Ne Yapmalı’da Örgüt ve Profesyonel DevrimcilikSorununun Ele Alınması Üzerine

Lenin’in “Ne Yapmalı” adlı yapıtı, hiç kuşku yok ki, pek çok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de, Leninist bir partinin örgütlenmesi ve çalışmasının kapsamı, parti örgütünün kurulmasında ve politik çalışmanın niteliğinin yükseltilmesinde gazeteye verdiği tayin edici rol konusunda temel bir anlayışı ortaya koyması ile önem kazanmıştır. Ama yine hiç kuşku yok ki, parti ve örgüt sorunu, pratik ve ideolojik çalışmanın kapsamı ve ihtiyaçları, bu yapıtta da vurgulandığı gibi, tarihsel dönemin özelliklerinden, politik koşullardan, içinden geçilen süreçten, dönemin ihtiyaçlarından bağımsız olarak ele alınamaz.

“Ne Yapmalı”da ortaya konulan örgütlenme planı, illegalite koşullarına zorunlu olarak mahkum olmuş, bu arada merkezi bir örgütlenme ve çalışmadan yoksun kalmış, ekonomistçe bir faaliyetin yeterli görülmesi nedeniyle amatörce bir çalışmaya saplanıp kalmış bir çalışmadan ve böylesi bir dönemden çıkışın temel unsurlarını ortaya koymaktadır. Bu çıkışta, “tüm Rusya’yı kapsayan illegal siyasi bir gazetenin”, kurulacak merkezi örgütün “iskelesi ve iskeleti”ni oluşturması gerekmektedir.

“Ne Yapmalı”da, illegal temelde profesyonel bir örgütün inşasında, merkezi, illegal bir gazetenin örgütlenmesinin tayin edici olacağı çarpıcı bir biçimde işlenir. Ama bu kitap, diğer pek çok önemli sorunu da ele almıştır. İdeolojik mücadele, yürütülecek çalışmanın kapsamı, ekonomizm ve amatörlük bu sorunlar arasındadır. Ama bütün bu sorunların çözümünde de merkezi bir örgüt, ve bu örgütün yaratılmasında gazete tayin edici bir rol oynadığı için, bütün Rusya çapında illegal siyasi bir gazetenin örgütlenmesi hep öne çıkmıştır. Kuşkusuz bugün de, farklı tarihsel koşullarda, merkezi bir örgütün varlığı ve farklı araçların da devreye girdiği koşullarda, halen politik günlük çalışma ve bu çalışmada gazetenin tutması gereken yer sorunu, devrimci işçi partileri için temel sorunlardan birisi olmaya devam etmektedir.

Ama burada, “Ne Yapmalı”, işlediği bütün yönleriyle ve genel olarak değil, daha sınırlanmış bir alanda; sorunun anlaşılması bakımından önemli olduğu için, o dönemin kısa ve genel bir özeti eşliğinde, kısaca, örgüt ve özellikle de profesyonel devrimcilik sorununu nasıl ele aldığı yönüyle işlenecektir. Çünkü bu sorunlar, devrimci işçi partilerinin işçi sınıfının ve gençliğin ön saflarını kucaklayarak her dönemde yeniden inşasının temel sorunları olmaya devam etmektedir. Bu nedenle, “Ne Yapmalı”yı bir de bu yönüyle yeniden irdelemek her halde yararlı olacaktır. Konuyu bu çerçevede belirlemek ve sınırlamak, zorunlu olarak alıntıları fazlalaştırmakta ve bazılarının uzun tutulmasına yol açmaktadır. Okurun bunu anlayışla karşılayacağını umarız. Ama bu durum, kuşkusuz zaman zaman bugünün sorunlarına kısa göndermeler yapmayı ve sorunların benzerliklerine ve farklılıklarına işaret etmeyi engellemeyecektir.

Hatta konuya tam da buradan girmek, belki daha yararlı olacaktır. Sorunu, şu çarpıcı yönüyle ortaya atmak olanaklıdır. Ülkemiz örneğinden yola çıkarsak, öncesi bir yana, yakın dönemde ve bugün pek çok işçi kesiminin şu ya da bu fabrikada veya bütün bir işkolunda –yakın dönemde TEKEL örneği– ya ekonomik ve sosyal haklar için ya da örgütlenme hakkı için mücadeleye, direnişe geçtiği görülmektedir. Bu direniş ve mücadeleler, kendi içerisinden kararlı, militan öncü işçiler de çıkarmaktadır. Bu “sınıf savaşçıları”nın ne kadarı daha ileri bir mücadeleye kalıcı olarak kazanılabilmekte, kararlı sosyalizm savaşçıları olarak örgütlenebilmektedirler?

Ya da soruyu şöyle sormak da olanaklıdır: Mücadeleler içerisinde öne çıkan bu işçi militanları, genç devrimcileri, profesyonel devrimciler, giderek “politik önderler” olarak yetiştirmeyi, örgütlemeyi başaramayan bir işçi partisi, sınıfın ve halkın daha geniş kesimlerini kucaklamayı başarabilir, devrimci görevlerinin üstesinden gelebilir mi? Kuşkusuz bu sorunlar, sadece ülkemize özgü sorunlar değildir ve kendilerini devrimci görevlerle donatma sorumluluğunda olan işçi partilerinin mücadelelerinin çeşitli dönemlerinde benzer sorunlarla karşılaşılmıştır.

Bu ülkelerden birisi de Rusya’dır ve “Ne Yapmalı”da sorun tüm çarpıcılığı ile ortaya konmuştur. Burada ele alacağımız örgüt ve profesyonel devrimcilik sorununu anlamak bakımından, Rus sosyal-demokrasisinin* gelişim aşamalarını kısaca hatırlamak gerekiyor. Rus sosyal-demokrasisinin tarihini üç döneme ayıran Lenin, “sonsöz”de bu dönemler hakkında şu tespitlerde bulunmaktadır:

Birinci dönem, on yılı kapsar, aşağı yukarı 1884’ten 1894’e kadar. Bu dönem, sosyal-demokrasinin teori ve programının yükselme ve pekişme dönemiydi. Yeni akımın Rusya’daki yandaşları sayıca çok azdı. Sosyal-demokrasi bir işçi sınıfı hareketi olmaksızın varlığını sürdürüyordu ve bir siyasal parti olarak, gelişmesinin rüşeym aşamasındaydı.

Bu dönemin ardından “ikinci dönem” gelmektedir. Bu dönem, gerçekten de ilginç bir dönemdir. Pratik çalışmayla birlikte ideolojik dönüşümün de ortaya çıktığı, şekillendiği bir dönemdir. Dikkatle okunursa, bu dönemin bize de oldukça tanıdık gelebilecek bazı özellikler taşıdığı rahatça görülebilecektir. Lenin bu dönemi şöyle tanımlamaktadır: “İkinci dönem, üç ya da dört yılı kapsar 1894-1898. Bu dönemde sosyal-demokrasi, sahnede, bir toplumsal hareket olarak, halk yığınlarının bir atılımı olarak, bir siyasal parti olarak göründü. Bu, hareketin çocukluk ve delikanlılık dönemidir. Aydın tabaka Narodizme karşı mücadele etme ve işçilerin arasına gitme genel çabası içindeydiler; işçiler de, grev hareketine katılma coşkusu içinde. Hareket büyük ilerlemeler kaydetti. Liderlerin çoğunluğu, Bay N. Mihaylovski’ye bir çeşit doğal sınır gibi görünen ‘otuz beş yaşına’ henüz varmamış olan gençlerdi. Gençliklerinden ötürü, bunlar, pratik çalışmaya hazırlıklı değildiler ve şaşılacak bir hızla sahneden uzaklaştılar. (abç) Ama çoğunlukla eylemlerinin kapsamı çok genişti. Birçokları devrimciler olarak düşünmeye Narodnaya Volya yandaşı olarak başlamışlardı. Hemen hepsi, gençliklerinde terörist kahramanlara hayranlık duymuşlardı. O kahramanlık geleneklerinin büyüleyici etkisinden kurtulmak için bir mücadele gerekti ve bu mücadeleye, Narodnaya Volya’ya sadık kalmaya kararlı ve genç sosyal-demokratların derin bir saygı duydukları kimselerle olan kişisel ilişkilerin kesilmesi eşlik etti. Bu mücadele, genç liderleri, kendi kendilerini eğitmeye, her eğilimdeki gizli yazını okumaya ve legal Narodizmin sorunlarını yakından incelemeye zorladı. Bu mücadelede eğitilen sosyal-demokratlar, ne yollarını aydınlatan Marksist teoriyi, ne de otokrasiyi devirme görevini “bir an bile” unutmadan, işçi sınıfı hareketi içine girdiler. 1898 ilkyazında partinin kurulması, bu dönemin sosyal-demokratlarının en çarpıcı ve aynı zamanda da sonuncu hareketi oldu.

Lenin’in “Ne Yapmalı”yı kaleme aldığı dönem, üçüncü dönemdir. Lenin, üçüncü dönemi –1897’de hazırlanan, 1998’de, ikinci dönemin yerini alan– dağınıklık, parçalanma ve yalpalamalar dönemi olarak tanımlar: “Bu, bir bölünme, dağılma ve yalpalama dönemiydi. Delikanlılık çağındaki bir gencin sesi çatallaşır. Ve işte böyle, bu dönemde Rus sosyal-demokrasisinin sesi de çatallaştı, falsolu sesler çıkarmaya başladı.” İşçi hareketi büyüyor, ilerliyor, buna karşın, yerel, parçalı ve ekonomizme saplanmış amatör çalışma, gelişen hareketin ihtiyaçlarına yanıt vermiyordu. Hareketin ileri, önderlerin geri olduğu bir dönemdi. Bu dönem, aynı zamanda, ideolojik planda “legal Marksist yazınla yetişmiş önderler”in egemen olduğu bir dönemdir. Bu durum, aynı zamanda kapsamlı ideolojik mücadeleyi de zorunlu kılmaktadır. İçinden çıkılması gereken dönemin özellikleri bunlardır. Lenin, “Ne Yapmalı”yı, ideolojik sorunlardan örgütsel sorunlara kadar uzanan kapsamlı görevlerin yerine getirilmesi amacıyla yazar ve bu döneme kesin olarak son verilmesi çağrısı ile bitirir. Varılacak hedef bellidir, Rusya çapında illegal politik bir gazete, bu gazete etrafında kurulacak ilişkiler sayesinde oluşturulacak merkezi bir örgüt, hareketin bütün ihtiyaçlarını yanıtlayacak merkezi, profesyonel bir çalışma. Bu çalışma, aynı zamanda, işçi sınıfına, tüm politik ve ekonomik sorunlara “sosyal-demokrat açıdan” tepki vermeyi de öğretecektir vb. Burada vurgulamak gerekir ki, “Ne Yapmalı”nın bu çağrısı kesinlikle yerine getirilir. Şimdi, konumuzla ilgili bölümleri irdelemeye başlayabiliriz.

NASIL BİR ÖRGÜT?

Profesyonel devrimciler sorununa geçmeden önce, “Ne Yapmalı”da Lenin tarafından tarif edilen örgütün nasıl bir örgüt olduğunu kısaca hatırlatmak gerekiyor. Lenin’de, koşullardan, ihtiyaçtan bağımsız, soyut bir örgüt tanımı bulunmaz. Lenin, örgütlenmenin karakterinin, doğal ve kaçınılmaz olarak faaliyetinin içeriği tarafından belirleneceğini vurgular. Amacı, işçi sınıfını devrime hazırlamak olan bir örgütün, buna uygun bir örgütlenmeyi başarabilmesi gerekir.

Burada tanımlanan örgüt, sosyal-demokrat örgütlerin parçalanmışlığı, yerel-amatörce bir çalışmaya saplanıp kaldığı, ülkede otokrasinin hakim olduğu –demokrasinin bulunmadığı– illegalite koşullarına mahkum olunduğu bir dönem içindir. İhtiyaç, tek bir merkez etrafında kenetlenmiş, yerel parçalanmışlıklardan, amatörce çalışmadan kurtulmuş, tüm enerjiyi merkezi çalışma etrafında yoğunlaştırmış, kendi içinde sımsıkı kenetlenmiş bir örgüttür. Bütün bunları gerçekleştirmenin aracı ise, Rusya çapında illegal siyasi bir gazetenin örgütlenmesi olacaktır. Gazetenin kurduğu ilişkiler, güvenilir adamlar, dağıtım ağı, işçi mektuplarının toplanması vb. bu örgütün “iskeletini” oluşturacak, tüm çalışmanın aynı hedef doğrultusunda yürümesine “kılavuzluk” edecektir. Söz konusu olan, otokrasi koşullarında çalışmayı başarabilen bir devrim örgütünün inşasıdır.

Lenin bu örgütün niteliklerini şöyle tanımlamaktadır: “Tekrar tekrar belirttiğim gibi, örgütle ilgili olarak ‘akıllılar’ sözüyle kastettiğim, profesyonel devrimcilerdir, kökenleri öğrenci olmuş ya da işçi olmuş önemli değil. İddia ediyorum ki: 1° sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiç bir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2° hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları mücadeleye kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirlerse, böyle bir örgüte olan gereksinme o ölçüde ivedileşir, ve bu örgüt de o ölçüde sağlam olmalıdır (yoksa demagogların yığınların daha geri kesimlerini peşlerinden sürüklemeleri daha da kolaylaşmış olur); 3° böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır; 4° otokratik bir devlette, böyle bir örgütün üyelerini devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerle ve siyasal polisle mücadele sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kimselerle ne denli sınırlarsak, örgütü açığa çıkartmak, o ölçüde zorlaşacaktır; 5° harekete katılabilen ve orada etkin olarak çalışabilen işçilerin ve öteki toplumsal sınıflardan gelme ögğelerin sayısı o ölçüde büyük olacaktır.

Kuşkusuz bu örgütün “profesyonelleri”, mücadele eden yığınlar içerisinden gelecektir ve onlarla sımsıkı bir bağlantı içindedir. O dönemde, böyle bir örgütle “kitleleri” karşı karşıya koymaya çalışan ekonomistlerin eleştiri ve karşı çabalarının etkisizleştirildiği bilinmektedir. Dönem, “Rus sosyal-demokrasisinin bunalımının, kendiliğinden uyanan kitlelerin yeterince eğitilmiş, yetiştirilmiş ve deneyimli önderlere sahip olmayışıyla açıklandığı” bir dönemdir ve ihtiyaç duyulan örgüt, işte bu bunalımı ortadan kaldıracak, bu ihtiyaca cevap verecek, önderleri de yetiştirecek bir örgüttür. Burada, şu hatırlatmayı yapmakta da fayda var: Lenin’in, daha sonra parti ve örgüt üzerine yazdıkları, özellikle “Bir Adım İleri İki Adım Geri”de, partiye üyelikten demokratik merkeziyetçiliğe, alt organların üst organlara bağlılığı ve organ çalışmasından disipline kadar vurguladığı ilkeler, Bolşevik Partisi’nin program ve tüzüklerinde yer alan ilkeler hatırlanmadan, bir bütün olarak 3. Enternasyonal’in (Komüntern) tecrübesi ve uluslararası komünist hareketin birikimi, bugün yaşanmakta olan tecrübe irdelenmeden, genel olarak Leninist parti ve örgütlenme sorunu tam olarak anlaşılamaz. Burada, sorunun, “Ne Yapmalı”nın sınırları içinde kalarak ele alındığı hatırlanmalıdır.

Yine de, “Ne Yapmalı”da söylenilenlerden, bugün için şöyle genel bir sonuç çıkarmak olanaklıdır: Örgütün alacağı biçim politik koşullara göre değişebilir. Açık çalışma koşullarının genişlemesi, araçların yaygınlaşması ve etkinleşmesi, eski dönemlere göre çok geniş olanaklar sunmaktadır. Sadece şunu hatırlatmak bile yeterlidir: Lenin’in o dönemde planını yaptığı gazete –Iskra– haftalıktı! Çok daha sonra Pravda ise, günlük. Ve Pravda günlerinde Bolşevik Partisi’nin açık çalışma olanakları genişlemiştir. Görüldüğü gibi, olanaklar, araçlar, örgütün alacağı biçim koşullara göre değişmekte, etkinlikleri artmaktadır. Ama yine de, örgüt için genel bir saptama yapmak olanaklıdır. Bu örgüt hangi biçimi alırsa alsın, bir devrim örgütü, “devrim yapmaya yetenekli” bir örgüt olacaksa, hem yönetici çekirdeğini sıkıca birleştirmek, günün görevlerini yetenekle yerine getirebilecek tarzda donatmak, hem de profesyonel aygıtını –iskeletini!– işçi kitleleri ile bağ içerisinde geliştirmek ve sürekli taze güçlerle beslenmesini güvenceye almak, iç ilişkilerinde demokratik merkeziyetçiliği uygulamak zorundadır. Şurası açık ki, böyle bir örgütün, günün büyüyen ve ağırlaşan görevlerini yerine getirebilmesinin temel koşullarından birisi olarak, kendisini sürekli olarak yeni kazanacağı profesyonel devrimcilerle güçlendirmesi ve sağlamlaştırması gerekmektedir. Bunun için, “bu nasıl olacak?” sorusunun da yanıtlanması gerekir.

İŞÇİ DEVRİMCİ NASIL YETİŞECEK?

Lenin amatör çalışmayı eleştirirken, “adam yok” sızlanmasına karşı şunları söylemektedir: “İşçi-devrimci, görevine tam olarak hazırlanabilmek için, aynı şekilde profesyonel bir devrimci olmalıdır. Onun için B-v., işçi, günün on bir-buçuk saatini fabrikada geçirdiğine göre, ajitasyon dışındaki öteki devrimci görevler ‘zorunlu olarak büyük ölçüde o çok az sayıdaki aydınların omuzlarına yüklenmelidir’ derken yanılmaktadır. Ama bu, hiç de ‘zorunlu’ olduğu için böyle olmamaktadır. Bu, biz geri olduğumuz için, yetenekli her işçiye profesyonel ajitatör, örgütçü, propagandacı, yayın dağıtıcısı, vb. vb. olabilmesi için yardım etmenin görevimiz olduğunu bilmediğimiz için böyle olmaktadır. Biz, bu bakımdan, gücümüzü utanç verici bir biçimde çarçur etmekteyiz, neyi en büyük dikkatle yetiştirmemiz ve geliştirmemiz gerektiğini bilmemekteyiz.

Ama işçi sınıfı partilerinin deneyimlerinde olumlu örnekler de vardır. Lenin, bunlara şöyle işaret eder: “Almanlara bakınız: onların güçleri bizimkinin yüz katıdır, ama gerçekten yetenekli ajitatörlerin vb., çoğu kez ‘ortalamalar’ arasından çıkmadığını pek iyi anlıyorlar. Onun için, her yetenekli işçiyi, hemen, yeteneklerini geliştirebileceği ve tam olarak kullanabileceği koşullar içine yerleştirmeye çalışıyorlar: onu profesyonel ajitatör yapıyorlar; eylem alanını genişletmek için, tek bir fabrikadan bütün sanayi koluna, tek bir yöreden bütün ülkeye yayabilmesi için, ona yardımcı oluyorlar. O, mesleğinde deneyim ve ustalık ediniyor; görüş ufuklarını genişletiyor ve bilgisini artırıyor; başka yörelerdeki ve başka partilerdeki ileri gelen siyasal liderleri yakından gözleme olanağını buluyor; işçi, onların düzeyine yükselmeye ve işçi sınıfı ortamının bilgisi ve sosyalist inançların tazeliği ile profesyonel ustalığı kendi şahsında birleştirmeye uğraşıyor; çünkü bunlar olmadan, proletarya, kusursuz biçimde eğitilmiş olan düşmanlarına karşı çetin bir mücadele veremez. İşte yığınlar, saflarından, Bebel ve Auer çapında adamları ancak bu şekilde çıkarmaktadır.

Kuşkusuz, Lenin, politik koşulların farklılığını iyi bilmektedir ve o nedenle şu tespiti yapmaktadır: “Ama siyasal bakımdan özgür olan bir ülkede büyük çapta kendiliğinden olan şeyi, Rusya’da, biz, bilinçli olarak ve sistemli bir biçimde örgütlerimizden yararlanarak yapmalıyız. Azıcık yeteneği olan ve bir şeyler ‘vadeden’ bir işçi ajitatörün günde on bir saat fabrikada çalışmasına izin verilmemelidir. Geçiminin parti tarafından sağlanmasını; zamanı gelince yeraltına geçebilmesini; eğer deneyimini artıracaksa, görüş ufuklarını genişletecekse ve jandarmaya karşı mücadelede hiç değilse birkaç yıl dayanabilecekse, eylem yerini değiştirmesini biz sağlamalıyız. Hareketlerinin kendiliğinden yükselişi genişlik ve derinlik kazandıkça, işçi sınıfı yığınları, kendi saflarından, sadece artan sayıda yetenekli ajitatörler değil, ama yetenekli örgütçüler de, propagandacılar da ve sözcüğün en iyi anlamıyla ‘pratik militanlar’ da çıkartırlar (böyleleri, çoğunlukla, Ruslara özgü biçimde oldukça dikkatsiz ve alışkanlıklarında derbeder olan bizim aydınlarımız arasında o kadar azdır ki). Gerekli hazırlıktan geçmiş ve eğitilmiş işçi-devrimcilerden kuvvetlerimiz olduğu zaman (ve elbette bütün öteki kollardan da), dünyadaki hiç bir siyasal polis bunlarla baş edemez, çünkü bütün varlıklarıyla devrime bağlı olan bu kuvvetler, işçi yığınlarının sonsuz güvenini kazanmış olacaklardır. Ve biz, hem işçilerin hem de ‘aydınların’ ortak yolu olan profesyonel devrimci eğitim yoluna işçileri ‘yöneltmek’ için gerekeni yapmadığımız, ve çok kez, işçi yığınları için, ‘ortalama işçiler’ vb. için ‘erişilebilir’ olan şeyler konusunda ahmakça söylevlerimizle onları geriye çektiğimiz için doğrudan doğruya suçluyuz.

Bugün ülkemizdeki koşulların o dönemki Rusya’dan farklı olduğunu, halen bir demokrasi ve özgürlük sorunu olmasına karşın, açık alanın daha fazla kullanılabildiğini, olanakların ve araçların son derece gelişmiş ve ilerlemiş olduğunu tespit edebiliriz. İşçi kitlelerine gelince, bazen mevzi olarak, bazen daha genel biçimde mücadeleye atılıyorlar, deney ve tecrübeleri sürekli olarak gelişiyor. Direnişe geçen işçilerin kendilerine sunulan kürsüleri de büyük bir yetenekle kullandığını, olumlu deneyimler açıkça gösteriyor. Bu durumun, işçi devrimcileri kazanma, onları sınıflarının kararlı ve yetenekli militanları ve giderek önderleri olarak yetiştirme konusunda o dönemin Rusya’sı ile kıyaslanamayacak olanaklar ve avantajlar sunduğunu kim inkar edebilir? Oysa, şimdilik oldukça sınırlı olan olumlu örneklerin de kanıtladığı gibi, ileri işçiler, kendilerine yeterli yardım sağlandığında, yeteneklerini geliştirme konusunda fazla sıkıntı çekmiyorlar.

Demek ki, işçiler arasında bu türden insanlar olmadığı, toplumun çeşitli kesimlerinden –profesyoneller sadece işçiler arasından çıkmayacaktır, genç aydınlar bu konuda geniş bir rezerv durumundadırlar vb.– kendini bu mücadeleye adayacak insanların çıkmadığı gibi bir gerekçe ileri sürülemez. Lenin, bu sorunu şöyle koymaktadır: “Gerçek şudur ki, toplum, ‘davaya’ uygun birçok insan yetiştirmektedir, ama biz, bunların hepsini kullanamıyoruz. Hareketimizin bu bakımdan içinde bulunduğu kritik geçiş aşaması şöylece formüle edilebilir: hiç adam yok – ama gene de yığınla adam var. Yığınla adam var, çünkü işçi sınıfı ve gittikçe çeşitlenen toplumsal katlar, her yıl, kendi safları arasından, protestoda bulunmayı isteyen, dayanılmazlığı herkes tarafından anlaşılmamış olsa bile, her gün büyüyen bir yığının gittikçe daha derinden duyduğu mutlakıyete karşı mücadeleye güçleri yettiği kadar katkıda bulunmaya hazır, gittikçe artan sayıda hoşnutsuz kimse üretmektedir. Aynı zamanda, adam yok, çünkü önderlerimiz yok, hem geniş ölçüde hem de birbirleriyle eşit ve uyumlu bir biçimde, en önemsizler dahil, bütün güçlerin kullanılması olanağını sağlayan bir çalışmayı gerçekleştirecek yetenekte siyasal önderler, yetenekli örgütçüler yok, ‘devrimci örgütlerin büyümesi ve gelişmesi’ sadece işçi sınıfı hareketinin büyümesinin gerisinde kalmıyor, ….. ama halkın bütün katları arasındaki genel demokratik hareketin de gerisinde kalıyor.

Bu satırları okuyunca, hangi militanın aklına şunlar gelip takılmaz? Burada, Rusya için çizilen çarpıcı tablonun, kendi gerçeklerimize benzeyen yanları yok mu? Koşulları, olanakları, örgütlenmiş bir parti olarak var olmanın getirdiği farklılıkları bir yana bırakırsak, gerçekten de benzerlikler şaşılacak kadar çoktur. Bir yanda, bugün henüz genel, kitlesel bir harekete dönüşmese de, her geçen gün yeni bir direniş haberinin geldiği işçi sınıfı mücadelesi, diğer yanda, emekçi tabakaların uyanışı ve mücadelesi, gençliğin artan öfkesi ve yükselen sesi, öbür taraftan, yaşadığı çevreyi, yaşam alanının savunmak için harekete geçen kesimler ve bir diğer yandan, canlı bir ulusal hareket, hiç bitmeyen bir demokrasi özlemi ve bunun için farklı sınıflar içerisindeki hareketlenmeler vb.. Bütün bu hareketlerin içinden en iyilerini kendi saflarına kazanmayı, işçi hareketini ve genel olarak halk hareketini böylece kucaklamayı başarabilen bir partinin, yenilmez ve üstlendiği görevleri yetenekle yerine getirebilen bir parti olacağı açık değil midir?

İŞÇİ DEVRİMCİ VE AYDINLAR

Bazen şu tür sorunlar getirilip ortaya konabilmektedir. İşçiler bu görevleri ne kadar yerine getirebilir, onların “eğitimi, düzeyleri yeterli midir?” Lenin, işçilerin profesyonel devrimciler olarak kazanılmasında her hangi bir ayrım noktası koymamakta mıdır? Kuşkusuz bu sorular uzatabilir, ama konumuzu ilgilendirdiği kadarıyla, bu sorular, yanıtlarını “Ne Yapmalı”da bulmaktadır. Lenin şunları söylemektedir: “İşçi-devrimciler bile işçi sınıfı yığınlarının kendiliğinden uyanışının gerisinde kalmaktadırlar. Ve bu olgu, ‘pratik’ bakımdan da, işçilere karşı görevlerimiz konusundaki tartışmalarda sık sık lâyık görüldüğümüz ‘pedagoji’nin sadece saçmalığını değil, ama aynı zamanda gerici siyasal niteliğini de doğrular. Bu olgu, birinci ve en önemli görevimizin, parti eylemi bakımından aydın devrimcilerle aynı düzeyde olan işçi sınıfı devrimcilerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak olduğunun kanıtıdır (‘parti eylemi bakımından’, sözcüklerini vurguluyoruz, çünkü, işçilerin öteki bakımlardan aydınlarla aynı düzeye gelmesi, ne o kadar kolaydır, ne de o kadar ivedi bir zorunluluktur) (abç) Onun için işçileri devrimciler düzeyine yükseltme işi asıl çabamız olmalıdır…

Bu paragrafta, sorun, yeteri kadar açık bir biçimde işlenmiştir. İşçi devrimcilerden öncelikle istenen, “parti eylemi” bakımından, yani partinin hedefleri doğrultusunda, işçi sınıf içerisindeki pratik günlük, örgütsel çalışma bakımından görevlerini yerine getirmeleridir. İşçi devrimciler, bu konuda çok fazla zorluk çekmeyeceklerdir. Yoksa onlardan ilk elden istenen, aydınlar düzeyine yükselmeleri, sonra bu görevleri üstlenmeleri değildir. Partinin sınıf içerisinde yürüttüğü günlük pratik çalışmaya katılmak ve sınıf kardeşlerini bu konuda kazanmaya çalışmak, işçi devrimci için yerine getirilemeyecek bir çalışma değildir. Bunun ötesinde, bir işçi devrimci, zaten kendi deneyiminden, özenti içinde “aydınlar gibi olmaya çalışmanın” kendisi üzerinde yarattığı, yaratacağı olumsuzlukların, bu “kıyafetin” kendi üzerinde ne kadar eğreti durduğunun kolayca farkına varabilir. Demek ki, burada sorun, işçi devrimcinin kendi sınıfını örgütlemek, onun hareketini geliştirmek için, düzenli, sistemli, bütün olanakları kullanan, hareketle genel bağını kurmuş yetenekli bir çalışma içerisine çekilebilmesidir. Burada üstlendiği hiçbir görev, işçi devrimcinin yabancısı değildir.

Oysa partiye katılmış, pratik örgütsel çalışma yürüten aydınlardan ve genç aydınlardan istenenler, işçi devrimciden istenenlerden daha fazladır. Burada, ayrıca, bugün aydınlar üzerine yürütülen tartışmalar dikkate alınarak, şu dikkatle vurgulanmalıdır ki, konumuzla ilgili olarak, aydınlar dendiğinde, bundan kastedilen, genel olarak aydınlar değil, işçi hareketine katılmış olan aydınlardır. Bu tür aydınlar söz konusu olduğunda, bunlarda aranan nitelikler için, ilk elden şunlar sayılabilir: İşçi hareketine kayıtsız şartsız bağlanma, ideolojik sağlamlık ve birikim, partinin ideolojik gelişimine katkıda bulunma, işçi hareketine olumlu özellikler katma, disiplin vb. gibi pek çok kıstas. Bu nedenle, Lenin’in yukarıdaki ayrımı koyması boşuna değildir. Partinin işçi hareketini kucaklayabilmesinin temel güvencesi işçi devrimcilerin kazanılması ve yetiştirilmesi ise, parti olabilmesinin güvencesi de, bu işçilerin aydınlarla –sosyalizmin bilimsel bilgisi ile donatılmış– olumlu bir bileşimidir.

Sonuç olarak, bitirirken şunları söyleyebiliriz: “Ne Yapmalı”, burada, konumuzu ilgilendirdiği kadarıyla irdelenmeye çalışılmıştır. Yoksa kitabın kapsamı oldukça geniştir, devrimci işçi ve genç için çalışmasına ışık tutacak, yön verebilecek pek çok alanı içermektedir. Burada ele alınan sorunlar açısından, dönem, koşullar, parti ve örgütlenme sorunları farklılıklar gösterse de, genel amaç açıkça ortada durmaktadır; bu amaç; işçilerin parti olarak örgütlenmesi, kendilerini dönemin koşullarına ve ihtiyaçlarına yanıt verecek tarzda geliştirmeleri, sermayenin iktidarını yıkmak için mücadeleye atılmaları ve bu mücadeleye halkın diğer emekçi tabakalarını ve gençliği de kazanabilmeleridir. Bunları başarabilen bir işçi sınıfı ve onun partisi, tarihsel görevlerini yerine getirmeye gerçekten aday bir parti olacaktır.



* Sosyal demokrasinin, yozlaştırılıp sınıf işbirliğini esas alan bir bozuşma süreci yaşayarak, sonunda bugünkü “sosyal demokrasi” dönüşmesiyle, bu niteleme bir yana bırakılarak, devrimci işçi akımı ve hareketini belirtmek üzere “komünizm”, “komünist hareket” kavramları kullanılmıştır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑