80’li yıllara göre kitle mücadelesinin geliştiği gözleniyor. Suskunluk, yılgınlık, eylemsizlik yıllarından sonra geniş işçi kesimleri ekonomik nedenlerden de kaynaklansa yasaları aşan direnişlere başladılar. Mart-Nisan eylemlerine bir milyon işçi çeşitli biçimlerde katıldı. 1 Mayıs’ın mücadeleci ruhu egemenlerin bütün tehditlerine, alanları işgal etmelerine, fabrikalar önünde barikat kurmalarına, duraklardan sokaklardan adam toplamalarına rağmen militan bir şekilde yaşatıldı. Kamu işçilerinin eylemlerinden sonra özel sektörde çalışan işçilerin ek zam ve işten atılmalara karşı mücadelesi yükseliyor. Sınıfın eylemliliği sendika bürokratlarını sarsar hale geldi. Yönetimlerde henüz belirleyici değişiklikler yoksa da kongreler eskisi gibi bürokratlar için dikensiz gül bahçesi değil artık…
Diğer emekçilerin de çeşitli baskılara karşı mücadelesi yaygınlaşıyor. Gecekondu bölgelerinde yıkımlara karşı direnişler başladı. Direnişsiz yıkım gerçekleşmiyor, öğretmenler ve memurlar grevli toplusözleşmeli sendika hakkı için örgütleniyorlar. Çiftçiler çeşitli kentlerde yürüyüşler, mitingler yapıyor. Kiraların aşırı artışını protesto eden esnaflar sokaklara çıkıyor.
Bu arada, demokratik kitle örgütlerinin sayısında gözle görülür bir artış var. Kitleleri kendi etraflarında örgütlemeye ve harekete geçirmeye çalışıyorlar.
Aydınlar emekçilerin hareketliliğinden etkilenmeye başladılar. Dün baskı ve teröre karşı ufacık da olsa ses çıkarmayanlar, devrimcileri sokakta gördüklerinde kaldırım değiştirenler arasında, “sosyalizm” tekrar moda haline geldi. Çeşitli “sosyalist”, “komünist” parti kuruluşları tartışılıyor, dergiler çıkarılıyor.
İşçi sınıfı ve diğer emekçilerin yaygınlaşan hareketliliği ve gelişen mücadelesi, bugün sınıfla ve diğer emekçi kesimlerle sıkı bağlar kurmuş, hareketi bütün yanlarıyla kucaklayan Leninist bir parti önderliğinde değil henüz. Sınıfın öncüleri Eylül’de önemli bir deneyden geçti. Ama bu daha çok çeşitli kadrolar açısından geçirilen bir deneydir. Sınıfın ve emekçilerin mücadelesine her koşul altında önderlik edebilecek Leninist yapıya kavuşmuş ileri unsurların sözü edilmeye değer bir kısmını kapsamış, mücadele sürecinde kucakladığı bu ileri unsurlar ve yönettiği kitlelerle birlikte deneylerden geçmiş bir partinin varlığından henüz söz edilemez. Marksist-Leninistler, Leninist örgüt teori ilke ve normları benimsemelerine, örgüt pratiği, yaşamı ve deneyleri sağlanan teorik ve pratik birikim açısından Leninist bir parti olmayı hedeflemelerine rağmen, henüz sağlam bir Leninist yapıya kavuşulduğundan, Leninist öncü partinin özelliklerini bünyelerine derinlemesine aktardıklarından, köklü gelenekler edildiğinden söz edilemez.
Bütün bu gelişmeler nedeniyle Leninist parti öğretisi ve bunun çeşitli modalardan etkilenmeden, kararlı bir şekilde uygulanması hayati bir önem kazanıyor. Kuşkusuz Leninist parti öğretisi çok yanlı ve öğretinin uygulanması pek çok pratik sorun tartışmayı da beraberinde getiriyor. Biz burada yığınlara hareketliliğinin artması ve parti sorunları üzerinde durmaya çalışacağız.
Proletarya partisi işçi sınıfının çeşitli örgütlenmeleri (sendikalar, kooperatifler, yardım dernekleri, Sovyetler, vb.) içinde, bütün bu örgütlere kılavuzluk edecek ve onu sınıfsız sömürüşüz topluma götürecek en yüksek örgüt biçimidir.
Bu nedenle sınıfın en ileri unsurlarından meydana gelmesi, sınıf mücadelesinin kanunlarının bilgisi ve devrimci hareketin tecrübesiyle, yani en ileri teoriyle silahlanması ve her koşul altında mücadeleyi sürekli kılacak, çeşitli yönleriyle kavrayacak, uzmanlaşmış bir örgütlülüğe sahip olması gerekiyor.
Burada önem kazanan nokta, en ileri teori ile sınıf mücadelesinin kanunlarının bilgisiyle silahlanmasının yeterli olmayacağıdır. Bu bilgi sadece aydınlanma düzeyinde kaldığı uygulamada Leninist partiyi yaratmak için kullanılmadığı sürece yeterli olamayacak, parti aydınlar kulübü olma tehlikesini yaşarken, örgütlenmesi çeşitli saldırılar karşısında sürekli, canlı ve her dönemin ihtiyaçlarına cevap veren bir olgunluğa erişemeyecektir. Örgütsel inşanın aydınlatıcı ve açıklayıcı görevleri, pratik dönüştürücü ve değiştirici görevlerle birleştirilemezse, her koşul altında mücadeleyi kesintisiz sürdürecek, proletaryanın sınıf mücadelesine istikrarlı ve güvenli, otorite sahibi bir önderlik oluşturacak sağlamlıkta ve esneklikte bir yapı kazanılamaz. Bu nedenle Leninist parti öğretisinin kavranması ve uygulanması, uygulamada karşılaşılan zorlukların aşılmasında kararlılık ve birlikte sürdürülmesi gereken süreçlerdir.
Emperyalizm ve proleter devrimleri çağında sınıflar açıktan çatışma halinde. Burjuvazi devrimi engellemek, sınıf egemenliğini sürdürebilmek için bir yandan revizyonist reformist tezleri körükleyerek Marksizm-Leninizm’i sınıf özünden koparmaya, kendi egemenliği için bir tehlike olmaktan çıkan sınıf uzlaşmacı bir teoriye dönüştürmeye çalışırken, öte yandan devrimleri acımasızca ezmeye ve devrimin motoru olan gerçek Marksist-Leninist partileri fiili olarak yok etmeye çalışıyor. Özellikle ekonomik ve siyasal krizin sınıflar arasındaki çelişkiyi artırdığı, yarı-sömürgelerde, sınıfsal ve ulusal uyanışı engellemek, baskı ve sömürüye başkaldırıyı ezmek için işçiler, emekçiler, ezilen uluslar ve özellikle mücadeleye kılavuzluk edecek örgütler ürerinde terör politikası uyguluyor. Askeri darbeler birbirini izliyor, devlet askeri ya da değil ama genellikle faşist diktatörlük olarak baskı, zulüm, işkence makinesi gibi işlev görüyor. Bu koşullar altında proletarya partisi mücadelenin sürekliliğini sağlayabilmek için mutlaka karşı devrimin uzanamayacağı (ya da uzanmasının asgariye indirilmeye çalışılacağı) bir yapıda olmalıdır.
Lenin bu konuda şöyle söylüyor: “Biçim olarak Otokratik bir ülkede böyle (gerektiğinde ayaklanmaya… ve bütün öteki mücadele biçimlerine başvurabilecek kadar) güçlü bir devrimci örgüt… tam bir gizlilik içinde çalışmak zorunda. Gizlilik bu cinsten bir örgütün öylesine zorunlu bir şartıdır ki, bütün öteki şartlar (üyelerinin sayısı ve seçimi, görevler vb.) bu birinci şarta uydurulmalıdır.” (Ne yapmalı, s. 171).
Egemen sınıfların devrimi bastırmak için oluşturduğu en önemli araçlardan biri siyasi polistir. Devrimle karşı-devrim arasındaki açık çatışmalarda (grevlerde, yürüyüşlerde, ayaklanmalarda vb.) nihai sonucu tayin edecek olan kitlelerin, mücadeledeki kararlılıkları, yetenek, azim ve kahramanlıklarıdır elbette. Ama iyi hazırlanılmayan, iyi yönetilemeyen saldırı ya da çekilme anları iyi tespit edilemeyen, kısacası yönetici kurmayı olmayan kitle mücadelesinin başarıyla sonuçlanması beklenemez. Siyasi polis mücadelenin kurmayı olan örgütleri ele geçirmek, dağıtıp parçalamak ve kitleleri ön-dersiz bırakabilmek için oluşturulmuş özel bir örgütlenmedir. Bilimin son gelişmelerinden yararlanarak devrimci örgütleri hareketsiz hale getirip yok etmek için yeni taktikler geliştirmektedir. Ancak, siyasi polisin bu taktiklerini boşa çıkarabilecek sadece devrimin yükselme dönemlerinde değil geri çekilme, baskı ve terör dönemlerinde de varlığını sürdürecek, sınıfla bağlarını koruyacak ve hareketin yönetimini gerçekleştirecek yetenekte profesyonel devrimcilerin oluşturduğu bir örgüt devrimi ve proletaryanın mücadelesini başarıya götürebilir.
Özellikle yığınların kendiliğinden gelme hareketlerinin yükseldiği durumlarda bu daha da önem kazanmaktadır. Grevler, direnişler yoğunlaştıkça, sınıfın ve diğer emekçilerin çeşitli bölümleri artan biçimde mücadeleye katılmaya başladıkça, mücadelenin “devrimci eylemi meslek edinmiş”, “siyasi polise karşı mücadelede özel vasıfları” olan kimseler tarafından “sanatın bütün kurallarına” uygun olarak örgütlenmesi ve yönetilmesi gerekliliği artar. “Yığınların kendiliklerinden harekete katılmaları olgusu, bu mücadelenin (siyasi polise karşı mücadelenin -ÖD) örgütlendirilmesini daha az gerekli kılmaz. Tersine, daha gerekli hale getirir. (Ne Yapmalı, s. 141)” diyor Lenin.
Yığınların kendiliğinden mücadelesinin yükselmeye başlaması, ülkemizde bunun tersine, geçmişte acı deneyleri olan bir hastalığı legalizm hastalığını amatörlük ve ilkelliği körükleme tehlikesini beraberinde getiriyor yine. Reformist ve revizyonistlerin, aslında devrim mücadelesinin lafzından başka hiçbir şeye sahip çıkmayan sözde sosyalistlerin kurmaya çalıştıkları yasal partilerden ve düzenin sınırları içine hapsetmeye çalıştıkları yasal mücadeleden söz etmiyoruz. Bu çok eleştirildi eleştirilecek ve revizyonist-reformist tasfiyeci legal Marksistlerin işçi sınıfı üzerindeki etkisi kırılacaktır. Bunun göstergeleri şimdiden var. Üzerinde durmak istediğimiz, yığınların hareketliliği arttıkça devrimci saflarda görülen uzun dönemli plan ve programlara dayanmayan, günün kârını hesaplayan amatör çalışmanın ve legal merkezler (yayın organları ya da demokratik örgütler) etrafında örgütlenmenin yeniden elbette legal mevzileri reddetmek anlamına gelmiyor. Leninist parti gizi; aygıtını koruyarak birçok yeni legal ve yarı legal olanaklardan yararlanmalı ve legal mevzilerde de mücadeleyi örgütleme yeteneğinde olmalıdır. Ama burada altı çizilmesi gereken nokta, gizli aygıtın korunması ve legalizm modasına, hastalığına kapılarak zarar görmesinin engellenmesidir. Her koşul altında mücadelenin örgütlenmesinin, sürekli istikrarlı bir şekilde sürmesinin karşı devrimin yeni bir saldırısında ezilip geçilemeyecek, dağıtılıp etkisizleştirilemeyecek mücadele merkezlerinin, mücadeleyi sevk ve idare edecek karargâhlarının yaşayabilmesinin yolu budur.
Yığınların kendiliğinden hareketinin yükselmesi, mücadelenin genişleyip yaygınlaşması, işçi sınıfı ve diğer emekçiler arasıda devrim ve sosyalizme sempatiyi, yönelimi artırır. İşçi sınıfı ve diğer emekçiler arasında partiye yeni güçler katılır. Burada durumu hem işçi sınıfı, hem de diğer sınıflardan aydınlar, gençler açısından ele almaya çalışacağız.
Leninist parti proletaryanın en üst örgütlenmesidir, proletaryanın kendi sınıf partisidir. Ve esas olarak proleter bir temele dayanmalıdır. Bunu lafta değil, gerçekte sağlamanın yolu ise, işçilerin bulunduktan yerlerde, fabrikalarda, işletmelerde örgütlenmesi ve partinin fabrika örgütlenmeleri üzerinde yükselmesidir. Lenin bu konuda şöyle diyor: “Hareketin temel gücü büyük işletmelerdeki işçilerin örgütlenmesinde yatmaktadır, çünkü büyük işletmeler (ve fabrikalar) isçi sınıfının sadece sayı bakımından üstün kesimi değil, aynı zamanda daha da önemlisi, etki, gelişme ve savaşma gücü bakımından da üstün kesimini kapsamaktadır. Her işletme bizim kalemiz olmalıdır.” (örgütlenme Üzerine, s. 24) Bu nedenle ancak işçi sınıfının sınıf mücadelesi, sınıf dayanışması ve disiplinin okulu olan fabrika örgütlenmesi temel alınarak sınıf içinde ve partide savaş alanındaki bir ordunun bütün kanun ve âdetlerine uymayı gerektiren demir disiplinin, sınıf disiplinin biçimlenmesinin temeli atılabilir ve proletaryaya üstün bir savaş gücü kazandırılabilir.
Partinin esas olarak farikalarda, örgütlenmesi elbette ki grevci her işçinin, her isteyenin partili olmasını gerektirmiyor. Leninist parti bir sınıf partisidir demek, sınıfın tüm üyelerinin ya da her grevcinin partili olması demek değildir. Partinin sınıfla sıkı bağlara sahip olması, sınıf içinde erimesi, sınıfın çoğunluğunun parti önderliği altında hareket etmesi demektir. Sınıfın tümünün, öncüsü olan partinin bilinç ve eylem düzeyine yükselebileceğini iddia etmek ancak sınıf dalkavukluğu olabilir. “Öncüyle, ona eğilimli yığınlar arasındaki farkı unutmak, öncünün gittikçe daha geniş kesimleri kendi düzeyine çıkarma şeklindeki sürekli ödevim unutmak, yalnızca kendini aldatmaktır, bize düşen ödevlerin enginliğine gözlerini yummaktır ve bu ödevleri daraltmaktır. İşbirliği yapanlarla mensup olanlar arasındaki, bilinçli ve faal olanlarla yalnızca yardım edenler arasındaki farkı silip atmak, işte böylesi bir gözlerini yumma, böylesi bir unutmadır.” (Bir Adım İleri, İki Adım Geri, s. 78) diyor.
Bu ayırım, Marksizm ve sosyalizmin kendiliğinden işçi hareketinin içinde erimesinin ve boyun eğmesinin önlenmesinin de önkoşuludur.
Öte yandan, bu perspektif işçi önderlerinin ve mümkün olduğu kadar çok işçinin politik olarak bilinçlenmiş profesyonel devrimci haline getirilmesine ve parti örgütlerinde yer almasına engel değildir. Tersine, temel örgütlenme yeri olan fabrikalarda öne çıkan işçilerin devrimci mücadelesinin ajitasyon, propaganda, yayın dağıtımı, provokatör ve muhbirlere karşı mücadele, örgütlenme vb. gibi alanlarında geliştirilmesini, uzmanlaştırılmasını ve profesyonel devrimciler haline getirilmesini önemli bir görev olarak öne koyar.
Ayrıca yığınların kendiliğinden mücadelesinin genişlemesi ve derinlik kazanması, işçi sınıfı arasından yetenekli ajitatörlerin, propagandistlerin örgütçülerin çıkmasını da beraberinde getirecektir. İşçilere önderlik edebilmek, mücadelenin çeşitli ihtiyaçlarına cevap verebilmek için parti, bu unsurları kendi saflarına çekmek ve bizzat işçilerin arasından çıkan önderleri mümkün olduğu kadar kapsamak zorundadır. Ancak bu şekilde sınıfa önderlik edilebilir ve egemen güçlerin başa çıkamayacağı işçi yığınlarının desteği ve güvenine sahip örgütlenmeler yaratılabilir.
Yığınların kendiliğinden eylemlerinin yükselmesiyle harekete çeşitli kesimlerden aydınların katılımı da artar. Aydınların katılımı bunların sınıfsal kökenlerinden ve aydın özelliklerinden gelen niteliklerin harekete taşınması tehlikesine yol açar. Bütün gücü ve gelişmesi, umutları ve geleceği örgütten, diğer sınıf kardeşleriyle birlikte yürüttüğü sistemli mücadeleden gelen proleterin aksine, aydın, kişisel bilgisi, kişisel yetenekleri, kişisel inançları ile güçlenir, yaşar. “Proleter, adsız kitlenin bir parçası olarak, herhangi bir kişisel çıkar ya da ün sağlamayı düşünmeksizin, nerede görevlendirilirse orada ve bütün benliğini ve düşüncesini saran gönüllü bir disiplinle, tam bir bağlılıkla savaşır. Aydına gelince durum değişiktir… Herhangi bir yere ancak kişisel nitelikleriyle erişebilir. Bu yüzden bireyselliğini en özgür biçimde kullanabilmesi, ona, başarılı çalışmasının önkoşulu olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olmaya güçlükle razı olur, o zaman da bu eğiliminden ötürü değil, zorunluluktan ötürüdür.” (Kautsky’den aktaran Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri s. 157).
Aydın ancak bireysel olarak Marksist bilinçle kendini sınıf savaşımında proletarya ile özdeşleştirebilir ve aydın karakteri değişikliğe uğrar. Sınıf kökeninden gelen bireyci disiplinsizlik, istikrarsızlık vb. özellikler proletarya ile özdeşleştikçe dönüşür, proleterleşir. Bu dönüşümün sağlanması, özellikle sınıf bileşiminde henüz proletaryanın bizzat kendi içinden gelen unsurların değil, çeşitli kesimlerden aydınların ağır bastığı partilerde özel bir önem kazanmaktadır. Dönüşüm ve proleterleşme sağlanamazsa, geçen sayımızda sözünü ettiğimiz bürokratizm ve tasfiyeciliğin çeşitli fırsatlarda ve biçimlerde ortaya çıkması engellenemez. Gerçek bir Leninist parti ise “her şeyden önce ve başlıca mesleği devrimci eylem” olanları kucaklayacağı için “böyle bir örgütün üyelerinin bu ortak özelliği karşısında işçilerle aydınlar arasında ve hele hele ayrı ayrı meslekler arasında her türlü fark kesin olarak silinmelidir.” (Lenin, Ne Yapmalı, s. 143)
Ülkemizde proleter dönüşüm, bir başka açıdan da önem taşıyor. Revizyonizm ve reformizmin yozlaştırıcı bir rol oynaması sadece teori alanıyla sınırlı kalmamalı. Aydınların ve proletaryanın ileri kesimlerinin proletarya ve burjuvazi karşısındaki konumlarında, burjuvazi ve gericiliğe karşı pratik tavır alışlarında da tahribata yol açtı. Osmanlı aydınının uzlaşmacı, Kemalist aydının üst tabakalara yanaşan devletçi gelenekleri, aydınlar içinde TKP revizyonizminin dayandığı toplumun entelektüel potansiyelinin halktan ve proletaryadan önemli ölçüde yabancılaşmış özellikleri, revizyonizmin uzlaştırıcı ve yozlaştırıcı etkilerini daha da güçlendirici bir rol oynamıştır.
Kemalist devletçiliğin ve TKP revizyonizminin uzlaşmacı, reformist ve yabancılaştırıcı etkileri altında olan aydınlar, halkın ileri kesimlerini uzun yıllar hem teorik olarak, hem de yaşam tarzı ve siyasal mücadelede pratik tavır alış olarak eğitti. ’70’lerde bu güçlerin en ileri kesimlerinin egemen pratik-siyasal tutumu, reformist uzlaşmacılık ve icazetçi, legalci bürokratik burjuva sosyalizminin ifadesiydi.
’70’lere doğru yükselen işçi ve gençlik hareketi icazetçi uzlaşmacılık ve icazetçi uzlaşmacılığa bir tepki yaratmakla birlikte, ileri ve potansiyelli kesimlerin “tarihi” geleneklerini yıkacak, köklü bir dönüşüme yol açacak derinlikte değildi. Uzlaşmacılığa karşı tepki ’71 hareketinde, küçük-burjuva devrimci maceracılığında temsil edildi. Marksist-Leninist hareket küçük burjuva maceracı çizgiyi ve revizyonizmi reddetmesine, kadrolarının yapısı, yaşam tarzı ve toplumsal ilişkileriyle, anlayış ve alışkanlıklarıyla, hareketin bütün devrimci konumlanmasında, geçmişinde uzlaşmazlık başlıca erdem olmasına, halka en yakın konumdaki hareket olmasına rağmen, uzlaşmacı tarihsel aydın geleneğinin, revizyonist mirasın ve küçük burjuva sınıf özelliklerinin ve sınıf bakış açısının baskısından, etki ve kalıntılarından henüz gerçek anlamda arındığı söylenemez.
Bu durumda, revizyonizme ve reformizme karşı mücadelenin teorik ve siyasal tezler alanında başarıyla yürütülmesi, revizyonizme ve reformizme karşı mücadelenin gerçekleşmesi anlamına gelmez. Reformizm ve revizyonizmle mücadele, küçük burjuva ideolojisi ve reformist gelenekle, bizzat yaşamın canlı olayları, toplumsal ilişkiler, yaşam tarzı, pratik anlayış ve alışkanlıklar alanında da hesaplaşmak, reformizmi ve revizyonizmi bu alanda da aşmak zorunludur. Bu alandaki mücadelenin sivri ucu, doğal olarak hareketin kendi tarihinden gelen mirasın yaşayan olumsuzluklarına yönelecektir.
Hareketin kendisinin örgütsel olarak, proleter dönüşümü sağlaması, Leninist parti ilkelerini yaşamının her alanında, ilişkilerinde, pratiğinde uygulaması, köklü gelenekler kazanması, kısacası gerçek anlamda Leninist bir parti haline gelmesi durumunda kendiliğinden hareketin yükseldiği dönemlerde harekete katılan işçiler ve diğer sınıflardan aydınlar için mücadele okulu olarak, devrimci sanatın bütün kurallarını uygulayabilen profesyonel devrimcileri yetiştirecek, sınıf önderlerinin önemli bir kısmım kapsayacak ve mücadeleyi her koşul altında sürdürebilecek konuma gelebilecektir.
Ekim 1989