rus edebiyatının öğrettiği

 

 

“Halk gizlice ayaklanmaya eğilimlidir..”.

Boris Godunov tragedyası

(Aleksandr Puşkin)

 

Bizde, devrimci çalışmaya yeni katılan gençlere ilk önerilen kitaplardan biri Maksim Gorkiy’nin Ana adlı yapıtıdır. Yalın, güvenilir ve her gencin kendinden bir şeyler bulabileceği bu roman, 20. Yüzyıl Rusyası’ndan çıkarak 21. Yüzyıl Türkiyesi’nde kendisine sağlam bir zemin bulur. Bu zemin, emekçilerin yoksul yaşamı, öfkesi ve mücadele eğilimidir. Marksizme ve devrimci çalışmaya yönelen her genç, böylece, Rus edebiyatına da bir giriş yapmış olur. Bu sadece bir giriştir, ancak okur, o zengin Rus edebiyatının önemli bir halkasını yakalamış olur. Ataol Behramoğlu, Evrensel Basım Yayın’dan çıkan Rus Edebiyatının Öğrettiği adlı çalışmasıyla bu zengin Rus edebiyatını birçok yönüyle işliyor. Bu çalışma okunduğunda, bizim genel olarak Ana kitabıyla başlayan okumamız da kendi tarihselliği içinde anlamını buluyor.

 

KİTAP ÜZERİNE

Eğer bir dönem anlatılıyorsa, okur açısından kolay olan, bilgiyi kronolojik bir sıralama ile almasıdır. Bu, belki, bilgiyi hafızada tutmak açısından da kolaylaştırıcı bir yöntemdir. Ataol Behramoğlu’nun çalışması; Rus romanı, şiiri ve tiyatrosu üstüne çeşitli dönemlerdeki değerlendirmelerinin yanı sıra Türkiye’deki ve uluslararası akademik toplantılarda sunduğu bildiri metinleri olduğu için, böylesi bir kaygı ile oluşmamış. Bu açıdan, Ö. Aydın Süer’in XIX. Yüzyıl Rus Edebiyatı Üzerine Yazılar adlı kitabı ikinci bir kitap olarak önerilebilir. Ancak, Ataol Behramoğlu, Rus edebiyatı üzerine düşüncelerini aktarırken, makalenin bir paragrafında, tüm kronolojik sıralamayı bir anda okurun karşısına çıkartmayı başarmış. Bu, okura tüm okuduklarını bir anda genelleştirme imkanı da veriyor. Yine de, şunu belirtmek okur açısından kolaylık olacaktır: Kitapta yer alan 19. Yüzyıl Rus Romanı Üzerine Notlar adlı makalesi genel bir kronolojik sıra sunuyor.

Kitabın önemli bir özelliği de, okuru konu üzerine daha fazla çalışmaya özendirmesidir, diyebiliriz. Behramoğlu, yalın ve anlaşılır diliyle Rus edebiyatı üzerine düşüncelerini aktarırken, makalelerinde, hem okurla hem de kendisiyle tartışıyor. Ortaya sorular atıyor, kendi cevaplarıyla birlikte, okura da daha birçok ayrıntı olduğunu sezdiriyor. Bir yüksek lisans öğrencisine çalışma çizelgesi alt başlığı ile yazdığı A. S. Puşkin – A. Mickiewicz makalesinde, üzerinde çalışılması gereken daha birçok alan olduğunu daha net görebilirsiniz.

 

EDEBİYATTA SIÇRAMA

19. Yüzyıl Rus edebiyatının elbette onu hazırlayan bir öncesi vardı. Ataol Behramoğlu, bu öncülleri, Rus dilini arındıran Lomonosov, kaside türünü demokratlaştıran Derjavin, ilk toplumcu yergilerin yazarı Fonvizin, Rus halk bilgeliğini fabllarında yansıtan Kırılov ve Puşkin’e doğrudan öğretmenlik yapmış Karamzin, Jukovski gibi yazarlar ve şairler” olarak sıralıyor. Aleksandr Radişçev’i (1749-1802) ise, kendisinden sonra gelecek kuşağı ve devrimci hareketi etkilemesi bakımından ayrı bir yere koymuş Behramoğlu. Ama Puşkin’le birlikte edebiyat ‘geri dönülemez’ bir sıçrama yaşıyor. Behramoğlu’nun da, çalışmasında, Puşkin üzerine bu kadar çok durmasını anlayabiliriz. Puşkin’in kişilik ve dünya görüşünün oluşmasında ilk sırayı alan özellikleri, Ataol Behramoğlu şöyle sıralıyor: “Başta Voltaire’in yapıtları olmak üzere Batı aydınlanmacılığı ürünlerinin; köklerini mitolojide, eski Yunan-Latin klasiklerinde bulan hümanist ve özgürlükçü geleneklerin; Rus halk yaratıcılığının ve 18. Yüzyıl klasikçi Rus edebiyatındaki aydınlanmacı geleneklerin; Byron romantizminin, W. Scott tarihsel romanının, rönesans edebiyatı ve özellikle de Shakespeare’in belirleyiciliği.

İşte, Puşkin’i bir sıçrama tahtası yapan etkiler bunlar diyebiliriz. Sadece insanlığın en ileri değerlerinin bir toplamı değil, onu ileri doğru geliştiren bir edebiyatçı Puşkin. Bu haliyle, Rus edebiyatında olduğu kadar, dünya edebiyatında da bir gelişmeyi temsil ediyor. Puşkin’de, toplumsal gelişmenin diyalektik yasalarına da bakma fırsatı bulabiliriz. Batı aydınlanma ve sosyalist hareketinin Rusya ile buluşması, edebiyat ve düşünce alanındaki gelişmeler, Rusya’nın kendi iç çelişkileri ve daha başkaca nedenler, meyvesini Puşkin’de veren yeni bir edebiyat ve düşünce dünyasının doğmasına kaynaklık ediyor.

 

İKİ YÜZYIL ARASINDA

Maksim Gorkiy, Sovyet devriminin yazarıdır. Gorkiy’in eserlerinde umutsuzluk değil umut vardır. Edilgenlik değil etken olmak asıl gerçekliktir. İşte bizim Gorkiy ile Rus edebiyatında yakaladığımız halka, bu sosyalist gerçekçilik halkasıdır. Gorkiy, klasik Rus edebiyatının 20. Yüzyılın başlarındaki yeni biçimidir. Behramoğlu Gorkiy’i kendi tarihselliği içinde şöyle betimliyor: “Yaşamlarının son dönemlerinde Karamazov Kardeşler, Ecinniler vb. yapıtlarıyla Dostoyevski, Diriliş, İvan iliç’in Ölümü, Kroyçen Sonat vb. ürünlerle Tolstoy, ustalıklarını sürdürürken, iki yüzyılın kesiştiği noktada A. Çehov, M. Gorkiy, L. Andreyev vb. genç kuşak yazarlarının ürünleri de birbirini izlemektedir. Bu genç yazarlar, Rus (ve dünya) edebiyatının Puşkin, Gogol, Turgenyev, Gonçarov, Dostoyevski, Tolstoy gibi yarattığı Rus edebiyatının yeni kuşaklarıdır; bu büyük edebiyatın ürünleridir. Fakat yeni koşulların yeni konular ve üsluplar getirmesi de doğaldır.

 

RUS EDEBİYATININ ETKİLERİ

Biz de, dili yalınlaştırma ve modern bir yazın oluşturma çabalarını 19. Yüzyıla kadar götürebiliriz. Bu çağda; yeni bir dil ve tarih bilincine bağlı çabalara, roman, öykü, oyun türündeki ilk örnekler ve şiirde yeni kavramlara açılan bir öz hareketi yaratma çabaları olarak bakabiliriz. Biz de, edebiyat alanındaki ve düşünce dünyasındaki bu aydınlanma hareketi ile 19. Yüzyıl Rus edebiyatı arasında benzerlikler kurabiliriz. Ama Ataol Behramoğlu, iki komşu ülke arasındaki bu benzerliklerin herhangi iki toplumun arasındaki benzerliklerden çok da öte olmayan bir benzerlik olduğunu söylüyor. “Rus Düşünce Tarihini Okurken Notlar” adlı makalesinde, her iki toplumun batılılaşma süreçlerinde karşılaştıkları sorunların ve çözümlerin benzer olduğunu belirtiyor, fakat bir farkla: Bu süreçlerin, Rusya’da yaklaşık 150-200 yıl önce başlamış olduğunu da vurguluyor. Belki de, karşılaşılan sorunların ve çözümlerin benzerliğindeki evrensellik Batı’nın genel etkisinde aranabilir, ama iki ülkenin gelişim rotaları, kendi özgünlükleri üzerinde araştırma yapılmadan anlaşılamaz. Nitekim I. Dünya Savaşı ve onun yarattığı derin çelişkiler Rusya özgünlüğünde sosyalist bir iktidara götürürken, Türkiye’de bir burjuva Cumhuriyeti kurulmuştur. Rus edebiyatının etkileri ise, bu genç Cumhuriyet’in kuruluşundan yaklaşık olarak 15-20 yıl sonra hissedilip görülmeye başlamıştır. 19. Yüzyıl Rus edebiyatının nesir türündeki yapıtların çevirisi, Türkiye’ye, 1940’lı yıllarda girmiştir. Şiir ise, genel olarak 60’lı yıllardan sonra Türkçe’ye çevrilmiştir. Ataol Behramoğlu, “Rusya, Yoksul Rusya!..” adlı makalesinde, Rus edebiyatının Türkçe’ye çevriliş öyküsünü çok daha ayrıntılı bir biçimde veriyor.

1940’lı yıllardan sonra, 19. Yüzyıl Rus edebiyatı, Türkiye’de genel bir etki yaratmıştır. Ama onun edebiyatımız üzerindeki etkisi farklı bir olgudur. Peki, bu nasıl bir etkilenme? Behramoğlu’nun, Nâzım Hikmet ve 19. Yüzyıl Rus edebiyatı üzerine makalelerine bakarak, bu konu hakkında bazı fikirler edinebiliriz.

 

SON OLARAK

19. yüzyıl Rus edebiyatının yarattığı o büyük zenginlik, Ataol Behramoğlu’nun da makalelerinde belirttiği gibi, bugün daha birçok yönüyle işlenmeye değerdir. Behramoğlu’nun “Rus Edebiyatının Öğrettiği” adlı çalışması, bu zenginliği bizlere göstermesi bakımından da önemli. Kitap, kapsamı bakımından, üniversitelerin edebiyat fakültelerine bir yardımcı kitap olarak önerilebileceği gibi, edebiyatseverler için de bir başvuru kitabı olarak düşünülebilir. Günlük aydınlatma faaliyetimiz açısından ise, Rus edebiyatı bize çok uzak olmayan bir alan. Bu açıdan değerlendirdiğimizde ise, bizim için akademik-entellektüel bir çabanın ötesindedir ve ajitasyon ve propaganda dilimizi bu edebiyatla birlikte zenginleştirebiliriz. Behramoğlu’nun çalışması, bu çaba içine giren her devrimci için de okunması gereken bir kitap.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑