Demokratik Birlik Hareketi ya da “Çatı Partisi” ve Gelişmeler

Demokratik Birlik Hareketi ya da “Çatı Partisi” ve gelişmeler

KAMİL TEKİN SÜREK

 

Uzunca sayılabilecek bir süredir tartışılan “Çatı Partisi” sorunuyla ilgili olarak 20-21 Aralık 2008 tarihlerinde yapılan toplantı ile yeni bir adım atıldı.

Çatı Partisi tartışmaları ilk kez Kasım 2002 Milletvekili Seçimleri’nde ortaya çıkan Emek Barış Demokrasi Bloku’nun görece başarılı bir sonuç elde etmesinden sonra gündeme gelmişti.

Kasım 2002 seçimlerinden önce HADEP, EMEP, SDP bir araya gelmiş, kısa bir seçim programı ile DEHAP “çatısı” altında seçime girmişti. Bu ittifaka bazı sol grupların katılmasının yanı sıra, çok sayıda aydın, kitle örgütü temsilcisi, bazı sendikacılar vd. destek vermişti.

Seçimlerden sonra, ittifak bileşenleri, bu ittifakı daha kalıcı, daha sağlam ve daha geniş kılmak için bir dizi görüşmeler yaptılar ve bu konuda bir adım olması düşünülen konferans düzenlenmesi aşamasında çalışmalar kesintiye uğradı.

Daha sonra, 2004 Yerel Seçimleri yaklaştığında 2002’de ittifak eden güçlerin yanına ÖDP ve SHP de katılarak Güç Birliği adı verilen bir seçim ittifakı daha gerçekleştirildi.

Seçimler dışında pek çok siyasi gündemle ilgili olarak kısa dönemli eylem birlikleri ya da güç birlikleri yapıldı. Savaşa karşı birlik, Irak’ın işgaline karşı birlik, Hrant Dink’in öldürülmesi sonrası ortaya çıkan protesto gösterilerinde kurulan birlik, Barış Meclisi çalışmaları, Newroz ve 1 Mayıs kutlamaları, İş Kanunu’nun değiştirilmesi, Sosyal Güvenlik Yasası’nın değiştirilmesi dönemlerindeki birlikler vd. Gündemin muhtevasına ve gelişmelere göre bu ittifaklara katılan güçler değişti. Fakat belirli siyasi ve toplumsal güçler bir eksik iki fazla ile bütün bu ittifak ve eylemlere katıldılar.

2007 yılının başlarında “Çatı Partisi” adı verilen ittifakın gerekliliği üzerine tartışmalar yeniden canlandı. “Çatı Partisi” tartışmaları sürerken, bir taraftan da 22 Temmuz 2007 Milletvekili Seçimleri için DTP, EMEP, ÖDP ve SDP’nin katıldığı ‘Bin Umut Adayları’ ismi verilen seçim ittifakı gerçekleştirildi. “Çatı Partisi” tartışmaları seçimlerden sonra da aralıksız devam etti.

Kabaca göz atacak olursak, 2002’den 2007’ye uzanan süreçte Türkiye esas olarak üç siyasi odak etrafından kümelenmişti.

Bunlardan birincisi, daha kurulmasının üstünden bir sene dahi geçmeden TBMM’de birinci parti olan AKP ve destekçileri idi. ABD’nin, 2001 yılında gerçekleştirilen İkiz Kuleler olayından sonra ilan ettiği GOP projesine de uygun olarak, DSP-MHP-ANAP hükümeti ABD-AB ve TÜSİAD tarafından yıkılmış ve Erbakan’ın partisinden ayrılan Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Abdüllatif Şener ve Bülent Arınç gibi isimlere kurdurulan AKP, büyük bir medya desteği ile seçimden birinci parti olarak çıkmıştı. AKP’nin hükümet olmasında rol oynayan güçler, hapis cezası olduğu için milletvekili seçimine dahi katılması engellenen Tayyip Erdoğan’ı önce milletvekili, sonra başbakan yaptılar.

Hükümet olan AKP, ekonomiyi IMF programına, dış siyaseti ABD ve AB’ye bırakarak, iktidarını güçlendirmeye çalıştı. Afganistan ve Irak işgalini planlayan ABD ve genişleyerek sınırlarını Ortadoğu’ya, dolayısıyla enerji kaynaklarına ve yollarına kadar uzatmak isteyen AB, AKP’yi bütün gücüyle destekledi. AKP’nin AB’ye girmek için gündeme getirdiği “demokratikleşme” paketleri demagojisi ise, bu partinin etrafında liberal aydınların toplanmasına neden oldu.

Kendisi de ABD ve AB işbirlikçisi olan, fakat Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu ve 12 Eylül sisteminin değişmemesi konusunda ısrar eden ikinci kesim CHP ve kendilerine laik ve ulusalcı sıfatlarını yakıştıran asker-sivil bürokrasi ve aydınlar etrafında kümelendi. Bu kesim, bir taraftan AKP’nin emperyalist güçlerle ilişkilerini demagojik bir biçimde kullanırken, diğer taraftan Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu ve demokratikleşme talepleri konusunda en gerici tutumu alarak, kendini AKP’nin tek alternatifi olarak kitlelere sundu.

Üçüncü odak ise, her iki siyasi mihrakın da karşısında duran, onları eleştiren, demokrasi, barış ve emek sorunlarını gündeme getiren güçlerdi. Aralarındaki farklara, bazı sorunlarda farklı duruş ve tutumlarla olmakla beraber, gündeme göre bazen AKP’nin karşısında kitleleri harekete geçirmeye çalışan, bazen de ulusalcı kanatla çatışan ve bu nedenle, ulusalcı güçler tarafından AKP’nin yanında olmakla da suçlanan demokrasi güçleriydi.

Demokratik Güçler Cephesi’de diyebileceğimiz, emek ve demokrasi güçlerinin dağınıklığı, geçici ve zayıf güç birlikleri kurmaktan öte kalıcı ve programatik düzeyde ittifaklar oluşturamaması nedeniyle ilk iki siyasi gücün yanında zayıf kaldı ve etkili bir güç görünümü edinemedi.

Yukarıda sözünü ettiğimiz siyasi bölünme işçi sınıfı ve kitle örgütleri içinde de kendi yandaşlarını ortaya çıkardı. AKP’nin çevresinde ve destekçisi pozisyonunda olan Hak-İş, Kamu Sen, Memur Sen, MÜSİAD, genel tutumuyla Türk-İş’e bağlı büyük sendikalar, bu odağın yedeğinde davranmaktadır. TÜSİAD, TİSK, TOBB gibi sermaye örgütleri bu odakla, özellikle AKP ile ekonomik politikalar bakımından tam bir uyum içindedirler. Ama laisizm, devletin yapısı gibi konularda ise bu odakla çelişkiler yaşamaktadırlar.

CHP-MHP’nin merkezinde olduğu, asker ve sivil, kendisini Kemalist olarak tanımlayan çevrelerin de içinde yer aldığı, geleneksel güç odaklarının oluşturduğu milliyetçi-“laik” odak, her yeni gelişmeyle bazı değişimlere uğramakla birlikte etkisini korumaktadır. Sağın ve “sol”un Kızılelmacıları da, CHP ya da MHP’ye yönelik bütün sert eleştirilerine karşın, dönüp dolaşıp bu odağın etrafında birleşmektedirler. Burada MHP ve BBP’nin, bir yandan ırkçı bir milliyetçilik öte yandan da İslamcılık gibi konularda CHP ile çatışacağı düşünülürse de; CHP’nin son yıllardaki yönelimleri, bu farklılıkları büyük oranda önemsizleştirmiştir. DİSK ve bağlı sendikalar, Türk-İş’e bağlı bazı sendikalar, Eğitim-İş ve bazı meslek odaları, Atatürkçü Düşünce Dernekleri, çeşitli legal ve illegal “kuvvacı” güçler, resmî ya da gayriresmî odaklarla bağlantılı çete organizasyonları, bu CHP-MHP gibi milliyetçi-statükocu partilerle paralel bir hatta hareket etmekte, daha doğrusu aynı stratejinin unsurları olarak davranmaktadırlar.

Demokrasi güçlerine gelindiğinde ise: Türkiye’nin emek ve demokrasi güçlerinin demokrasi talepleri etrafındaki mücadelesi, Kürtlerin özgürlük mücadelesi ve Alevilerin gerçek bir laisizm temelindeki talepleri bu hareketin üstünde yükseldiği temeli oluşturmaktadır. EMEP’ten DTP’ye, ÖDP’den çeşitli sol siyasi çevrelere kadar, yine aydınları, geniş bir ilerici, demokrat (sol ya da sağ bir kökenden gelebilir) çevreyi bu “odak” etrafında sayabiliriz. Ayrıca, TTB, TMMOB, KESK ve öteki çeşitli kitle örgütleriyle işçi sendikalarıyla (Türk-İş ve DİSK’in bazı şubeleri ve bazı merkezleri) her konuda olmasa da belirli konularda ve kimi dönemlerde bir arada olunabilmektedir.

Demokratik Birlik Hareketi ya da Çatı Partisi ihtiyacı hangi somut gerçeklerden kaynaklanmaktadır?

Bugün Türkiye’nin ekonomik ve siyasi sorunlarına bağlı olarak, başlıca sorunun demokratikleşme olduğu göz önüne alındığında; 85 yıllık Cumhuriyet tarihinin en temel sorununun ülkenin bağımsızlığı ve demokratikleşmesi olduğu söylenebilir. Söz, basın-yayın, örgütlenme özgürlüğünün bin türlü engelle karşılanması, Kürt sorunu ve laisizmin çözümsüzlüğünün sürmesi, ekonominin halk yararına düzenlenmesi gibi sorunların çözümüne duyulan ihtiyaç, tüm güçlerin demokratik bir cephede, bir çatı etrafında birleşmesinin önemini artırmaktadır. Bunun içindir ki; sermayenin asker ve sivil temsilcileri kendilerini, “Cumhuriyetin koruyucu ve kollayıcısı” olarak ortaya atıp, bundan ekonomik ve siyasi rant sağlamaktadırlar. Dahası, cumhuriyet, demokrasi, özgürlükler gibi kavram ve haklar üstünde yaratılan bulanıklıktan yararlanan bu güçler, “cumhuriyetin tehdit altında” olduğu üstünden yarattıkları gerilim de bu sorunların çözümünde gelmiş geçmiş iktidarların başarısız olduklarının kanıtıdır.

Nitekim Kürt sorunu ve laisizm sorunu (şeriat tehlikesi) üstünden yaratılan gerilimle ifade ve basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü de baskı altında tutulmuş, özgürlük ve demokrasi talepleri “bölücülüğün”, Türkiye’yi tehdit eden dış güçlerin oyunu olarak gösterilmiştir, gösterilmektedir.

Öte yandan son çeyrek yüzyılda uygulanan ekonomik politikaların esası ise, Türkiye’nin Batı kapitalizmine entegre olmasına indirgenmiş olup, emeğin haklarının gaspı, işsizlik ve yoksulluğun emekçiler için kaçınılamaz bir kader yapılması çizgisi üstünde şekillenen IMF-TÜSİAD çizgisi bir dayatma haline getirilmiştir. Ve bu neoliberal ekonomik program denebilir ki tüm düzen partilerinin ortak programı olarak benimsenmiştir.

Toplam üstünden bakıldığında; yukarıda sözü edilen ilk iki siyasi mihrakın; Türkiye’nin demokratikleşmesinin temel önemde sorunları olan, Kürt sorununun çözümü, laisizmin gerçek temelleri üstüne oturtulması, siyasal ve sendikal örgütlenme özgürlüğü gibi konularda hiçbir gerçekçi çözümlerin bulunmadığı; tersine bunların aralarında küçük farklar üstünde iktidar ve muhalefet olmalarına göre, bu yerlerin değiştiği görülmektedir. 22 Temmuz 2007 seçiminde, bu partilerin seçim programlarında, bu temel sorunlara ilişkin önemli hiçbir vaat yer almadığı gibi, son Anayasa değişikliği tartışmalarında da “türban” sorunu dışında aralarında ‘kavgaya değer’ bir değişiklik olmadığı görülmüştür. Neoliberal politikalar bakımından da yukarıda belirtilen sermaye partileri bloklarının fikir birliği içinde oldukları, tartışmalarının bu programı kimin daha iyi uygulayacağı üstüne olduğunu artık herkes bilmektedir.

Bu yüzdendir ki; çok sayıda sermaye partisi ve birbirine karşıymış gibi görünen mihraklar oluşmasına karşın, aslında bu partiler ve bloklar mevcut statükonun korunması, uluslararası sermaye güçlerinin stratejisine bağlanmış olma konusunda hemfikirdirler. Burada AKP, mevcut statükoyu kendisinin etkin gücünü oluşturacağı şekilde değiştirmek için ‘reform üstüne reform yapan parti’ olarak kendisini öne atsa da; rejimin temelleri ve statükonun ana dayanakları konusunda diğerlerinden farklı bir noktada değildir. Zaten bu “reformlar” da; rejimle ilgili değil; örneğin emekçilerin haklarını gasp etme olarak şekillenen iş yasasının değiştirilmesi, sosyal güvenlik sisteminin, eğitimin, kamu hizmetleri alanının piyasanın ihtiyaçlarına ve genel olarak neoliberal ekonominin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi alanlarındadır. Yine, Kürt sorununun çözümü konusunda bir demokratik girişim, laisizm konusunda Diyanet’in kaldırılması, devletin din alanından çekilmesi gibi konularda ne laiklik şampiyonu partilerin ne de inanç ve vicdan özgürlüğünü türban sorununa indirgeyen partilerin ve odakların bir girişimi olmamıştır. “Anayasayı yeniden yazmak” iddiasıyla ortaya çıkan AKP de; aslında rejimin asıl dayanaklarına (Anayasa’nın gerekçesi ve değiştirilmesi teklif edilemeyecek ilk üç maddesine) dokunmayacağını şimdiden ilan etmiştir.

Onun içidir ki, Türkiye’nin sorunlarını çözme yoluna girmenin tek seçeneği; yukarıda sözü edilen “demokrasi güçleri odağı”nın oluşturacağı ittifakın güç ve etkinlik kazanarak halkın demokratik iktidarı için adımlar atabilmesidir. Çünkü Kürt sorununun çözümü, laisizmi ayakları üstüne oturtmak, özgürlüklerin sınırsız bir biçimde gelişmesi ve neoliberal ekonomik program karşısında ülkenin ekonomik olanakları üstünde dinamizmin açığa çıkarılarak halkçı bir ekonomik program seçeneğini ortaya koyabilecek tek güç; bu emek hareketi üzerinden yükselecek olan, ilerici, demokrat güçlerin ittifakı üzerinden oluşan birliktir. Günümüzde, güç ve çıkar çatışmaları içinde, halkı ‘değişim’ ya da ‘cumhuriyet değerleri’ adıyla etkilemeye çalışan sermaye güçlerinin karşısında, Türkiye’nin sorunlarına halkın yararına gerçekçi çözümler getirebilecek potansiyeli barındıran, emek, demokrasi ve halk güçlerinin bir politik mihrak olarak örgütlenmelerine ve sürece müdahale etmelerine şiddetle ihtiyaç vardır. Emek, barış ve demokratikleşmeden yana siyasi partiler, sendikal güçler, meslek örgütleri, demokratik kurumlar, aydınlar, çeşitli inanç ve kültür çevreleri, üretici köylüler, çevre örgütlenmeleri ve kadın çevrelerinden oluşacak bu bileşim, ortak çıkarlar, talepler ve mücadele platformu üzerinde birleşip, yeni bir saflaşma yaratabilirlerse, mevcut problemleri çözmek üzere halkçı ve demokratik bir iktidar seçeneği oluşturma şansını da yakalayabileceklerdir. EMEP, DTP ve SDP’nin, bu çevrelerle tartışmalarına başladığı “Çatı Partisi”, “Demokratik Birlik Hareketi”, “Demokrasi İçin Birlik”, “Blok Hareketi” vb isimlerle kamuoyuna yansıyan oluşum, bu cephenin siyasi platformu olacaktır.

Yukarıda, “demokrasi güçleri odağı” olarak ifade ettiğimiz partiler ve çevreler, bugüne kadar, iki genel, bir yerel seçimde, çeşitli düzeylerde işbirliği yapmışlardır. Elbette bu bile, Türkiye gibi ittifak kültürünün son derece zayıf olduğu bir ülkede çok önemlidir. Ve bugün yapılacak girişimler için de seçim ittifakları son derece güçlü dayanaklar sağlayacak mahiyette ittifaklardır. Ancak bu seçim ittifakları seçimler sonrasında âdeta unutulmuş, ne doğrular geliştirilebilmiş, ne de yanlışlardan ders çıkaran, sağlıklı ve sistemli bir ilişki sürdürme imkânı oluşabilmiştir. Tersine, birikim ve işbirliği, iki seçim arasındaki sürecin geniş aralıklarında, basit günlük kimi kendiliğinden “iyi ilişkilere” ve yerel örgütlerin çabalarına terk edilmiştir. Ancak bir sonraki seçim kapıya dayandığında, Seçim Kanunu’nun gerektirdiği hızda yeni bir ittifak görüşmesi başlatılmış, âdeta daha önce yaşananlar yok sayılarak, eski hata ve zaaflardan gerekli dersler çıkarılmadan yol alınmak istenmiştir.

Şimdi şu açıkça görülmektedir ki; seçimden seçime yapılan ittifaklar elbette partilerin tabanları arasında bir sıcaklık, bir işbirliği ve güç birliği isteği yaratmıştır. Ama demokrasi güçlerinin her günkü mücadele içinde birlikleri ve hareketi önemlidir. Bugün yaşadıklarımız, sadece siyasi talepler doğrultusunda değil, sendikal (sendikalar içinde ortak tavır alma ve işçilerin sendikalaşma mücadelelerinin örgütlenmesinde ortak hareket etme) ve sosyal (eğitim, sağlık, konut edinme, yerel yönetimden istenen talepler, sosyal güvenlik vb. konularda) talepler, hayatın bütün alanlarında ortak mücadelenin gereğini dayatmış bulunmaktadır.

Özellikle 22 Temmuz 2007 seçimi sonrası yapılan değerlendirmeler; demokrasi güçleri odağının hızla istikrarlı, disiplinli bir birlik sağlamak üzere harekete geçmesini zorunlu kılmıştır. Türkiye’nin başlıca sorunlarını çözecek bir yapıya kavuşmak üzere; gerçek bir “Demokratik Birlik Hareketi’ bir Türkiye “Çatı Partisi” için kaybedecek zaman kalmamıştır.

Şüphesiz yaşananlar; yararlı, birlikte çalışma ve güç oluşturmanın, halkı birleştirmenin deneyimlerini yetersiz de olsa göstermesi bakımından olumludur; ancak, sınırlılıkları, gecikmişliği, politik darlıkları, benmerkezci anlayışların yol açtığı geriliklerle başarılı ve etkili olmayı becerememiş deneyimlerdir. Hepsinden önemlisi, bu yan yana gelişler, halkın etrafında kenetlendiği, siyasi bir alternatif olarak benimsediği, güçlü bir umut ve heyecan yaratan, iş-güç birlikleri olamamıştır ve bu haliyle kaldığı sürece de, olması oldukça zordur. Yine çabalarımız ve ortak hareketimiz, aynı zamanda, neyin yapılıp neyin yapılmamasını göstermesi, halk güçlerindeki beklentilerin ve taleplerin görülmesi bakımından son derece yararlı olmuştur. Ancak bu süreçlerin özeleştirel değerlendirmeleri yapılmasına rağmen, yeni dönemlerde daha ileri ittifaklar, örneğin “Çatı Partisi” vb. oluşumların yaratılamamış olması, mutlaka iyi görülmelidir. Yoksa bugünkü girişimler de sonuca ulaşmada yetersiz olacaktır.

“Çatı Partisi” olarak bilinen ya da adlandırılan ittifakın üzerinde yükseleceği ortak talepler nelerdir?

Yukarıda bazı siyasi gelişmeler karşısında ortak protesto gösterileri ve ortak eylemler dışında bir programa, asgari talepler manzumesine dayalı, istikrarlı ve örgütlü, geniş kitleleri içine alan mücadelenin gerekliliğinden söz etmiştik.

Böyle bir ittifakın mücadeleyi yükselteceği asgari talepler neler olmalıdır?

1-) Emekçilerin kazınılmış haklarının korunması ve geliştirilmesi ile neoliberal ekonomik politikalara karşı, halkın çıkarlarını savunan ekonomik ve sosyal (parasız sağlık ve parasız eğitim, konut sorununun çözümü, yerel yönetim hizmetlerinin adil ve parasız verilmesi, bölgeler arasında eşitsizliğin giderilmesi, önlemlerin alınması ve taleplerin karşılanmasına ilişkin politikalar geliştirilmesi.

2-) Kürt sorununun demokratik çözümü alanıda, “Türkiye Barışını Arıyor Konferansı”nın sonuç bildirgesinde yer alan talepler ve sorunun çözümüne dair öneriler, programda, Kürt sorununun çözümü için dayanak olarak değerlendirilebilir. Dahası böylece, girişim; bu konferansın birikimine sahip çıkmakla; bu konferansın katılımcısı yüzlerce aydınıyla da, daha baştan fikri bir bağ içine girmiş olur.

3-) Laisizmin gerçek temellerine oturtulması: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapatılması, zorunlu din derslerinin müfredattan çıkarılması, devletin imam ordusu yetiştirip, istihdam etmesine son verilmesi ve devletin din karşısında, tümüyle yansız olacağı bir çizgiye çekilmesini esas alan bir laisizmin savunulması.

4-) Doğanın ve tarihin korunmasını temel alan çevre politikalarını savunmak ve insanlığın varlık-yokluk davası haline gelen, doğanın korunması sorununu, programın önemli bir maddesi olarak ele almak.

5-) Irkçı, milliyetçi, dinci, Ortaçağ kalıntısı kültürel değerlere karşı, insanlığın ileri değerler birikimini savunan, bunları halka mal etmeyi amaçlayan, halkların kardeşliğini esas alan bir kültürü yaymak için çalışmak, “Çatı Partisi” için vazgeçilmez olmak durumundadır.

Böyle bir ittifak ayrıca:

ABD ve diğer emperyalist güçlerin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslardaki müdahaleleri, halkları düşmanlaştıran ve birbirine karşı kışkırtan politikalarına karşı; halkların kardeşliği ve dayanışması için hareket etmek;

İfade, basın-yayın ve örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere bütün hak ve özgürlükler üzerindeki kısıtlama ve engellerin kaldırılması için;

Azınlık milliyetlerin ulusal haklarının tanınması ve serbestçe kullanılabilmesi için;

12 Eylül Anayasası’nın tümden değiştirilmesi, tüm anti-demokratik gerici yasaların iptali ve değiştirilmesi, halka karşı suç işlemiş tüm örgütlenmelerin ve suçlularının açığa çıkarılarak halka hesap vermelerinin sağlanması ve Kontrgerilla-Jitem örgütlenmesinin dağıtılması için;

Üniversite ve bilimsel özerklik ve gençlerin geleceksizliğinin önlenmesi için mücadele.

 

Dar değil, kapsayıcı, sol parti ve çevrelerle sınırlı olmayan demokratik ve halkçı bir hareket

Kuşkusuz günümüzün ihtiyacı olan bir “Çatı Partisi”nin kurulması, sadece bazı siyasi parti ve çevrelerin katılımıyla olamayacağı gibi, sadece bu partilerin çevrelerinden ibaret de olamaz, olmamalıdır. Tersine; bu partiler sadece girişimci olarak özel bir sorumluluk yüklenmelidir ve Türkiye’nin geniş aydın çevreleri başta olmak üzere, bugünkünden çok daha geniş bir yelpazeyi, daha kuruluş aşamasından itibaren, çalışmaya katmayı esas alan bir tutum geliştirmelidirler. Ortaya konacak ve demokrasi eksenli programla birleşebilecek, ülke çapında ya da yerel düzeyde demokrat ilerici çevre ve kişilerin katılımını da önemseyerek, sendikaları, çevre örgütlerini, ezilen milliyet ve mezheplerin temsilci örgütlerini, yöre derneklerine kadar az çok toplumda etkisi olan her çevrenin katılımını öngörmelidir. Daha kuruluş aşamasında program; bu çevrelerin de katıldığı; az çok örgütlülüğü olan işyerleri, hizmet kurumları, her düzeyde sendika örgütlenmeleri, meslek örgütleri ve her türden emek örgütünde tartışılarak oluşturulmalıdır. Burada katılım, tartışmaların rutinleşmesine izin verilmeden, saptırılmadan ve kendilerini “sol” olarak adlandıran kimi küçük çevrelerin sabotajcı tutum ve engellemelerine takılmadan yürütülmesinde, girişimci partilere herkesten çok çaba, yetenek gösterme ve görev düşmektedir.

Kuşkusuz bu çevrelerin katılımı, “Çatı Partisi”nin her kademedeki kurumunda hissedilmelidir. Özellikle ülke çapında örgütlü sendikalar ve çeşitli emek örgütlerinin durumu göz önüne alındığında; çalışmanın başında bu örgütlerin ülke çapında ve genel merkezler düzeyinde katılması çok sınırlı olacaktır. Ama yerel, iller-ilçeler düzeyinde ele alındığında; bu örgütlerin şubeleri, temsilcilikleri ve yerel ölçekte pek çok çevre örgütü, hemşehri dernekleri ve yöreye has etkin örgütlerin bu çalışmaya katılması mümkündür. Ve yukarıda sayılan güçlerin yerel temsilcileri yeterince enerji harcar ve yaratıcı olurlarsa; yerel örgütlenmelerin oldukça geniş kesimleri kucaklayabileceği ortadadır. Hele bu çalışma; geleneksel, delege ağalığı ve genel merkezler diktası altındaki “particiliğin” eleştirisiyle birlikte ele alınır ve bu kesimlerin katılımı görünüşü aşan bir ciddiyetle sağlanabilirse; “Çatı Partisi”nin yeni umutların yeşerip yayılmasında önemli bir dayanak olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Dahası Çatı Partisi böylesi geniş bir perspektifle ve kendi iç demokrasisi bakımından da diğer partilerden farklılıklar gösteren bir parti olduğu duygu ve heyecanını yaratamazsa, daha baştan hayal kırıklığı olarak doğar. Bu yüzden de partinin programının ne olacağı kadar, onun kuruluşunu nasıl gerçekleştireceğimiz ve hangi çevreleri ne etkinlikte katacağımız da önemli olacaktır.

“Çatı Partisi”ni bir yandan il ve ilçeler hatta büyük işletmeler ve hizmet kurumlarına kadar inecek bir örgütlemeye ve Türkiye’nin en önemli ve yüz yıllık çözüm bekleyen sorunlarını çözmeye aday olarak çıkacağı gözlendiğinde, elbette ki ortaya çıkışı da bu iddiaya uygun olmak durumundadır.

 

Çatı Partisi hangi örgütsel ilkeler temelinde, nasıl bir örgütsel model olarak oluşturulabilir?
Siyasi bir program ve iktidar hedefi şüphesiz bu güçlerin zeminini oluşturduğu bir hareketi ve siyasal form olarak partiyi gerekli kılar. Bir güç odağı olabilmek politik bir çizgi ve hedefi zorunlu kıldığı gibi, bu mücadeleyi hayata geçirecek bir örgütlenmeyi de gerektirmektedir. Yani mesele sadece bu ittifak güçlerini seçimlerde temsil edecek bir partinin şeklen, formaliteden kurulması değildir. Halk güçlerinin mücadele dinamiği ve hayata nüfus eden, emekçi kitleleri bulundukları alanlarda örgütleyen, yerelden başlayarak güç olabilen bir hareket ancak bu değişimi ve ülkemizin geleceğinin kurulmasını sağlayabilecektir. Bu mücadele ve örgütlenme anlayışı –bütün güçlüklerine rağmen– mevcut burjuva-gerici partilerin anti-demokratik yönetim modellerinin karşısında, halkın kendisini ve katkısını bulabileceği en demokratik yapı ve işleyiş olacaktır, olmalıdır. Bu kadar ‘farklı’ ve geniş çevrenin ve geleneğin birlikte örgütlenmesi, ülkemiz açısından yenilikleri de getirecektir. Bu kültür ve örgütlenme anlayışı, yaşayarak daha da geliştirilecektir. Kurumlar ve kişiler olarak katılımın sağlandığı çalışmaya, katılan her kesim, kendi örgütsel yapı ve bağımsızlığını korurken (farklı sınıf ve programlara dayandığı için) çatının-blokun yerel ve merkezî örgütlerinde ‘Çatı Partisi’nin birleşenleri olarak yer almalıdırlar.

Çatı Partisi” bir sınıf hareketi mi, yoksa farklı sınıfsal güçlerin ittifakı olarak mı oluşacak?
Bu durumda, anlaşılacağı gibi, bir grup işbirlikçi çıkar çevresi durumundaki; baskıcı ve sömürücü düzenden beslenen büyük sermaye güçleri ve örgütleri dışındaki tüm güçler; işçi sınıfı, kamu emekçileri, köylülük, küçük üretici gibi emekçi sınıf ve tabakaların yanında orta ve küçük burjuva kesimlerin ittifakı olarak şekillenebilir. Elbette siyasal, toplumsal hareketler bu denli teorik tanımlamalarla ilerlemeyeceğinden, ülkemizde de halk hareketi kendi seyri ve özgünlükleri içinde şekillenecektir.

“Çatı Partisi”, devrimci işçi hareketinin örgütüyle eşleştirilmez ve onun yerine geçmez. Ancak, işçi sınıfı ve emekçi halkın önünü açacak örgütsel biçimlerden biri olabilir. “Çatı Partisi”; demokrasi ve barış talep eden, demokratik bir platform etrafında halkın ileri unsurlarını ve ilk elde örgütlenmeye yatkın güçlerini birleştiren, ekonomik, demokratik hedefleri olan bir örgüttür.

20-21 Aralık 2008 toplantısı, yukarıdaki öngörülere uygun bir ilerleme sağlamış mıdır?

20-21 Aralık 2008 toplantısına, Aydın Çubukçu (Evrensel Kültür Dergisi ve Hayat TV Genel Yayın Yönetmeni), Ayhan Bilgen (Mazlum-Der eski Başkanı ve Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü), Bilge Contepe ( Çevre ve ekoloji hareketi sözcüsü), Cengiz Güleç (Barış Meclisi Sözcüsü), Murat Çelikkan (Gazeteci, insan hakları aktivisti), Nazan Üstündağ (Akademisyen), Sennur Sezer (Şair-yazar), Şebnem Korur Fincancı (Akademisyen), Veysi Sarısözen (Gazeteci), Zeynep Tanbay (Sanatçı) tarafından yüz elli dolayında politikacı, sendikacı, aydın, akademisyen ve gazeteci çağrıldı. Toplantıya çağrılanlar, “Çatı Partisi” çalışmaları yapan partilerin temsilcileri tarafından daha önce bu sorun konusunda bilgilendirilmiş ve olumlu görüşleri alınmıştı. Çağrıcılar, bu toplantı sonunda bir girişimci heyetin oluşmasını hedeflediler.

20-21 Aralık toplantısına çağrılanlardan otuz beş-kırk civarında kişi mazeretleri nedeniyle katılamadı. Özellikle, İstanbul dışından çağrılanların katılımı az oldu. Fakat davetli listesinde olmayan ve toplantıyı duyan bir o kadar kişi de toplantıya katıldı. İki gün süren yoğun tartışmalar sonunda, toplantıya katılanların temsili yetersizliği nedeniyle bir girişim heyeti ya da komitesi yerine “Geçici Koordinasyon Kurulu” oluşturulmasına karar verildi. Çağrıcılarla birlikte 42 kişilik “Geçici Koordinasyon Kurulu” gönüllü katılım çerçevesinde oluştu.

20-21 Aralık Toplantısı Sonuç Bildirgesi, toplantı esnasında hazırlanamadığı için, toplantıda dile getirilen görüşler doğrultusunda daha sonra Geçici Koordinasyon Kurulu içinden seçilen bir grup arkadaş tarafından yazıldı ve “Çatı Partisi” bileşenlerini temsil eden bir heyet tarafından kamuoyuna açıklandı.

Koordinasyon Kurulu yaptığı toplantılarda bazı çalışma komisyonları oluşturma kararı aldı. Bunlar; Temas (Diyalog), Örgütlenme, Basın, Mali İşler, Program ve Tüzük, Hukuk Komisyonları.

Temas Komisyonu, 20-21 Aralık toplantısına katılamayan ya da çağrılmayan ama bu ittifakta aktif olarak yer alması beklenen kişi ve kurumlarla görüşmeleri organize edecektir.

Örgütlenme Komisyonu, başta Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Eskişehir, Samsun, Diyarbakır ve Van olmak üzere çeşitli il ve giderek ilçelerde 20-21 Aralık toplantısı benzeri toplantılar ve Çatı Partisi girişimini anlatmak üzere toplantılar organize etmeyi amaçlamaktadır.

Mali İşler Komisyonu, çalışmaların mali giderlerini karşılamak ve belli başlı illerde çalışma mekânları oluşturmak için çalışmalar yürütecektir.

Basın Komisyonu, çalışmaların kamuoyuna ve demokrasi güçlerine duyurulması işini üstlenmiştir.

Program ve Tüzük Komisyonu ise, program ve tüzük yapmayacak ama program ve tüzüğün oluşturulması sürecini (konferanslar, tartışma toplantıları vb.) organize edecektir.

Hukuk Komisyonu, bu süreçte karşılaşılacak hukuki problemleri çözme çabası içinde olacaktır.

Koordinasyonun yanı sıra, komisyonlar da geçen süre içinde birkaç kez toplandı.

 

“Çatı Partisi” çalışmalarında gelinen yer, gelmek istenen yer midir?

Bu soruya olumlu yanıt vermek maalesef bugün için mümkün değil. 20-21 Aralık 2008 toplantısına sendikacı, aydın, akademisyen, Alevi çevreler ve başkaca alanlardan katılım istenildiği düzeyde olmadı. Katılanlar da tartışmalara aktif olarak katılmadılar, daha çok izlemekle yetindiler. Yine oluşturulan Geçici Koordinasyon Kurulu’nda bu çevrelerden katılım az oldu. Koordinasyon ve komisyonlar parti ve sol grupların temsilcilerinden teşekkül etti. Fakat bu durum bugün açısından hayal kırıklığı ve ümitsizliğe yol açmamalıdır. Koordinasyon ve komisyonlarda yer alan herkes, katılımın ve temsiliyetin yetersiz olduğu, sendika, aydın, akademisyen, Alevi çevreleri ve diğer kesimlerden katılımcıların mutlaka çalışmalarda yer alması gerekliliği üzerine birleşmektedir. Bir taraftan Temas Komisyonu’nun çalışmaları ile diğer taraftan önümüzdeki günlerde Ankara, İzmir ve Adana’da yapılacak toplantılarla katılımın genişleyeceği ve katılımcıların çeşitliliğinin artacağı beklenmektedir.

 

Bu aşamada emek, demokrasi ve barış güçlerine düşen görev nedir?

“Çatı Partisi” adı verilen demokrasi güçlerinin ittifak örgütü, sadece bazı parti ve örgütlerin merkez yöneticileri ve az sayıdaki aydın ve sanatçı tarafından oluşturulacak bir örgüt olamaz. Bu girişimle, ittifakın örgütünün kurulması çalışmaları başlamış, somut adımlar atılmıştır. Artık bu aşamada demokrasi güçlerinin az ya da çok, bulunduğu bütün il ve ilçelerde, yerel ittifak örgütlerinin oluşturulması için çalışmaların başlatılması gerekir. 20-21 Aralık toplantısında yapılmaya çalışıldığı gibi, hareketi ilerletecek olan yerel girişimciler bulundukları bölgede, bütün demokrasi, emek, barış güçlerinin toplanacağı toplantılar organize etmek üzere harekete geçmelidirler. Demokrasi güçlerinin birliği fabrikalarda, işletmelerde, hizmet birimlerinde, sendikalarda, okullarda, meslek örgütlerinde, yöre derneklerinde, köylü birliklerinde, gençlik ve kadın örgütlerinde oluşturulacaktır.

Yerel toplantıların organizasyonu ve merkezi koordinasyonla ilişkiye geçmesi, çalışmaları kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır.

Unutulmamalıdır ki, demokrasi güçlerinin birliği için alınan mesafe ve gelinen noktadan geriye düşmek, birlik taleplerini bir kere daha boşa çıkarmak olacaktır ve bu kabul edilebilecek bir durum değildir.

Birleşen halk yenilmez.

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑