1 Mayıs, işçi sınıfının durumu ve talepler

Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halklar 7 Haziran Genel Seçimleri öncesi, iş cinayetlerinin hız

kesmediği, grevlerin yasaklandığı, Ortadoğu’da IŞİD barbarlığının devam ettiği, ekonomik

göstergelerin giderek bozulduğu, başkanlık sistemi tartışmalarının yoğunlaştığı, hükümetin

zorbalık yasası olan “İç Güvenlik Paketi”ni Meclis’ten geçirdiği bir dönemde 1 Mayıs’ı

kutlamaya ve mücadeleyi büyütmeye hazırlanıyor.

İŞÇİ SINIFININ İÇİNDE BULUNDUĞU KOŞULLAR

2015 1 Mayıs’ı öncesi işçi sınıfının içinde bulunduğu koşullara baktığımızda karşımıza

çıkan manzara çarpıcı olduğu kadar, düşündürücüdür de. Fabrikalarda kapitalizmin en vahşi

dönemi diye nitelenen 1800’lü yıllara rahmet okutacak bir sömürü düzeni hüküm sürmektedir.

Metal, tekstil, kimya başta olmak üzere, hemen tüm sektörlerde çalışma saatleri 12-16 saate

varmaktadır. Azımsanmayacak sayıda işçi, ücretlerin düşüklüğünden dolayı asgari maddi

ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, aylarca hiç izin kullanmadan gün boyu çalışmak zorunda

kalmaktadır. Ortalama işçi ücretinin 1500-1800 lira olduğu günümüzde, işçilerin büyük bir

bölümünün mesai, ikramiye, sosyal yardım gibi kalemler dışta tutulduğunda, aylık çıplak

ücreti asgari ücret düzeyindedir. Bu yüzden, mesai, işçilerin gönüllü olarak kabul ettikleri bir

çalışma sistemi haline gelmiş bulunmaktadır. Bununla birlikte, patronların işçileri

cezalandırmak için mesaileri kaldırması da sık rastlanır bir durumdur. Bu, ilk bakışta ironik

bir durum gibi  gözükse de, işçilerin içine itildikleri vahşeti göstermesi bakımından son derece

çarpıcıdır.

Yalnızca çalışma süreleri uzun değildir; çalışma koşulları da son derece ağırdır.

Makinelerin teknik temelindeki değişim ve yenilenme işçilerin çalışma koşullarını

kolaylaştıracağı yerde daha da zorlaştırmaktadır. Eskiden 3-5 kişinin çalıştığı tezgahta

(makinede) artık bir işçi çalışmakta, üretim –birim başı verim– eskisinden daha fazla

olmaktadır. İşçi sürekli biçimde performansını artırmaya zorlanmakta, kameralarla

izlenmekte, yan yana çalışan işçilerin performansı kurulan ekranlara yansıtılarak, işçiler

insanlık dışı bir rekabet ve yarış ortamına sokulmaktadır. Çalışma koşullarının ağırlığı

nedeniyle işçiler sık sık iş değiştirmekte, ancak yeni girdikleri sektör ya da fabrikada önceki

çalışma koşullarından daha beter bir manzarayla karşılaşmaktadırlar. Bel ve boyun fıtığı,

eklem ve kas hastalıkları başta olmak üzere, çalışma koşullarının yol açtığı rahatsızlıklar

işçiler arasında hızla yayılmaktadır. Bu yüzden, genç işçiler, bu koşullarda uzun süre

çalışmalarının imkansız olduğunu belirterek, emekli olmanın kendileri için hayal olduğunu

söylemekte, kendilerinin ve çocuklarının geleceğinden derin endişe duymaktadırlar.

Çalışma koşullarını ağırlaştıran bir başka etmen, taşeron sistemidir. Kuralsızlığın hüküm

sürdüğü bu sistemde, işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin ciddi bir denetimden söz etmek

mümkün değildir. İş cinayetlerinin en fazla taşeron sistemin hüküm sürdüğü yerlerde

yaşanıyor olmasında bu yüzden şaşılacak bir yan yoktur. Taşeron sistemi yalnızca sendikal

örgütlenmeyi parçalamak gibi bir rol oynamamakta, kuralsız çalışmanın genel olarak çalışma

yaşamına hakim hale gelmesine de zemin yaratmaktadır.

İçinde bulundukları çalışma koşulları, işçiler bakımından insani olan ne varsa ortadan

kaldırmaktadır. Sosyal, kültürel hayattan söz etmek bir yana işçi dinlenmek için dahi vakit

bulamamakta; emekçi aileleri parçalanmanın eşiğine gelmektedir. Kadınlar, kadın sağlığına

aykırı en ağır işlerde çalıştırılmakta ve fakat erkek işçilere göre farklı (daha az) ücret

almaktadır. Bunun yanında işyerlerinde en çok mobbing uygulamasına kadın işçiler maruz

kalmaktadır. İşyerlerinde kreş olmadığı gibi, kadın işçiler gece çalıştırılmakta ya da gece

yarıları cinsel taciz ve saldırıya açık halde evlerine çok uzak noktalarda servislerden

indirilmektedir. Çalışma koşulları kadın işçileri bir hafta boyunca okula giden çocuğunun

yüzünü göremeyen, bir çift laf edemeyen insanlık dışı bir ortamın içine sokmaktadır.

SENDİKALARIN DURUMU

İşçi sınıfına dışarıdan bakan ve sendikaların içinde bulunduğu durumu bilmeyen biri,

sözkonusu koşulların sendikasız işyerleri için geçerli olduğunu düşünebilir. Ne var ki,

aktarılanlar, gerek çalışma koşulları gerek ise ücretler bakımından, sendikalı-sendikasız, genel

olarak işçi sınıfının içinde bulunduğu durumu özetlemektedir. Yıllardır sendikalarda örgütlü

olan ve üç-beş toplusözleşme geçiren işyerlerinin çoğunda çıplak ücretler asgari ücret

seviyesinde bulunmaktadır. İşçilerin sermayeye karşı örgütlenme ve direniş merkezi olan

sendikalar, sendika bürokratlarının elinde işçi sınıfına karşı bir alete dönüşmüş bulunuyor.

İşçilerin mücadelesinin önüne patrondan önce sendika bürokrasisi dikiliyor. Mücadeleci

işçiler, sendika ağaları ve patron işbirliğiyle sürekli biçimde tasfiyeye uğruyor. Sendika

bürokrasisi işçilerin baskısıyla harekete geçmek zorunda kaldığında da, mücadeleyi patrona

(üretime) zarar vermeyecek biçimlere iteleyerek, sönümlendirmeye yöneliyor. Bir dönem işçi

sınıfının özellikle kamu kesiminde örgütlü bölümünün mücadeleci tutum alması sonucu ülke

düzeyinde çeşitli adlar altında oluşan platformlarda bir araya gelen sendika(cı)lar da,

özelleştirmeler ve emeklilik gibi nedenlerle bu kuşağın tasfiyesiyle birlikte tamamıyla

patronların ve sermaye hükümetlerinin dümen suyuna girdiler ve bu tür oluşumlardan uzak

durmaya başladılar. Bir umut olarak ortaya çıkan Sendikal Güçbirliği Platformu ise,

geleneksel sendikal çizginin ötesine geçemedi ve herhangi bir rol oynayamadan silikleşerek,

varlığı belli olmayan bir noktaya savruldu. İşçi sendikaları konfederasyonları Soma, Ermenek,

Torunlar gibi toplu katliamlara varan iş cinayetleri karşısında bile zevahiri kurtarmaya dönük

cılız birkaç eylem ve demagojik demeç vermenin ötesinde patronlara ve hükümete karşı bir

direnç ortaya koyamadılar. Günümüzde Türk-İş, Hak-İş ve Memur-Sen kelimenin tam

anlamıyla “AKP hükümetinin arka bahçesi” haline gelirken, KESK ve DİSK ise işçi ve kamu

emekçisi kitlelerin günlük talep ve eylemlerinden kopuk bir mevzide hareket etmeyi

sürdürüyor. Burjuva, bürokratik sendikacılıktan yaka silkerek arayış içine giren işçiler için bir

çekim merkezi olma özelliği taşıyan DİSK güçsüzlüğün, zayıflığın getirdiği sorunlarla

cebelleşirken, sınıfın ana gövdesiyle buluşan, mücadele eden bir çizgiden hayli uzaktır.

Küçük burjuva eğilimler ve sosyal demokrasi savunucularının iç içe geçtiği bir yapı olmaya

devam ettiği, gerçek bir sınıf sendikacılığı çizgisine yönelmediği sürece DİSK’in kitlesel ve

mücadeleci bir sendikal mihrak olmasının önündeki engeller sürecektir.

İŞÇİ HAREKETİ

İşçiler dayanılmaz iş ve yaşam koşullarını değiştirmek için her geçen gün daha fazla sayıda

ve daha kararlı biçimde mücadele içine giriyor. İşyeri değiştirmenin bir çözüm olmadığını

deneyleriyle gören işçiler, bu mücadelede başı çekiyorlar.  İş cinayetleri, işçi sağlığı ve iş

güvenliği, TİS, ücretlerin yükseltilmesi, ağır çalışma koşullarının düzeltilmesi, iş güvencesi,

sendikal örgütlenme gibi taleplerle gerçekleşen grev ve direnişlerin kesintisizce sürdüğünü

görüyoruz.

Direniş ve eylemlerin önemli bir bölümü örgütsüz genç işçi kuşakları tarafından

örgütlenirken, sendikal örgütlülüğün bulunduğu yerlerin çoğunda da sendika yönetimlerine

rağmen işçiler eyleme geçmekte ve sendikal bürokrasiye karşı mücadele ederek ilerlemeye

çalışmaktadır. Sendika bürokrasisinin en itibarsız döneminin yaşamasına ve işçilerin bu

kesime derin bir güvensizlik duymasına karşın, sendikalarda örgütlenme eğiliminin işçiler

arasında hızla yaygınlık kazandığı görülmektedir. Çelişik gibi görünen bu durumu, işçilerin

içinde bulunduğu çalışma koşulları gayet anlaşılır kılmaktadır. İşçiler, deneyleriyle, sendikalı

olmanın hiç olmazsa iş kanunu hükümlerinin asgari düzeyde de olsa işyerlerinde

uygulanmasını sağlayacağını/sağladığını görmüş bulunmaktadır. Günümüz işçi kuşağının

temel özelliklerinden biri, işçi sınıfının mücadele tarihinden bihaber bir vaziyette deneme-

yanılma yoluyla yön bulmaya çalışarak, deneyimsizliğin bedellerini ağır biçimde ödeye ödeye

ilerlemesidir.

İşçi hareketinin birleşik bir hareket olarak ilerleyememesinin nedenlerinden biri de, işte

–bilinç ve örgütlülük bakımdan–  işçilerin içinde bulundukları bu durumdur. Bu, aynı

zamanda, işçileri sermaye partilerinin ve dini tarikatların etkilerine açık hale getirmektedir.

Yoksa genç işçi kuşakları kendi sınıf çıkarları temelinde de sendikal ve siyasal örgütlenmeye

son derece açık haldedirler, yeter ki gerekli destek ve yardım verilebilsin. Bu kuşak, aynı

şekilde, doğru anlatıldığında, 1 Mayıs’ı tarihsel anlamına uygun biçimde etinde kemiğinde

hissedecektir.

TALEPLERLE 1 MAYIS’A

1 Mayıs’a ülkenin seçim sath-ı mailine girdiği bir dönemde gidilmektedir. Bu yüzden işçi ve

emekçilerin taleplerinin doğru tarzda formüle edilmesi, öne çıkarılıp yaygınlaştırılması

işçilerin seçimlerde sermaye partilerinin ağına düşmeyip kendi bilinç ve tutumlarını

oluşturmaları bakımından hayati önemdedir. İşçi sınıfına yönelik saldırganlığın daha fazla

artmasına neden olacak bir ekonomik kriz sinyalleri şimdiden alınmaktadır. Ücretlerin

düşüklüğü, çalışma koşullarının ağırlığı, zam ve vergilerin artırılmasıyla yetinilmemektedir.

Sınıfın bilinç ve örgüt düzeyinin geriliğinden yararlanılıp yeterince karşı koyamayacağı

varsayılarak kıdem tazminatının kaldırılması hedeflenmiştir. “İç Güvenlik Paketi” işçi ve

emekçilerin tepkilerini bastırmak için önleyici bir tedbir ve “sopa” olarak gündeme

getirilmiştir. Ve hedefinde asıl olarak işçi sınıfı ve emekçi halk vardır. Grevler

yasaklanmaktadır. İşçilerin en küçük hak arayışı bastırılmaktadır. Sendikal örgütlenmenin

önünde barajlar başta olmak üzere yasal bir sürü engel vardır. İşçileri inançsal ve etnik

temelde bölmeye yönelik gerici, şoven kışkırtmalara zemin hazırlayan antidemokratik yasalar

ve uygulamalar sürmektedir. Kürt sorunu henüz bir çözüme kavuşmamıştır, Alevi inancına

dönük asimilasyon ve baskı sürmektedir. İşçiler insanlık dışı bir ortamda açlık sınırının altında

bir ücrete mahkum halde çalıştırılmaktadır. Bu koşullar, işçilerin ekmek kadar özgürlüğe de

ihtiyaç duyduklarını göstermektedir. Böyle bir ortamda işçi sınıfı, 1 Mayıs’ta barış ve

demokrasinin en tutarlı savunucusu olarak şu taleplerle harekete geçmelidir.

– Söz, basın ve sendikal ve siyasal örgütlenme özgürlüğünün önündeki bütün engeller

kaldırılmalı, iç güvenlik yasası geri çekilmelidir.

– Grev yasaklamaları son bulmalı, işçilere ve kamu emekçilerine sınırsız grev, genel grev

hakkı verilmeli, lokavt yasaklanmalıdır.

– Kürt sorunu eşit haklar temelinde çözüme kavuşmalı, inanç özgürlüğünü güvence altına

alacak gerçek bir laiklik

– Haftalık 40 saat çalışma süresi, iki gün izin hakkı

–  Asgari ücret, açlık sınırı dikkate alınarak 1800 liraya yükseltilmeli.

– Kadınlar kadın sağlığına aykırı işlerde çalıştırılmamalı, kreş, eve servis gibi koşullar

sağlanmadan kadınların gece çalıştırılmaları yasaklanmalı, eşit işe eşit ücret verilmeli

– Taşeron çalışma yasaklanmalı, taşeronda çalışan işçilerin tamamının kadrolu olarak

çalışmaları sağlanmalıdır.

– İş cinayetlerinin hesabı sorulmalı, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri yaşama

geçirilmelidir.

Yukarıdaki talepler (ki bu talepler bugünkü koşullarda asgariyi ifade etmektedir, şüphesiz

talepler çoğaltılabilir -KY) işçiler arasında yaygın biçimde propaganda edilmelidir. Fabrika ve

işyerlerinde bu talepler etrafında 1 Mayıs komiteleri kurularak, işçilerin örgütlü biçimde 1

Mayıs’a hazırlanmaları sağlanmalıdır. 1 Mayıs’ın işçi sınıfı mücadelesinde ilerletici bir rol

oynayabilmesinin öncelikli koşulu, çalışmanın fabrika, işyerleri, hizmet birimleri ve organize

sanayi bölgeleri temelinde örgütlenmesinden geçmektedir. 1 Mayıs’ta fabrikaların çalışacağı

aşikardır. Bu yüzden, yapılabilir biçim altında, fabrika ve işyeri kutlamaları, işçi sınıfının

içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında, alan kutlamalarından çok daha büyük önem

kazanmıştır. İşçi sınıfının kapitalist sömürü ve baskıya karşı “insanca çalışmak, insanca

yaşamak istiyoruz” sloganıyla harekete geçmesinin üstünden iki yüz yıla yakın bir zaman

geçtikten sonra, “günümüz modern toplumu”nda çalışma koşullarının ağırlığı ve kapitalist

sömürünün boyutları o günleri aratacak hale gelmişken, işçiler olarak, 1 Mayıs’ta yeniden, bir

kez daha “insanca çalışmak, insanca yaşamak istiyoruz” haykırışlarıyla harekete geçmenin

zamanıdır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑