“Emperyalist ekonomizm”in güncelliği

Lenin’in 1915 ilkbaharında yazdığı birbirine bağlı üç makale, “Emperyalist Ekonomizm – Marksizmin bir Karikatürü” adıyla Türkiye’de ilk kez 1979 yılında yayımlanmıştı.

Ulusal sorun ve özellikle de ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi üzerine yazılmış bu makaleler, dönemin özellikleri bakımından Türkiye açısından çok önemliydi. Genel olarak halk muhalefetinin devrimcileştiği o koşullarda, Kürt ulusal sorunu da ağırlıklı olarak gündeme oturmuş, bütün devrimci siyasi hareketler içinde ulusal sorun ve buna bağlı sorunlar kimi zaman oldukça sertleşen tartışmaların konusu olmaya başlamıştı. Pek çok devrimci-demokrat örgüt içinden Kürt devrimciler ayrılarak kendi örgütlerini kuruyor, mücadele ve örgütlenme çizgilerini kendi koşullarına göre yeniden inşa ediyorlardı.

Türkiye solu içinde, oldukça geniş fakat bugünden bakınca pek de derinliği olmayan bir tartışma içinde Kürt sorunu defalarca ve farklı boyutlarıyla ele alındı. Ancak dönemin koşulları içinde bu tartışmanın, Kürdistan’ın sömürge olup olmadığı, Kürt devrimcilerin ayrı örgütlenme hakları bulunup bulunmadığı gibi bugün önemini tümüyle yitirmiş iki belirleyici noktaya takılıp kaldığını söyleyebiliriz. O gün hararetle tartışılan başka pek çok konu da, günümüz devrimcileri bakımından gereksiz hatta gülünç bulunabilir.

“Tarihin demir süpürgesi” ortalığı çoktan tozdan dumandan arındırmış gibi görünse de, “Emperyalist Ekonomizm – Marksizmin Bir Karikatürü” adlı derleme, belki de o günlerde olduğundan daha büyük bir dikkatle bugün de okunmayı hak ediyor. Çünkü bu üç makalenin ele aldığı konular, eleştirdiği görüşler hâlâ “yeni ve yepyeni” görüşler kılığında karşımıza çıkabiliyor.

Makalelerin önemi, yalnızca belli siyasi taktiklerin değerlendirilmesi bakımından değil, aynı zamanda Marksizmin ilkesel bütünlüğünü anlama bakımından da geçerliliğini koruyor.

Bu yüzden kitabın incelenmesini, ilkeler ve taktikler açısından iki bölümde yapacağız.

UKTH (ULUSLARIN KADERLERİNİ TAYİN HAKKI) VE LENİNİZM

Marksizmi emperyalizm çağının Marksizmi olarak tanımlayan Stalin, basit bir formül ileri sürmüyordu. Emperyalizm çağıyla birlikte yalnızca kapitalizmin özellikleri değişmekle kalmamış, aynı zamanda devrimin sorunları da çeşitlenmiş ve proleter devriminin cephesi genişlemişti. Örneğin, kapitalizmin tekel öncesi çağında “burjuvazinin işi” olarak görülen pek çok sosyal ve siyasal ilerleme, artık büyük ölçüde proletaryanın devrimci görevleri haline gelmişti. Burjuvazinin devrimci misyonunu yitirmesi hakkındaki önerme, bir yandan da burjuva devrimciliğinden tarih adına beklenen kimi görevlerin hâlâ yerine getirilmemiş olduğuna işaret ediyordu. Burjuvazi tekelci-emperyalist haliyle “devrimci barutunu tüketti” diye, bu görevlerin yerine getirilmesi gereği ortadan kalkmıyordu. “Demokratik devrim” kavramı bu koşulların ürünüydü. “Demokratik devrimde proletaryanın görevleri” diye yeni bir başlık açma gereği de bu yüzden doğmuştu.

UKTH sorunu da, bu kapsamda devrimci proletaryanın ele alması gereken problemlerden biri halini aldı.

Lenin, sözünü ettiğimiz kitap içinde yer alan, “Gelişen Emperyalist Ekonomizm Eğilimi” başlıklı ilk makalede şunları yazıyor:

1894-1902 yılları arasında görülen eski ekonomizmin mantığı şuydu: Narodnik teoriler çürütülmüştür; Rusya’da kapitalizm zafer kazanmıştır. Bu durumda siyasal devrim söz konusu olamaz. Pratik vargı şudur: Ya ‘iktisadi savaşım işçilere, siyasal savaşım liberallere bırakılmalıdır’ –bu sağa doğru bir sıçrayıştır– ya da siyasal devrim yerine, sosyalist devrim için genel greve gidilmelidir…

Şimdi yeni bir ekonomizm doğuyor Onun mantığı da benzer biçimde iki sıçrayış üzerine kuruludur: ‘Sağa doğru’ –biz ‘kendi kaderini tayin hakkına’ karşıyız (yani ezilen halkların kurtuluşuna, toprak ilhaklarıyla savaşıma karşıyız–… ‘Sola doğru’ –biz sosyalist devrimle çatıştığı için asgari programa karşıyız (yani reformlar ve demokrasi için savaşım verilmesine karşıyız)–.” (sf. 7)

Kalıplar içinde düşünen ve böyle siyasi programlar, taktikler inşa edenler karşısında Lenin’in durumu şöyle görünüyor: Lenin, sosyalist devrim için mücadeleye, sosyalist devrim programına karşıdır; bunlar yerine reformlar, düzen içi çözümler öneren bir burjuva politikacısıdır! Daha da ileri götürüldüğünde, Lenin’in sosyalizmin çözeceği problemleri burjuva-kapitalist çerçevede çözmeye çalıştığı; dolayısıyla sosyalizmi istemediği sonucunu çıkaranlar olmuştur, günümüzde de Lenin’e yöneltmeye cesaret edemeseler ve üstelik hatta Leninizm adını kullansalar bile, Lenin’in bu aynı görüşlerini savunanlara benzer biçimde suçlamalar yöneltenler olmaktadır!

Oysa Lenin, “eski” ekonomizme karşı mücadelesinde önerdiği propaganda, ajitasyon ve örgütlenme planıyla ne ölçüde çığır açıcı ise, UKTH ve diğer demokratik reform taktikleriyle de, emperyalizm çağının devrimci mücadele taktikleri konusunda o kadar ileri ve evrenseldir.

Onun eleştirdiği sağ ve “sol” karşı çıkışların genel mantığında devrimi ilerletebilecek olanaklar üzerinde düşünmek yerine, görünüşte çok “mantıklı”, “devrimci-sosyalist” programlar yapmak vardır. İşçilerin ve ezilen halkların mücadelesini ilerletmek, ayrı gelişen bu iki toplumsal gücü asgari noktalarda olsun birleştirmek, kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelenin saflarını genişletmek Lenin’in hedefiyken, diğerleri keskin ama içi boş, toplumsal ve siyasal karşılığı bulunmayan “büyük laflarla” uğraşmaktadırlar.

Rahmetli ekonomizm, kapitalizmin doğuşuyla demokrasi savaşımını nasıl birbirine bağlayamamışsa, o da emperyalizmin doğuşunu reformlar ve demokrasi için verilecek savaşımla nasıl bağlayacağı sorununu çözememiştir.

Bunun sonucu, emperyalizm döneminde demokratik isteklerin ‘elde edilemezliğine’ varan bir kargaşadır.

Bunun sonucu, siyasal savaşımın, bugün, şimdi, derhal ve her zaman için yadsınmasıdır ki, bir Marksist buna izin veremez…

Bunun sonucu, (rahmetli ekonomizmin, kapitalizmi tanıyıp anlamak yerine onu mazur gösterme çabasına kayması gibi) emperyalizmi tanıyıp anlamak yerine ısrarla onu mazur gösterme çabasına ustalıkla ‘kaymak’tır.” (sf. 10)

Marksizmi, Marksizmin yeni ve yüksek bir aşaması yapan özelliklerinden biri de, yeni koşullarda ve özellikle de somut devrimci durum süreçlerinde uygulanabilecek esnek, ama ilkeleri bakımından çelik gibi sert taktik ilkeler koymaya uygun bir teorik bütünlüğe sahip olmasıdır. Bazen birilerinin dediğinin aksine, bunlar, Lenin’in geçici ve özel durumlar için ortaya attığı görüşler değildir. Her şeyden önce, UKTH gibi bir sorun, bütün emperyalizm çağı boyunca (yani günümüzü de kapsayacak bir zaman genişliğinde) dünyanın pek çok bölgesinde demokratik talepler listesinin başında bulunmaya devam etmektedir. Bir mücadele konusu olmaya devam ettiği gibi, işçi sınıfı hareketinin müttefiki olarak taşıdığı önemi de korumaktadır. Kuşkusuz, ülkeden ülkeye ve emperyalistlerce uygulanan politikaların güncel içeriğine bağlı olarak farklı biçimler kazanabilmekte, hatta kimi zaman, örneğin geçtiğimiz yıllarda Yugoslavya’nın parçalanmasında olduğu gibi, emperyalistler tarafından bizzat kendi politikalarının parçası haline de getirilebilmektedir. Ancak bu durum, ezilen halkların mücadelesi karşısında Leninistlerin ilkesel tutumunu etkilemeyeceği gibi, işçi sınıfının demokratik haklar için mücadelesinin bir parçası olma özelliğine de son vermemektedir. Çünkü ezilen halkların mücadelesi karşısındaki tutum, yalnızca siyasal ve taktik bir gereklilik değil, aynı zamanda ideolojik bir zorunluluktur da.

 

TAKTİK BOYUTUYLA UKTH

Rusya’nın siyasal yapısı, Rus olmayan halklar için “büyük bir hapishane” idi. Çarlık despotizmine karşı mücadelede halkların muhalefeti önemli bir potansiyeli temsil ediyordu. Fakat ulusların ezen ve ezilen olarak bölünmesi gerçeği yalnızca Rusya’ya özgü bir durum değildi. Avrupa’da pek çok ülkede farklı ulusal topluluklar üzerinde egemen ulus baskısı ve sömürüsü kapitalizmin o çağdaki gelişme düzeyine rağmen devam ediyordu. Dolayısıyla Bolşeviklerin UKTH konusundaki tutumları, yalnızca Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ni değil, Avrupa’nın diğer sosyalist ve komünist partilerini de ilgilendiriyordu. Dolayısıyla sorunun tartışılması enternasyonal bir çerçevede yürüyordu. 1914’te Lenin, 1875, 1880 ve 1892’de yazılmış olan “Batı Avrupalı sosyalistlerin programları”nda, “kendi kaderini tayin hakkını aramanın saçma” olduğunu yazmıştı. Tarihsel olarak henüz politik ve taktik bir önem göstermeyen bu sorunun geçmiş yüzyıla ait belgelerde yer alması elbette beklenemezdi. Ama artık Birinci Emperyalist Savaş’ın sonuçları alınmaya ve bütün Avrupa’da uluslararası rejimin yeniden kurulmaya başladığı bir dönemde, bu sorun, artık Lenin için “ivedilikle ele alınması gereken” bir sorun halini almıştı.

Sosyalist politikanın pratik olarak hangi sorunlar üzerinde yoğunlaşacağı, hangilerini öncelikle ele alacağı ya da hangilerini erteleyebileceği dolaysız olarak tarihsel koşullara bağlıdır. Lenin’in bu iki farklı tavrını bu gerçek açısından yorumlamak gerekir. Ne var ki, incelediğimiz makaleler, Lenin’in tartışma konusu yaptığı “emperyalist ekonomistler”in bu esnekliği hiç anlamadıklarını görebiliyoruz. İki farklı döneme ilişkin farklı görüşler söylemiş olan Lenin, onlar tarafından tutarsızlıkla ve “mantıksızlıkla” suçlanıyor! Diğer yandan yine aynı çevreler, sosyalizm uluslara zulmedilmesinin maddi temellerini ortadan kaldıracağına göre, sosyalistlerin bu konuda siyasal hedefler belirlemesinin gereksiz olduğunu ileri sürmektedir.

Lenin, bu görüşleri “Marksizmin ve mantığın reddi” olarak nitelemektedir.

Çünkü Lenin’in politika anlayışına göre, herhangi bir sorunun sosyalizm tarafından nihai olarak çözüleceğini söyleyerek onun bugün bir sorun olarak ele alınmasını reddetmek, doğrudan doğruya sosyalizm için mücadeleyi reddetmek anlamına gelmektedir.

Sosyalizm için yürütülen mücadelenin çok farklı toplumsal alanların tümünü kucaklayan ve bu farklı alanları belli bir ilkeye göre içten bağlarla ören bir bütünlüğünü olduğunu görmeyenler için, örneğin UKTH, sosyalizmin çözeceği, öyleyse sosyalizm için mücadelenin bugünden konusu olamayacak bir alan halinde görülebilmektedir. Yaklaşık 100 yıl öncesine ait bu tartışmanın günümüzde de yaşanabilmesi şaşırtıcı gelebilir; ama biliyoruz ki, Kürt sorunu söz konusu olduğunda “bunu sosyalizm çözecektir, öyleyse biz sosyalizm için mücadele edelim, bırakalım o sorun için mücadeleyi başkası yapsın” diyenler, burada, bugün, burnumuzun dibinde bulunmaktadır.

Lenin, sosyalizm için mücadeleyi, hiçbir zaman birbirinden kopuk ve birinden diğerine geçişi sıraya konulmuş tarzda anlamamıştır.

Toplumsal hareketi bir bütün olarak görmek, hareketin dinamikleri arasındaki içsel bağıntıları ve bunların birbirine nasıl bağlandıklarını anlamak, gerektiğinde bu bağlantılar üzerinde etkide bulunarak hareketin yönünü ve içeriğini değiştirmenin yollarını aramak, devrimci politikanın temel özelliğidir. Leninist politika anlayışı, bu diyalektik yapısıyla özgündür. Devrimci taktikler ancak bunun sonucu olarak doğabilir. Diyalektik olmayan bir bakış açısı ise, genelde hareket halindeki toplumsal unsurları görür: ama bunlar arasındaki bağlantıları, bunların oluşturduğu bütünlüğü görmez. Unsurları sıraya koyar, biri bitmeden diğerinin başlayamayacağını düşünür. Farklı unsurlar arasındaki çelişmeyi mutlaklaştırır ve birlikte ele alınmalarının imkânsız ya da gereksiz olduğuna karar verir. Oysa hayat böyle akmıyor. Bir yandan Kürt sorununu oluşturan olgular, diğer yandan sosyalizmi zorunlu kılan kapitalist sömürü, emperyalizmin çelişmeleri, uluslararası çelişmeler… ara vermeden ve birbirini beklemeden devam edip gidiyor. Gerçeklik sıra tanımıyor. Hiçbir toplumsal olay, bir diğerinin başlamasını ya da bitmesini beklemiyor. Her şey aynı zamanda ve birbiri içinden akıp gidiyor. Önemli olan, hangi unsurun, diğerine nasıl, hangi amaçla ve hangi hedefi gözeterek devrimci politikanın ihtiyacını karşılayacak biçimde bağlanacağını bulabilmektir.

Kürt sorununa ve genel olarak UKTH’ya bakışı da taktik açıdan incelemek demek, budur. Herhangi bir parti, örgüt ya da yalnızca bir görüş olarak kendisini ortaya koymuş olanlar, bugün ve Türkiye’de Kürt sorunu ile sosyalist hedefler arasında ilişki kurarken bu özelliklere dikkat etmiyorsa, bir başka deyişle konuyu sosyalist siyasi mücadelenin ihtiyacı açısından ele almıyorsa, tartışmaya değmez.

Bunun ötesinde, sosyalizm, komünizm, emperyalizme karşı savaş vb. gibi büyük sözler ardına saklanıyor, sorunu küçümsüyor, bir başka yüce hedef için erteliyor ya da hatta sosyalizme aykırı ve düşman bir konuma itiyorsa, yine tartışmaya değmez.

 

DEMOKRASİ İÇİN MÜCADELENİN İDEOLOJİK VE TAKTİK ÖNEMİ

Bireylerin yaşamındaki ya da ulusların tarihindeki her bunalım gibi, savaş da bazılarını baskı altına alır ve ezer, bazılarını çelikleştirir ve yeni bilgilerle donatır.

Bu gerçek, kendini sosyal-demokrasinin savaş hakkındaki düşünüşünde ve savaşla ilgili olarak da gösteriyor. Çok gelişmiş bir kapitalizmin ürünü olan emperyalist savaşın nedenleri ve önemi, böyle bir savaşa ilişkin sosyal demokratik taktikler, sosyal-demokratik hareket içindeki bunalımın nedenleri vb. üzerinde ciddi olarak düşünmek başka bir şeydir, savaşın düşüncemizi baskı altına almasına izin vermek, onun yarattığı korkunç izlenimlerin ve azap verici ağırlığı altında düşünmekten ve tahlil etmekten vazgeçmek başka bir şeydir.” (sf. 17)

Savaş ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı sorunu, emperyalizm çağının bir özelliği olarak, ikisi aynı dönemde birlikte ortaya çıkıyorlar. Çözümleri de çoğu kez birbirine bağlı olarak doğuyor. Ya bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı için verdiği mücadele uluslararası bir savaşa bağlanıyor ya da uluslararası bir savaş, bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı için verdiği mücadeleye bağlanıyor. Tarihin değişik dönemlerinde, dünyanın farklı bölgelerinde bunun pek çok örneği var. Genellikle de her iki sorunun gelişim özelliklerini belirleyen ortak bir zeminleri bulunuyor. Lenin, sorunlar ve olgular arasındaki bu ilişkiden hareket ederek, sosyal-demokrasinin (dünya çapındaki sosyalist hareketin) ideolojik ve taktik sorunlarını tartışıyor ve ilkeler düzeyinde cevaplar üretiyor.

Bir kısım sosyalist, bunlar arasında özellikle Kievski, emperyalist savaşın büyük bir yıkım ve vahşetle insanlığın üzerine çöktüğü koşullarda, UKTH’yı tartışmayı, hele sosyalistlerin programlarına konulmasını kabul edemiyor. “Böylesine korkunç bir yangının ortasında…” bu konuyu tartışmanın ne anlamı var?

Emperyalist Ekonomizm – Marksizmin Bir Karikatürü” adlı derlemenin ikinci makalesi, “P. Kievski’ye Yanıt” başlığını taşıyor ve özellikle ata topraklarının savunulması deyimiyle özetlenen ulusal sorun ile savaş arasındaki ilişkinin ele alınışını tartışıyor.

Lenin, “ata topraklarının savunulması” sloganının iki yönlü özelliğine vurgu yapıyor. Emperyalistler arası savaşta bu sloganın kullanılmasının bir “yalan” olduğuna dikkat çekiyor; ama öte yandan demokratik ve devrimci bir içeriğe sahip bir savaşta yine aynı sloganın bir “hakkı” ifade ettiğini gösteriyor. “Ata toraklarının savunulması, emperyalist bir savaşta bir yalandır, ama demokratik devrimci bir savaşta değil.” (sf. 18)

Kievski ve aynı görüşte olan diğerlerinin ayırdına varmadıkları budur.

Bir savaş sırasında, görünüş odur ki, ‘haklardan’ söz etmek saçma görünür, çünkü her savaş hakların yerine doğrudan ve sınırsız şiddeti getirir. Ama bu, tarihte savaş sırasında her türlü ‘hak’kın ve her türlü demokrasinin yerine şiddeti koymakla birlikte, toplumsal içeriği ve sonuçları bakımından gene de demokrasi davasına ve dolayısıyla sosyalizme hizmet eden savaşlar (demokratik ve devrimci savaşlar) olduğunu (ve gelecekte de olacağını, olması gerektiğini) unutmamıza yol açmamalıdır.” (sf. 18)

Lenin açısından önemli olan, genel olarak emperyalizm koşullarında demokratik haklar için mücadele etmenin gerekli olup olmadığıdır. Evet, emperyalizm yüksek düzeyde gelişmiş kapitalizmdir, demokrasinin tümüyle yadsınmasıdır, ama bunların doğruluğu kesin olmakla birlikte, demokrasi erişilebilir bir şey olmaktan çıkar mı? Emperyalist savaşın karşısına konulabilecek tek seçenek yalnızca sosyalizm midir? Emperyalist kapitalizm altında demokratik sloganlar ileri sürmemiz bir aldanış ya da hayal midir? Bunları ileri sürdüğümüzde, sosyalist devrim sloganını saptırmış ya da ertelemiş mi oluruz?

Diyalektik bakış açısından, karşıtların birliği yasası gereği, bütün bunların doğru olduğunu kabul etsek bile, karşıtı için de bir olanağı taşıdığını kabul etmemiz gerekir. Lenin, öyle yapıyor.

Genel olarak kapitalizm ve özel olarak emperyalizm, demokrasiyi bir hayal haline getirir… Kapitalizm ve emperyalizm ancak iktisadi devrimle yıkılabilir; demokratik dönüşümlerle, en ‘ideal’ demokratik dönüşümlerle bile devrilmez. Ne var ki demokrasi savaşımı okulunda okumamış bir proletarya, iktisadi bir devrim yapma yetisine sahip değildir. . (sf. 20)

Asıl sorun budur. Kapitalist emperyalizm, bütün yıkıcılığı ve despotluğunun yanı sıra, kitlelerdeki demokrasi taleplerinin canlı ve değiştirici özelliğini ortadan kaldıramaz, aksine daha da güçlü kılar. Bu bir olanaktır ve devrimci sosyalizmin bunu nasıl değerlendireceğine bağlı olarak, kapitalizmin ve emperyalizmin nihai olarak ortadan kaldırılmasının bir gücü haline gelebilir. Proletaryayı eğer kapitalizmin mezar kazıcısı olarak görüyorsanız, onun eline kazmayı vermek ve bu kazmayı nasıl kullanacağına dair bir eğitimden geçmesi için yolu açmak görevini yerine getirmeniz gerekir. Demokrasi için mücadele, bunun okuludur.

Yalnızca bu bakımdan da değil.. Emekçi halkın tüm kitlesini, proleterleri, yarı-proleterleri, küçük köylüleri, ancak böyle bir mücadele içinde devlet işlerine katılım için demokratik biçimde örgütlemek ve seferber etmek de ancak bu tutumla mümkün olacaktır. Dikkat edilirse Lenin, demokratik haklar için mücadeleyi, yalnızca bunların kapitalizm koşullarında elde edilip edilmeyeceği açısından değil, bütün halk güçlerinin devrimci tarzda örgütlenip kapitalizmi tümüyle ortadan kaldıracak şekilde seferber edilmesinin bir aracı olarak ele almakta ve konuyu da bu açıdan tartışmaktadır. Diğerleri, sosyalizm hedefi orada dururken, biz kapitalizm koşullarında şu ya da bu demokratik hakkı elde etmek için neden uğraşalım ki diye homurdanırken, Lenin, sosyalizmin temellerinin yaratılması bakımından kitlelerin örgütlenmesi problemi açısından soruna yaklaşmakta ve demokrasi mücadelesini bu açıdan önemsemektedir.

Demokrasi sorununun Marksist çözümü, proletaryanın, burjuvazinin devrilmesini ve kendi zaferini hazırlamak üzere, bütün demokratik kurumları ve bütün özlemleri, kendi sınıf savaşımında seferber etmesidir.” (sf. 20)

Makalenin sonraki bölümünde Lenin, geçmişte büyük gürültülerle tartışılan ve hâlâ izleri, etkileri yaşamaya devam eden demokratik devrim-sosyalist devrim ikileminin Marksist çözümünün temellerini atıyor. Bu kavramların ifade ettiği durumu bir “sırayla birbirini izleyen aşamalar” şeklinde anlayan metafiziğe karşı, iç içe geçmiş ve biri diğerinden doğan toplumsal devrimci dönümler olarak anlamamızı sağlayacak örnekler geliştiriyor.

Bu makale, yalnızca UKTH sorunuyla sosyalizm arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağını öğretmekle kalmıyor, genel olarak demokratik haklar için mücadelenin sosyalist devrim bakımından taşıdığı anlamı da büyük bir açıklık ve derinlikle sergiliyor.

Öyleyse, devrimci taktikler üzerine düşünürken, stratejik hedeflerle taktik uygulamalar arasındaki bağı gözetmek kadar, ideolojik sağlamlık ve tutarlılık da büyük bir rol oynamaktadır. Belki de denilebilir ki, Kievski’de görüldüğü gibi, eğer ikincisi yerlerde sürünüyorsa, birincisini sağlamak mümkün olmayacaktır.

 

MARKSİZMİN KOMİK OLMAYAN KARİKATÜRÜ

Kitabın üçüncü makalesi, kitaba adını veren makaledir: “Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm”.

İlk iki makale, UKTH başta olmak üzere, demokratik taleplerle emperyalizme karşı ve sosyalizm için mücadele arasındaki ilişkileri tanımlayan, özel olarak işçi ve emekçi kitlelerin örgütlenme ve mücadeleye seferber edilmelerinde demokrasi için mücadelenin nasıl bir yer tuttuğunu inceleyen makalelerdi. Son makale ise, bu iki makalede ileri sürülen görüşleri daha kapsamlı ve sistemli bir biçimde ele alan, uluslararası örnekleri derinlemesine inceleyen ve tezleri kesinleştiren bir makale olarak yazıldı. Ancak yazıldığı dönemde basılamadı ve Rusya’da ve Avrupa’da elden ele çoğaltılarak dolaştı. 1919’da, yani Ekim Devrimi’nin zaferinden iki yıl sonra basıldı. Biz bu makalede, yalnızca işlenen konuyla sınırlı bilgiler edinmekle kalmıyor, örneğin “Devlet ve İhtilal”, “Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi” gibi proletarya devriminin strateji ve taktiğinin geliştirildiği temel eserlerde de rastladığımız bazı çok önemli sorunların ele alınışında Lenin’in hangi verilere ve bunlar hakkındaki hangi tartışmalara dayandığını da görüyoruz. Leninist düşüncenin bütünselliği, Leninist politika sanatının temel özellikleri hakkında kapsamlı araştırma yapmak isteyenler, makalenin bu özelliğinden yararlanabilecektir.

Fakat makalenin güncel bakımdan asıl önemi, emperyalist savaş ve ezilen uluslar ilişkisi hakkındaki Marksist tutumun derinlemesine ele alınmasındadır. Bölgemizde savaş bulutlarının gittikçe yoğunlaştığı bir zamandan geçiyoruz ve özellikle İran’a karşı bir saldırının gündemde olduğu ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki süreçte, emperyalist saldırganlığın bu yeni vahşetini tartışırken, yine 100 yıl önceki tartışma konularıyla karşı karşıya kalacağız. Yine bazı kişiler Bay Kievski’nin keskin “Marksist” tezleriyle boy gösterecekler. “Savaşa karşı tek yol sosyalizm”, “emperyalizmin İran’a saldırısı iki gerici arasındaki savaştır” vb. türünden keskin “devrimci” sloganları duymaya şimdiden hazır olalım.

Gerçekten ciddi bir sosyalist siyasal çevre tarafından dinlenen ve kabul edilen Kievski, emperyalist savaş ve ulusal direnişler konusunda oldukça katı bir “Marksist politikacı” görünümü sergiliyordu. Lenin tarafından eleştirilen görüşlerini Marx’a dayandırdığı izlenimi veriyor, her yazısı sosyalizme olan inancı ve sosyalist devrimi tek seçenek olarak gösteren kararlılığıyla öne çıkıyordu. Sağlam duruyor ve gür sesle konuşuyordu.

Lenin onun bu görünüşünü parçaladı. Bu keskinliğin arkasındaki gericiliği, kitlelerin devrimci tarzda örgütlenmesinin önünde bir engel teşkil edişini teşhir etti. Onun bir Marksist değil, olsa olsa Marksizmin bir karikatürü olabileceğini gösterdi.

İyi bir usta elinden çıkmış bir portre-karikatür, aslının en temel ve göze batan özelliklerini taşır. Ama aynı zamanda onu kolayca farkına varamadığımız özellikleriyle bir kez daha düşünmemize de yardım eder. Turan Selçuk’un üç üçgenden oluşan İnönü portre-karikatürü bu bakımdan tam bir klasiktir. İsmet Paşa, iç içe geçmiş üç adet üçgenin ustalıklı bir biçimde yerleştirilmesiyle anlatılıyordu. Bu karikatür, keskin bir zekâyı, sağırlık gibi fiziksel bir özelliği ve kendi politikalarında inatçılığı anlatırken, İsmet Paşa’nın dış görünüşünü de başarıyla resmediyordu. Ama asla İsmet Paşa’nın tam bir portresi, fotoğrafı, ta kendisi falan değildi. Lenin, Kievski’nin görüşlerini bir “karikatür” olarak nitelerken, karikatür sanatının bu özelliklerini hatırlatıyor bize. Görünüşte, aslının bütün özelliklerini taşıyor. Onda gördüğünüz her çizgide, Marksizme benzeyen bir şeyler var. Devrimden, sosyalizmden, uzak ve büyük hedeflerden, proletaryadan söz ediyor. Emperyalizm ve kapitalizmin iktisadi ve siyasi bakımdan yok edilmesini anlatıyor, bankalar el koyuyor, ticareti ve sanayiyi kamulaştırıyor, burjuvazinin sınıfsal varlığına son veriyor.. Ama ezilen uluslar, onların mücadeleleri, saldırıya uğramış küçük devletler hakkında bir şey söylemiyor.. Bunlar hakkında konuşmayı sosyalizmin büyük hedefleri yanında küçük görüyor. Çünkü zaten sosyalizm gerçekleştiğinde bu sorunlar kendiliğinden çözülecek…

Lenin, söz konusu makalesinde, Marksistlerin savaş konusundaki tutumunu özetlerken, belki de her sosyalistin ezberlemesi gereken sözler söylüyor:

Sosyalistler, ‘ata topraklarının savunulması’ için verilen savaşları ya da savunma savaşlarını, yalnız ‘yabancı baskısını yok etme’ anlamında ‘haklı ve ilerici’ gördüklerini açıkça belirtir. Bu savaşlar, ilk saldıran kim olursa olsun, haklı, savunma savaşlarıdır; her sosyalist, ezen köleci ve yağmacı ‘büyük’ güçler karşısında, ezilen, eşit görülmeyen ve bağımlı devletlere zafer dileyecektir.

Savaşan güçler açıkça iki sınıfta toplanmıştır: Ezen, köleci ve yağmacı büyük güçler ve bunların karşısında ezilen, eşit görülmeyen ve bağımlı devletler!

O günün koşullarında kimi somut durumlarda tartışma konusu yapılan “ilk saldıran kim” sorusu Lenin bakımından hiç önem taşımamaktadır.

Bunun yanı sıra, bu makalede, Lenin söz konusu tartışmada belirleyici bir özellik taşıyan “savaşının özünün tayin edilmesi” meselesine de açıklık getiriyor. Gerçekten herhangi bir savaşın Marksist tarzda çözümlenebilmesi, onun önce özünün ne olduğunun doğru biçimde tespit edilmesine dayanmalıdır. “Savaş, siyasetin devamıdır. Öyleyse, savaş öncesinde güdülen siyaseti, savaşa yol açan, savaşı ortaya çıkaran siyaseti incelememiz gerekir. Bu siyaset emperyalist bir siyasetse, yani mali-sermayenin çıkarlarını güvenceye almak, sömürgelerle yabancı ülkeleri soymak, ezmek amacını güdüyorsa, o zaman bu siyasetten doğan savaş, emperyalisttir. (sf. 29)

Makalede tartışılan önemli bir diğer konu, yine birçok bakımdan güncelliğini koruyor. Kievski, sömürge halkların kendi kaderlerini tayin hakkına sahip olup olmadıklarını tartışırken, şunları söylüyor: “Saf sömürge tipinde, sözcüğün asıl anlamıyla proletarya yoktur. Öyleyse, kendi kaderini tayin sloganı kimin için? Sömürge burjuvazisi için mi? Fellahlar için mi? Köylüler için mi? Elbette değil. Sosyalistlerin sömürgeler için kendi kaderini tayin hakkı istemeleri saçmadır. Çünkü işçisi olmayan ülkeler için bir işçi partisinin sloganlarını ortaya atmak, genel olarak saçmadır.

Karikatür yakıştırmasının bir abartı olmadığını görüyoruz.

Ama gülünç olmaktan çok acıklı bir durumu anlatıyor bu karikatür. Çünkü Avrupa’da ve Rusya’da o sırada bu sözleri doğru ve Marksist nitelikli bulanların sayısı az değil. Yoksa Lenin niye uğraşsın bu saçmalıklarla!

Saçma sapan da olsa, 100 yıla dayanıklı görüşler bunlar. Bir türlü eskimiyor, geçersiz hale düşmüyor. Savunulmaya, ileri sürülmeye devam ediyor. Bizim ülkemizde de, Kürt halkının taleplerini, Kürt burjuvazisinin işine gelecek şeyler diye reddedenler yok mu? Kürtlerin hakları olarak ileri sürülen talepler onları emperyalizme bağlayacaktır diyenler yok mu? Ya da Arap halklarının ayağa kalkışlarında hiçbir ilerici devrimci yön bulamayıp tümünü “emperyalizmin oyunu” sayanlar yok mu?

“Emperyalist Ekonomizm-Marksizmin Bir Karikatürü” adlı kitapçık, içerdiği tartışmalar ve incelediği konular bakımından dünyamız ve özellikle de bölgemiz için son derece güncel olmasının yanı sıra, Leninist politikanın kuruluş ve uygulanış özelliklerini tanımamız bakımından da temel bir klasik değeri taşımaktadır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑