 128,6
Genel 642,9 830,7 1066,1 1499,9
İmalat San Gıda 107,0 151,4 161,0 297,8
Dokuma 99,9 224,0 252,4 374,8
İnşaat 102,7 410,7 463,4 708,7
Ticaret 48,9 207,9 334,3 343,9
Hizmetler 359,2 1410,4 1704,3 2593,4
Gnl Toplam 3038,0 4172,7 5386,5 6162,0
AÇIKLAMA: Enerji, Ulaştırma vs. dikkate alınmadı. KAYNAK: DİE; 568, 756, 988 ve 1072 no’lu yayınları.
1.3 – Grevler (1963-1970)
İncelenen dönemde grev sayısı özellikle 1967 yılı sonrasında artar ve 1970’te 111’e yükselir ve toplam 514 tane greve çıkılır. Fakat yapılan bu resmi hesaplamalarda, 1965 ve 1968 Zonguldak bölgesi grevleriyle 15-16 Haziran 1970 İstanbul ve Kocaeli grevleri yasadışı nitelendirilmesi ile dikkate alınmaz. Ayrıca kısa süreli (1 gün ve daha az) grevler de hesaplamalara dâhil edilmemiştir. Bu sebeple gerçekte yaşanılmış grevlere ilişkin rakamların daha yüksek olduğu kesindir.
Greve katılan işçi sayısı ve kaybolan işgünü de, grev sayısına benzer gelişme gösterir. Toplam katılan işçi sayısı 89 bin 509 olup, grev sebebiyle kaybolan işgünü sayısı 1 milyon 873 bindir.
Bu halde grevler fazla, üretim düşüyor v.s. türünden safsatalar hemen sıralanır. Acaba öyle mi? 1964-1970 yılları arasında iş kazaları sebebiyle kaybolan işgünü toplamı 14 milyon 687 bin’dir; yani grev sebebiyle kaybolan işgünü toplamından (1963-1970 dönemi) yüzde 684,1 oranında daha fazladır (10).
Grev başına yitirilen ortalama işgünü (3/1) 3643,3 olup, aynı dönemde Fransa’da en yüksek rakam 2510,0 (1963) ile karşılaştırıldığında hayli yüksek olduğu görülüyor.
Grevci başına ortalama işgünü süresi (3/2) 20,9’dur. Fransa’da bu ortalama 5,22’dir. Karşılaştırmada, yine Türkiye’de grevci başına kaybolan sürenin yaklaşık 4 kat daha fazla olduğu anlaşılıyor.
Greve ortalama katılım (2/1), 174,1’dir.
Bu incelemeler gösteriyor ki, grev sayısı az olduğu ve az sayıda işçi katıldığı halde, uzun süren grevler yaşanmış.
İncelenen dönem 1963-1970 yılları kendi içinde dilimlendirildiğinde, 1967-1970 yılı olarak; grev sayısının yüzde 66,7’si, grevci sayısının yüzde 73,1’i ve kaybolan işgününün yüzde 57,6’sı bu yıllarda gerçekleşir. Bu alt dönemde, greve ortalama katılım 190,7; grev başına yitirilen işgünü 3147,3 ve grevci başına ortalama süre 16,5 olarak hesaplanır. 1967 sonrasında çıkılan grev ve grevci sayısının hayli fazla olduğu halde, grevlerin süresi bütün döneme göre daha kısa olduğu anlaşılır.
1967-70 döneminde sektörel dağılımda kamunun payı; grev sayısında yüzde 35,3, grevci sayısında yüzde 63,6 ve kaybolan işgününde yüzde 40,3’dür. Yani çok sayıda işçiyle az greve çıkılmış ve grev süreleri uzun olmuştur; greve ortalama katılım 343,7, grev başına yitirilen işgünü 3594,3 ve grevci basma ortalama süre 10,5’dur. Aynı dağılımlar sırasıyla özel sektörde 107,3; 2903,7 ve 27,1 olur.
Özel sektörde daha çok greve çıkıldığı halde katılım az iken, kaybolan işgünü hayli fazladır.
Nitekim 1967-1970 dönemindeki toplam grevlerin yüzde 54,5’si, grevci işçilerin yüzde 59,7’si ve kaybolan işgününün yüzde 47,7’si imalat sanayinde gerçekleşir. Bu dağılımda kamu’nun payı sırasıyla yüzde 18,2; yüzde 67,3 ve yüzde 34,8’dir. Greve ortalama katılım 208,7; grev başına yitirilen işgünü 2752,1 ve grevci başına ortalama süre 13,2 olarak gerçekleşir; imalat sanayinde aynı hesaplamalar sırasıyla kamuda 772,3; 5275,2 ve 6,8 olarak bulunur. İmalat sanayinde çıkılan grevde ve kaybolan işgününde kamu payı az iken, greve çıkılan işçi sayısı fazladır. Bunun için bulunan ortalama (grevci başına kaybolan işgünü hariç) rakamlar da büyüktür. Özel sektörde işe yalnızca grevci başına kaybolan işgünü hayli yüksek 26,3 olarak bulunurken; greve katılım 83,5 ve grev başına yitirilen işgünü 2191,4’dür. Bu sektörde çok sayıda greve çıkılmış ve uzun grevler yaşanırken, katılan işçi sayısı azdır (demek ki, küçük işyerlerinde yoğunlaşmış).
Bu kadar grev olduğu halde, ayrıca hükümet tarafından grev ertelemesi uygulamaları da yapılır. 1963 ve 1968 yıllarında hiç erteleme yapılmamış ve diğer yıllarda toplam 40 grev ertelenmiş ve bu sebeple yapılan erteleme süresi 1560 gündür. En fazla erteleme 1966 ve 1969 yıllarında 330 gün süreyle 8’er erteleme yapılır. Ertelemeler petrol-kimya işkolunda 12, deniz taşımacıkta 10 ve milli savunmada 5 ve diğer işkollarında gerçekleştirilir (11).
274 ve 275 sayılı yasaların yeni yürürlüğe girdiği bu yıllarda, sınıf grev eylemini yasalara uygun olan-olmayan koşullarda gerçekleştirir ve 15-16 Haziran’a gelir.
1.4 – DİSK’in Kurulması
Ocak 1966 tarihinde Kristal-İş Sendikası tarafından grevin yürütümünü 20 Mart 1966 günü Türk-İş üstlenir ve ertesi gün 21 Mart’ta işveren sendikası ile anlaşarak grevi sona erdirir. Bir ihanet örneği.
Fakat Kristal-İş Sendikası anlaşmayı kabul etmez ve grevi sürdürür.
Türk-İş üyesi Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve Tez Büro-İş Sendikaları da 6 Nisan 1966 tarihinde bu grevi desteklemek için bir komite kurarlar. Aynı yılın Temmuz ayında da Lastik-İş, Maden-İş, Basın-İş ve Gıda-İş (son ikisi bağımsız) sendikaları, sendikalar arası Dayanışma Konseyi adı ile bir komite oluştururlar.
Bütün bunlar sonucu, bu beş sendika Türk-İş, Disiplin Kurulu’na geçici ihraç talebiyle verilir. 24 Kasım 1966 tarihinde bu sendikalardan Petrol-İş ve Kristal-İş 15’er ay, Maden-İş 6 ay, Lastik-İş ve Basın-İş ise 3’er ay geçici ihraç kararı ile Türk-İş’ten uzaklaştırıldılar.
Geçici ihraç cezaları yürürlükte olduğu sırada, 15 Ocak 1967 yılında İstanbul’da 17 sendikanın katıldığı bir toplantı yapılır ve bu toplantıda DİSK’in kurulması doğrultusunda karar alınır.
Toplantı sonrası yayınlanan bildiride Türk-İş’in işçi örgütü olmaktan çıktığı; Amerikan’ın para yardımıyla ayakta durduğu ve partiler üstü politika ile “işçi davalarını” savsakladığı görüşüne yer verilir.
DİSK, 13 Şubat 1967’de kurulur.
Kamu sektöründe etkin olarak örgütlenmiş olan Türk-İş’in toplu iş sözleşmesini imzalaması yönteminin benzerinin özel sektörde uygulanamaması sebebiyle, aktif kitlesel katılım yaklaşımı kabul görür. Bu yöntemin gereği olarak, DİSK doğar ve gelişir.
Buna karşın, DİSK’e reformist-revizyonist sendikal anlayış hakim olur. Hiçbir dönem sosyalist siyasal bilinci temsil edememiştir.
Haziran’dan iki yıl sonra 1972’de MESS Kongresi’nde Kemal Türkler’in yaptığı konuşma haberini, kuruluşun gazetesi şöyle verir: “DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler de yaptığı konuşmada, 45 yaşına kadar başka düşündüğünü, bu yaşa geldiğinde bir mesken sahibi olunca düşüncelerinde bir değişiklik olduğunu, mülkiyet sahibi olanların mülkiyet düşmanı olmasının böylelikle önlenebilineceğini işaret etmiş, Türk-İş ile et-tırnak gibi olduklarını… şunları söyler; … İşçiler küçük ölçüde mesken sahibi olurlarsa başka türlü düşünürler. Bu bakımdan işverenler, işçinin hiç olmazsa arsa sahibi olmasında yardımcı olsunlar” (12) diye yazar.
Yıl, 1972 Haziran; sermayedarların kongresinde Türkler’in Türk-İş’e ve mülkiyete bakışının itirafı. Sunulur.
DİSK’in Kurulduğu yıl sonunda üye sayısının 50 bin civarında olduğu sanılıyor.
TABLO: 3
GREVLER (1963-1988)
1963-1970 1971-1980 1984-1988
Grev Sayısı (1) 514 1132 710
Grevci Sayısı (2) 89509 292006 70778
Kaybolan İşgünü (3) 1872652 19267438 4388778
Ortalama Katılım (2/1) 174,1 258,0 99,7
Ortalama Süre (3/2) 20,9 66,0 62,0
Ortalama İşgünü (3/1) 3643,3 17020,7 6181,4
KAYNAK; Türk-İş, Yayın No: 67, Tablo 4; DİE. İstatistik Yıllığı, 1973, sf.179; DİE, İstatistik Yıllığı, 1981, sf.170; ’87 Petrol-İş, sf.I48; Tuba Ajansı, 1988 sayılan; TCMB, 1988 Yılı Raporu, sf.108.
1970 öncesinde DİSK örgütlenmesini özel sektöre ait işyerlerinde yoğunlaştırır; çünkü, Türk-İş’in iktidarda olan partiyle iyi geçinme ya da dümen suyuna gitme politikasının sınıf içinde yarattığı tepkiyi kendine kanalize etmeye çalışır. Kamu’da geçmişten beri Türk-İş etkin olarak örgütlendiğinden DİSK’in bu sektörde örgütlenmesi zor olacağından, özel sektörü tercih etmek zorunda kalıyor da denebilir. Bunun üzerine pek çok işyerlerinde, örgütlenmelerde hayli sancılı olur ve önder işçiler işten atılır, bir yönüyle önder kadro kıyımı gündeme gelir, işte bu ücretlerin zamanında ödenmemesi ve diğer sebeplerle, işyeri işgalleri yaygınlaşır. Öyle ki 8. Kongresi’nde (1970) Türk-İş tarafından hazırlanan raporda: “İşçi hareketi için önem taşıyan bir başkaca konu da bazı işyerlerinde öğrenci işgalleri gibi işgal hareketlerine girişilmiş olmasıdır. Türk-İş dışındaki kuruluşların teşvik ve tahriki ile girişilen işgal olayları bir ara genişleme istidadı göstermiştir” diyerek işgal eylemlerine değinir (13). Bu hareketler, esas olarak DİSK’in yönlendirdiği ve yönettiği hareketlerden çok, sınıfın kendiliğindenci tepkisinin bir ifadesidir.
İşte 15-16 Haziran böyle bir gelişmenin önemli bir halkasıdır.
1.5 – Değişiktik Taslağı
Çalışma mevzuatıyla ilgili ilk değişiklik önerisi 1969 Kasımı’nda gündeme gelir. Fakat tasarının yasada değişiklik isteyen çevrede tartışılması, istemlerin net olarak belirginleşmesi üzere, dönemin Demirel hükümeti tasarıyı meclise ancak 3 Şubat 1970 tarihinde sunar.
Tasarı, mecliste AP ve CHP’li milletvekillerinin (ki Abdullah Baştürk de üyedir) oluşturduğu komisyonda görüşülür ve meclise sunulur.
Ancak tasarının mecliste görüşülmesi ise Haziran ayında olur.
Haziran ayının ilk haftasında ve sonrasında siyasi gündemde en çok tartışılan konu “Hükümet Bunalımı”nın var olduğu ve bununla ilgili çözüm önerileridir.
Cumhuriyet gazetesi başlıkları (14)
Demirel: “Ordu, rejime sadık.”
İnönü erken seçim istedi.
Demirel: “Güvenilmezsem bir gün dahi kalmam.”
Demirel: “ihtilal yapan ordu, gücünden çok kaybeder.”
Milli Birlik Grubu Başkam Fahri Özdilek, Sunay’la görüşür: “Bunalım var, tedbir alınacaktır.”
Demirel: “Ordu sivil idare kontrolünde olmalı.”
Demirel: “istifa yok.”
Sunay: “Şartlar gerekli ise Başbakan çekilir.”
Bu alıntılar, siyasi konjonktürün ne durumda olduğunu göstermesi bakımından öğretici.
Siyasi bunalımın sonucu olarak hükümetteki AP’den 41 milletvekili, 1970 yazında ayrılırlar ve 18 Aralık 1970’te Demokratik Parti’yi kurarlar. Bu durumda Demirel, Birlik Partisi’nden yaptığı transferlerle hükümette kalır.
Benzer krizi CHP “ortanın solu” siyasetini benimsediği yularda 1967’de yaşar. 30 Nasan 1967’de CHP’den ayrılan 48 milletvekili ve senatör, 12 Mayıs 1967’de Güven Partisi’ni kurar.
Halkın kitlesel katılımıyla özgürlük ve ekmek mücadelesini sahiplenmesi karşısında; sivil faşistlerin saldırılarının artması ve ayrıca Demirel hükümetinin 7 Haziran’da daha önce gündeme gelen 274 ve 275 sayılı yasalarla yapılmak istenen değişiklik tasarısı dışında dernekler, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, fabrika ve okullarda işgalleri önlemek bahanesiyle polisiye tedbirlerin arttırılması öngörülen kanun tasarıları da meclis gündemine getirilir.
Hatırlanırsa benzer türden yasal değişiklikler, Eylül öncesinde de yapılır.
Tasarılarla yapılmak istenen değişikliğin amacı, yükselen “Emeğin Demokrasi Mücadelesini” bastırmaktır.
Ayrıca bu dönemde, aynı yılın Ağustos ayında alınacak; ekonomik kararların gerekçesinde sunulduğu üzere, krizin derinleşmekte olduğudur.
Yapılmak istenilen yeni yasal değişikliklerle, bunalımın faturası halka ödettirilmek istenir.
Ki bu değişikliklerin yetersizliği üzerine olacak ki, orduya da davetiye çıkarılır.
Ordu, davetiyeyi 12 Mart’ta kabul ettiğini açıklar.
Sonrası halka ve devrimcilere kara çalma kampanyası ve yoğunlaşan resmi terör…
Eylül, Mart’tan bir gömlek daha üstün; çünkü burjuva yürütme, yargı ve yasama kurumları yeniden, yeniden “düzenlenir”.
Yöntem; önce yasakla sonra bu hali yasallaştırır. Bunun da adı, “Meşruiyetçilik” ve “Hukukun üstünlüğü”…
İncelediğimiz konu gereği, 274 sendikalar ve 275 toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt kanunlarında yapılmak istenilen değişiklikler.
Haziran öncesinde 11 Mayıs 1970 tarihinde Erzurum’da Türk-İş 8. Kongresi’ni yapar. Ve Kongre raporunda belirtilen yasalardaki değişiklik şu ifadelerle yer alır:
Değişiklik teklifinin Türk-İş Konfederasyonu bünyesinde uzun tartışmalar sonucu hazırlandığı ve bunun da sendikacı kökenli milletvekilleri aracılığıyla meclise sunulduğu belirtilir (15).
Değişiklik teklifi (16):
a) 274 sayılı yasada değişiklik (bazı maddeleri):
1- Sendika üyeliğinden ayrılmak için işçilerin tek tek noter karşısına çıkması ve kimlik saptamasından sonra imzanın onaylanması (md.6),
2- İşçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının (sonra sigortalı olarak değiştirilir) en az 1/3 üye olarak örgütlenmesi) (md.9/2-a),
3- İşçi sendikaları federasyonlarının faaliyette bulunabilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının en az 1/3 üye olarak bağrında toplaması (md.9/2-b),
4- İşçi sendikaları konfederasyonların kurulabilmesi için sendikanın işçi sayısının en az 1/3 üye olarak kapsaması (md.9/2-c),
5- En fazla işçiyi temsil eden konfederasyon ve bağlı sendikaların uluslararası bir örgütü kurabilmesi (md.10),
6- Sendika kurucusu olabilmek için bir kişinin, o işkolunda en az 3 yıldan beri fiilen çalışıyor olması (md.11/1),
7- Kongrenin en geç 3 yılda bir yapılması (md.25) (yasada 2 yıl), gibi hükümleri içerir.
b) 275 sayılı yasada değişiklik (bazı maddeleri);
1- Sendikadan çıkarılan veya ayrılan işçi bir başka sendikaya üye olmuş ise, yürürlükteki toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanabilmesi taraf işçi sendikasını onayının zorunluluğu (md.6),
2- Verimi herhangi bir sebep ya da maksatla düşürenlere 3 aydan 1 yıla kadar hapis ve 500.-TL. para cezası verileceği, hükümlerin yasallaşması istenir.
274 ve 275 Sayılı yasaların yürürlüğe girmesinden itibaren daha yaklaşık 7 yıl geçtiği halde, neden bu tür değişiklik teklifi istenir? Hem de bunu neden, bir işçi “sendikası” Türk-İş hazırlar ve meclise sunar? Niçin, sendikalardan istifa etmeyi noterin onaylaması zorunluluğu? Niçin sendikal faaliyet için yüzde 33’lere varan bir baraj öngörülür?
Bu ve benzer soruların değişiklik teklifleri tek tek ele alındığında daha da çoğaltılması, mümkün.
Türk-İş bir taşla iki kuş vurmak ister:
1- Dışındaki sendikaların varlığım yok etmek,
2- Kendi İçinde “partiler-üstü” politikanın yarattığı tıkanıklığı bastırarak aşmaya çalışmak olarak sıralanabilir.
Türk-İş’in kendi içinde tıkandığı ve bir arayışın ürünü olarak, sendikalar arenasında kendisine Sosyal Demokrat diyenlerin sesi duyulur. Hem de Haziran’dan 6 ay sonra, Sosyal Demokrat 4 sendikacı (A. Baştürk, F. Ş. Öğenç, H. Mısırlıoğlu, İ. Topkar) 14 Ocak 1971 günü yönetim kuruluna bir rapor verir. Raporda;
“partiler-üstü politika efsanesinin Türk-İş’in baskı grubu olma niteliğini de yitirdiği ve yardım sevenler derneği genel kurallarında bile politikanın at oynattığı bir ülkede, böylesine bir ütopyaya bel bağlamanın ve bunda ısrar etmenin işçilerin umutlarını kırdığı ve bu uygulamanın giderek Türk-İş’i partilerin oyuncağı haline getirdiği” ve devamında “işçi hareketinin bölünme tehlikeleri ile karşı karşıya geldiği ve Türk-İş’in kendi tabanını kaybetme yoluna girdiği” belirtilir. Yaklaşık 6 ay sonra Temmuz 1971’de, bu sefer 12 sendikacı (8’i Türk-İş’e bağlı, diğer 4’ü Bağımsız) yeni bir bildiri yayınlar ve bu oluşum Aralık’ta Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi adını alır (17).
Genelinde sınıfın gelişen mücadelesinden hareketinden Türk-İş’te etkilenir ve olabilecek bölünme, getirilmek istenilen yeni sistemle önlenmek istenir.
Sınıfın sosyal ve ekonomik sorunlarını Sosyal Demokratların (reformistlerin) çözemediği ve çözemeyeceği konusunda, Eylül öncesi DİSK’in içinde bulunduğu durum hatırlanmalıdır.
Getirilen değişikliklerin içeriğini tartışırken, ayrıca bugün yürürlükte bulunan 2821 ve 2822 sayılı yasalara da değineceğim.
Sendika üyeliğinden istifaya noter onayı zorunluluğu, Türk-İş bünyesinden istifaları önlemenin bir aracı olarak getirilir. Çünkü Türk-İş üyelerini/tabanını kaybetmenin “korkusunu/telaşını” yaşar. Yani sınıftan korkma…
Bu korku niye?
Çünkü Türk-İş’e hâkim sendikal anlayış, işçilerin özgürlük ve ekmek mücadelesine bir destek değil; bir köstek, bir engel…
Bu sebeple Türk-İş, işçileri örgütsel yapısı içinde zorla tutmanın koşulunu arar. Onun için sendikadan istifayı hem parasal olarak külfetli bir iş ve hem de işten ayrılıp, notere gitme koşulunu getirmekle caydırıcı bir hale sokmak ister.
2822 (md.25) saydı yasaya göre, sendika üyeliğinden istifa işlemi; noterde kimliğin tespiti ve imzanın onayı ile olur. Belgenin Uç gün içinde noter kanalıyla taraflara iletilmesi gerekir. Ayrıca istifanın geçerli sayılabilmesi için üç ay beklenmesi gerekir. Ve bu süre içinde, bir başka sendikaya üye olunamaz. Sendika bu üç aylık süre içinde istifa etmiş işçi adına top lu iş sözleşmesi görüşmeleri yapabilir.
Yani 2821 saydı yasa hükmünün 274’de yapılmak istenilen değişiklikten daha geri düzeyde olduğu anlaşılır.
274 sayılı yasada diğer değişikliklerde, hem sendikanın faaliyet gösterebilmesi ve hem de federasyon örgütlenebilmesi için o işkolundaki işçi sayısının 1/3 üye yapması zorunluluğuyla yüzde 30’u aşkın işkolu barajı getirilir. Konfederasyon içinde toplu sendikalı işçi sayısının 1/3 üye olarak kapsaması yani yüzde 30’u aşkın baraj koşulu ile barajı aşamayan sendikalar toplu sözleşmede taraf olmayacağı için böylece işçilerin sendikasızlaştırılması öngörülür. Yani resmi sendikasızlaştırma politikası.
Ülke genelinde “tek-tip” ve “tek-ses” sendikalar yaratılmak istenir. Böylece sendikalarda var olan bürokratik yapı daha güçlendirilir. Bununla, 274 ve 275 sayılı yasalara karşın sınıftan yana tavır koyan embriyon halindeki gelişmelerin engellenmesi hedeflenir.
Burjuvazi bunu, Türk-İş aracılığıyla gündeme getirir.
Çalışma ekonomisi uzmanı SBF eski öğretim üyesi Prof. Dr. Cahit Talaş, yani tasan için “Bu bir AP, Türk-İş koalisyonudur” der(18).
Toplu sözleşme hakkı kısıtlanmak istenir: çünkü ücretlerin “aşırı” oranda arttığı iddia edilir.
Aslında var olan sendikal örgütlenme “özgürlüğüne” ve toplu sözleşme “hakkından” yararlananlara karşı getirilen bir kısıtlamadan ve var olan hakkı kullanıma yönelik saldırıdan başka bir şey değildir.
1965’te 343 olan işçi sendikası sayısı 1967’de 477 ve 1970’de 717’ye yükselir. O yıllarda sendikalar içinde işkolu düzeyinde örgütlenenlerin daha etkin olduğu görülür. Yine anılan yıllarda, sigortalıya göre sendikalaşma oranı yüzde 39,1 ‘den yüzde 78,1 ‘e ve yüzde 159,0’a kadar çıkar(19). 1970 yılında sigortalı olmayanların bile sendikalaştığı anlaşılır.
Bu halde, yapılmak istenilen değişiklikle işçilerin var olan sendikalaşmasına engelleme getirildiği ve örgütlü sendika sayısı azaltılmak istenildiği gibi ayrıca kurulalı 3 yıl olan DİSK’in değil gelişmesi doğrudan varlığı hedeflenir.
2821 sayılı yasada sendikanın işkolu düzeyinde kurulacağı (md.3) ve toplu sözleşmeye taraf olabilmek için o işkolundan yüzde 10 ve işyerinde en az yüzde 50+1 üyeye sahip olması zorunluluğu getirilir (2822-md.l2).
2822’ye göre daha ağır koşulu, zorunlu gördüğü anlaşılır.
Sendika kurucusu olabilmek için 274’ü değiştirmek için hazırlanan tasarıda o işkolunda en az 3 yıldan beri fiilen çalışır olmak koşulu, 2822’de 1 yıl olarak yer alır (md.5). Bu konuda da 274 değişiklik tasarısının daha ağır hüküm içerdiği görülür. Bütün bunlarla sendikal yapılanımı değil, yem katılımların olması, var olanların tasfiyesi hedeflenir.
Dayanışma aidatı ödeyerek toplu sözleşmeden yararlanma da, sendikanın onayı şartını hazırlanan değişiklik taslağı öngördüğü halde, 2822 sayılı yasa öngörmez (md.9/3).
Bu ve benzer koşulu ile toplu sözleşme hakkından en geniş katılımlı işçilerin yararlanması engellenir.
Taslak 11 Haziran’da mecliste jet hızıyla 3,5 saat gibi kısa bir sürede görüşülür ve değişiklik, 214 kişinin katılmadığı sırada, 230 kabule karşın 4 ret oyu ile kabul edilir. O dönemin hükümeti AP dışında güçlü partisi CHP’de değişiklikten yanadır.
Sınıfın güçlü tokadı 15-10 Haziran sonrası, yasalaşan değişiklik maddeleri 17 Haziran’da yeniden komisyona gönderilir; görüşülmek üzere.
Evet; bu taslakla kısa vadede, güçlenen DİSK’in varlığına son verilmek ve mücadeleci tabanın potansiyeli bastırılmak hedeflenir. Bu sebeple DİSK taslağı karşı çıkar.
Uzun vadede ise, güçlenen sınıf hareketinin örgütlenmesini ve mücadelesini, izlediği sendikal anlayışla burjuvazinin stepnesi bürokratik sendikal yapı Türk-İş denetimine alma planı yürürlüğe konulmak istenir.
Toplumsal gelişme önüne konulan yasal barikatlar, kâğıttan kaplandır.
1.6 – Haziran ve Türk-İş
1964 yılında Bursa’da yapılan Türk-İş Kongresi’nde yönetime AP’ye yakın sendikacılara gelmeleriyle kabul gören “partiler-üstü politika”, 1966’daki kongrede onaylanır ve ana tüzüğe yazılır. Gerçi bundan öncesinde, sınıftan yana bir politika izlendiği sonucu çıkarılmamalıdır.
Hükümetle iyi ilişkiler kurma, siyasal dalgalanmalardan az etkilenme ve üye kitlesini politika dışında tutma demek olan partiler-üstü politika ile sendikalar işlevsiz kılınır. Bunun gereği olarak toplu sözleşmeler, kamuya ait işyerlerinde, üst düzey görüşmeleriyle halledilir.
Türk-İş’in bu politikayı aleni olarak benimsediği yılların, Amerika’dan parasal yardımların alındığı ve Amerika’da sendikacıların eğitim gördüğü yıllara çakışması, tesadüf hiç değil.
Türk-İş “kafa ve kasa birliği”ni sağlamak amacıyla, merkezi ve daha bağımlı işkolları sendikaları biçiminde örgütlenmeye önem verir.
İşkolu esasına göre ve bağımsız sendikaların üyeleriyle meydana gelmiş federasyonları ulusal sendikalara çevirir. Böylece daha merkezi ve bürokratik yapıyı daha da güçlendiren bir yapıya ulaşır.
Amerikan İktisadi Yardım Teşkilatı (AİD)’nın, Çalışma Bakanlığı aracılığıyla yapa-geldiği “eğitim yardımı” çalışmaları, Türk-İş’in girişimiyle kanal değiştirir. Bununla AİD’nın ayırdığı milyonlar Çalışma Bakanlığı emrine değil, Türk-İş’e verilir.
Hatırlatma: Yardım eden (ya da kredi/borç veren) emperyalist bir ülkenin amacı, o bölgede izlediği politikayı yardım (ya da kredi) alan ülkenin benimsemesini/kabul etmesini sağlamaktır. Ayrıca verdiğinden fazlasını transfer etmesi de bir başka amacıdır. Yani bir taraftan bölge politikasını kabul ettirmek ve diğer yandan kaynak transferi sağlamaktır.
Bu halde sözü edilen yardımın ülkeye geliş kanalının pek önemi yok. Çünkü yardım eden bir Amerikan kurumunun amacı, Amerika’nın bölge politikasına yardımcı olmaktır. Bu, AİD için de geçerli.
Çalışma Bakanı B.Ecevit, “Bilindiği gibi, birkaç hafta önce aldığımız bir kararla, bugüne kadar Çalışma Bakanlığı AİD tarafından yürütülen ‘işçi eğitim projesi’ İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na tam yetki ile devredilmiştir… Bu, hükümetin Türk sendikacılara güveninin bir belirtisidir” der (20).
Bu kanalla Türk-İş, 1960-1970 döneminde AİD’den 13,5 milyona yakın yardım alır. Toplam tutar, aynı dönemdeki toplam aidat hâsılatına eşit düzeydedir. Türk-İş bünyesindeki eğitim vb. isimler altında yürütülen faaliyetler ve sendika yöneticilerinin yoğun Amerikan ziyaretleri de bu etkilerin gerçekleşmesinde geniş olanaklar sağlar. Türk-İş üzerinde Amerikan etkilerinin sağlanmasında, AFL-CIO’ya bağlı AAFLI’nın diğer AIFLD’nin yoğun ve etkili bir faaliyet içinde bulunduğu görülür (21).
Türk-İş bir yandan Amerika’dan yardım alırken, diğer yandan da onlar adına faaliyet sürdürmeyi vefa borcu bilir. Bunun gereği sınıf karşıtı politikasıyla, genelinde burjuvaziye özelinde yardım aldığı AİD’ye vefa borcunu ödemeye çalışır. Çünkü kabul ettiği sendikal anlayışı ve bürokratik yapısının varlık koşutu bunu gerektirir. Aksi, varlığıyla çelişir.
Bu konumdaki Türk-İş; sınıfın “Ekmek ve özgürlük” mücadelesine destek değil, köstek olur.
Dünden bugüne bir çıkartma yapacak olursak, toplumsal mücadelenin ve sınıfın tabandan zorlamalarıyla nicel bazı “değişikler” var gözüküyorsa da, bu, esasında bir niteliksel değişiklik yapacak boyutta olmamıştır.
Türk-İş’in sendikal anlayışı sınıf karşıtı bir politika olup, örgütsel yapısı bürokratiktir.
Bu konumda olan Türk-İş, 15-16 Haziran’dan bir ay öncesinde Mayıs’ta yaptığı değerlendirme:
“Cumhuriyetimizin kurulduğu günden bu yana hiçbir dönemde aşırı akımlar geçtiğimiz dönemdeki kadar yıkıcı olmamış ve gelişme istidadı göstermemiştir.” Devamında, aşın sağı faşist bir dikta ve aşın solu komünist bir dikta rejimi çabasında olan bu akımlar; ekonomik şartlan istismar ederek, dar gelirli kişilerin imkânsızlığım fırsat bilip, yıkıcı faaliyetlerini hızlandırmışlar ve geçtiğimiz dönemde her olayın içine işçi hareketi sokulmak istenmiş (özellikle DİSK’in çabalan), fakat Türk işçisinin sağduyusu buna imkân vermemiştir der (22).
Sivil faşist saldırıların TÖS’e, ÎLK-SEN’e, TİP’e ve üniversitelere yöneldiği ve resmi terörün işyerlerinde yoğunlaştığı, hukukçulara bile cübbelerini giyerek yürüyüş yaptıkları koşullarda Türk-İş’in sağı ve solu aşın akımlar diyerek bir potada toplaması anlamlı. Faşist saldırılarla, halkın ve özellikle sınıfın hak arama, özgürlük ve ekmek mücadelesini eşdeğer görmek bir “tarafsızlık” politikası olmayıp, saldırılan onamaktan başka bir anlamı yoktur. Bu da, Türk-İş usulü partiler-üstü politika.
Bunun açılımı olarak 15-16 Haziran 1973 yılında 9. kongrede yapılan yorum: “16-17 Haziran olayları (DİKKAT -tarihi bile bilinçli olarak yanlış yazma- N.O.) temelinde bunların amacının ideolojik olduğundan ve demokrasiye karşı olduğundan en ufak bir kuşkumuz yoktur” (23).
15-16 Haziran soması Türk-İş’in yayınladığı bildiriden (24):
“Kanunda yapılacak değişikliklerle güçsüz, cılız ve sadece bir kısım yöneticilerine gelir sağlamaktan başka işçiye yararı bulunmayan sözde sendikalar ortadan kaldırılacak…
(…)
İstanbul ve Kocaeli civarında başlatılan can ve mal güvenliğini tehdit eden taşlı, sopalı saldırıların ekmek kapımız olan fabrikaları tahriplerin başlıca teşvikçilerinin Türk hâkimi tarafından yıllarca önce mahkûm edilmiş, militan komünistler ve onların işbirlikçileri oldukları kesinlikle önadıdır…
Aziz işçiler! Sendikacı, işçileri teşvik edip sokağa döken, sonra da biz bu hareketin içinde yokuz diyerek meydanı terk eden sahtekâr insan değildir. Türkiye’yi kargaşalığa sürüklemek isteyenlere inanma, onların teşvik ve tahriklerine kanma.”
Bilinen rakam olarak 113 işyerinin ve 150 bini aşkın bizzat işçinin aktif katılımıyla yapılan eylemleri, ideolojik olarak sınıf karşıtı konumda olan bir kurum ya da bu kurum yetkilileri yukarda yaptığım alıntılarda anlatılan biçimde değerlendirir.
İşçilere dağıtılan Türk-İş bildirisinde yer alan ara başlıklar (25):
“Sarı Sendikalara Ne Zaman Dur Denecek”.
“Kızıl İhtilalin Provası”.
“Değişikliği İşçi Kardeşlerimiz istiyor”.
Türk-İş Başkanı Seyfi Demirsoy, “Kanun yeni bir sistem ve nizam getiriyor, memnunluk duyuyoruz” diyerek yasa değişikliklerini savunur. Aynı kurumun Genel Sekreteri Halil Tunç, 15-16
Haziran’ı “İhtilal provası” olarak nitelendirir (26).
Bunun için Türk-İş; sıcağın etkisiyle eriyen yağ gibi, sınıfın gelişen mücadelesi karşısında erimenin korkusunu yaşıyor ve o sebeple, göz kapaklan açık görmeyen bir insanın “artık görebiliyorum” demesi gibi sarı sendikal anlayışa karşı olmanın ve Amerikan dolarları ile işçileri sevmenin ve korumanın “onurunu” taşıyor. Bu yüzden yemin tazeliyor.
1.7 – Niteliği ve Çıkarılan Dersler
1960’lar dünyasında kapitalizmin durgunluğu yaşadığı ve özellikle Güneydoğu Asya’da Vietnam, Kamboçya ve Laos’ta işgalci Amerika’ya ve kara Afrika’sında yıllardır sömüren emperyalist Avrupa ülkelerine karşı anti-emperyalist mücadelenin yükseldiği, bu anlamda Ulusal Kurtuluş Hareketleri’nin yaygınlaştığı yıllardır. Bunun kapitalist pazarı daraltıcı ve ekonomik krizi derinleştirici etkisi olur.
Bu yıllar ülkemizde devrimci ve demokrat potansiyelin kabardığı ve yükseldiği yıllardır; okullarda boykotların yaygınlaştığı, kırsal kesimde toprak işgallerinin olduğu, Doğu’nun bölgesel konumundan kaynaklanan sorunların dile getirilmesi açısından (ismiyle) Doğu Mitinglerinin yapıldığı ve işçilerin ekonomik ve demokratik talepleri için mücadelesinde kararlılığın pek çok örneğini gösterdiği yıllar yaşanır.
15-16 Haziran böyle bir kabarışın önemli bir halkası…
Ağırlıkta ekonomik talepler için mücadelenin verildiği koşullarda, var olan ve fiilen kullanılan sendikal haklara yönelik saldırılarla, bu hakların gaspı hedeflenir.
Hakkın gaspına seyirci kalmayan sınıf, üretimden gelen gücünü fiilen kullanır. 15-16 Haziran… Bu eylemde sınıf, birliğinin gücünü görür: Türk-İş’in tüm engelleme girişimlerine karşın, bu konfederasyonun örgütlü olduğu pek çok işyeri işçileri Haziran eyleminde DİSK’li işçilerle birlikte vardır. Yaratılan bu fiili birlik, 17-18 Haziran’da İzmir, Ankara ve Adana’da eylemlerini sürdürür.
Bu eylemin niteliği konusunda:
15-16 Haziran: Esas olarak sendikal örgütlenmenin etkin olduğu koşullarda fiilen kullanılmakta olunan kısmi demokratik hakları korumak amacıyla, işçilerin İstanbul ve Kocaeli’nde üretimden gelen gücünü kullanması, üretimi durdurması ve gösteri-yürüyüş yapmasıdır. Bu eylem, katılan işçilerin DİSK’li, Türk-İş’li ve bağımsız sendikalardan olması anlamında, sınıfın eylem birliğinin ürünüdür.
15-16 Haziran: Mücadelede yaşanılan sıcaklık, saflarda netlik yaratan en iyi ayraçtır.
15-16 Haziran: Mevcut siyasal düzeni hedeflemeyen bir eylem olmasına karşın, kısmi demokratik kazanımları korumak için bir bölgede üretimi durduran bir eylem olması sebebiyle, siyasal içerikli bölgesel bir genel grevdir.
15-16 Haziran: Eylem kendi içinde bir örgütlenmeyi taşıyor olsa da sınıfın bu eylemi ideolojik olarak ve işçi sınıfının henüz kendi iktidarını hedefler olmaması anlamında da kendiliğindenci nitelikte bir kitle hareketidir.
Esas olarak eylemin örgütlenişini dikkate alarak, 15-16 Haziran’a kendiliğindenci bir hareket olmadığı düşüncesi yalnızca, bu konuyla ilgili kitap çalışması yapan ve yayın faaliyetini sürdüren Sorun dergisi yazarı Sırrı Öztürk tarafından savunulmaktadır (27).
Önemli olan sendikal örgütlü olup olmamasından daha çok, ideolojik olarak eylemin iktidarı hedefleyip/hedeflememesi önemlidir. Eylemin iktidarı hedefler boyuta ulaşması da, sınıfın öncü müfrezesinin varlığına ve fiilen önderliğine bağlıdır.
15-16 Haziran: İşçi sınıfının toplumsal mücadeleye önderlik yapabileceğinin ve temel güç olduğunun somut ve canlı örneğidir.
Fakat o dönem hâkim sendikal ve siyasal anlayış, sınıfın tarihi görevini yerine getirecek misyona uygun olmadığıdır. Çünkü belirtilen anlayış da, toplumsal sorunlara var olan ekonomik ve siyasi yapılanım içinde çözüm arayışları hâkimdir.
O sebeple bu eylem; sınıfın hem kendisi için sınıf olma mücadelesinin zorunlu bir gereği ve hem de burjuvaziye karşı mücadelede zafere ulaşmasının bir gereği olarak, sınıfın öncü müfrezesi-kurmay heyeti partiye duyulan ihtiyacı göstermiştir.
O yıllarda faaliyet gösteren TİP, bu tür bir misyonu üstlenecek konumda değildir.
15-16 Haziran: Sınıfın gücü karşısında burjuvazi arayışlara girer ve iktidar, hemen sıkıyönetim ilân eder. Arkasından gelen değişiklik: 12 Mart.
15-16 Haziran eyleminde, öncesinde ve sonrasında estirilen resmi terör ve artan sivil faşist saldırılar: Toplumsal mücadelenin zoru içererek gelişmesinin yaşanan örnekleridir.
1.8 – 1970 Devalüasyonu
1960’lı ve ’70’li yıllarda benimsenen sanayileşme politikası, hızlı büyümenin bir aracı olarak benimsenir ve gerek korumacı önlemler ve gerekse de çeşitli teşvik kararlarıyla uygulanır:
1- Sanayileşme ithali kısıtlanan dayanıklı-dayanıksız tüketim mallarında yoğunlaşmış ve bu malların üretimi için gerekli olan girdi ve sermaye malları yönünden dışa bağımlılık her yıl daha da artmıştır.
2- Miktar kısıtlamaları, gümrük ve benzeri vergiler, kotalar, yasaklar biçiminde uygulanan korumacı dış ticaret politikası yurt içinde kurulmuş sanayilere önemli koruma avantajları sağlamıştır.
3- Bu sanayileşme politikası emperyalizmin dış borç ve yabancı sermaye yatırımı biçimindeki sermaye ihracı politikasına ters düşmeyen bir yöntemle uygulanmıştır. Korumacı dış ticaret politikasıyla birlikte yabancı sermayeyi teşvik edici yasaların çıkarılması; korunan bir pazara yabancı sermayeli firmaların doluşmasını ve birçok sektörde daha başta tekelci bir yapı kurmaları sonucunu doğurmuştur.
4- Bu sanayileşme politikası ile sektör ve verimlilik gibi konularda seçici davranılmamış, tüm sektörlere ve işletmelere genel bir koruma getirilmiştir.
Bu koşullarda, iç pazarı esas alan bir yapılanım hâkim olmuştur. Bunun da ’70’li yılların sonunda tıkandığı ve bu sebeple, krizin o anlamda yapısal olduğu tartışılır.
’60’lı yıllarda fiyat artışları altında reel ücretler artmış ve bununla, sanayileşme politikası gereği iç pazarda talebin canlandırılması ve o sebeple sanayileşmenin gelişmesi hedeflenir. Fakat ekonomide fiyatları oluşturan maliyet öğeleri: KİT ürünleri fiyatları, kullanılan işgünü fiyatı olan ücret, dışa bağımlılık nedeniyle döviz kuru ve öz-kaynak dışında yabancı kaynak kullanımı sebebiyle faiz haddi olarak sıralanır. ’60’lı yıllarda KİT ürünlerinin ucuz olması, faiz oranlarının düşük tutulması, kur garantisi ve düşük döviz kurları ile pek çok teşvik primleri ve vergi kolaylıkları burjuvaziye tanınan imkânlardır.
1962 yılı sonrasında uygulanan iki beşer yıllık kalkınma planlarında, hedeflenen büyümeler gerçekleşir. Fakat tarım ve sanayi sektörleri dikkate alındığında hedeflenen büyüme oranlarından hayli düşük oranlarda büyüme sağlanır. Demek ki, global olarak büyüme, hizmetler, ulaşım gibi sektörlerdeki şişmelerden kaynaklandığı anlaşılır.
Bu nasıl sağlıklı büyüme politikasıdır ki, ikinci planın uygulandığı yıllarda (1967-1972) ekonomi politikalarda değişiklikler yapılır.
Fiyatlar 1967 yılından sonra tekrar hızlı artış temposuna girer ve bugüne göre düşük ama o yıllara göre hayli yüksek oranlarda artar. Ayrıca uluslararası kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik durgunluk, dışa bağlı ülkeleri var olan ekonomik kanallar aracılığıyla etkiler. Dış dünyada olan gelişmeler o derece etkili olur ki, ABD 1971 Ağustos’unda doların altın konvertibilitesini tamamıyla kaldırır.
1965 yılına göre yüzde 90 artan dış borçlar 1970’de 1,9 milyar dolara yükselir. Aynı yıllarda TL ile ödenecek dış borçlar yüzde 31,3 artar ve 4,2 milyar TL’ye çıkar.
İç borçlarda artan seyir izler; 1965’e göre yüzde 70,6 artarak 1970’de 17,4 milyar TL’ye yükselir.
İncelenen bu dönemde yurtdışına işçi göçü ile istihdama kısa vadede geçici çözüm sağlanıyorsa da, uzun vadede bu etkinin zayıflayacağı bugün daha net olarak anlaşılır. 1970’de yurtdışında yaklaşık 481 bin işçi çalışır. Ülkeye getirdikleri dövizler toplamı 10,7 milyar TL ulaşır (28). Bu, o yıllarda iyi bir finansman kaynağıdır.
1970 Ağustos’unda başta kambiyo politikası olmak üzere, dış ticaret ve para-kredi ve fiyat politikalarından bir dizi ekonomik kararlar alınır. Bunun gereği olarak doların değeri 9 TL’den 15 TL’ye yükseltilir.
Ki bu 1970 yılında doların gerçek değeri 13,97 (29) iken, Demirel hükümeti bundan daha fazla miktarda belirler.
Ayrıca, bugün Özal’ın ’80’ler enflasyonunun nedeni olarak gösterdiği DÇM uygulaması; Demirel hükümeti ve DPT müsteşarı Özal’ın olduğu 1967 yılında gündeme gelir.
Bu kaçıncı deneme/yanılma.
Özal’ın tarihi: Deneme ve yanılma tarihidir.
Eh ustası Demirel’i unutmayalım…
Bu türden her kararda olduğu gibi, bu ekonomik kararlarda uluslararası finans çevresinin (Dünya Bankası, IMF) ürünü olarak gündeme gelir.
Sahibinin sesinden, o yıllarda Demirel’in DPT Müsteşarı Özal: “Para Fonu (yani IMF-N.O.) bize ilk ağızda 15 TL’yi önermeye karar vermişti. Bizim pazarlığa oturarak bunu aşağı indireceğimizi, bu yolu seçmişti. Oysa biz de devalüasyonu biraz avanslı tutmayı, ihracat ve işçi dövizi gelirlerini artırma açısından yararlı buluyorduk. Doların gerçek değeri 13-14 TL arasındaydı, ama biz bu düşünceyle gerçek değer üstünde bir fiyat saptamasından yanaydık. Bu nedenle 15 TL’lik öneriyi kabul ettik (öneren, IMF-N.O.). Bir pazarlık bekleyen Para Fonu temsilcileri bile buna şaşırdılar (köle ruhluluğun dik alası-N.O.)” der (30).
Evet, Özal, IMF temsilcilerini hep şaşırtır.
24 Ocak 1980’de böyle olur:
Yine Demirel hükümette ve DPT Müsteşarı Özal’dır. Ocak 1980 öncesi IMF Türkiye masası şefi Woodward, 1 dolara 47 TL’den Mart ayında 60 TL olacak miktarda devalüasyon yapılmasını önerir. Fakat Özal 1 doları 70 TL’ye çıkarır, 24 Ocak’ta. Woodward 160 milyarlık zam yapılmasını ister ve hatta “çok mu?” diye de sorar. Ancak Özal 400 milyarlık zam paketi hazırlar. Bu kadar zammı duyan Woodward: “Şaka yapmıyorsunuz değil mi, Mr. Özal?” der. Kalkarken de İngilizce “Aman Allah’ım, bu harika…” der. (31)
Özal IMF’yi hep şaşırtır: 1983 yılı sonrasında da olduğu gibi… Karikatürize edersek “elin gâvuru bile, Özal’dan daha insaflı”.
Yaranma ve köle ruhluluk…
1970 devalüasyonu konusunda da Demirel dış borç için “yapmak zorundaydık” der (32). Kredi alınır: 9 Ağustos kararından hemen soma üç yıl vade ile 1 milyar dolarlık kısa vadeli kredi verir, IMF (33).
Bugünün “Demokrasi” havarisi Demirel; hem işçi sınıfının demokratik kazanımlarına saldıran ve hem de IMF direktiflerini onları şaşırtan şekilde uygulayan, halkın özgürlük ve ekmek mücadelesi düşmanı, sermayenin sadık politikacısıdır. Özal da çırağıydı, ama ’80’lerde Eylül Karabasanından aldığı güçle o da ustalaştı.
KAYNAKÇA:
1- ’86 Petrol-İş, sf. 46-48
2- Türk-İş, 9. Kongresi Raporu, 1973, Yay. No: 77, sf. 504.
3- İbid, sf. 386
4- DİE, yay. no: 568, sf. 464-465; DİE, yay. no: 756, sf. 186-187.
5- Korkut Boratav, Yapıt Dergisi, sayı: 1,1983, sf. 7-18.
6- Türk-İş, 9. Kongresi, sf. 396.
7- DİE, İmalat San. Anketleri, Aktaran, Kaya Özdemir, Türk Ekonomik Hukuk Araştırmaları, Vakfı, 1982, sf. 55.
8- SSK. İstatistik Yıllıkları ve İTO-TFE, Aktaran, Doç. Dr. Alpaslan Işıklı, Ücret, Doğan Yayınevi, Ankara, 1975,eki.
9- DİSK, 7. Kongre Raporu, 1980, sf. 92.
10- Türkiye Denizciler Sendikası, Eğitim Dizisi-8, sf. 45.
11- Tunç Tayanç, ODTÜGD, 1980, C.7, sf: 1-2.
12- MESS Gazetesi, sf: 169,1 Haziran 1972, Aktaran, Yıldırım Koç, Türkiye’de Sınıf Mücadelesinin Gelişimi -1, Birlik Yayıncılık, Ankara, 1979, sf. 112.
13- Türk-İş, 8. Kongresi Raporu, Erzurum -11 Mayıs 1970, yay. no: 67, sf. 84.
14- Cumhuriyet, 3-14 Haziran 1970.
15- Türk-İş, 8. Kongresi, sf. 396.
16- İbid, sf. 429-431, 439, 457.
17- Türk-İs. 9. Kongresi, sf. 262, 276.
18- Cumhuriyet, 17 Haziran 1970. 19-DİE, İstatistik Yıllığı, 1973. sf. 177; ’86 Petrol-İş, Tablo. 104.
20- 22 Ocak 1962, III. Çalışma Meclisi Açış Konuşması, Aktaran, Kemal Sülker, age, sf. 80.
21- Alpaslan Işıklı, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yay., C. 7 sf. 1832.
22- Türk-İş, 8. Kongresi, sf. 79, 81-82.
23- Türk-İş, 9. kongresi, sf. 194, 197.
24- Cumhuriyet, 17 Haziran 1970.
25- Türk-İş, 9. Kongresi, sf. 11.
26- Cumhuriyet, 17 ve 29 Haziran 1970.
27- T. A. – S. Öztürk, age, sf. 450-455.
28- İİBK, yay. no: 111, sf. 62, Aktaran, T/B, yay. no: 12, sf. 53.
29- Anne O Krueger, … Aktaran, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi (1923-1978), Ak bank Kültür Yayını, İstanbul, 1980, sf. 547.
30- A. Başer Kafaoğlu, Enflasyon, Tekin Yay. 2. Basım, İstanbul, 1981, sf. 302.
31- Emin Çölaşan, 24 Ocak – Bir Dönemin Perde Arkası, Milliyet Yay. İstanbul, 1983, sf. 62-85.
32- Abdi İpekçi, Röportaj, Milliyet -1971 Yıllığı, sf. 29, Aktaran, A.B. Kafaoğlu, age, sf. 304.
33- Cumhuriyet, 11 Ağustos 1970.
EK:
İŞÇİ HAREKETİNDEN BİR KESİT
1 – 1963 Öncesi Eylemler
1963 yılında 274 ve 275 sayılı yasalar kabul edilmeden önce, 1961 ile 1963 yıllan arasında yapılan eylemler (1):
25 Kasım 1961: İzmir’de Sümerbank’a bağlı işyerlerinde çalışan 5000’e yalan işçi “grevsiz sendika olmaz”, “hakkımızı biz alırız” sloganlarıyla gösteri yaparlar.
31 Aralık 1961: İstanbul’da Saraçhane’de 200 bin işçinin katıldığı miting yapılır.
Ocak 1962: İstanbul liman işçileri, Aralık 1961 sonunda işyerini terk ederek üretimi durdururlar ve işçilerin istemlerinin kabul edilmesi üzerine eylem 4’üncü gün sonrasında biter.
1962: Antalya’da işsizler miting yapar, “işçiler ekmek bulamazken, zenginler pasta yiyor” pankartını taşırlar.
3 Mayıs 1962: Ankara’da Yapı-İş Sendikası’nca miting düzenlenir ve 5 bini aşkın işçi katılır. Mitingde yapılan konuşmalarda asgari Üretim yeniden saptanması ve çalışma şartlarının düzeltilmesi istenir. Yürüyüş sonrası, yaklaşık 500 kişiyi polis tutuklar.
1962: İstanbul’da Gümüş Motor Fabrikası’nda üretim durdurulur.
Haziran 1962: Bursa’da otobüs şoförleri sefere çıkmayıp, işbaşı yapmazlar.
23 Temmuz 1962: İzmir’de 300 temizlik işçisi 16 saatlik işgünü yerine 8 saatlik işgünü ve 7 lira gündelik yerine 10 liralık gündelik talebiyle, işi durdururlar. Eylem bir gün sürer ve ordu müdahale eder. İzmir Belediyesi, isçilerin taleplerini kabul eder.
1962: İstanbul’da Derby ve Bozkurt Lastik fabrikalarında isçiler üretimi durdururlar.
1962: Zonguldak-Ereğli’de ikinci Demir Çelik Fabrikası inşaatında çalışan 103 sendikalı isçinin işten atılması üzerine isçiler, akardan işçilerin geri alınması talebiyle eylem yaparlar. 31 Ocak/4 Mart 1963-KAVEL:
Bu direniş, 1963 yılında çıkarılan yasaların mecliste görüşülürken yapıldığı ve yasaların hazırlanmasında etkili olduğu için önemlidir.
İşverenin yılbaşı ikramiyesini ödememesi üzerine, 275 Sayılı yasanın yasallaşmamasına ve var olan çalışma mevzuatında da grev yer almamasına karşın, yine de işçiler grev kararı alır.
Bunun üzerine işveren 9 Şubat 1963’te lokavt ilan eder. İşverenin lokavt kararı üzerine, 175 grevci işçi de fabrikayı işgal eder.
İşverenin çağrısı üzerine işyerine gelen polislerin sebep olduğu gelişmeler dolayısıyla, birçok işçi yaralanır. Ve pek çok işçi tutuklanır. Eylem soması 13 işçi işten atılır.
Bu eylem, genel olarak işçilerin sempatisini kazanır ve örgütlü sendika Maden-İş ve Likat-İş’in oluşturduğu grevcilere dayanışma cephesinin çalışmaları sonucu kısa bir süre içinde, işçilere 100 bin TL. yardım toplanır.
Eylem başta işçilerden olmak üzere genel olarak halktan sempati toplayan Kavel grevi ile ilgili 2 Mart 1963 tarihinde Başbakan Yardımcısı T. Feyzioğlu ile Çalışma Bakanı B. Ecevit gibi hükümet yetkililerinin de devreye girmesi üzerine, 4 Mart’ta işveren ile işçiler ortak bir protokol imzalar.
Protokol gereği olarak işveren, ikramiyeleri ödemeyi ve atılan 13 işçiyi tekrar işe almayı kabullenir.
1961-1963 döneminde (ve yalnız 1963 yılı) toplam eylemler: 16(5) grev, 6(4) oturma eylemi, 7(-) sakal bırakma eylemi, 5(-) miting ve gösteri. 12(2) sessiz yürüyüş, 126(17) bildiri ve demeç ve 10(4) diğerleri.
274 ve 275 sayılı yasaların kabul edilmesinden önce girişilen eylemlerin etkinliğinden ve sınıf tarafından da genel kabul görmesinden dolayı hükümet iş uyuşmazlıkları veya 20 Şubat 1947 tarihli 5018 sayılı kanun gereğince kurulmuş işçi örgütleri ile işverenler ve işveren örgütleri arasında çıkan uyuşmazlıklar dolayısıyla TCK 201, 258, 266 ve 273 maddeleri hükümleri ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun cezai hükümlerine giren suçlar ve bu suçlardan dolayı verilmiş cezalar affedilir.
Sınıf tarihi açısından bu af gerekçesi üzerine dikkatli olarak durulması gerekiyor. Çünkü iktidar, bir gücün eylemlerini dikkate almak zorunda kalıyor.
274 ve 275 sayılı yasalar, Temmuz 1963 tarihinde kabul edilir.
2 – Haziran Öncesi Eylemler
10 Mart 1965-Zonguldak, ücret artımından (50 ile 200 kuruş olan liyakat zammından) tüm çalışanların yararlandırmaması, işyeri yönetiminin baskılarım ve sendikanın tavrım protesto etmek için 5000 işçinin çalıştığı Ereğli-Kömür İşletmeleri’nin Kozan Bölgesi Gedik ocağında 1500; işçi 10 Mart’ta greve çıkar ve işyerini işgal ederler. Çalışmaya gelen diğer işçileri de engellerler.
Eylem üzerine işyeri, jandarma tarafından çevrilir. Bu koşullarda örgütlü G. Maden-İş Sendikasından 5 sendikacının işçiler ile konuşmak için işyerine gittiklerinde işçilerden, sopa yerler. Türk-İş’e bağlı Maden İşçileri Federasyonu Başkanı Kemal Özer: “Hakiki bir işçi hareketi değildir” ve o sebeple eylemin kırılması gerektiği yönünde demeç verir.
12 Mart gecesi askeri birlikler işyerine saldırır, pek çok işçi ve 15 jandarma yaralanır. Ayrıca süngü yarasıyla Mehmet Çavdar ve mermi ile Satılmış Tepe adlı iki işçi ölür.
Bu haberlerin radyodan yayınlanmasına hükümet, yayın yasağı koyar.
Eylem 13 Mart’ta biter ve işçiler 14 Mart’ta işbaşı yapar (2).
1967: Doğu Mitingleri yapılır.
8 Şubat 1968: Zonguldak, Ereğli Kömür İşletmesi Kozlu’da 6239 ve Üzülmez’de 7403 yani yaklaşık toplam 15 bine yakın maden işçisi çalışır. Toplu sözleşme görüşmelerinin uzaması üzerine işçiler, işbaşı yapmazlar-(6 Şubat). Eylemin İkinci günü 7 Şubat’ta 5 bini aşkın işçi, gelişmelere tavırsız kalan sendikayı basar. Eylem sebebiyle günlük zarar yaklaşık 5 milyon TL (abartılı miktar-N.O.) kadardır. Karabük’ten gelen polisin işçilere saldırması üzerine çıkan çatışmada pek çok işçi ve 13 polis yaralanır (8 Şubat). Eylem kırılır. Köylerine dönen işçilerden ikisi yolda öldürülür (10 Şubat) (3).
1968: Öğrenci gençliğin üniversite işgalleri.
15 Aralık 1969 – Öğretmenler Boykotu: öğretmenlere yönelik artan saldırılar üzerine, Türkiye çapında 3 günlük boykot yaparlar. Boykota TÖS ve İLK-SEN’e bağlı 100 bini aşkın öğretmen katılır (15 Aralık). Türkiye Kamu Personeli Sendikaları ile T. Sağlık Kurumları Per. Sendikası eylemi desteklediklerini açıklar. Bazı lise ve fakülteler de öğrenciler destekleme boykotu yaparlar. Eylem sebebiyle Ankara Valisi TÖS ve İLK-SEN hakkında soruşturma açar. Eylem sonrası 101 öğretmene işten el çektirilirken, 2 bini hakkında da idari soruşturma açılır (4).
Şubat 1969: Taksim’de yapılan gösteriye dinci grupların saldırısı sonucu çıkan çatışmada, Duran Erdoğan ve Turgut Aytaç adlı iki devrimci-demokrat öldürülür. Bu, katliam yapıldığı adıyla, KANLI PAZAR olarak anılır.
13 Haziran 1969-ALPAGUT: İşçiler işyerini işgalle yetinmeyip, kendileri hem üretip hem de satışını örgütlemişlerdir.
İşyeri yönetiminin keyfi davranışları sebebiyle, üretim yapılamadığı gibi işçilerinde ücretleri zamanında ödenmez. Bu sebeple de, daha önce 1968 yılında 43 gün süreyle grev yapılır.
Bu yılda: 1969’da işyerinde çalışma ve yaşam koşullarının daha da kötüleşmesi üzerine, yetkili sendika Alpagut ve Çevresi Maden İşçileri Sendikası (AÇMİS) işverene başvurur; cevap alamaz. Bu sebeple 13 Haziran’da işyeri işgal edilir.
Çalışan 786 işçinin amacı, üretimi ve satışı yaparak, ücretlerini elde etmek ve işletmenin üretken olduğunu ortaya koymaktır. Kendi aralarında işyeri örgütlülüğü oluştururlar ve işyerini yönetecek bir “İşçi Kurulunu” seçerler. Günlük 280 ton olan üretim miktarı, 480 tona çıkar.
İşçiler satışla da ilgilenirler.
Bu çalışma tarzı, köylülerin sempatisini kazanır.
Gelişmeleri izleyen zamanın Demirel hükümetinin direktifiyle valilik isçilerle görüşür ama işçiler işyerini terk etmezler. 17 Temmuz’da Ankara’da gönderilen özel jandarma birliği ve yerel polis-jandarma güçlerinin yardımıyla zorla maden ocağına girerler. Çıkan çatışma sonucu, eylem kırılır. Beşi sendikacı olmak üzere 13 işçi tutuklanır.
Yetkili sendika ile işveren Çorum İl özel İdaresi toplu iş sözleşmesi imzalar. Çıkarılan işçiler tekrardan işe alınırlar (5).
Gözlem: Alpagut olayı ile işveren/sermayedar olmadan işçinin üretimi sürdüreceğinin örneğini oluşturur. Buna karşın, işçi olmadan sermayedar olsa da, üretim yapılamaz. İşleyiş, salt üretimle sınırlı kalmaz. Ayrıca, satışıyla da ilgilenirler. Hem üretim ve hem de satış halkaları birlikte, işçilerin oluşturduğu kendi örgütleriyle yapılır. Sınıfın yönetebileceğinin canlı örneği. Eylem bir yönüyle de burjuvaziyi tedirgin eder. Çünkü üretim yerinde sermayedara ihtiyaç olmadığını göstermekle birlikte doğrudan özel mülkiyet hakkı da tehlikeye girer. O sebeple eylemin kırılması için, burjuvazi bizzat Demire iktidarı denetiminde merkezi düzeyde ilgilenir. Eylem, ülke genelinde halk tarafından desteklenir. Bir yanda burjuvazi eylemi kırmayı çalışırken diğer yanda dayanışma içinde bulunan halk güçleri eylemi yaşatma mücadelesi verir.
29 Aralık 1969.TOPKAPI/GAMAK DİRENIŞİ: 514 işçinin çalıştığı Gamak Elektrik Motorları Yapım Fabrikası’nda, 504’ü T. Maden-İş Sendikası üyesidir. Yaklaşık iki aydır 350 işçi hammadde yoktur diye çalıştırılmaz ve 22 Aralık’ta polisler bir bildiri dağıtır. Bildiride 124 işçinin işten çıkarıldığı yazılır. İşveren işçileri ücretlerini almaları için fabrikaya çağırır. İşçiler fabrikaya gittiklerinde işyeri kapısında polisle karşılaşırlar ve 36 polis, 300 işçi tarafından çembere alınır. Polis tabancasını kullanarak, işçilere saldırır. Çatışma sonunda sendikacı Şerif Aygün adlı işçi mermi ile öldürülür, 7 işçi ve 21 polis de yaralanır (6).
6-8 Şubat 1970-ZONGULDAK/KOZLU: Toplu sözleşme görüşmelerinin uzaması (3 aydır) ve ücret artışı taleplerinin yerine getirilmemesi (daimi işçilere verilen çocuk yardımının münavebeli işçilere verilmemesi) üzerine, isçiler 6 Şubat’ta ocaklara inmeyerek işbaşı yapmazlar. İşçilerden bir grubu G. Maden-İş Sendikası önünde gösteri yapar: “Satılmışlar, size güvenmiyoruz, para yiyerek sözleşmenin imzalanmasını geciktiriyorsunuz” diye slogan atarlar. Ayrıca işyerini gelen sendika arabasını da tahrip ederler. İşçilerin sendikaya karşı bu tavırları, sendikanın izlediği işçi düşmanı politikasının bir başka yönden anlatımıdır. Eylem üç gün sürer. Yapılan anlaşma üzerine işçiler, 9 Şubat’ta işbaşı yaparlar(7).
3 – Haziran’da Eylemler
Cumhuriyet gazetesi yıllıklarından yaptığım çalışmaya göre, belirleyebildiğim eylemler:
17 Mayıs 1970: ECA Pres Fabrikası’nda (İstanbul) 600’den fazla işçinin iki sendikaya birden aidat kesilmesini protesto etmek için işçiler, 10 gün süreyle direniş yaparlar.
20 Mayıs 1970: İstanbul/Alibeyköy’de Öz Kardeşler Çivi Fabrikası’nda iki işçinin işten çıkarılması üzerine, işçiler tarafından fabrika işgal edilir. Çıkarılan işçilerin tekrar işe alınmasıyla direnişe son verilir.
1 Haziran 1970: Ambarlı tesisleri grup müdürlüğünde çalışan 700 işçi, Tes-İş Sendikası ile işverenin imzaladığı toplu iş sözleşmesinden doğan hakların verilmemesi üzerine işbaşı yapmazlar.
Yine 1 Haziran’da TMMOB Personel Kanunu’ndaki yapılan değişiklik sebebiyle, 30 bine yalan mühendis ve mimar ve teknik elemanın katıldığı iki günlük boykot yapılır.
2 Haziran 1970: Silivri’ye bağlı Değirmenköy halkı, Çorlu’nun “Esece Çiftliği” topraklarını (üç bin dönüm) yeniden işgal ederler, önceki işgal sırasında ektikleri buğdayları yeşilken biçerek hayvanlarına yem yaparlar. Köylüler: “Toprağımızı kimseye yedirmeyiz; tarlalardan ölümüzü çıkarırlar” der.
3 Haziran” 1970: Ankara’da Galvaniz Fabrikası’nda çalışan 400 işçi, üç işçinin işten çıkarılmasını protesto etmek için fabrikayı işgal ederler.
5 Haziran 1970: Personel kanundaki değişiklik sebebiyle, bir grup sağlık personeli İstanbul-Beyazıt’ta çadır kurarak açlık grevine başlar.
9 Haziran 1970: 43 gündür direnişi sürdüren Günterm Fabrikası işçileri, işverenin ücret alacaklarını vermemesi üzerine fabrikayı işgal ederler. Alpagut’ta olduğu gibi kendileri üretim yaparlar.
14 Haziran 1970: İktidarın saldırılanın ve personel kanunundaki değişikliği protesto etmek amacıyla, Türk-Persen Ankara’da yürüyüş yapar.
Yine aynı gün Hayrabolu’da üç bin tarım işçisi ücretlerinin artırılması isteyerek işbaşı yaparlar. Gündeliklerinin 12,5 TL’den 17,5’e yükseltilmesiyle eyleme son verirler.
16 Haziran 1970: 14 bin aşkın pancar işçisi gündeliklerinin artırılması için gösteri yaparlar. Ayrıca Alaşehir’de binlerce bağcı miting yapar.
15-16 Haziran: 14 Haziran’da DİSK’e bağlı sendikaların İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli ve Sakarya temsilcilerinin yaptığı ortak toplantıda, Meclis’teki tasarılar geri alınıncaya kadar 15 Haziran’dan itibaren işbaşı yapmama kararı alırlar.
İşçiler eylemin başarıyla yürütülebilmesi için kendi aralarında örgütlenirler.
Direnişin 1. günü 15 Haziran’da 70 bin işçi, işbaşı yapmaz. Bu işyerlerinden bazıları; Türk Demir-Döküm, Otosan, Sungurlar, Singer, Arçelik, Hoover, Rabak, Profilo, Philips, Aygaz, AEG, Grundig ve AUER vs. DİSK’e ve Türk-İş’e bağlı (sendikalara örgütlü olduğu EAS, Mutlu Akü, Koruma İlaçları, Chrysler, Makine-Tarım ve Cibali Tekel vs.) işçiler eyleme katılır.
TMMOB-İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi yayınladığı bildiride, eylemi desteklediklerini açıklar.
Ayrıca aynı gün TIPKON (memur sendikası) üyesi memurlar, personel kanununda yapılacak değişiklikleri protesto için saat 09’dan itibaren işi yavaşlatırlar ve bu direniş 16 Haziran akşamına kadar sürer.
Direnişin 2. günü 16 Haziran’da eyleme 150 bini aşkın işçi ve 113 işyeri katılır. İşçiler işbaşı yapmazlar ve ayrıca da topluca İstanbul şehrinin belirli merkezlerine doğru yürüyüşe geçerler. Polisin ve jandarmanın kurduğu barikatlar aşılır. Yürüyüş kollarının geçtiği yerlerdeki işyerlerinde çalışanlar işi bırakır ve yürüyüş kortejine, katılırlar. Böylece direnişe katılım 2. günde daha fazla olur. Barikatları aşmak için çıkan çatışmada, 16 Haziran günü Hüseyin Kahraman ve Yaşar Yıldırım (Mutlu Akü’den) adlı iki işçi ve Kadıköy’de esnaf Abdurrahman Bozkurt ölür. Ayrıca yaralı bir işçinin de, 19 Haziran’da ölmesi üzerine; toplam üç işçi hayatını kaybeder. 100’ü aşkın yaralanan işçi olur. 16 Haziran’da bir de polis ölür.
Aynı gün 16 Haziran’da İstanbul ve Kocaeli’nde bir ay süreyle sıkıyönetim ilân edilir
Aynı gün bir ses: Kemal Türkler’in radyoda yayınlanan mesajı:
“İşçi kardeşlerim… Beni iyi dinleyiniz… Bizler Anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuz için hiçbir hareketimiz Anayasaya aykırı olamaz. Ne var ki bizim aramıza çeşitli maksatlar güden kişiler, çeşitli kılıklara bürünerek girebilir. Hatta kötüsü, gözbebeğimiz şerefli Türk Ordusunun bir mensubuna kötü maksatla taş atabilir, tahrikler yapabilir. DİSK Genel Başkanı olarak sizi uyarıyorum” (8).
Türkler’in mesajı radyodan yayınlanırken, “gözbebeği” ordu birlikleri fabrikaları sarar ve işçileri tutuklamaya başlar. Demecin, eylemin doruğunda iken yayınlanması yoksa bir tesadüf mü?
Eylem: Birleşen iki davranış.
Burjuvazi resmi terörü artırma ve sendika lideri de “yangına” su sıkma gayretinde.
Kime mi, karşı? İşçi sınıfına…
Zaten işçi sınıfı burjuvazi ile hiç teke tek karşılaşmadı! Hep sınıf içinde burjuvaziyi destekleyicilerin ihanetine uğradı.
Uğruyor: En son 1989 Mayıs’ında olduğu gibi…
Haziran’da eylem, iki gün sürer ama İstanbul’da işi yavaşlatma biçiminde eylemler (Türk Demir-Döküm, Derby, Sungurlar, Rabak, Auer, Otosan, Arçelik, Vita ve Elektro-Metal vs.) ay sonuna kadar devam eder.
Ayrıca eylem somasında işyerlerinde işçi kıyımları yaşanır:
Cumhuriyet gazetesi, 2267 işçinin işten atıldığını ve bunun 44’ünün işçi temsilcisi olduğunu ve 133’ünün tutuklandığını sonra 112’sinin tahliye edildiğini yazar (9).
Yapılan bir başka çalışmada toplam 5090 işçinin atıldığını yazar. Bazı işyerlerine ait döküm: Sungurlar 150, Otosan 756, Man 546, İzmir Aliağa 480, BMC ve Çelik Montaj 300’er, Adel Kalem 234, Otomarsan 105, Uzel Traktör 200, Haymak 150, Gıslavet 131 ve Derby 104 vs. sıralanır (10)
Eylem İstanbul ve Kocaeli ile sınırlı kalmaz (11):
İzmir’de DİSK’in örgütlü olduğu 13 işyerinde çalışanlar, 24 saat süreyle işbaşı yapmazlar (18 Haziran).
19 Haziran’da ortak bildiri yayınlayan 18 sendika, DİSK’i ve eylemci işçileri desteklediklerini açıklar.
24 Haziran’da hiçbir konfederasyona bağlı olmayan 131 (bazı yayınlarda 70) bağımsız sendika,
“Bağımsız İşçi Sendikaları Genel Direniş Komitesi” adıyla bir komite oluştururlar. Bu örgütlenme, 274 ve 275 sayılı yasalarda yapılmak istenilen değişikliğe karşı, ülke çapında eylem yapılması kararım (yapılan bir forumda) alırlar. Sıkıyönetimde açılan davalar:
7 Temmuz 1970: İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığında 85 işçi,
11 Temmuz 1970: İzmit’te yine sıkıyönetimde 11 işçi.
18 Ağustos 1970: Dev-Genç üyesi 9 öğrenci hakkında dava açılır.
Bu davaların ilginç delili, 14 Haziran 1970 tarihinde Lastik-İş Sendikası merkez binasında DİSK’e bağlı sendika yöneticileri ve temsilcilerle yapılan toplantının alındığı teyp bandı, 20 Haziran’da polisin yaptığı sırada bulunur. Savcı konuşanları mahkemeye delil olarak sunar (12).
4- Haziran Sonrası Eylemler
15-16 Haziran sonrasında 1970 yılında yapılan eylemler (13):
22 Temmuz: Fındık üreticileri düşük taban fiyatım protesto etmek için gösteri yapanlar ve polis saldırısı sonunda bir üretici ölür.
12 Ekim: 370 işçinin çalıştığı Plastel fabrikasında 20 işçinin işten çıkarılması üzerine, işçiler bu işçilerin tekrar işe alınması için 7 saat süreyle fabrikayı işgal ederler.
13 Ekim: İstanbul Gıslavet lastik fabrikasında çalışan 1300 işçi, işverenin 15-16 Haziran günlerine ait (fabrika işçileri bu eyleme katılır) ücretlerini ödememesini protesto etmemek amacı ile 13 Ekim sabahı işyerinde oturma eylemi yaparlar. İşyerinin kapılarını da kaynakla kapatırlar. Polis kapılan buldozerle kırar. Saldırı sonrası Hüseyin Çapkan adlı işçi ölür. 35’i işçi olmak üzere 50 İrişi yaralanır. Eylemin kırılması sonrasında 103 işçi işten çıkardır.
– Üç aydır ücretlerini alamayan 200 YSE işçisi (Eskişehir), işbaşı yapmaz.
– Ayrıca 250 kadar PTT işçisi oturma eylemi yapar (işyerine ait şehir ismi verilmemiş).
14 Ekim: ’70 Ağustos ekonomik kararlarını protesto etmek için bakkallar ve bayiler; Ankara, Kütahya, Kırşehir ve Trabzon’da üç günlük boykota başlarlar. İşyerlerini açmazlar.
31 Aralık: 28 Aralık’ta Türk-İş yayınladığı bildiride, “işçileri memurlaştırmayı sürdüren çalışmaların yılbaşına kadar durdurulmaması ve işçi ikramiyelerin de aynı süre içinde ödenmemesi halinde, 1 milyon üye işçimiz işi durduracaktır” der. Bundan bir gün sonra sendika genel merkezine bombalı saldırı yapılır. Bunun üzerine 31 Aralık’ta Türk-İş’e bağlı sendikalara üye işçiler, saat 09 ile 11 arasında iki saat süreyle işbaşı yapmazlar (14). Türk-İş Genel Sekreteri Halil Tunç, “Türk işçileri başarılı bir sınav vermişlerdir” diye demeç verir. Eyleme DİSK’li işçiler de katılır (15). Bu eylem ile ilgili olarak, Yol-İş Sendikası Eğitim Uzmanı Yıldırım Koç, bu genel grev girişiminin ne kadar başarıyla uygulandığı konusunda kesin verilerin mevcut olmadığını yazar (16).
KA YNAKÇA:
1- M. Şehmuz Güzel, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, iletişim Yayınlan, C.7;Kemal Sülker, 100 Soruda İşçi Hareketleri, Gerçek Yayınevi, 3. baskı, 1976.
2- Cumhuriyet, 11-17 Mart 1965.
3- Cumhuriyet, 8-11 Şubat 1968. .
4-Cumhuriyet, 15-17-Aralık 1969.
5- M. Ş. Güzel. Ansiklopedi, C.7, sf.1864-1866.
6- Cumhuriyet, 30 Aralık, 1969
7- Cumhuriyet. 7-9 Şubat1970.
8- Milliyet, 17 Haziran 1970.
9- Cumhuriyet, 16 Eylül 1970.
10- Türkiye Solu, sy: 1, 15 Nisan 1971, Aktaran T. Arınırr – S.Öztürk, 15-16 Haziran, Sorun Yayınları, İstanbul, 1976, sf.107.
11- Cumhuriyet, 15-24 Haziran 1970.
12- T. A.-S. Ö, age, sf.182-257.
13- Cumhuriyet, 23 Temmuz, 13-21 Ekim 1970.
14- Türk-İş, 9. Kongre Raporu, 1973, sf.52-66.
15- Cumhuriyet, 1 Ocak 1971.
16- Yıldıran Koç, Türk-İş, Neden Böyle? Alan Yay., İstanbul, 19U, sf.?3.
Haziran 1989