Yerel seçimler, düzen partilerinin amaç ve yapısını anlamak için, merkezi iktidarı belirleyen genel seçimlere göre daha büyük imkânlar sunmaktadır.
– Çünkü, yukarıdan aşağıya rant paylaşma, mevki ve güç kazanma firmaları olarak organize olan düzen partileri, yerel seçimlerde merkezi seçimlere göre daha kapsamlı ve büyük bir hareketlilik içinde bulunuyorlar.
– Çünkü, genel seçimlerde nihayet 550 milletvekili seçilir ve bölüşüm kavgası en üst katmanlar arasındaki bir “paylaşım mücadelesi”yle sınırlı kalırken, yerel seçimlerde bu mücadele, mahallelere hatta köylere kadar uzanan bir rant kavgası olarak cereyan etmektedir. Bu yüzden de; burjuvazinin incelmiş yöntemleri yerine “kahve politikası” erbabının, aç gözlü kasaba tüccarı takımının basit ve küçük çıkarlar uğruna bile nasıl “büyük” dalaverelere giriştiğine tanık olunmaktadır. Yine aynı nedenle, koca koca parti merkezlerinin, genel başkanların, bakanların, başbakanların belde belediyelerinin belediye başkanı ve belediye meclisi adaylarının kimler olacağına müdahale ettiklerini ibretle seyrediyoruz. Dolayısıyla ortaya çıkan tablo; düzen partilerinin, merkezinden en alt belde örgütlerine kadar, bir çıkar (maddi ya da siyasi rant) için mevzilendiklerini, hele beş yılda bir gelen “paylaşım” imkânını bu sefer iyi değerlendirip, düzen partileri içindeki hiziplerin, grupların ve kişilerin kendince “büyük parsayı” kapmak için maddi manevi bütün yeteneklerini seferber ettiği biçimindedir.
Bunun için şeytanla işbirliğinden çekinilmemekte, tarihin büyük Makyavelistelerine bile rahmet okutacak bir politik kıvraklık, ahlak ve ilke tanımazlık, hilecilik, takkiyecilik sürecin vakayi adiyeden görüntüleri olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bütün bunlar, sıradan manevralar haline gelmiştir. Elbette ki Makyavelizm, politikanın bir oyuna, bir entrikaya, sözü özü belli olmamaya dönüşmesi, sadece düzen partileri için de geçerli değil. Önemli ölçüde burjuva partilerin tedrisinden geçmiş politik kesimler ve sınıf çıkarını kişisel, grupsal, partisel çıkara indirgeyen “solcu”, “devrimci” çevreler de, “fırsatı ganimet” bilme ve bölüşümden yararlanma güdüsüyle davranabilmektedirler.
Bu yüzden de; Demokratik Güçbirliği içinde bile, “kim nereden, nasıl seçime girecek?” sorusu gündeme geldiğinde çoğu zaman ilkeler, değerler, “paylaşım hevesi” karşısında bir ağırlık oluşturmamakta, partiler arasında olduğu kadar aynı parti içinde bile “sen ben kavgasını” gündeme getirebilmektedir. Geçtiğimiz günlerde siyaseti ayak oyunlarının sistematize edilmesinden ibaret bir eylem görmenin sayısız örneklerine tanık olduk. Bu günler içinde; “Kendi partidaşına, kendi yandaşına ‘ayak atan’, fırsatı ele geçirirse halkın gözünü oymakta tereddüt eder mi ki?” fikri yeniden yeniden gündeme geldi.
Oysa, işçiler, emekçiler için politika, birlikte yola çıktıklarını ya da birlikte ortak işi yapmak için bir araya geldiği güç ve çevreleri “ketenpereye getirmek”, politikayı, herkesin herkesi kündeye getirdiği bir oyuna indirgemek değildir. Elbette ki sınıf mücadelesi ve onun bir alanı olarak seçimlerde de belirleyici olan, sınıf çıkarlarının, halkın çıkarlarının savunulmasıdır. Bunu yaparken, manevralar, amaca giden yolda birlikler, aynı safta olanların da birbiriyle, belirli ölçüler içinde karşı karşıya gelişleri olacaktır; partiler, partilerin manevra yapabilme yeteneği bunun için gereklidir. Ama, buradan çıkan sonuç; “Amaca gitmek için her yol mubahtır”, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” gibi düz mantıkla onaylanabilecek tutumları benimsemek ya da hoş görmek olamaz. Başka bir söyleyişle, elbette her ittifakta, ittifaka girenler bir çıkar umarlar; ve üstelik de çoğu zaman ittifaka giren taraflardan birisi daha kazançlı çıkabilir. Hatta bazen özgün koşullarda birinci dereceden olmayan düşman bir güçle ittifaka girilmek zorunda bile kalınabilir. Ama, her halükârda ittifakın ilkesi açıklık, dürüstlük, söylenenle yapılanın birbiriyle ve ittifakı zorlayan, varılmak istenen amaçla uyum içinde olmasıdır. Dalavere, ayak oyunu, hile, yalan, ittifak ilişkileri içinde olmaması gereken davranışlardır ve her zaman mahkum edilmesi gerekir.
* * *
EMEP’in halkın birleştirilmesini esas alan yerel seçimlere ilişkin yaklaşımı ya da önerisi, yerel seçim bölgelerindeki sendikaların, kitle örgütlerinin, muhtarların, yerel halk önderlerinin, işçi-emekçi hareketinin liderlerinin içinde yer alacağı platformlar oluşturulması, emekten, demokrasiden yana partilerin de bu platformların oluşmasına katkı yapması gerektiği şeklindeydi. Dolayısıyla adayların bu platformlar tarafından belirlenmesi ve o seçim bölgesinde, belirlenen adayların hangi partinin listesinden seçime gireceğinin de bu yerel platformlar tarafından kararlaştırılması isteniyordu. Çünkü böylece;
1-) Adaylar şu ya da bu partinin, şu ya da bu politik çevrenin değil, doğrudan o seçim çevresindeki emekçilerin adayı olarak çıkacaktı.
2-) Adayların hangi partinin listesinden seçime gireceği de yine platformlar tarafından belirleneceği için, partiler arasında “seçime hangi partinin listesinden girilecek” yarışı da önlenmiş olacaktı.
Ancak bütün bu teknik yanlar ötesinde, burada asıl amaç; emek ile sermaye, halkla hükümet ve tüm emekçilerle düzen partileri arasındaki çelişkiyi sergilemek ve gericilik karşısında halkın kendi talepleri etrafında birleştirilmesini, haklarını sahiplenerek kendisi için politikaya yapmaya yönelmesini sağlamaktı. Çünkü sermaye partilerinin en demokrat geçinenlerinin bile belde belediye meclisi adaylarına kadar merkezi müdahalelerle belirlendiği bir seçim tarzına karşı, emekçiler adaylarını doğrudan belirleyecekler ve kendi adaylarının kazanması için, bir taraf olarak sermaye partilerinin karşısına geçeceklerdi. Bu, aynı zamanda, sermaye partilerinin rant oyununu bozmanın da başlangıcı olacaktı. Sendikalar ve kitle örgütleri yöneticilerinin kolaycı, bürokratik, siyaseti kendi dışlarında görme gibi anlayışların etkisi altında olmaları, yerel önderlerin bu platformlarda yer alması için hiç çaba harcanmaması ve partiler ile bu örgütler arasındaki ilişkilerin yüzeyselliği, istismara açıklığı… gibi nedenlerle oluşturulan platformlar çoğu yerde biçimsel kalırken, partiler ve siyasi çevrelerden gelen baskılar ve müdahalelerle de, seçim platformları, hızla sol siyasi çevrelerin, seçim bölgesindeki “sol partilerin” platformlarına dönüştü.
Dolayısıyla da adayların belirlenmesi ve hangi partilerin listelerinden girileceği sorunu, siyasi parti ve çevreler arasındaki çekişmeye dönüştüğü gibi, Demokratik Güçbirliği’nin oluşmasıyla, adayların belirlenmesi ve hangi seçim bölgesinde hangi partinin çatısı altında seçime girileceği bir sorun olarak gündemin ön sırasına çıktı. Genel olarak “Çatı Partisi” sorunun aşılması olumlu olmuş, ancak bu kez de yerellerde nerede hangi partiyle seçime girileceği tartışması çalışmaları geciktirici, gerekmeyen sürtüşmelere ve bazı yerlerde duygu kırıklıklarına yolaçması dolayısıyla bu çalışmaları zayıflatıcı sorunların nedeni olmuştu.
Düzen partilerinin seçim oyununun bozulmasının taşıdığı önemin ötesinde, önem taşıyan bir diğer husus da şuydu: AKP’nin geçmiş 15 aylık iktidarı gösterdi ki, bu parti, büyük patronların emek mücadelesi ve halka karşı giriştiği saldırıların koçbaşı rolünü oynamaktadır, ve yerel seçimlerdeki başarısını, bu saldırının halk tarafından destek gördüğünün, emek mücadelesine karşı giriştiği saldırının meşru olduğunun kanıtı olarak göstermeye hazırlanmaktadır. Tayyip Erdoğan, daha şimdiden her vesileyle bunu ifade etmektedir. Açıktır ki, yerel seçimlerden güçlenerek çıkacak bir AKP halka saldırmada daha cesaretli olacaktır. Dahası CHP, statükocu parti olarak, halkçılık ve solculuk istismarcılığı üstüne kurduğu seçim stratejisiyle bir kez daha halkın yolunu şaşırtmayı amaçlamaktadır. Kaldı ki ne AKP’nin alternatifi olma potansiyeli ne de bu doğrultuda adım atacak mecali vardır. Çünkü CHP, öncesini bir yana bıraksak bile, solculuğa soyunduğu son 40 yıl içinde, dinci, gerici sermaye partilerinin iktidara yerleşmesinin gerekçelerini yaratan parti olma özelliğini bugün daha da itici bir biçimde öne çıkarmış bulunmaktadır. “Statüko”yu “Cumhuriyet”; statükoyu savunmayı: laikliği, hakçılığı, solculuğu savunmak ilan ederek, hem Cumhuriyet’in, hem halkçılığın, hem solculuğun, hem de laikliğin halk indindeki itibarını beş paralık etmektedir. Bu yüzden halk içinde yüz bulamamaktadır ve bugün de muhalefetteyken bile oy kaybetme başarısını sürdürmektedir!
Başka bir söyleyişle, CHP; rantçı belediyeciliğin; yolsuzluğun, adam kayırmanın, belediyeleri parti arpalığı yapmanın, özeleştirme ve taşeronlaştırmayı belediyelere sokarak hizmetleri piyasalaştırmanın sorumlularından birisi olarak, AKP ile sadece ana-rantı kimin alacağının kavgasını yapabilecek konumda bir partidir. Yani halk karşısında, AKP ile CHP aynı platformda bulunan partilerdir. Bu yüzden de, CHP halk ininde itibar görmemektedir. Ve muhtemelen bu kez de muhalefetteyken bile oy kaybına uğrama başarısını gösterecektir!
Bu tablo karşısında EMEP; başlıca bu iki parti ve öteki sermaye partilerinin yerel yönetim uygulamalarından hoşnutsuz olan, sistem partileri ve onların temsil ettiği baskıcı, asimilasyoncu, rantçı, antidemokratik sistemden hoşnutsuzluk duyan tüm halkın birleşip kendi adaylarıyla seçime katılmalarına imkân veren bir platform öne sürerek, tüm halktan yana güçlerin bu platformda birleşmesini amaçlamıştır. Yani sermaye partilerinin karşısına halkın haklarını savunarak kendi adaylarıyla çıkma imkânının taktiğidir, EMEP’in taktiği. Çünkü; seçimin en alt birimleri olarak muhtarlıklardan başlayarak, bütün seçim bölgelerinde; kitle örgütlerinin, derneklerin, mesleki örgütlerin, odaların, sendikaların, mahallelerin halk indinde itibarlı kişilerinin (dini çevrelerin, hemşehri çevrelerinin önderleri, muhtarlar, aydın ve sanatçılar vb.) içinde yer aldığı bir platformun kendi adaylarını belirlediği, hangi partiden seçime girileceğine de kendilerinin karar verdiği bir platform; tüm halk kesimlerini birleştirebilecek, sermaye partilerinin din, mezhep, hemşehrilik, siyasi görüş (sağ, “sol”, sosyal demokrat vb.) farklarını kullanarak halkı bölme oyununa son verebilecek tek çıkış olabilirdi. Ve EMEP bu platformuyla yerel seçim sürecine müdahale etti. Doğal ki, tüm bunları ve ülkenin ve sınıf mücadelesinin gidişatını, uluslararası sermayenin işçi sınıfı ve halka yönelttiği saldırıyı ve püskürtülmesi ihtiyacını, güç ilişkileri ve mevzilenmelerini dikkate almayarak “devrim” ve “sosyalizm” adına halk kitlelerin birleştirilmesi ve kazanılmasına değer biçmeyen ve tüm sorunu “sosyal demokrasiyle olmaz” ya da “ya sosyal demokrasi ihanet ederse” mantığına kilitleyen görüşlere itibar edilemezdi. Yerellerde kendi taleplerinden hareketle halkın birleştirilmesi ve inisiyatif alması, kendi politikasını yapar hale gelmesi temel sorundu ve bağımsız devrimci politik tutum ve faaliyetin tavsatılmasına karşı uyanıklıkla sürdürülmesi zorunlu iç mücadelesi ile birlikte halk güçlerinin mümkün olan genişlikteki birliği kuşkusuz bunun kolaylaştırıcısı olabilirdi.
Bu taktiğin uygulanmasında örnek diyebileceğimiz bölgeler ortaya çıkarken, tam tersine “bu taktik böyle anlaşılmamalıydı” denebilecek örnekler de ortaya çıkmıştır ve seçimlerden sonra bu örnekler üzerinde elbette durulup ders çıkarılmalıdır.
Bu yazının yazıldığı Şubat 2004 sonu itibariyle, içinde altı partinin yer aldığı Demokratik Güçbirliği oluşmuş; bu güçbirliği seçim bölgelerine ve partilerin pozisyonuna göre farklılıklar gösteren bir biçimde seçime girmek için harekete geçmiştir. Demokratik Güçbirliği’nin seçim bildirgesi, halkçı demokratik belediyecilik diye ifade edebileceğimiz; yerel yönetimlerin halka hizmet kurumları olmasını isteyen ve her namuslu kişinin altına imza atabileceği ilkelere sahiptir. Belediyelerin rant bölüşüm merkezleri olmaktan çıkarılmasının yanı sıra, hizmetin halka doğrudan yerel yönetimin faaliyeti olarak iletilmesini amaçlayan, hizmetlerin mala, yerel yönetimlerin piyasa kurumuna dönüştürülmesine karşı olan, yerel yönetimlerde özelleştirme ve taşeronlaştırmaya son vermeyi hedef edinen, kentleri tarihi, sanat ve kültürüyle bir bütün ve sosyal yaşam merkezleri olarak gören bir yerel yönetim anlayışını benimseyen Demokratik Güçbirliği, kendisini bu hedeflere göre değerlendirecektir. Eğer bazı yerlerde adaylar, Demokratik Güçbirliği listeleri bu anlayışla çelişirse; bu Güçbirliği’nin yanlışlığını değil, ama, o adayların ve (varsa) arkasında duranların Güçbirliği’nin, altına imza koydukları ilkeleriyle, platformuyla çeliştiğini gösterecektir.
* * *
Kuşkusuz ki; her “birlik” kendi içinde de bir mücadeleyi barındırır. Hele bu birlik, ayrı partilerin –üstelik karşıt sınıf çıkarlarına sahip işçi sınıfı ve burjuvazinin partilerini de kapsayan– birliği, belirli bir süreci kapsayan bir program etrafında “geçici” bir birlikse, birlik içinde mücadele daha da kaçınılmazdır. Çünkü; değişik çıkar çevreleri, değişik partiler arasında bir birlik, zaten farklı olanlar, aynı zamanda birbirine karşı da mücadele etmeyi amaçlayan farklı güç odakları arasında bir birliktir. Bu yüzden de, bu birlik, aynı zamanda birliği oluşturanlar arasında bir mücadeleyi de doğasında barındırır.
Yerel seçimlerde güçlerini birleştirmek üzere, bir araya gelen partilerin oluşturduğu Demokratik Güçbirliği de; farklı partilerin bir araya gelmesi nedeniyle, aynı zamanda sıkı bir mücadeleyi de içeren bir birliktir. Demokratik Güçbirliği, yerel seçimlerde sermayenin, düzenin çeşitli partileri tarafından savunulan; halkı sisteme bağlama ve yerel parti kastlarını nemalandırma amaçlı rantçı belediyeciliğe karşı; halkçı, halkın kendi çıkarları doğrultusunda yerel yönetimlere etkin bir biçimde katılması ve yönetimler üstünde denetimini sağlaması amaçlı olarak oluşturulan demokratik ve halkçı yerel yönetimcilik programı etrafında bir birliktir. Bu durumun doğal sonucu olarak da; olağan olarak ve sürekli bir arada olmayacak (en azından seçimden sonra da sürüp sürmeyeceği henüz kesinleşmemiş, ama sürerse de niçin ve nasıl süreceği yeniden belirlenecek olan), pek çok konuda belirgin farklılıklara, farklı dünya görüşlerine sahip partiler bir araya gelmiş; bir program etrafında birleşerek, kendi aralarında belirledikleri koşullarla seçime girmektedirler. Buradan kalkarak, seçim işbirliğini eleştirmek, Güçbirliği’ne reformculuk filan suçlamaları yöneltmek, elbette siyasetten, kapitalizm koşullarında partilerin farklı kesim ve sınıf temsilcileriyle birlikler, ittifaklar oluşturma ihtiyacından bihaber olmak; aslında hiç kimseyle (belki önceden belirlenen kendisiyle “ideolojik-siyasi yakınlığı” olan çevreler dışında hiç kimseyle demek daha doğru) ittifak yapmamayı ilke olarak ilan etmektir. Çünkü ittifak, farklı sınıfların, farklı çıkarların temsilcileri arasında yapılan bir şeydir. Bu yüzden de; “sosyal demokrasiyle Güçbirliği yapmak, ortak seçime girmek sosyal demokratlaşmaktır; reformculuktur; sosyal demokrasinin peşine takılmaktır” demek kadar gayri ciddi bir eleştiri olamaz.
Burada esas olan;
1-) Üstünde anlaşılan programın halkın çıkarlarına uygun olup olmadığı, halk yığınlarını sosyal demokrasinin sistemle uyum çizgisine teşvik edip etmediğidir ki; seçim bildirgesi bunun tam tersini yapmaya yönelik ilke ve talepleri öne çıkaran bir bildirgedir.
2-) İttifakın, halk güçlerini toparlanmasına imkan verecek bir genişliğe sahip olmasıdır ki, bu konuda altı partinin katılımı gerçekleşerek bir ilerleme sağlansa da, izlenen birlik yolu dolayısıyla –ve yerel zaaflar da buna eklenince–, katılabilecek bütün halk kesimlerinin Güçbirliği içinde yeraldığını söylemek; halk güçlerinin birleştirilmesi için bütün açılımların yapıldığını, bütün imkânların kullanıldığını söylemek elbette olanaksızdır.
Seçimden sonra; sorunun bu yanının “çıkarılacak dersler” kategorisinde yeniden ele alınmasının gerekeceği daha şimdiden görülmektedir. Bunu ötesindeki şeyler, ittifakın kendi içindeki şeylerdir.
Örneğin yukarıda belirtildiği gibi, ittifak içindeki kimi güçlerin kendisini kazançlı çıkarmak için Makyavelist hamleler yapması, ittifakı programının dışına ve geriye çekme gayretleri, ittifak içindeki siyasi odaklar arasında bir mücadele sorunudur. Örneğin ittifakın sosyal demokrat kanadı, elbette ki, her adımda Güçbirliği’ni sosyal demokratik bir çizgiye çekmek isteyecektir; elbette bazen kişilerin tutumu bile burada önemli olacaktır. Ancak, bu ittifak yapmamayı, ittifakın kötülüğünü değil, ama –güçbirliğinin imza altına alınmış programı ve işçi sınıfının bağımsız çıkarları doğrultusunda halkın birleşmesi ve kendi kaderini belirlemesi (kendi politikasını yapması) için tüm çaba sürdürülürken ve bu çabanın da başarısı için–, ittifakın içinde bir mücadelenin gerekliliğini gösterir. Örneğin mevcut Güçbirliği ister istemez, reformculuğa, neoliberalist eğilimlere olduğu kadar sekterliğe, pragmatizme, makyavelizme karşı mücadeleyi de içermektedir. Dolayısıyla ittifak sorunu; bir mücadelesizlik değil, tersine, olağan durumda görülmeden geçilecek sorunların bile tartışma konusu olduğu, ama aynı zamanda, birlikte karşı güçlere karşı ortak tutum alındığı/alınması gereken bir “birlik-mücadele” durumudur. İttifaka, güçbirliklerine bunun ötesinde anlam yüklemek, elbette ki, ya art niyetli ya da politikayı sınıflar, sınıfların karşılıklı çıkar ortalığı ve çıkar zıtlıklarının mücadelesi olmaktan çıkarıp, sınıf mücadelesini bazı siyasi çevrelerin “kaygılarına” (ne yazık ki bu kaygılar aşırıya varınca hezeyana dönüşüyor) indirgemek olur.
* * *
Yerel seçim sürecinin gelinen aşamasında; artık adaylar ve seçime nasıl girileceği belirlenmiş; bu anlamıyla, “seçime kimler, nasıl girecek” gibi bir önceki aşamanın sorunları geride kalmıştır. Ancak; –hiçbir zaman ve hiçbir koşulda başka herhangi şeye feda edilmemesi gereken ve asıl yönünü oluşturmasına karşın– sınıf partisinin seçim taktiği açısından bir önceki dönemin gürültülü tartışmaları arasında geriye itilen; mücadeleye emekçi sınıfların ileri kesimlerinin katılması, seçimde işçi ve emekçilerin bir taraf haline getirilmesi; emek mücadelesiyle, demokrasi mücadelesiyle seçim mücadelesinin “sıcak” (güncel) bağlantısının kurulması için çabaların önemi her zamankinden daha da artmıştır. Üstelik bu sefer önceki dönemde yapamadıklarımızın, atladığımız kimi görevlerin de önümüzdeki üç hafta içinde yapılması için gayretleri yoğunlaştırmak gerekmektedir. Çünkü; elbette halkçı ve demokratik yerel yönetimcilik ilkelerinin yaygınlaştırılması, rantsız bir belediyecilik, halkçı yönetimlerin halka neler kazandıracağının propagandası önemlidir ama; sistem partilerinden kopuş için halkla bu partileri karşı karşıya getiren taleplerin öne çıkarılması ve buna bağlı olarak da emek mücadelesinin güncel talepleriyle yerel seçim mücadelesinin birleştirilmesi hayati öneme sahiptir. Özelleştirmeye; Kamu Yönetimi Temel Yasası’na, hükümetin emekçilerin haklarını ortadan kaldırmak için giriştiği uygulamalara karşı bir hareketlilik içinde olan, sokaklara dökülen emekçi kesimlerin; başta AKP ve CHP olmak üzere sermaye partilerine karşı tutumlarla yerel seçimlerde demokratik ve halkçı yerel yönetimcilik fikrinden yana yer alıp emekçi adaylara oy kullanmaları, Güçbirliği’nin bir unsuru olarak seçim çalışmalarına aktif katılmalarının sağlanması; seçimlerde, sadece emekçilerin bilinç ve örgütlenme düzeylerinde bir ilerleme, emekçilerin siyasete müdahalesi bakımından bir hamle için değil, oylarda gerçek bir artış, karşı tarafın zayıflatılması için de bir zorunluluktur.
Şu anda emek hareketinin sıcak gündemi açısından bakıldığında;
1-) AKP Hükümeti, Kamu Yönetimi Temel Kanunu tasarısını meclisten geçirmiş, Yerel Yönetim Yasası’nı Meclis gündemine getirmeye hazırlanmaktadır. Ama, sendikalar, çeşitli kitle örgütleri, odalardan oluşan azımsanmayacak güçleri temsil eden bir platform, KYTK’nın yasalaşma sürecinin başarısızlığa uğratılması (Cumhurbaşkanı’ndan geri çevrilmesi, Anayasa Mahkemesi tarafından bozulması, ….) için hareket geçmiştir. Bu amaçla yurt sathında eylemler yapılmaktadır. Mart ayı boyunca da bu eylemlerin çeşitlenmesi ve büyümesi için pek çok neden vardır. (SES ve TTB’nin de bu süreçle bağlantılı ama daha somut bir eylem programının olduğunu hatırlamak gerekir.)
2-) Özelleştirmeye karşı mücadele, TÜPRAŞ-PETKİM işçilerinin öncülüğünde sürüyor. Bu mücadeleyle bağlantılı olarak, Aliağa’da tüm siyasi partilerin yerel örgütleri, kitle örgütleri, dernekler, odalar ile sendika şube ve temsilciliklerinin oluşturduğu bir mücadele platformu, özelleştirmeye karşı mücadelenin yeni bir ivme kazanmasına dayanak olacak gelişmelere işaret etmektedir. TEKEL’in yurt sathında yayılmış işletmelerinde yine özelleştirme merkezli olarak tepkiler sürmekte, sendikanın ihanetine rağmen işçiler eylemlere de başvurmaktadır.
3-) Cam işçilerin grevinin hükümet tarafından iki kez ertelenmesi cam işçilerin öfkesini artırmış, işletmelerde huzursuzluğu büyütmüştür. Bu gelişme, Trakya, Eskişehir, Darıca, Mersin gibi merkezlerde cam işçilerinin tepkileri etrafında işçilerin saflaşıp; sermaye ve hükümete karşı birleşmesine fırsat tanımaktadır.
4-) Hemen her il ve belli başlı tüm sanayi merkezlerinde; işçi kıyımı, özelleştirme, sendikasızlaştırma, işçi hakları gaspı vb. gibi uygulamalar, işçi tepkilerinin örgütlenerek sermaye partilerine karşı işçileri birleştirme imkânını sunmaktadır.
İlk bakışta; bu alanlardaki mücadelelerin kendi başına olduğu, sadece o işletmelerin işçileriyle muhatapları arasında sürdüğü düşünülse de; gerçekte, hem gelişmelerin kendisinin hem de toplam olarak emek mücadelesinin sorunlarının dolaysız bir biçimde hükümetle, sermaye güçleri ve onların partilerinin hedef ve programlarıyla bağlantılı olduğu apaçıktır. Çünkü; hem yerel seçimler hem özelleştirmeye karşı mücadele hem Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı’nın geri çektirilmesi mücadelesi, hem de grevleri erteleyen (erteleten) güçlerle grevi ertelenenlerin mücadelesi; aynı emek ve demokrasi güçlerinin aynı sermeye güçlerine, aynı iktidara karşı mücadelesinin bileşenleridir. Bu yüzden yerel seçimler; emek ve demokrasi güçleri ile sermaye güçlerinin bir hesaplaşması ise, bu hesaplaşmanın “sıcak yanı”, kendisini; KYTK’na, özelleştirmeye karşı mücadele ve cam grevi (ve işçi ve emekçilerin sendikalaşma vb. hak mücadeleleri) olarak ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu yüzdendir ki; yerel seçim mücadelesini, emek mücadelesinin bugünkü sıcak gündemiyle birleştirmek; mücadele içindeki işçiler ve kamu emekçileri başta olmak üzere binlerce, on binlerce ileri emekçiyi yerel seçim çalışmasının aktif unsurları olarak harekete geçirmek, onların sermaye partilerin toplantılarını “hesaplaşmaya” dönüştürmelerini, emeğin, demokrasinin, halkçı demokratik belediyeciliğin kararlı savunucuları olarak davranmalarını sağlamak sürecin ön önemli görevi olarak ortaya çıkmıştır. Çok uzağa gitmeye gerek yok; on binlerce PETKİM, TÜPRAŞ, Cam, TEKEL işçisi, on binlerce kamu emekçisi, her daldan mühendisler, sağlıkçılar, alanlara çıktıkları davanın devamı olarak, yerel seçimlerde halkçı demokratik yerel yönetimcilik safında yer alıp gidişata müdahale ederlerse, sadece yerel seçimlerin rengi ve ruhu değil, emek mücadelesine karşı hükümetin tutumu KYTKT’nın geleceği, özelleştirmeye karşı mücadelenin seyri değişir. Yapılması ve sınıfın partisinin başarması gereken tam da budur: adaylık vb. çekişmelerine takılıp kalmak ya da tüm çalışmasını belediye başkanlıkları ve encümenlikler kazanmaya endekslemiş genel bir “ortalık” çalışmasına hasretmek değil, ama, –seçim kazançlarını da garanti edecek olan– emek mücadelesinin sıcak ve somut gündemiyle seçim gündemi ve faaliyetini birleştirmek, kendi davalarını savunup mücadele eden işçi ve emekçilerin yerel seçimlere müdahil olarak katılmalarını, kendi bağımsız sınıf politikalarını yapar duruma gelmelerini sağlamak, emekçilerin, halkın devrimci bir temelde birleştirilmesinin mümkün olabilecek en ileri adımlarını atmak.
– Eğer bu güçler harekete geçerse sermaye partileri alanlara çıkamaz olurlar.
– Eğer bu güçler hareket geçerse, sermaye partilerinin toplantıları onların emeğe, halka düşmanlıklarının sergilendiği toplantılara dönüşür.
– Eğer bu güçler harekete geçerse, sermaye savunucusu partilerin politikacıları kahvelere giremez olurlar (çünkü buralarda kendilerine yöneltilecek sorulara verecek yanıt bulamazlar).
– Eğer bu güçler hareket geçerse, seçime katılan partilerin pozisyonu, emek mücadelesinin tuttuğu mevzi, dünle kıyaslanamayacak bir aşamaya gelir.
Bunu yapacak olan da; bugün hareketin başında olan sendikacılar, ileri işçi kesimleri ile zaten bu hareketin içinde önemli bir mevzi tutan emek ve demokrasiden yana partilerdir. Ve bu; önümüzdeki birkaç hafta içinde bile yapılabilir bir şeydir.
Öyleyse, seçim çalışmalarına, adaylık vb. çekişmelerinin, sosyal demokrasi vb. üzerine ayakları havada çeşitlemelerin, şovlara dayalı ortalık çalışmasının değil, ama emeğin güçlerinin, özellikle hareketli haldeki ileri işçi ve emekçilerin seçim sürecine müdahalesini örgütlemek, düzenden, bıçağın kemiğe dayandığı hak gasplarıyla tırmandırılan sermayenin saldırılarından, bu saldırılarda rol üstlenmiş partilerinden, hizmetlerin piyasalaştırılması ve rant paylaşımına dayalı belediyecilikten hoşnutsuzluk duyan işçi ve emekçileri, halkı taleplerini sahiplenmek ve kendi politikasını yapmak üzere birleştirmek için emekçi yığınları içinde yürütülecek –mümkün olan en geniş halk kesimlerini içine çekecek, işyeri, sokak, mahalle vb. komisyon ve komitelerinde örgütlenmelerini sağlayıcı, kurulu örgütleri sağlamlaştırıcı ve kitleselleştirici– çalışma damgasını vurmalıdır.