Öncelikle bu davet için teşekkür ederim. Türkiye’deki devrimcileri, demokratları ve tüm ilericileri selamlıyorum. Özellikle Emek Partisi’ne şükranlarımı sunuyorum. Ben bu konuşmamda, sorulan sorulara da cevap niteliğinde, Arap ülkelerinde ve özellikle Tunus’ta geçekleşen gösterileri ve devrimleri açıklayıcı nitelikte bir konuşma yapmak istiyorum.
Tunus’ta ve diğer Arap ülkelerindeki haraketlerin bir devrim hareketi olup olmadığı soruldu. Bir kısım insan bunun da ötesine geçerek, meydana gelen olayların devrimle bir ilgisi olmadığını, bunun Amerika’nın ve Siyonizmin “Büyük Ortadoğu Projesi”ni gerçekleştirmeye yönelik bir komplosu olduğunu söyledi. Hatta bizim ülkelerimizde yaşadığımız olayların devrimle ilgisi olmadığı gibi, geleceği de olmayan ufuksuz hareketlerden ibaret olduğunu, gösterilerin gerici sömürgeci güçlere hizmet ettiğini söyleyenler oldu. Aslında bu görüşleri üreten emperyalist gerici güçler, acizlik teorisini yaymaya çalışıyorlar. Halkımızın hareketteki önemini azaltmaya, halkımızın basiretsiz, öngörüsüz olduğunu, kendi geleceğinin kendi ellerinde olmadığını ve olamayacağını, kendi geleceğini kendisinin çizemeyeceği aciz bir durumda olduğunu empoze etmeye uğraşıyorlar. Yine bu güçler Arap devrimlerinin gerçek nedenlerinin üstünü örtme çabasındalar. Bizim ülkemizde emperyalizmle ilişkili çevreler de, ortaya çıkmış olan halk hareketinin bir devrim hareketi olmadığını yaymaya çalışıyor. Çünkü bu çevreler, diktatörlerin çevresinde yer alıyorlardı. Ya da bu devrim hareketine karşı Batılı emperyalist kapitalistlerin yanında yer aldılar.
Bilimsel bir bakışla söyleyecek olursak, bizim açımızdan, özellikle Tunus ve Mısır’da ortaya çıkıp gelişen hareketlerin bir devrim hareketi olduğunu söylemek mümkün. Ayrıntılarına geçmeden önce, bu ülkelerde tanık olunan devrim hareketinin kendine özgü şartları olduğunu ifade edelim.
Birinci belirteceğimiz nokta, Arap halklarının bir kısmı doğrudan Amerikalıların ve Siyonistlerin sömürgesi, diğer bazıları yarı sömürge konumunda iken, Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi bazılarıysa toprakları direkt işgal edilmiş yeni sömürgeler konumunda. Arap ülkelerinin ortak bir paydası da başındaki iktidarların gerici kokuşmuş baskıcı konumda olmasıdır. Yaşadıkları bu şartlar, Arap halklarını isyana ve devrim hareketine sürükledi.
Belirteceğimiz ikinci unsur o ki, özellikle Mısır ve Tunus’ta meydana gelen devrim hareketi kendiliğinden oluşmadı. Geçmişe bakarsak, son hareketlerden önce çok sayıda gösterilerle mitinglerin gerçekleştiğini rahatlıkla görebiliriz. Örneğin Tunus’ta devrimin ilk belirtileri 2008’deki hareketlerden belli oluyordu. Tunus’un güneyinde Fosfat ocaklarında meydana gelen şiddetli başkaldırı ve gösterileri 6 ay devam etti. Altı ay devam eden hareketlerden sonra, Tunus’un farklı yerlerinde partimizin öncü güç konumunda olduğu gösteriler yapıldı.
Üçüncü unsur, bu devrim hareketlerinin çok geniş bir halk tabanına sahip olmasıdır. Halkın tüm tabakalarının bu devrim hareketine katıldığını söyleyebiliriz.
Dördüncü unsur, Arap dünyasındaki, özellikle Mısır ve Tunus’taki devrim hareketleri mevcut iktidarları ve siyasi rejimleri devirmeyi hedef aldı. Tunus’ta ortaya çıkan halk hareketinin, sonradan sadece Tunus’ta değil diğer Arap ülkelerinde de kabul gören temel sloganı “halk rejimin devrilmesini istiyor” sloganıdır. Devrim hareketinin başladığı ilk günden beri Tunus halkı köklü bir değişim istiyordu. Hatta Bin Ali ve keza Mübarek rejimi bazı reform hareketlerini gerçekleştirmek istediyse de, halk kabul etmedi.
Beşinci unsur, burada meydana gelen devrim hareketlerinin, yeterince örgütlü olmamasına rağmen, ayrıntılarına kadar belirlenmiş ve bu biçimiyle genel kabul görmüş olamasa da, unsurları özgürlük, demokrasi, eşitlik, insan onuru, toplumsal adalet olan genel bir programa sahip olmasıdır.
Bütün bu unsurları göz önünde bulundurursak, en azından Mısır ve Tunus’ta meydana gelen hareketin bir devrim hareketi olduğunu söyleyebiliriz. Burada hatırlatmak isteriz ki, tarihte başarıya ulaşmayan bazı hareketler, devrim hareketi olarak not düşülmüştür. Rusya’da 1905 yılında gerçekleşen hareket, başarısız olmasına rağmen, bir devrim hareketidir. Sonrasında, eskisine göre daha baskıcı bir rejim gelmiştir. Almanya’da 1848’de, Fransa’da 1830’da başarısız devrim hareketleri gerçekleşti. Ama sonrasında gerici güçler kazandı. Bütün buların ışığında şunu söyleyebiliriz; Mısır ve Tunus’taki hareketler devrim hareketleri olmasına rağmen, yolun ortasında kalmış ve hedefe varmamışlardır. Ne zaman iktidarı ele geçirirsek ve iktidara gelirsek devrim hedefine ulaşmış olur. Bütün devrimlerde sorun iktidar sorunudur. İktidar sorunu iktidarın bir sınıftan başka bir sınıfa geçmesidir. Mesele, iktidarın hakim olan sınıftan devrim yapan sınıflara geçmesidir. Tunus’ta ve Mısır’da henüz bu hedefe ulaşılmış değildir. Eski rejimin sembolleri devrildi. Ama burjuva rejimi rejim olarak devrilmedi. İktidar uzantılarının elindedir. Şu an onlar yönetiyor. İktidar, devrimi yapan halk kitlelerinin eline geçmemiştir. Eğer herhangi bir değişlik olmuşsa da, bu, biçimsel olmuştur. Meydana gelen değişlik, iktidarın gerici bir hareketten diğerinin eline geçmesinden ibarettir.
Özellikle Mısır ve Tunus’ta meydana gelen hareketin devrimin gelişmesine hizmet edecek bir yönü önemliydi ki, o gerçekleşti; bu, siyasal özgürlüğün elde edilmesidir. İfade özgürlüğü, eleştiri özgürlüğü, gösteri özgürlüğü, diktatörlüğün çözülmesi.. Bu alanda kısmen de olsa kazanımlar sağlanmıştır.
Bu devrim hareketinin ortada duraklamasının en büyük nedeni siyasi kültürün eksikliğidir. Çünkü oluşan halk hareketi, ortak bir siyasal programdan yoksundur. Strateji birliği olmadığı gibi taktik birliği de yoktur. Bu eksikliğin yanı sıra genel anlamda kültürel alanda bir uyanış eksikliği de vardı. Gençlik, kadın hareketi, sendikal ve bazı dernekler, siyasi hareketler de katıldılar. Bu hareketin yönlendirilmesinde büyük katkıları olmuştur. Ama bu hareket belli bir merkezden örgütlenmemiştir. En büyük eksiklik budur. Kültür ve örgütlenme eksikliği, bu devrim hareketinin yarı yolda kalmasına neden olmuştur. İktidarın sembolleri yıkılmış, ama iktidarın kendisi kalmıştır. Mevcut sisteme zarar vermeden, toplumsal ve ekonomik yapıya dokunulmadan, kısmen hukuksal ve siyasal özgürlükler kazanılmıştır.
Bunların yanı sıra ele alınması gereken iki zaafı içeren bir konu daha vardır. İşçi sınıfının ve çalışanların örgütsüz olması nedeniyle küçük burjuvazinin işçi hareketinin önünde yer alması birinci noktadır. İkinci nokta, emperyalistlerin taktikleridir. Her devrim hareketinin iç ve dış etmenleri vardır ve Doğal olarak emperyalist güçler eli bağlı kalmayacalardır, kalmamışlardır. Üç alanda müdahil olmuşlardır. Tunus ve Mısır’da olduğu gibi halk hareketine kendi istediklerii doğrultuda yön verme. İkicisi, Yemen, Suriye, Bahreyn ve Libya’da olduğu gibi doğrudan askeri müdahale. Üçüncüsüyse, Yemen ve Suriye’de olduğu gibi içerde fitne ekerek pervasız bir iç savaşı kışkırtmak. Bu stratejinin uygulanmasında Türkiye’nin, Katar’ın ve Suudi Arabistan’ın ekonomik, siyasi ve silah desteği sağlayarak oynadıkları rolleri işaret etmeden geçemeyiz.
Değinmek isteğim bir nokta da, bu hareketlerin gelecekleridir. Dünya kapitalizminin ekonomik krizi ve Avrupa’da ve dünyada birçok ülkede halkların uyanışı nedeniyle bu hareketler dönüşü olmayan bir konuma gelmiştir.
Konuşmamı Tunus’la noktalamak istiyorum. Tunus ve Mısır’daki halk hareketi devam etmektedir. Tunus’ta Bin Ali’yi ve ardından gelen iki hükümeti devirdik. sonrasında El Nahda hareketi ve liberaller yapılan seçimleri kazandı. Tunus’ta devrim hareketi devam etmektedir. Hükümeti devirme sloganını yeniden gündeme getirdik. Tunus’ta yeniden bir direniş hareketi başlamıştır. İşçiler hareketlendi. Köylüler yeniden hareketlendi. Bazı yerlerde köylüler toprak reformunu kendileri uyguladılar. İşsizler hareketli, hakimler hareketli, basın yayın hareketli. Tunus tarihinde ilk kez basın ve yayın çalışanları genel bir greve gittiler.
Aydınlar ve yazarlar harekete geçti. Neden? Çünkü iktidardaki hükümet, devrilen rejimin yerine, dini bir kisve ve “yenilik” adı altında Tunus’u yönetmeye çalışıyor. Liberal muhafazakâr hükümet, ekonomik ve siyasi değişikliği dini bir kimlikle yapmaya çalışıyor. Ancak bütün çalışmalarında başarısız kaldı. Mecliste ve parlamentoda müttefikleriyle birlikte salt çoğunluğa sahip olduğu halde, bütün girişimlerinde başarısız kaldı. Anayasa yerine Şeriatı getirmek istedi. Biz onu sokakta başarısız kıldık. Kadın haklarını yok etmek istedi. Yine parlamentoda değil, sokakta başarısız kıldık. Yine fikir ve düşünce özgürlüğünü yok etmek ve cezalandırmak için anayasa bir madde koymak istedi, bunu da sokakta başarısız kıldık.
Bugün sömürgeci ve emperyalist güçler El Nahda hareketinin yerine geçecek bir güç ve ya parti arayışına girdi. Çünkü yakında seçimler olacak. Bir geçiş süreci gerçekleşecek. Seçilecek meclis yeni bir anayasa hazırlayacak. Emperyalist güçler önümüzdeki seçimde devrimcilerin öne geçmesinden, iktidarın devrimcilerin ele geçirmesinden endişe ediyor. Bunun önünü kesmek için harekete geçtiler. Batıya bağlı eski ve yeni liberal güçleri bir araya getirip yeni bir siyasi akım olarak birleştirmeye çalışıyor. Bir yandan Batının çıkarlarını koruyan dini bir siyasi parti, öbür yanda yenilikçi liberal siyasi akım oluşturup dincilerin karşısına koymak istiyorlar.
Bize gelince; bu durumu bertaraf etmek istiyoruz. Bunun için halk cephesini kurduk. 7 Ekim’de ilan ettiğimiz Halk Cephesi 12 siyasi partiden, bağımsızlardan, derneklerden ve cemiyetlerden oluşuyor. İçinde Marksist Leninistler var, Nasırcı milliyetçiler var, ilerici Baasçılar var. Demokratik ve sosyalist hareketleri de kapsıyor. Bu cephenin amacı devrim hareketinin hedeflerini ulusal, demokratik ve sosyalist çerçevede gerçekleştirmek. Cephenin 15 günlük bir ömrü olmasına rağmen (konuşma 20 Ekim tarihinde yapıldı) Tunus’ta en büyük üçüncü siyasi güç konumundadır. Ve diyoruz ki, biz Tunus’ta varız. Bin Ali’yi devirdik, ardında gelen iki hükümeti devirdik ve bu mücadeleye devam ediyoruz. Sonuçta zaferi kazanacağız. Bu hükümeti de yıkacağız. Halk devriminin bütün hedeflerini gerçekleştireceğiz. Hep beraber ellerimizi ve güçlerimizi birleştireceğiz. Sürekli diyalog ve dayanışma içinde kalacağız. Çünkü Türkiye’deki gerici güçler, bizdeki gericilerle diyalog ve dayanışma içindeler ve gericiliği destekliyor. Gelecek her durumda halklarımızın ve tüm dünya halklarınındır.