Sosyalizme Giden Yolda Zor, Zorunluluktur”

Gorbaçov’dan sonra, Türkiye’de de “yeni sosyalizm modeli” arayışları görülüyor. “Arayışçılar”ın başında TBKP geliyor. M. Belge yeni ortaya atılan bir arayışçı. Aranan başka siyasal grup ve kişiler de var. Proletaryasızlaşma, toplumsal gelişme ve kapitalizmin yerini sosyalizme bırakmasında zorunluluğun, tarihsel materyalizmin reddi, “barışçıl geçiş”, proletarya önderliği ve partinin rolünün yadsınması, yasallık ve tasfiyecilik, açık Stalin ve açık ya da üstü az-çok örtülü Lenin karşıtlığı, sosyal demokrasiyle birleşmeye varan geniş “birlikçilik” çok partili “çoğulcu sosyalizm”de özel milliyetçilik “yeni model”in unsurları arasına. Arayışçılar sosyal demokratlaşma durumunda; “Avrupa komünizminden, onun Bernstein gibi öncellerinden esinleniyorlar.
Geçen sayımızda M. Belge’nin sosyal demokrat yeni kitabının lanse edilmesine yönelik olarak Nokta’nın onunla ve T.Ak-‘çam, Aybar, Aren ve Perinçek gibi benzer “modelciler”le yapılan röportaj üzerinde durmuştuk. İdeolojik ve siyasi olarak “Avrupa komünizmi” ve onunla birleşen Gorbaçovcu çizgide bütünleşme durumunda olan “arayışçılar”, örgütsel olarak da bloklaşma girişimleri içindeler.
Çeşitti görüşlerde olan devrimcilere bu reformcu arayış ve oluşumun belirgin tezlerine ilişkin sorular sorduk. Yaptığımız karşı-röportajları yayınlamaya gelecek sayımızda da devam edeceğiz.
Sorularımız:
1) İşçi sınıfının toplumsal durumu ve mücadelede rolü konusunda “elveda proletarya ” diyen düşünceyi değerlendirir misiniz?
2) Gorbaçov ‘ta birlikle yeniden yoğunluk kazanan “sosyalizmde çok seslilik” ve “çoğulcu sosyalizm” konusunda neler düşünüyorsunuz?
3) Sosyalizme giden yolda zorun rolü?
4) Tarihsel materyalizmin sosyalizmin zorunluluğu öngörüsünün reddi ve “sosyalizme mutlak varılacaksa niye mücadele ediliyor” görüşünü değerlendirir misiniz?
5) Son zamanlarda küskün ikiz kardeşler TBKP ve Aydınlık arasında görülen “birlik” konulu dirsek temaslarıyla ilgili düşünceleriniz?

Eylül sonrası devrimci çalışma içinde yakalanan ve yıllardır çeşitli cezaevlerinde tutulan, devrimci ve sosyalist fikirlere sahip Açan. Son olarak Çanakkale E-Tipi Cezaevi’nde ve kendisi hakkında kısaca şunları söylüyor: “20 yıldan beri devrim ve sosyalizm kavgasının bir neferiyim. Marksist-Leninist’im ve Marksist-Leninist kalacağım. TİKB mensubu olmaktan ve çeşitli basın davalarından dolayı şimdilik toplam 333 yıllık bir hapis cezasına mahkûmum. “

1- Proletarya, burjuvazinin eşref saatinde boş bulunup şapkasından çıkardığı tavşan değildir ki, üstelik çok denenmiş oportünist okus-pokuslarla şimdi onun varlığını veya devrimci niteliğini ortadan kaldırmak mümkün olsun… O, kapitalizmin nesnel bir ürünü, kapitalizmle birlikte kendiliğinden ortaya çıkan bağımsız bir sınıftır. Kapitalizm kapitalizm olmaktan çıkmadığı sürece de yok olması, başka sınıf veya tabakalar içinde eriyip kaybolması ya da devrimci karakterini yitirmesi mümkün değildir. Burjuvazi ve uşakları buna rağmen neden ikide bir O’nun ölüm ilanlarını verir, mezara gömmek için birbirleriyle niçin böylesine gayretkeş bir yarış içindedirler? Kapitalizmi yıkarak insanlığın büyük rüyası ve kurtuluşu olan sömürüşüz ve sınıfsız bir dünya kurma hedefine, bunu başarma güç ve yeteneğine sahip olan tek sınıf proletaryadır da ondan. Proletaryanın bu tarihsel görevi ve devrimci niteliği, doğrudan doğruya onun kapitalist üretim süreci içindeki yerinden, bu sınıfın ekonomik varlık koşulları ve toplumsal konumundan kaynaklanır. Marks’ı Marks yapan, her şeyden önce işte bu temel gerçeği açığa çıkarması, kapitalizmin bilimsel bir çözümlemesini yaparak bunu ortaya koymasıdır. Bilimsel sosyalizm bu temel taşı üzerine inşa edilmiştir. Dolayısıyla proletaryaya “elveda” demek, tek bir vuruşta sosyalizm ve sınıfsız-toplum idealine, Marksizm-Leninizm’e, devrime, proletarya partisine ve proletarya diktatörlüğüne toptan “elveda” demektir. Bu yüzden bayağı bir reformizmin ifadesi ve bilinen bir sloganıdır bu.
Yalnız, proletaryaya “elveda” diyerek kendilerini burjuvazi ve gericiliğin “güçlü” kollarına atanların sonu, nedense (!) pek iç açıcı olmuyor. İşte, bunun son örneği olarak “Avrupa Komünizmi” denilen revizyonist ihanet akımının hali… Bir zamanlar o da, Marcuse ve özellikle Garaudy’den “esinlenerek”, “elveda proletarya” sloganı ile yola çıkmıştı. Başlarda burjuvazi ve gericiliğin “gözdesi” idi. Şimdilerde ise içi geçmiş bir kaldırım yosması gibi, ideolojik olarak zaten saflarına iltihak ettiği sosyal demokrasiye örgütsel olarak da yamanabilmenin yollarını arıyor.
2- Türkiye’de burjuva ve küçük burjuva aydınlar arasında 1960’lı yılların “modası” sosyalizm idi. 12 Eylül sonrasının “modası” ise demokratizm… Zaten hiçbir zaman tutarlı Marksist-Leninist, kararlı ve içten proleter devrimci olamamış bazı “yol arkadaşları”, 12 Eylül’ün yarattığı korku, yılgınlık ve döneklik havası içinde şimdilerde “demokrasiye” tapınıyorlar. “Demokrasi” ve “diktatörlük” kavramları, tam da burjuvazi ve uşağı gerici siyaset bilimcilerinin yaptığı gibi, sınıfsal özünden ve anlamlarından kopartılıyor, soyut bir biçimde karşı karşıya konuluyor, sonuçta da “sınıflar-üstü” ve “zor içermeyen” bir demokrasi (sanki varmış ve olabilirmiş gibi!), her derdin devası olarak kutsallaştırılıyor. “Sosyalist demokrasi” veya “sosyalizmde çokseslilik” adı altında gerçekte burjuva demokrasisi, siyasal çoğulculuk ve parlamentarizm gibi kapitalizmin kurum ve kavramları savunuluyor. Proletarya diktatörlüğüne ve devrimde ve sosyalizmin inşasında proletaryanın öncü komünist partisinin kimseyle paylaşılmaz önder ve yönetici rolüne kılıç sallanıyor. Öyle ki, “ayrım yapılmaksızın her türlü siyasi çizgiye, dini ya da etnik azınlıklara, partileşebilme de dâhil her türlü özgürlüğün tanındığı bir sosyalizm” savunuluyor. Sosyalizm şöyle dursun, Marks öncesi burjuva filozofların bile kabul ettikleri sınıf gerçeğini dahi “unutacak” kadar kendilerinden geçen bu sözde sosyalist, gerçekte ise sosyal demokratlara sormak gerekiyor: Proletaryanın dışında sosyalist bir sınıf var mıdır? Sınıflar-üstü bir sosyalizm olabilir mi? Belli bir sınıfın ideolojisinden ve sınıf çıkarlarından bağımsız bir siyaset ve siyasi çizgi hele parti olabilir mi? Hiçbir ayrım yapmadığınıza göre sizin “sosyalizminizde” burjuvazi ve onun siyasi partilerine de yer var mıdır? Öte yandan hangi din veya dinsel akım sosyalizm için savaşır, en azından ona sadık kalır? “Vatansız” proletarya, etnik her türlü ayrım ve ayrıcalıkları da ortadan kaldırarak mı yoksa bunları koruyup, kurumlaştırıp, ebedileştirerek mi sınıfsız toplum hedefine varacaktır? … Bütün bunlara “evet” yanıtını içeren görüşlerin sahiplerine yapılması gereken şey konusunda Lenin bir öneride bulunuyor: “… onu hemen bir kafese koyup Avustralya kangurusu ya da benzeri bir şeyle (örneğin, bu görüşlerin atası olan Kautsky olabilir-nba) birlikte sergilemek…”
3- Sosyalizme giden yolda zor, tek kelimeyle zorunluluktur. Zorun zorunluluğu, proletarya ve devrimci öncüsünün şiddete olan “merakı” ya da “zorba” bir karaktere sahip olmasının sonucu değildir. Bizi şiddete başvurmak zorunda bırakan karşımızdaki sınıf düşmanlarımızdır; sömürücü egemen sınıfların gerek ellerindeki iktidarı yitirmemek gerekse yitirdikten sonra tekrar ele geçirebilmek için kaçınılmaz olarak başvuracakları en çılgın, en öfkeli direnci kırmanın zor dışında başka bir yolunun olmayışıdır. Proletaryanın ülküsü, elbette ki, insanlara karşı zor kullanmanın her türlüsünü ortadan kaldırmaktır. Ancak zorun kaynağını kurutmak, sınıfları ortadan kaldırmak ve sosyalizmin dünya çapındaki zaferini sağlamakla mümkündür. Her kim ki, bundan daha önce proletaryanın sınıf düşmanlarına karşı zora başvurma hakkını ve bunun zorunluluğunu reddeder, ona silahlarını bırakmasını öğütlerse o, sosyalizme bile bile ihanet ediyor demektir. Proletaryanın kendi öz devrimini yapma hakkını inkâr ederek burjuvazinin saflarına geçmiştir. Çünkü ellerindeki iktidarı hiç direnmeden, en kıyıcı yollara başvurmak da dâhil ellerinden geleni yapmadan, “tevekkül” içinde ezilen sınıflara terk eden bir egemen sınıfı tarih ne göstermiş, ne de gösterecektir. Hele burjuvazi ve gericiliğin proleter devrimine karşı dişinden tırnağına kadar silahlandığı, militarizmi ve bürokratik devlet cihazını tarihte görülmedik ölçüde geliştirip yetkinleştirdiği günümüz koşullarında, proletaryanın “zor” dışında, barışçıl yollarla iktidarı ele geçirebileceğini ve kendi diktatörlüğünü kurmaksızın sosyalizmi rahat rahat inşa edebileceğini ancak ahmaklar veya burjuvazinin uşakları düşünebilir.
4- “Materyalist tarih anlayışına göre, tarihteki belirleyici etken, son kertede, gerçek yaşamın üretim ve yeniden üretimidir… Eğer biri bu görüşü iktisadi etken tek belirleyicidir anlamında bozarsa, böylece onu boş, soyut, saçma bir söze dönüştürmüş olur” der Engels, J. Bloch’a yazdığı ünlü mektubunda. “Sosyalizme mutlak varılacaksa o halde niye mücadele ediliyor” diyen bir görüş ise, Marksist materyalizmi, tam da Engels’in sözünü ettiği şekilde “bozan”, bayağılaştıran gerici bir söz yığınıdır. Toplumların tarihi gelişiminde ekonomik temelin son tahlilde belirleyici etken oluşunu, idealist bir tutumla tek yanlı olarak mutlaklaştıran kaba materyalizmin, ekonomizmin bilinen eski bir felsefe döküntüsüdür bu. Amacı, tarihin yaratılmasında sınıfların ve sınıf savaşımının rolünü, özellikle de sosyalizm için mücadele etmenin zorunluluğunu, bu mücadelede öncü komünist partisine sahip olmanın, Marksizm-Leninizm’in yol göstericiliğinde yürümenin, devrimin ve proletarya diktatörlüğünün proletaryanın zaferi açısından taşıdığı hayati önemi inkâr ve unutturmaktır.
Yöntem açısından da, devrimci diyalektiğin tam zıddı olan gelişmenin derece derece evrim yoluyla, basit ve mekanik kavranışını ifade eder. Hâlbuki tarihin gelişimi de “tıpkı doğanın ve hayatın gelişimi gibi yavaş yavaş evrimi ve sıçramaları, sürekliliğin bölünmesi eğilimlerini birlikte kapsar”. Tarihsel gelişmenin kaba materyalist kavranışında ise devrim ile evrim arasındaki ayrım çizgisi yoktur, kaybolmuştur. O bunu bilinçli olarak yapar. Çünkü kaba materyalizm, politikada kendiliğindenciliğin, ekonomizmin ve reformizmin felsefesidir.
Yalnız, tarihte bütün reformcu revizyonist sapmaların teorik temelini oluşturan bu bayatlamış felsefi bayağılığın, bugün ülkemizde yeniden piyasaya sürülmek istenmesinin altındaki amacı doğru tespit etmek gerekir. Bu görüşler, “sosyalizmin kaçınılmazlığı”na dair tarihsel materyalist zorunluluğun kavranması maskesi altında uç veren kendiliğindenci miskinliğe, eylemsizliğe ve reformizme karşı savaş amacıyla değil tam tersine “kapitalizmi ancak ve kaçınılmaz olarak sosyalizmin izleyeceği” bilimsel gerçeği konusunda kuşku ve güvensizlik yaratarak daha koyu bir reformizme, edilgenlik ve dönekliğe zemin hazırlamak amacıyla gündeme getiriliyor. Bundan dolayı bu döneklik teorilerinin gözüne, asıl olarak “proletaryanın özgürleşmesinin (yani sosyalizmin) gerekli maddi koşullarını (hani, tarihsel gelişmenin yönünü ve akışını belirleyen o “zorunluluk etkeni”ni) kapitalist üretim sürecinin (neden ve nasıl) kendiliğinden yarattığının” kanıtlarını sokmak gerekiyor.
5- Özde aralarında zaten bir ayrılık ve fark olmayan revizyonist ihanetin Sovyetçi ve Cinci türünün ülkemizdeki bu iki temsilcisi arasında son dönemdeki yakınlaşmada başlıca iki etken rol oynuyor. Bunlardan “dış” etkeni oluşturan birincisi, bunların ağababaları arasında dünya çapındaki yakınlaşmadır. “İç” etkeni oluşturan ikincisi ise, revizyonizmin zaten mayasında bulunan “mezhep genişliği”nde en sınırsız ifadesini ve zeminini bulan “birlikçilik” ya da “geniş cephe modası”nın, 12 Eylül sonrası tasfiyecilik koşullarında yeniden hortlamasıdır.

“Sosyalizme Giden Yolda Zorun Rolü Tartışılmazdır”
Devrimci ve sosyalizmi savunan fikirlere sahip Altınoğlu, Çanakkale cezaevinde yatıyor. 20 yılı aşkın bir süredir fiilen politikayla uğraşıyor. Eylül döneminde devrimci çalışması nedeniyle tutuklanıyor ve o zamandan bu yana cezaevlerini dolaşıyor. TKP/ML Hareketi davasından çeşitli illerde yargılandı ve hakkında idama hükmolundu.

Garbis ALTINOĞLU
1- Kapitalizmin ortaya çıkışından ve egemen üretim biçimi haline gelişinden bu yana işçi sınıfı da bir dizi değişiklik yaşamıştır. Basit işbirliği ve manifaktür dönemlerinin küçük üretimle bağlarını tam olarak koparmamış olan yarı-zanaatkâr ve yarı-köylü “işçi”si, ancak büyük-ölçekli sanayi koşullarında modern proleter durumuna gelir. Modern proletaryanın oluştuğu büyük-ölçekli sanayi döneminde de üretici güçlerin ve tekniğin gelişmesine bağlı olarak işçi sınıfının yapısında bir dizi değişiklik görüldü. Ancak bu, üretim ilişkilerinin özel niteliğiyle üretici güçlerin toplumsal niteliği, başka bir deyişle üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip kapitalistlerle bunlardan yoksun proleter yığınları arasındaki çelişmeyle karakterize edilen kapitalist toplumun temel özelliğini değiştirmedi. Üretim sürecinde her türlü makina kullanımının giderek daha fazla yaygınlaşması, proleterlerin eğitim, kültür ve beceri düzeylerinin giderek yükselmesi ve kafa emeğinin görece önem kazanması vb. kapitalist toplumun bir yanda proletaryanın ve diğer emekçilerin sırtından dev boyutlarda artık değer sağlayan kapitalistler ve diğer yanda kapitalistlerce acımasızca sömürülen kol ve kafa emekçileri, yani proletarya olmak üzere iki düşman kampa bölünmüş olması olgusunu ortadan kaldırmıyor. Tersine bu durum, üretim etkinliğinin kapitalistler olmaksızın, -hem de çok daha rasyonel bir biçimde- sürdürülebileceğini ve mülk sahibi sınıfların asalak karakterini açıkça gözler önüne sererek burjuva toplumsal düzenine son verilmesi için gerekli nesnel koşulları daha da olgunlaştırıyor.
2- “Sosyalizmde çok seslilik” ya da “sosyalist çoğulculuk” vb. her renkten revizyonistlerce, hiziplerin varlığıyla bağdaşmayan parti anlayışına ve proleter devrimci parti dışında siyasal partilerin varlığıyla bağdaşmayan proleter diktatörlüğü anlayışına karşı savaşım amacıyla geliştirilmeye çalışılan kavramlardır. M-L’ler ilke olarak gerek parti içinde, gerek parti-yığın ilişkileri düzeyinde ve gerekse yığınlar içinde en geniş devrimci ve sosyalist demokrasiden yanadırlar. Proleter devrimci partilerin ve proleter diktatörlüğü yönetimlerinin genellikle karşı karşıya bulundukları zor koşullar (yani, sömürücü sınıfların ve emperyalistlerin çok yönlü ve yıkıcı saldırıları) onları sosyalizm koşullarında demokrasiye belirli sınırlar koymaya zorlayabiliyor. Ancak, gene de proleter diktatörlüğü, burjuvazinin ve özellikle büyük burjuvazinin acımasız diktatörlüğünü demokratik formlar altında gizleyen burjuva demokrasisinden çok daha demokratiktir. Gorbaçov kliğinin uygun ortam yaratmasıyla son yıllarda yaygınlaşan “çok partili sosyalizm” tezi, M-L proleter diktatörlüğü öğretisinin ve kapitalizmden sınıfsız topluma geçişe ilişkin bilimsel doğruların açıktan reddi anlamına geliyor. Sosyalizm koşulları altında, kural olarak, birden çok parti olamaz. Kapitalizmden sınıfsız topluma geçiş sürecini ancak ve ancak en ileri teori ile donanmış proleter devrimci parti başarıyla yönetebilir. Bu koşullarda kurulabilecek olan diğer herhangi bir parti, zorunlu olarak kapitalist restorasyonun partisi olacak ya az ya da çok hızlı bir biçimde böyle bir partiye dönüşecektir. Bazı ülkelerde proletaryanın iktidarı ele geçirmesinden sonra kısa bir süre yoksul köylülüğü vb. temsil eden partilerin varlıklarını sürdürmeleri, hatta hükümette yer almaları, bu kuralla çelişmeyen geçici bir fenomendir. Öte yandan, burjuva ve revizyonist ideologların savlarının tersine, sosyalizm koşullarında tek bir partinin varlığının, sözcüğün gerçek anlamında çok sesliliği engellemediğini belirtmek gerekir. Proleter diktatörlüğü, kapitalizm koşullarında burjuvazinin ideolojik ve kültürel cenderesi altında tam bir düşünsel yoksulluğa mahkûm edilen emekçi yığınları uyandırır, harekete geçirir, eğitir ve onlara geniş ufukları açarken aydınları sermayeye kölece bağımlılıklarından kurtarır. Ve böylece toplumun yaratıcı güçlerini serbest bırakarak kültürel gelişmeyi hızlandırır.
3- Sosyalizme giden yolda zorun rolü tartışılmazdır. Çoğu kez en sıradan hakları, en basit düzeydeki ödünleri alabilmek için sömürücü sınıflara karşı dişe diş bir savaşım vermek zorunda kalan proleterler ve diğer emekçiler, siyasal iktidarı barışçı yollardan ele geçirebileceklerini hayal bile edemezler. Yaşam burjuva ve revizyonist ideologların ortaya attığı kapitalizmden sınıfsız topluma barışçı geçiş tezlerini ve onun çeşitli varyantlarını yüzlerce kez çürütmüştür ve daha yüzlerce kez çürütecektir. Sosyalizmin dünyanın görece küçük bir bölümünde egemen olduğu ve kapitalist emperyalist kuşatmanın sürdüğü koşullarda, burjuva askeri-bürokratik aygıtın zor yoluyla yıkılması, devrimin evrensel bir kuralı ve mutlak bir yasası olarak kalmaya devam edecektir. Kapitalist emperyalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmanın aldığı koşullarda, dünya proletaryasının ve bağlaşıklığının birleşik gücünün en azından bazı ülkelerde iktidarın barışçı yollardan el değiştirmesine olanak sağlayıp sağlayamayacağı sorusunaysa bugünden yanıt vermek zor. Uzun sözün kısası, uygulanış tarzı yere ve zamana göre değişmekle birlikte, daha uzun süre zor, Marks’ın dediği gibi, yeni topluma gebe olan eski toplumun ebesi olmaya devam edecek.
4- Nesnel koşullar insanlığın kapitalizmden sınıfsız topluma doğru gittiğini ve gideceğini göstermekte, hatta bir bakıma bunu güvence altına almaktadır. Ancak bu saptama bir genel eğilimi tanımlar. Hiçbir şekilde, kapitalist üretim biçiminin ve burjuvazinin egemenlik aygıtının kendiliğinden yıkılacağı anlamına gelmez. Çağımızda üretici güçlerin ve üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişmenin gelişme düzeyi, özellikle proleterlerde ve tarihsel gelişmenin yönünü kavrayabilecek düzeydeki ilerici aydınlarda sosyalizm doğrultusunda kendiliğindence bir eğilim, deyim yerindeyse sosyalist bilincin tohumlarını yeşertmektedir. Fakat nesnel koşulların, insanın bilincinde bir yansıması olan bu eğilimin sosyalizme varmak için yeterli olduğunu düşünmek, kişiyi felsefede nesnelciliğe, pratikte ise eylemsizliğe götürür. Yıkılmasının nesnel koşulları uzun süredir oluşmuş olmasına karşın, kapitalist-emperyalist sistem çeşitli ekonomik, siyasal ve ideolojik saldırı ve “savunma” yöntemlerine başvurmak ve çok sıkıştığında belirli ölçülerde ödünler vermek suretiyle varlığını sürdürebilmektedir. Ama bu, yığınlara büyük acılar çektirmek, üretici güçlerin gelişmesini frenlemek ve onları büyük ölçüde yıkıma uğratmak, çeşitli yerel savaşlara yol açmak, insanlığı yeni bir dünya savaşı tehlikesinin Demokles kılıcı altında tutmak ve doğal çevreyi geniş ölçüde kirletmek vb. pahasına olmaktadır. Tarihsel materyalizmin, toplumsal gelişmenin pratiğiyle de doğrulanmış olan öğretisi bize, nesnel koşulları oluşmuş olan toplumsal dönüşümlerin, çıkarları bu dönüşümden yana olan sınıfların ve toplum katmanlarının bilinçli ve örgütlü eylemi olmaksızın meydana gelmeyeceğini öğretmektedir. Bunun kapitalizmden sınıfsız topluma geçiş için daha da geçerli olduğu açıktır: İşçi sınıfı, en ileri teoriyle donanmış, doğru bir siyasal çizgiye sahip öncüsünün yönetimi olmaksızın ve tüm emekçileri kendi çevresinde toplamaksızın ne kapitalizme son verebilir, ne de sosyalizmi kurarak sınıfsız toplum doğrultusunda yürüyebilir. Köleci, feodal ve kapitalist üretim ilişkileri, sırasıyla ilkel komünal, köleci ve feodal toplumların bağrında oluşabilmiş ve bu gelişmenin belirli bir aşamasında köle sahipleri, feodal senyörler ve burjuvazi siyasal iktidarı ellerine geçirmişlerdir. Proleter devrimiyse tersi bir yol izler. Sosyalist üretim ilişkileri kapitalist toplumun bağrında oluşmazlar; onlar proletaryanın iktidarı ele geçirmesinden sonra, onun partisinin önderliği ve gözetimi altında geliştirilirler. Bu, sınıfsız topluma, kendinden önceki toplumlardan farklı olarak, işçi sınıfının önderliği altında sömürülen çoğunluğun sömürücü azınlık üzerindeki diktatörlüğünü temsil eden devrimci bir geçiş aşamasından geçilerek ulaşılabileceği anlamına gelir. Bütün bunlardan, bilinç ve istenç öğesinin sınıfsız topluma geçiş ve sınıfsız toplumun kurulması süreçlerinde, daha önceki toplumsal dönüşüm dönemlerinde olduğundan çok daha önemli olduğu ve çok daha büyük ağırlık taşıdığı sonucu çıkar.
5- TBKP ve Aydınlık arasında proletaryanın davasında düşmanlık temelinde bir ortaklık ve benzerlik bulunmasına karşın, bu iki revizyonist odağın yakın gelecekte, hatta orta erimde ciddi bir yakınlaşma yaşayacaklarını sanmıyorum. Birbirleri hakkında daha yumuşak bir dil kullanmaları, kısmen Sovyet-Çin ilişkilerinde yaşanmakta olan göreli yumuşamayla, kısmen de 12 Eylül sürecinin yarattığı atmosferle ilgilidir. Bakış açılarında meydana geldiğini ileri sürdükleri değişikliklere karşın, bu iki çevrenin Sovyet ve Çin revizyonizminin sözcüleri olmaları, farklı geçmişlere ve geleneklere sahip olmaları, yakınlaşmaları ve birleşmeleri önünde önemli birer engel oluşturmaktadırlar. Ülkemizde sınıf savaşımının giderek keskinleşmesine koşut olarak TBKP ve Aydınlık çevrelerinin anti-proleter ve revizyonist çizgileri daha belirgin duruma gelecek ve bu iki revizyonist odak arasındaki geçici bahar havası da giderek ortadan kalkacaktır. Ancak bu iki çevrenin özde aynı niteliği taşıyor olması, onların özgül yanlarını ve evrimlerinin yönünü görmemize engel olmamalıdır. TBKP’nin kadroları giderek açık açık bir teslimiyet çizgisine sürüklenirken, 1978-80 döneminde nesnel olarak siyasal gericiliğin bir parçası durumuna gelmiş bulunan Aydınlık çevresinin son yıllarda, sınırlı da olsa, olumlu yönde adımlar attığı ve hâlihazırda reformist-bürokratik bir çizgide yürüdüğü gözden kaçırılmamalıdır.

Nisan 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑