Eğitim Sen Program Kurultayı Üzerine -1

Eğitim Sen 6. Olağan Genel Kurulu’nda, Türkiye’de ve dünyanın pek çok bölgesinde benzer şekilde yaşanan sendikal ve siyasal sorunlar dahil, Eğitim Sen’in mücadele hattına yön verecek konuları tartışmak ve temel politikaları belirlemek amacıyla Program Kurultayı yapılması kararlaştırıldı. Kurultay, 6-7-8-9 Şubat 2007 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirildi. Program Kurultayı öncesinde 64 şubede komisyonlar kuruldu. Bu komisyonlarda 977 üye görev aldı ve önceden belirlenen konu başlıkları üzerinden tartışmalar yürütülerek hazırlanan şube raporları Genel Merkez’e iletildi. Genel Merkez’de kurulan Teknik Komisyon şubelerden gelen raporları birleştirerek bir “tartışma taslağı” hazırladı, şubelere gönderildi ve Program Kurultayı’na katılan herkese verildi.

Program Kurultayı konuları iki ana başlık altında ele alındı. Ülke Sorunlarına Yönelik Yaklaşımlar ve Politikalarımız birinci başlığı altında, Bağımsızlık, Demokratikleşme, Avrupa Birliği, Kürt Sorunu, Kadın Sorunu ve Çevre Sorunu gibi konular ele alındı ve tartışıldı. İkinci ana başlık ise, Eğitim Sen’i ve genel olarak sendikal hareketi yakından ilgilendiren Kapitalist Küreselleşme, Emek Süreci ve Sendikalar konusu oldu. Bu başlık altında, sırasıyla; Çalışma İlişkilerinde Yaşanan Değişimler ve Sendikalar; Sendikal Örgütlenmede Hedef, Strateji ve Mücadele Biçimleri; Sendikal Demokrasi Karar Alma Biçimleri ve Seçim Sistemi; Sendikal Örgütlenmede Yaşanan Sorunlar; Örgütlenme Modeli; Farklı Statüde Çalışanlar ve Eğitim Fakülteleri Öğrencilerine Yönelik Çalışmalar şeklinde belirlendi.

Program Kurultayı, konu başlıkları üzerinden akademisyen, gazeteci ve yazarların yaptıkları sunumlar ardından, delegelerin taslak rapor ve konular üzerinden konuşmalar yapması şeklinde gerçekleşti. Bu anlamda delegeler, hem taslak raporu eleştirdiler hem de konular ile ilgili görüşlerini paylaştılar.

Kurultay’ın konu başlıkları itibariyle bakıldığında, temel sorunun, işyerlerinden başlayarak örgüt faaliyetlerinin yeniden gözden geçirilmesi ve bunu gerçekleştirmek için hangi yol ve yöntemlerin izlenmesi olduğu tespiti yapılabilir. Eğitim Sen’in bu temel sorununa verilecek yanıtlara göre bir yönelim içine girmesi, örgüt ve örgütlenme yapısının bu soruna yanıt verecek şekilde ortaya konulması gerektiği açıktı.

 

PROGRAM KURULTAYI İHTİYACA NE KADAR YANIT VERDİ

Emperyalist-kapitalist sistemin son elli yılda yaşadığı dönüşüm, özellikle emek üzerindeki olumsuz etkileri ve bu etkinin sendikalara yansıyan yönüne bakıldığında, pek çok olumsuz gelişme sayılabilir. Ancak özellikle, emek sürecinde yaşanan değişimin, mevcut sendikal yapıları pek çok noktada tıkanma noktasına getirdiğini görmek mümkündür. Sendikal yapılarını koşullara göre yenilemeyen, örgütlenme ve bu doğrultuda program oluşturma yerine, gücünü korumaya çalışan ya da işverenle uzlaşmayı tercih eden sendikaların hızla eridikleri, sendikal bürokrasinin de etkisiyle güçlerini yitirdiklerini pek çoğumuz gözlemleyebiliyoruz.

Bugüne kadar bilinen tam zamanlı ve standart istihdam yapılarını değiştiren gelişmelerin, emeğin yapısını ve sendikal örgütlenme biçimlerini de doğrudan etkilediği uzun süredir tartışılmaktadır. Bu etkinin oluşmasında, öncelikle yaşanan dönüşüm sürecinin yapısal özellikleri, üretim biçimi ve teknolojik gelişmelerin emeğin yapısında meydana getirdiği farklılıklar belirleyici olmuştur. Bu anlamda, kapitalist üretim ilişkilerinde yaşanan dönüşüm ve krizler, emekçilerin sahip olduğu ve büyük ölçüde sınıf mücadelesinin gelişme dönemlerinde, sosyalizmin de doğrudan etkisiyle sağladığı kazanımları kaybetmeleri ya da kaybetmekle yüz yüze gelinmesi ile sonuçlanmaktadır. Bu tespitin yapılması noktasında hemen her kesim fikir birliği içinde olmasına karşın, çözüm ya da sorunlardan çıkış noktasında somut bir adımdan bahsetmek mümkün değildir. Oysa sendikaların içinden geçmekte olduğu sancılı süreç, aynı zamanda, emek hareketlerinin ilerlemesi, yaygınlaşması ve birleşik bir hatta ilerlenmesi için, bugünün koşullarına uygun yapılanma ve örgütlenme programlarının tartışılması ve geliştirilmesi için sayısız fırsatlar sunmaktadır. Bu noktayı görmeden atılacak adımlar, sorunun çözümünü değil, sadece geciktirilmesini sağlamaya yarayacaktır.

Uzunca bir süredir emperyalist kapitalist sistemin yaşadığı yeniden yapılanma süreci, emeğin sömürüsünün yoğunlaştığı ve emek örgütlerinin etkisizleştirildiği, emeğin kendisine olan güveninin kırılmaya çalışıldığı bir olgu olarak, etkisini her geçen gün arttırmıştır. Türkiye de bu süreçten farklı boyutlarda etkilenmiş, tıpkı dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de emeğin örgütlenmesi ve istihdam yapısında gözle görülür değişimler meydana gelmiştir. Dün olduğu gibi bugün de, üretim ve emek süreçlerine bağlı olarak değişimler yaşanmaktadır.

Çalışma ve yaşama koşullarımızın gittikçe ağırlaştığı bir dönemde, bir taraftan işyerleri, işkolları ve çalışma biçimleri açısından istihdam çok katmanlı ve parçalı hale gelirken, diğer taraftan işyerlerinde farklı statüde çalışanların ortaklaşma ve bütünleşme imkanları da artmıştır. Dolayısıyla emekçiler arasında yaşanan parçalanma ve rekabet tehdidi ile ortak çıkarlar etrafında birleşme olanakları arasındaki diyalektik ilişki, aynı zamanda sendikaların işyerlerinden başlayarak yeniden inşa edilmesi açısından önemli olanaklar sunmaktadır.

Sendikal mücadelenin tek tek işyerleri temeline oturtulması ve eğitim emekçilerinin ana kitlesinin mücadeleye katılması sorunu, genel anlamda sendikal mücadelenin ayakları üstüne oturmasının temel sorunlarının başında gelmektedir. Bu noktada, genel olarak emek hareketinde, özelde ise sendikal harekette yaşanan sorunların aşılması için örgütsel yenilenmenin, başka bir ifade ile, Eğitim Sen’in mücadeleci, eğitim ve bilim emekçilerinin ana kitlesinin mücadeleye katıldığı bir sendikacılık tarzıyla, sendikal yapılanmanın yenilenmesi ihtiyacı, örgüt içinde uzunca bir süredir tartışılan bir konu olmuştur.

Söz konusu sendikal yenilenme sürecinde belirleyici olması gereken, elbette, sadece yasalar, teamüller, kişisel ya da grupsal niyetler değil; eğitim ve bilim emekçilerinin en geniş kesimlerinin kendi talepleri etrafında örgütlendiği ve mücadeleye çekildiği bir sendikacılık tarzı ve kültürünün geliştirilmesidir. Bu yenilenme ve değişimin, elbette her şeyden önce, sendika-üye ilişkisinin doğrudan kurulması, sendikal örgüt yapısının buna uygun olarak yeniden gözden geçirilmesi ve sendikal demokrasinin örgütün her aşamasında geliştirilmesi ile mümkün olduğu açıktır.

Program Kurultayı, içinden geçmekte olduğumuz koşulların hesaba katılarak, sendikal politikaların netleştirilmesi; Eğitim Sen ile üye kitlesi ve üye olmayanlar arasındaki ilişkilerin mümkün olduğunca doğrudan kurularak, sendikal çizginin örgütün ilke ve amaçları doğrultusunda yenilenmesi ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalmıştır. Güçlü bir sendika olabilmek için sendikal politikalarda ortaklaşmanın, ortak dil ve kültür oluşturmanın önemi ortada olmasına karşın, Kurultay sürecinin, Genel Merkez’den şubelere, şubelerden işyerlerine ulaşacak yaygınlıkta örgütlenememesi, yenilenme önerilerinin yeterince geliştirilememesine neden olmuştur. Bu da, Kurultayın amacı ve hedefleri açısından somut politikalar ortaya çıkmasını büyük ölçüde engellemiştir.

Program Kurultayı, sendikal politikalarda ortaklaşmanın, ortak mücadelenin örgütlenmesi ve tek tek işyerlerinden başlayarak büyüyen ve genişleyen bir mücadele programının oluşturulmasının aracı yapılabilecekken, Kurultay boyunca yürütülen tartışmaların içeriği ve ortaya atılan önerilere bakılacak olursa, bu amacın yeterince gerçekleşmediği söylenebilir.

KURULTAY İLE İLGİLİ BAZI TESPİTLER

Eğitim Sen’in bugüne kadar oluşturduğu mücadele geleneği ve örgüsel değerleri daha da somutlaştırması, sendikayı ve emek hareketini daha ileriye taşımak için gerekli adımları atmak, bu yönde politika belirlemek noktasında olanakları yeterince değerlendiremediği bilinmektedir. Bugüne kadar, gerek genel politik konularda, gerekse örgütsel süreçlerde gerçekleşen tartışmaların, Program Kurultayı çerçevesinde yeniden tartışmaya açılması, siyasal anlayışlar arasındaki fikri ve ideolojik ayrılıkların yeniden gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır. Kurultay sürecinde yürütülen tartışmalara genel olarak bakıldığında, örgüt içinde kimi konularda (özellikle AB) belli oranda netlik yaşanmasına karşın, örgüt içinde hala ne istediğini tam olarak bilmeyen, ideolojisi ve politikasıyla bunu her fırsatta gösteren kesimlerin bulunduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

Program Kurultayı’nın ilk bölümündeki konuların daha çok bir siyasi parti programında bulunması gereken konulardan oluşmuş olması, bu konuların tartışılmasının sıkıntılarını kurultaya da yansıtmıştır. Örgüt içindeki siyasi yapıların birinci bölüm konu başlıklarına yönelik düşüncelerinin zaten belli olması, bu kesimlerin belli konulara yönelik (Avrupa Birliği, Kürt Sorunu, Bağımsızlık) ciddi görüş ayrılıkları içinde bulunmaları, karşı karşıya gelme ve bunun üzerinden ayrışma tehlikesini de içinde barındırıyordu. Ancak Kurultay süresince bu durumun birkaç tartışmadan öteye gitmemesini örgüt açısından bir olumluluk olarak görmek mümkündür.

Kurultay boyunca birinci bölüm ile ilgili olarak ortaya çıkan yaklaşımları ana hatlarıyla değerlendirmek gerekirse;

Program Kurultayı’nın açılış konuşmalarından birinde ifade edilen “kapitalizm mutasyona uğramıştır” tespiti, salonda tartışmalara neden oldu. Çünkü “mutasyon” köklü değişikliği ifade eden bir kavramdı ve bu ifade, kapitalizmin köklü biçimde değiştiği anlamına geliyordu. Bu tespitin, sınıfların ve sınıf mücadelesinin bittiği, “sanayi ötesi topluma”, “bilgi çağına” geçildiği vb söylemlere denk düşmesi oldukça düşündürücüydü.

Örgüt içinde Kürt sorununun çözümünde AB’den demokratik açılım bekleyen bir kesim olmasına karşın, bu yöndeki savunular geçmişe göre daha az yapılmıştır. Ancak geçmiş dönemlerden farklı olarak, bu yöndeki söylemler delegelerin çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir.

AB’ye karşı gibi görünen, ama aslında “Avrupalı emekçilerle dayanışma”, “emeğin Avrupa’sını yaratma” gibi düşünceler üzerinden geliştirilen ve tam olarak neyi savunduklarını muhtemelen kendileri de bilmeyen kesimler ise, bu yöndeki düşüncelerini kurultay süresince geçmişe göre daha çekingen bir şekilde ifade etmişlerdir.

Kurultay süresince ileri sürülen bir başka düşünce, her ne kadar sınırlı sayıda konuşmada dile getirilmiş olsa da, Marksizm gibi 150 yıllık “eski” düşüncelerle bir yere varılamayacağı yönünde olmuştur. Bu düşünceyi savunanlar, temel çelişkinin değiştiğini ileri sürerek, yeni toplumsal sistemler öne sürmüşler ve  sendikayı da bu toplumsal sistemler içinde bir yere oturtmaya çalışmışlardır.

Benzer pek çok etkinlikte olduğu gibi, genel anlamda örgütsel çalışmaların içinde olmayan, sendika toplantılarında ve etkinliklerde yaptıkları polemikler ve suçlamalarla varlıklarını sürdürmeye çalışan kimi çevreler ise, bazı noktalarda olumlu sayılabilecek önermeler ileri sürmekle birlikte; suçlayıcı, hatta bazen aşağılamaya varan (özellikle kerameti kendinden menkul bir çevre) tavırlarını Kurultay boyunca sürdürmüşlerdir. Dağıtılan bazı bildiri ve broşürlerde benimsenen olumsuz dil ve üslup ile niyetler açıkça ortaya konulmuştur. Bu çevrelerin yaptıkları değerlendirme ve tespitlere bakılacak olursa; bu çevrelerin bir bölümünün, pratikte ortaya koydukları tutumla birlikte değerlendirildiğinde,  eğitim emekçileri mücadelesinin dışına düştükleri söylenebilir.

Yukarıda belirtilen ve bütünü görmekten çok, parçaları öne çıkaran yaklaşımlardan farklı olarak, Emek Hareketi’nden eğitim emekçilerinin konuşmaları ve değerlendirmeleri, genel anlamda bütün-parça ilişkisini kuran ve kurultay boyunca yaşanan kafa karışıklıklarını eleştirip ideolojik sapmaları mahkum eden yönde olmuştur. Özellikle sendika-üye ilişkilerinin işyerlerine dayanarak yeniden kurulması, örgüt ile üye arasına ara organlar koyarak kitlelerden tamamen kopmak yerine, işyeri çalışmalarını ve yüz yüze ilişkiyi ön plana çıkaran öneriler ve tespitler yapılmıştır. Örgütün sorunlarının emek hareketinin ihtiyaçları ve sınıf sendikacılığının gerekleri çerçevesinde ele alınması gerektiği yönündeki değerlendirmelerin kurultay sürecini olumlu anlamda beslediğini söylemek mümkündür.

Birinci bölüme yönelik olarak yapılan tartışmalar, Eğitim Sen Genel Kurul kararlarının bir “program” için yeterli olduğunu gösterdi. Eğitim Sen’in sorununun bu alana yönelik tartışmaları yeniden yeniden yaşamak değil, bunları işyerlerinde cesaretle savunabilmek (AB tartışmaları, Kürt sorununun demokratik halkçı çözümü vb.) olduğunu görmek gerekiyor. Kimi Partilerde bile ayrışmalara yol açan bu konulara yönelik söylenenlerin yeterli olduğu, bugünün sorununun, bu kararları yaşama geçirmenin daha cesaretle ve kararlılıkla uygulama sorunu olduğu bir kez daha açığa çıktı.

 

*

İkinci bölümde, örgütün yapısına, çalışma ve hareket tarzına yönelik tartışmalarda, birinci bölümdeki tartışmaların etkisi hissedildi. Bu bölümdeki konuşmalarda sendikaların sınıf örgütü olduğu yönündeki vurgular yoğun olmasına karşın, sendikaları, “sivil toplum örgütü”, “demokratik kitle örgütü” vb. kavramlarla açıklayan delege konuşmaları da vardı. Bu tespitlerden yola çıkarak, eğitim fakültesi öğrencilerine yönelik yurt açma, burs verme vb. önermeler de dillendirildi.

Delege konuşmalarında sınıf sendikacılığı vurgusu etkisini hissettirmesine karşın, bazı delege konuşmaları ve akademisyenlerin tebliğlerinde görülen sınıf sendikacılığını revize etme anlamında “sınıf ve kitle sendikacılığı”, “toplumsal hareket sendikacılığı”, sendikayı parti yerine koyan “anarko sendikalist” vb. önermeler yanında, “eski tarz mücadele biçimleriyle sonuç alınamayacağı” vurgusu üzerinden sınıf mücadelesini ve mücadele biçimlerini inkara varan çeşitli delege konuşmaları da oldu. Bazen aynı konuşma içinde, sendikayı parti yerine koyma anlayışı ile sendikaların yapacaklarını partilere yükleyip mücadeleden kaçılması yönünde görüşlerin iç içe geçtiği de görüldü. Bu yaklaşımlar, sadece delege konuşmalarına değil, kurultay boyunca çeşitli siyasi çevreler tarafından dağıtılan bildiri ve broşürlere de yansıdı.

Kurultay’da, özellikle genç delegelerin, sınıf mücadelesi ile özdeşleşmiş kavramlara karşı son dönemde geliştirilen saldırıları ifade eden kavramları daha rahat kullanması dikkat çekti. Ancak Eğitim Sen içindeki fikri tartışmalarda kavramların yerli yerine oturması, liberalizmin etkilerinin geçmişe göre daha da azaltılmış olması ve sınıf, sınıf mücadelesi gibi kavramların tarihsel olarak ilerletici rolünün ve kazanım elde etmedeki belirleyiciliğinin önemi yine çok sayıda delege tarafından dillendirildi. Toplumda yaşanan temel çelişkilerin çözülmesi uğruna verilen mücadelelerin amacına ulaşması açısından,  Eğitim Sen’in ve sendikaların gerçek anlamda bir sınıf örgütü olması gerektiği, somut durumdan ve yaşamdan kopuk, sadece söyleme dayanan tartışmaların sınıf mücadelesini ilerletmeyeceği vurgusu da yapıldı. Sınıf mücadelesinin araçlarını değiştirmesi, eski araçları terk ederek kendisine  yeni araçlar geliştirmesi ihtiyacı üzerinden yapılan oportünist yaklaşımlar, yine çok sayıda delegenin tarihten ve sınıflar mücadelesinden verdiği örneklerle yanıtını aldı.

 

KURULTAYIN ORTAYA ÇIKARDIKLARI

Eğitim Sen Program Kurultayı’nın ortaya çıkardığı birkaç noktayı özetle ifade etmek gerekirse;

Program Kurultayı’nın, konuların işyerlerinde gündem haline getirilmesi ve işyerlerindeki üyelerin bu tartışmalara katılması bakımından başarılı olduğu söylenemez. Daha çok şubelerde oluşturulan komisyonlarda yapılan tartışmalarla sınırlı bir hazırlık dönemi yaşanmıştır. Hatta bazı şubelerde, komisyona katılan az sayıda üye, tartışmaktan öte, her biri ayrı raporlar yazarak ya da yazılan raporlara katılmadıklarını belirtip şerhler koyarak, raporlarını genel merkeze göndermişlerdir. Hazırlık çalışmalarında yaşanan sorunlar göstermiştir ki, üyelerin en geniş kesimi tarafından tartışılmasının sağlanamamasının, başka bir ifade ile işyerlerinde gündem haline getirilememesinin bir sonucu olarak, Program Kurultayı, hem örgütsel hem de siyasal beklentilere yanıt vermekte yetersiz kalmıştır.

Farklı statülerde çalışan eğitim ve bilim emekçileri ile ortak mücadele zeminleri yaratılmasının ve bunun üzerinden ortak örgütlenme sağlanmasının önemi ortadadır. Bugüne kadar bu konu (bugün de belli bir kesim tarafından aynı şekilde tartışılmasına karşın), “ortak çalışanlar yasası” çerçevesinde tarif edilmektedir. Ancak gelinen aşamada, bu konuda hala farklı düşünceler olmasına rağmen, ortak mücadele olmadan ortak örgütlenmenin mümkün olmayacağı, bu konuda bir yasa talep etmenin mücadeleyi ve ortak örgütlenmeyi daraltacağı ve yasa koyucuların bu durumu en olumsuz şekilde değerlendireceği kabul görmüştür.

“Eğitim Sen sözleşmeli, ücretli, vekil vb. statüde çalışan eğitim emekçilerini örgütlerse, bu statülerde istihdamı kabul etmiş olmaz mı?” tartışması ve bu konudaki tereddütler, kurultay ile birlikte netliğe kavuşmuştur. Eğitimde işgüvencesiz olarak, farklı statüde çalıştırmaya karşı mücadelenin bütünlüklü olarak verilmesi gerektiği, bu yapılırken, “işgüvencesi temel talebi etrafında farklı statüde çalışanları da sürece katarak, birleşik bir mücadelenin adımlarını atmış oluruz” fikri kurultayda daha da açıklık kazandı. Bu durumun ete kemiğe büründürülmesi için somut öneriler üzerinden adımlar atılması gerektiği yönünde belirlemeler yapıldı.

Eğitim fakültelerinde okuyan öğrencilerin Eğitim Sen’in gelecekteki üyeleri olacağı düşüncesinden hareketle, geleceği kazanmanın yolunun şimdiden bu alanlara örgütsel müdahale etmekten geçtiği fikri artık hiçbir kesim tarafından yadsınmamaktadır. Bu nedenle, örgütün kapılarını öğrencilere açma, onların sorunlarını sahiplenme ve öğretmen yetiştirme sürecine müdahale gibi pek çok fikir kurultay sürecinde ortaya konuldu.

Hak ve kazanımlar elde etmenin ancak güçlü bir örgüt ve örgütlülük ile mümkün olacağı, bunun da işyerinde güçlü olmaktan geçtiği sık sık vurgulandı. Bu noktada, Eğitim Sen’in, işyeri sayısının çokluğu ve yaygınlığı açısından bakıldığında, işyeri örgütlülüğünü sağlamlaştırması, bunu yaparken, örgütü bir anlamda yeniden inşa etmesi gerektiği düşüncesi, farklı cümlelerle olsa da, geniş bir kesim tarafından kabul gördü. Hatta bu noktada kalınmaması gerektiği, birleşik bir emek hareketi yaratmak için Eğitim Sen’e önemli görev ve sorumluluklar düştüğü tespitinin de burada yapılması gerekir.

Her ne kadar kurultayın açılış konuşmalarında KESK eski Genel Başkanı Sami Evren tarafından “kapitalizm mutasyona uğramıştır” gibi kafa karışıklığını ifade eden bir yorum yapılmış olsa da, emperyalist-kapitalist sistem açısından, başta emek-sermaye çelişkisi olmak üzere temel çelişkilerin değişmediği, aksine daha da şiddetlendiği yönünde tespitler yapılarak, bu tür ifadelerin doğru olmadığının altı çizildi. Bilimde, teknolojide, iletişim alanında meydana gelen hızlı değişimlerin kapitalizmin aşırı sömürü ve kâr hırsı üzerinden varlığını sürdürdüğü temel tezi henüz çürütülmüş değildir. Tersine kapitalizm, işi, işyerini ve emekçileri parçalayarak, esneklik uygulamalarını yaygınlaştırarak, işgüvencesiz ve sağlıksız çalışma şartlarını dayatarak, “TKY”, “yönetişim” vb. araçlarla kendini yeniden üretme ve kâr oranlarını daha da arttırmanın yollarını aramakta ve kendisini bu şekilde hızla yenilemektedir. Kapitalizmin bu yönelimini “mutasyona uğramak” olarak nitelendirmenin sadece somut durumun yanlış yorumlanması olmadığı, ama aynı zamanda, ciddi bir ideolojik sapmaya denk düştüğü özellikle vurgulanmalıdır.

Program kurultayı çerçevesinde ayrıca; “küreselleşme” ve “neoliberalizm” söyleminin yerini yavaş yavaş emperyalizm kavramına bıraktığı, AB’ye artık eskisi kadar sempati ile bakılmadığı, milliyetçilik özellikle sendikaları ve onların üye kitlesini etkilediği halde karşı koyuşun yeterince yapılamadığı, Kürt sorununun demokratik halkçı çözümünde bir adım olması anlamında “Türkiye Barışını Arıyor” Konferansı’nda ifade edilen düşüncelerin yaşama geçirilmesi açısından somut adımlar atılması gerektiği ifade edildi.

Eğitim Sen’in bugünkü örgüt modelinin ve işleyişinin çeşitli noktalarda sorunlar ortaya çıkardığı, bunu aşmak için öncelikle şube sayılarının arttırılması gerektiği, karar alma süreçlerinin tabana yayılması vb. önerileri de kabul gördü.

Program Kurultayı gerek içeriği, gerekse yapılan delege konuşmaları açısından pek çok noktadan değerlendirilebilir ve eleştirilebilir. Ama Eğitim Sen’in örgüte sendikayı ve sendikal politikaları ele alma bakımından bir tartışma zemini sunmuş olması, örgütsel belleğin tazelenmesi ve örgütün yeniden sorunlarına yoğunlaşması açısından olumlu bir işlev gördüğünü de belirtmek gerekir.

 

EĞİTİM SEN’İN SORUNU SENDİKAL ÇİZGİ VE ÖRGÜTÜN YENİLENMESİDİR

Eğitim Sen’in eğitim ve bilim işkolunda gerçek anlamda birleştirici bir rol oynaması ve bunun üzerinden eğitim işkolunda bulunan en geniş kesimleri birleştirerek mücadeleye sevk etmesi gerekmektedir. Birleşik mücadelenin yolu, “birlik ve dayanışma” duygusunun işyerlerinden başlayarak yaratılmasından, mücadelenin işyerlerinde statü farkı gözetmeksizin tüm emekçileri birleştirmenin olanaklarının zorlanmasından geçecektir.

Sendikal hareketin gelişim süreci içinde ortaya çıkan çeşitli mücadele araç ve biçimleri, sadece mücadele alanlarındaki farklılıktan değil, belirlenen hedeflerden ve bu hedeflere ulaşmak için kullanılan araç ve biçimlerin çeşitliliğinden doğar. Bu anlamda, ister ekonomik ister siyasal nedenlerle olsun, oluşturulan her mücadele aracı ya da biçimi, emek hareketini birleştirmeyi ve sınıfın en geniş kesimlerini aynı çatı altında toplamayı önüne hedef olarak koyduğu ve bunu başarabildiği zaman gerçek anlamını kazanacaktır.

Sendikal politikalar belirlenirken, sendikaların, yapı, örgütlenme ve işleyiş olarak yeniden inşasının artık bir zorunluluk olduğu tespitinin gereklerini yerine getirmek gerektiği ortadadır. Bu çerçevede, Eğitim Sen’in, örgütlenmesini yaygınlaştıran, eğitim ve bilim emekçilerinin ana kitlesini mücadeleye çekme kanallarını yaratan, tüm kademelerinde demokratik işleyişin egemen olduğu bir sendikal çizginin oluşturulması öncelikli hedef olarak görülmelidir. Bunu yaparken, kısır tartışma ve çekişmeler içine girmeden, her düzeyde örgütü ilerletecek, tüm eğitim emekçilerini birleştirecek bir sendika merkezi olmak için çalışılmalıdır.

Bugüne kadar fiili olarak benimsenen, özellikle son yıllarda sendikal politikalarda darlaşmayı beraberinde getiren ve Eğitim Sen’in kamuoyunda “solcu sendika” olarak anılmasına neden olan geleneksel “solcu” yaklaşımların ve kitlelere yönelik önyargıların öncelikli olarak sorgulanması gerekmektedir. Bu yapılmadıkça, kamu emekçileri sendikalarına egemen olan sendikal bakış açısı değiştirilmedikçe, ilerlenemeyeceği, eğitim emekçilerinin ana kitlesinin örgütlenmesi ve mücadelesinin başarılamayacağı açıktır.

Sendikal hareketin bugünkü dinamiklerini ve aynı zamanda zayıflıklarını görmeyen; bunların talep ettiği görevleri yerine getirme, güncel ihtiyaçlarını karşılama yeteneği göstermeyen bir politikanın işçi ve emekçi sınıflar tarafından benimsenmesi ve başarılı olması mümkün değildir­. Sendikal hareketin mevcut mevzilerini koruması ve iler­letmesine her gün yardım edecek görevler yerine getirilmediği; sendikaların önündeki olanaklar değerlendirilmediği ve zayıflıkları aşmaya yönelik çalışmalar bugünden yapılmadığı taktirde, emek hareketinin ilerlemesi, sendikal örgütlülüğün yaygınlaştırılması mümkün değildir.

Eğitim Sen’in içinde bulunduğu koşullardan daha güçlü çıkması için yapması gereken, güvenceli-güvencesiz tüm eğitim ve bilim emekçilerinin kendi talepleri etrafında mücadeleye çekildiği bir sendikal çizginin benimsenmesi ve tüm örgütsel mekanizmanın bu çerçevede yenilenmesi olmalıdır. Bu nedenle Eğitim Sen’in, hem sendikacılık anlayışı açısından, hem de örgütsel tutum olarak yenilenmesi için, başta Emek Hareketi’nden eğitim emekçileri olmak üzere, tüm eğitim ve bilim emekçilerine bugün düne göre daha fazla görev ve sorumluluk düşmektedir.

Bu yazıda, Eğitim Sen Program Kurultayı’na yönelik izlenim ve tespitlere yer verilmiştir. Emek Hareketi’nin Program Kurultayı’na yönelik çalışmaları ve somut önerileri bir sonraki yazımızda ele alınacaktır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑