Sovyetler Birliği’nin çözülüp dağılmasının sonuçlarından biri de, dünya kapitalizminin temel yönelimlerinin bir gereği olarak –başta Avrupa işçi sınıfı olmak üzere, sosyalizm yolundan geri çevirmek amacıyla, işçi ve emekçilere tanınan sosyal hakları tanımlamak üzere adına– “sosyal devletçi” denilen uygulamalara son vermeye yönelik bir sürecin başlatılması oldu.
Dünya kapitalizmi, “küreselleşme” adını verdiği neoliberal emperyalist politikalarla, işçi ve emekçilere sosyalizm baskısı altında vermek zorunda kaldığı bu tavizler başta olmak üzere, sınıfın bütün tarihsel kazanımlarını geri almayı hedeflemişti.
Saldırıların sivri ucu öncelikle bu kazanımlara yöneltildi. Özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalışma vb. bir dizi saldırı bu amaçla peşpeşe devreye sokuldu. Saldırılar giderek bir dalga halini aldı.
İşçilerin sermaye karşısında bir örgütlenme ve direniş merkezi olan sendikalar, ’50’li yıllardan itibaren oluşan nispi “barışçıl ortamda” adım adım “uzlaşma kurumları”na dönüştüler. Sendikacılar ise, yine bu dönemde, yaşam koşulları ve edindikleri “sosyal statü” nedeniyle, “kitlesel” olarak, işçilerden bütünüyle ayrışıp bürokratlar haline gelerek, “işçi aristokrasisi”nin yanında, sınıf içinde burjuvazinin bir diğer dayanağı olan sendika bürokrasisinin saflarını şişirdiler. İşçi hareketi ve sendikal hareket, bünyesinde taşıdığı bu zaaflardan dolayı, sermayenin saldırıları karşısında, saldırıları püskürtecek bir direniş mevzisi oluşturmakta yetersiz kaldı. Dönem dönem, Fransa’da “Juppe Planı”nın püskürtülmesi olayında olduğu gibi, elde edilen mevzi başarılar, daha ileri ve kalıcı kazanımlara ilerletilemedi. Ülkemizde de farklı bir durum yaşanmadı. Büyük Zonguldak Madenci Yürüyüşü ve “Bahar Eylemleri”yle dönemsel saldırılar geri püskütülmüş olsa da, peşi getirilemedi. Sosyal Güvenlik ve İş Yasası’yla ilgili değişiklikler gündeme geldiğinde, yüzbinlerin katıldığı mitingler yapılmasına rağmen, sermaye ve burjuvazinin istediği değişiklikler engellenemedi. Bu sonuçta temel etken, sendikal hareketin içinde bulunduğu durum ve sendika bürokrasisinin etkileriydi.
Bu süreç halen bütün yıkıcılığıyla sürüyor. Ve dünyada ve ülkemizde, işçi ve emekçiler, işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs’ı bu koşullarda karşılıyor.
Bilindiği gibi 1 Mayıs, dünya ölçeğinde, bir yandan emek ve sermaye cephesinin karşılıklı olarak sınıf güç ilişkilerini test ettikleri bir gün olma özelliği taşırken, diğer yandan bununla bağlantı içinde, işçi sınıfının geleceğe yönelik moral ve güç biriktirdiği bir gündür de.
Öncelikle, dünya ve ülkemizde işçi ve emekçilerin 1 Mayıs öncesi yüzyüze oldukları sorunlara bir bakalım:
* Fransa’da öğrenciler ve gençlik, işçilerin de desteğini alarak, hükümetin çıkardığı “26 yaşından küçüklerin işten atılmasını kolaylaştıran yasa”nın geri alınması için, mücadele veriyorlar.
* Almanya’da, metal işçileri, metal işverenlerinin TİS dayatmalarına karşı teyakkuz halinde bulunuyor.
* İngiltere’de, Yerel Belediye Emeklilik Ödeneği’ne göre çalışanların emeklilik hakkının gaspedilmesine karşı mücadele ediyorlar. Bunlara, Yununistan’daki banka çalışanları ve liman işçilerinin mücadelelerini, ABD’de göçmen yasasına karşı gösterileri ve daha pekçok ülkede hak gasplarına karşı verilen mücadeleleri ekleyebiliriz.
Ülkemiz işçi sınıfı ve emekçilerine yönelik ise;
* Merkezinde Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası (GSS) Yasa Tasarısı’nın bulunduğu saldırılar; işçi kıyımı, sendikasızlaştırma, düşük ücret dayatmaları, ücretlerin ödenmemesi şeklinde sürmekte; patronlar kuralsız (esnek) çalıştırmanın sayısız çeşidini devreye sokmaktadırlar.
* Bütün çözümsüzlüğüyle ortada duran Kürt sorunu, egemenlerin tarafından, Kürt, Türk ve her milliyetten işçi ve emekçileri şoven milliyetçi kışkırtmalarla “bölme”nin ve bu yolla sosyal ve siyasal hak taleplerini baskılamanın bir aracı olarak kullanılmaya devam etmektedir. Yalnız bununla da sınırlı değil. Çözülmemiş Kürt sorunu, aynı zamanda, ABD emperyalizminin elinde, Türkiye’yi, GOP’a ilişkin “görevlendirmeler”de istediği kıvama getirmek için bir “sopa” vazifesi de görmektedir.
* Nitekim, Irak işgalinin ardından, şimdi de Suriye ve özellikle –nükleer enerji çalışmalarını bahane ederek– İran üzerindeki baskı ve kışkırtmalarını artırmış bulunan ABD’nin talepleri karşısında, AKP hükümeti, “GOP’ta bize görev verildi” deyip, İran’a karşı ABD emperyalistlerinin ağzıyla konuşmaya başlamıştır. AKP’nin sınır tanımaz bu işbirlikçi tavrı, ülkeyi, GOP adı verilen bataklığın içine doğru sürüklemektedir.
1 Mayıs öncesi, dünya ve ülkemizde işçi ve emekçiler, özetle böyle bir tabloyla karşı karşıyadırlar. Saldırılar karşısında, dünyada ve ülkemizde işçi ve emekçiler, biçim ve boyutları farklılıklar gösterse de mücadele veriyorlar. Özellikle Fransa işçi sınıfı ve gençliğinin verdiği mücadelenin başarısı, uluslararası sermayenin yönelimleri dikkate alındığında, tüm dünya işçileri ve emekçileri bakımından stratejik bir önem taşımaktadır. İşçi hareketinin uluslararası yönüyle ilgili çok yönlü değerlendirmeler yapılabilir, ötesi, bu, bir ihtiyaçtır da. Ancak biz yazımızın bundan sonraki bölümünü, ülkemiz işçi hareketi ve sendikal hereketinin içinde bulunduğu durumla sınırlı tutacağız.
Ülkemiz işçi ve emekçilerinin mücadele gündeminin ilk sırasında, doğal olarak, sosyal güvenlikle ilgili değişiklikler ve Genel Sağlık Sigortası (GSS) bulunuyor. AKP hükümeti, IMF başta olmak üzere, emperyalist mali merkezlerden gelen talepleri anında yerine getirme tutumunu sosyal güvenlik ve GSS konusunda da sürdürmekte, işçi ve emekçilerden gelen itirazlara kulaklarını tümüyle kapatmaktadır. Konfederasyonlar, hâlâ, bildik biçimde, “yasa çıkacaksa bizim uyarılarımız dikkate alınsın, uzlaşı içinde çıksın” diyerek, baştan teslim bayrağı çekmenin işaretlerini vermektedir. Sermaye ve hükümetin kararlılığı karşısında sendika yönetimlerinin takındıkları bu tutum, tam anlamıyla “içler acısı”dır.
Sendikal hareketin saldırılar karşısında ciddi bir mücadele ve eylem platformu oluşturması bir yana, Emek Platformu gibi, bir dönem önceki mücadele içinde oluşturulan oluşumlar da, bu dönemde erozyona uğrayarak, fiilen bir dağılma ve parçalanma sürecine girmişlerdir. Burada paratez açarak, bir gelişmeye işaret etmekte yarar var: GSS’ye karşı KESK, TTB, ve DİSK’in çağrısıyla düzenlenen “referandum”a emekçiler ve halk büyük ilgi göstermiştir. Varolan duyarlılığı göstermesi yönüyle oldukça önemli bir durum olmakla birlikte, eğer daha ileri mücadelelerin dayanağı yapılamaz ise, “referandum”un, yasayı geri çektirmeye yetmeyeceği anlaşılır bir durumdur. Gelgelelim, “referandum” noktasında dahi emek ve meslek örgütlerinin birleşememeleri, gelecek açısından oldukça kaygı vericidir. Bu bölünmüşlük ve parçalanmışlık görüntüsü, 1 Mayıs öncesinde sendikal hareket için en önemli olgu durumundadır.
BİRLEŞMEK VE ÖRGÜTLENMEK
İşçi hareketi ve sendikal hareketin içinde bulunduğu bu durum, namuslu dürüst sendikacıya, sınıf bilinçli işçiye ve elbette ki sınıf partisine “tarihi” denilebilecek türden sorumluluklar yüklemektedir: İşçi hareketini tabandan başlayarak her kademede birleştirmek, sendikal hareketi mücadeleci temelde yeniden ayakları üzerine dikmek… Bunun bir adımı olarak, 1 Mayıs 2006’yı, işçi sınıfının her düzeyde birleşme ve örgütlenme platformu olarak örgütlemek… 2006 1 Mayıs çalışmalarının kapsam ve içeriği, işte bu görev ve sorumlulukla şekillenmektedir. Yazımızın girişinde de belirtildiği üzere, işçi hareketi ve sendikal hareketin bugün ve yakın gelecekte çözmesi gereken en temel problem, sendikaları birer “uzlaşma kurulları” olmaktan çıkartıp, yeniden sermayeye karşı örgütlenme ve direniş merkezleri haline getirmek noktasında düğümlenmiştir. İşçi sınıfı bakımından uluslararası önemde bir gün olan 1 Mayıs’ta, öncelikle bu sorunun bilince çıkartılması hayati önem arzetmektedir.
Şüphesiz, emperyalizmle ekonomik, askeri, siyasi alanlarda kurulan tüm bağların sökülüp atılması, Kürt sorununun halkların kardeşliği ve eşit haklar temelinde demokratik halkçı çözümü, GSS başta olmak üzere saldırı yasalarının geri çekilmesi, işçilerin, emekçilerin ve yoksul halk kitlelerinin 1 Mayıs 2006’daki temel taleplerini oluşturmaktadır. Ve yine hiç şüphesiz, 1 Mayıs 2006’da işçi ve emekçilere yönelik propaganda ve ajitasyonun içeriğini bu talepler oluşturacaktır.
Ancak, tarihi tecrübeler, işçi ve emekçilerin, en basit bir hak talebini dahi ancak örgütlü ve birleşik bir mücadeleyle elde edebileceğini göstermektedir. Bu noktada en bilinir gerçeklerden biri de; sermaye karşısında işçi sınıfının örgütten başka bir silahının olmamasıdır. Öyleyse, bu 1 Mayıs’ta, işçi ve emekçiler arasında, öncelikle kendi aralarına sokulan rekabet ortamı ve yapay bölünmeleri bir tarafa iterek, sermayeye karşı birleşmeleri ve örgütlenmeleri fikri öne çıkarılmalıdır. Bu fikir, işçiler, emekçiler arasında yerleştiği oranda, 2006 1 Mayıs’ında sendikalar ve konfederasyonlar arası parçalanma tehlikesi bertaraf edilecek; sendikaların işçilerin sermayeye karşı bir örgütlenme ve direniş merkezi olmaları gerçeği işçiler nezdinde yeniden anlam bulacaktır.
Bu çerçevede, “sermayeye karşı birleş, sendikada örgütlen”, “sendikanı sermayeye karşı bir örgütlenme ve direniş merkezi yap”, “milliyetçi temelde bölünme, Türk-Kürt kardeşliğinde birleş” vb. sloganları, 1 Mayıs’ta yürütülecek propaganda ve ajitasyon çalışmalarında özel bir yer tutmalıdır.
“SOLCULAR”IN DEĞİL İŞÇİLERİN BAYRAMI
İşçi hareketi ve sendikal hareketin yaşadığı zaaf ve zayıflıklar; 2006 1 Mayısı’nın, bir dönem önce olduğu gibi, konfederasyonlarca farklı alanlarda kutlanması riskini beraberinde getirirken; diğer bir olumsuzluk, böylesi dönemlerde küçük burjuva sınıf dışı örgüt ve akımların, “1 Mayıs’ı devrimcileştirmek” adına, 1 Mayıs’ı işçilerin bayramı olmaktan çıkarıp, “solcuların gövde gösterisi”ne dönüştürme hevesine kapılmalarıdır. Henüz tazeliğini koruyan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yaşanan “bölücü” tavırlar, bu bakımdan uyarıcı olmalıdır. Nitekim TKP, kendinden menkul “yurtsever cephe”siyle, İstanbul’da 1 Mayıs başvurusu yapmış bulunuyor. TKP başta olmak üzere, ayağı yerden kesik sözde solcu grupların sınıf dışı tutumuna karşı ideolojik, teorik, siyasal (teşhir) yönden mücadele, fabrika ve işyerlerinde, yani emekçi yığınların içinde, pratik günlük bir mücadele olarak yürütülmelidir. Aynı türden mücadele, konfederasyonlar arası çekişmelerden kaynaklanabilecek olası ayrı kutlama girişimlerine karşı da, bugünden yürütülmelidir. Ancak bu noktada, asıl belirleyenin, işçiler arasında yürütülecek çalışmalarla, işçilerin 1 Mayıs’a yönelmelerini sağlamak olduğu unutulmamalıdır.
Gerek işçi sınıfının –kuşkusuz yerellerde– mümkün olan her yerde birleşmesi ve mücadeleye atılmasını dert edinmeyen sınıf-dışı “solcular”ın “güçlerini tek merkezde birleştirme” ihtiyaçları, gerekse sendika bürokrasisinin hareketin zayıflığından yararlanarak 1 Mayıs’ı birkaç merkezle sınırlama girişimleri karşısında, tabandan işçilerin inisiyatifini teşvik ederek, 1 Mayıs’ın, önceki yıllarda olduğu gibi, en yaygın ve kitlesel biçimde kutlanması güvence altına alınmalıdır. Bu noktada, sınıfa karşı sorumluluk duyan herkese büyük görevler düşmektedir. En başta da sınıfın partisine. 1 Mayıs’ın kutlanmasına dair toplantı çağrılarının sendikaların en geniş katılımıyla yapılması arzu edilen olmakla birlikte, bundan geri durulduğunda ve geri durulduğu yerde/yerlerde, şüphesiz ileri işçileri ve işyeri temsilcilerini de işin içine katarak, sınıfın birliği üzerinden ve birliği için, gerekli çağrıları gecikmezsizin yapacak düzeyde imkanlar, kamu emekçileri sendikalarında sahip bulunduğu mevziler de düşünüldüğünde, sınıf partisi bakımından sendikal hareket içinde yeterince vardır.
“Genelin dışına düşerek ‘tecrit olma’ kaygısı” ya da katılacak emekçi sayısından kaygı duyularak, basın açıklamalarıyla işi geçiştirme tutumunun reddedilmesi doğru ve zorunludur. Sınıfa güven duyulmalıdır. 1 Mayıs’ın yaygın kutlanmasında, sınıf partisinin yıllar boyu bu noktadaki ısrar ve kararlı tutumunun belirleyici rol oynadığı herkesçi bilinir bir gerçekliktir.
FABRİKA VE İŞYERİ KUTLAMALARININ ÖNEMİ
Son yıllarda 1 Mayıs kutlamaları, fabrika ve işyerlerinden ziyade, “törensel alan kutlamaları” olarak öne çıkmıştır. Bunda, 1 Mayıs’ın son iki yıldır hafta sonu tatiline denk gelmesinin, sendika bürokrasisine, kutlamaları yasak savma biçimde “resmi geçit”vari düzenlemelerle geçiştirme olanağı tanıması kadar, sınıf-dışı, üst tabaka “geleneksel sol” anlayışın “törensel tapınç narsistliliği”nin de payı vardır. Alan kutlamaları, elbette ki, önemlidir ve olacaktır. Ancak, işçi ve emekçiler cephesinden bilinç ve örgütlenme düzeyinde biriktirici olan; fabrika, işyeri ve hizmet birimlerinde yürütülecek çalışma ve kutlamalardır. Alan kutlamaları, bunların üzerinde yükseldiği oranda anlamlı olacaktır. 2006 1 Mayısı açısından ölçüt; 1 Mayıs’ta alanlarda kaç kişinin olduğundan daha fazla –ki, asla önemsiz görülüp küçümsenemez–, ne kadar işyerinde, hangi sayıda emekçinin kutlamalara katıldığı olmalıdır.
Bunun için; işçiler arasında yaygın bir propaganda, teşhir ve ajitasyon faaliyeti örgütlenmeli, yazılı materyaller ve çağrılarda genel soyut ifadeler yerine, o alandaki emekçilerin somut taleplerinden hareket edilmelidir. En basit bir talebin bile işçileri birleştirmenin bir imkanı olarak kullanılması gerektiği bir dönemden geçtiğimiz unutulmamalı. Sosyal güvenlik ve GSS noktasında işçiler, emekçiler ve emekçi halk kitlelerinin yeterince bilgi sahibi olmadığı her platformda dile getirilmektedir. Yeterli aydınlatma çalışmasının yapıldığı her yerde, “ GSS’ye karşı 1 Mayıs’a” çağrısı işçileri birleştirecektir.
Aynı şekilde, “ … talebimiz için birleşelim, birleşir örgütlenirsek haklarımızı elde edebiliriz. 1 Mayıs, birlik, mücadele ve dayanışmamızın en özlü ifadesidir. 1 Mayıs’ı birlikte örgütleyerek kutlamalıyız” fikrinin işçilere mal edilerek pratik bir hale büründürülmesi, 1 Mayıs’ın işçilerin mücadelesinde gerçek yerine oturması bakımından önemlidir.
İşyeri kutlamalarının, iş bırakılarak örgütlenemediği yerlerde, yerine göre, işbaşı yapmadan önce, öğle tatilinde ya da iş çıkışı topluca yapılması, işçilerin bilinç ve örgütlülüklerinin geliştirilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu yüzden, ne gerekçeyle olursa olsun küçümsemek bir yana, işyeri kutlamalarının örgütlenmesine önayak olunmalıdır. Alan kutlamalarının, işyeri kutlamalarının ardından ve üzerinden geldiği ölçüde anlam ve değeri büyüyecektir.
İşçi hareketi ve sendikal hareketin geleceği bakımından, 1 Mayıs hazırlık çalışmaları ve kutlamalarında, Organize Sanayi Bölgelerinde yürütülecek faaliyet büyük önem arzetmektedir. Organize sanayi bölgeleri temelinde kutlamalar örgütlenmesi savsaklanamaz ve önemi görmezden gelinemez. 1 Mayıs hazırlıkları kapsamında işyeri toplantıları ve bölge düzeyinde paneller örgütlenerek, işçi ve emekçilerin içinde bulunduğu durum, sermayenin saldırıları ve yol açtığı etkiler üzerine tartışılarak, birleşme ve sendikal örgütlenmenin gereği ve önemi vurgulanmalıdır. OSB’nde 1 Mayıs vesilesiyle düzenlenecek mütevazı kültürel etkinlikler, genç işçi kuşakları arasında duygu bağlarını güçlendirecektir. Hazırlık ve kutlamaların bu yanı ihmal edilemez.
Bir demokrasi sorunu olarak Kürt sorunu üzerinde önemle durulmalıdır. Şoven, milliyetçi tarzda kışkırtmaların yol açtığı bölünmenin Türk, Kürt her milliyetten emekçilere verdiği zarar somut olarak ortaya konulmalıdır. Tüm kışkrtma ve provoke edici tutumlara rağmen, 2006 Newrozu’nun barış ve kardeşlik içinde geçmesi; aynı birlik ve kardeşliğin 1 Mayıs’ta da yaşanmasının imkanlarını genişletmiştir. Nitekim, Newroz’daki barış ve kardeşlikten rahatsızlık duyan güç odakları, Newroz’un hemen ardından harekete geçmişlerdir. Diyarbakır’da, gerilla cenazeleri bahane edilerek estirilen gerici terör ve sıkılan kurşunların barış ve kardeşliğe yönelik olduğu açıktır. Emek ve demokrasi güçleri, karanlık güç odaklarının bu girişimlerini boşa çıkartmak üzere, Türk-Kürt kardeşliğine her zamankinden daha fazla vurgu yapmak durumundadırlar. Kürt sorununa ilişkin devlet, hükümet ve Genelkurmay’ın yaklaşımlarının Türkiye’yi her geçen gün daha fazla ABD’nin dümen suyuna soktuğunu ve ülkemizi Ortadoğu’da ABD’nin GOP bataklığına sürüklediğini ortaya koyarak; Kürtlerin tam hak eşitliğinin kabülünden en başta işçi ve emekçilerin çıkarı olduğu cesaretle savunulmalıdır. “Emperyalizm ve sermaye karşısında milliyetçi temelde bölünme değil, (elbetteki eşit haklara dayalı olarak) kardeşlik temelinde birlik”, emekçilerin temel şiarı olmalıdır.
Diğer yandan, son örneği Şemdinli’de ortaya çıkan ve ucu generallere kadar uzanan çete bağlantıları gizlenemez bir noktaya ulaşmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın yargılanması talebi etrafında yoğunlaşan tartışmalar şimdilik sönmüş gibi görünse de, yarın bir başka vesileyle yeniden benzer tartışmalar gündeme gelecektir. Diyarbakır’da gerçekleşenler buna aday durumdadır. Demokratikleşmenin önündeki en büyük engeli oluşturan bu tür örgütlenme ve ilişkiler teşhir edilerek, sorumlularının yargılanması bir demokrasi talebi olarak öne çıkartlmalıdır.
İşsizlik ve yoksullukla boğuşan emekçi semtlerde, “işsizliğe ve yoksulluğa karşı 1 Mayıs’a” sloganı etrafında yürütülecek bir çalışma; sermayenin saldırıları karşısında yürütülecek birleşik mücadelenin önemli dayanaklarından olacak bu alanlarda, birleşmenin zeminini güçlendirecektir. Emekçi semtlere yönelik propaganda ve ajitasyonun bu durum gözetilerek ele alınması herhalde zorunludur.
Son yıllarda 1 Mayıs kutlamalarına katılanların yaşlarına bakılarak, haklı olarak, “Genç 1 Mayıs” nitelendirmesinde bulunulmuştur. Bu durum, gerek işçi, gerekse öğrenci gençliğin ülke sorunlarına ve kendi geleceklerine karşı duyarlılığını göstermektedir. Bugün işçi sınıfının genç kuşaklarının yüz yüze olduğu sorunlar olsun (büyük bir bölümü işsizliğin pençesinde kıvranmaktadır), öğrenci gençliğin gelecek korkusu olsun, düne göre daha da büyümüştür. Fransa’da, 26 yaşın altında işe girenlerin işten atılmasını kolaylaştıran yasa karşısında Fransa gençliğinin verdiği mücadele, gençliğin taşıdığı mücadele potansiyelini göstermesi bakımından oldukça öğreticidir.
8 Mart çalışmaları, düzenlenen etkinlikler, emekçi kadınların toplumsal, siyasal sorunlar ve gelişmelere karşı geçmişten çok daha fazla duyarlı hale geldiklerini göstermiştir. Emekçi kadınlar arasında mayalanan örgütlenme ve mücadele isteği 1 Mayıs’a taşınmalıdır. Emekçi kadınların acil taleplerini merkezine koyan 1 Mayıs çalışmaları, kadın hareketinin emekçi karakter kazanmasını güçlendirirken, emekçi kadınların örgütlenme imkanlarını da geliştirecektir.
Yaşasın 1 Mayıs
Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!