1 Mayıs, işçi sınıfı ve emekçiler açısından tarihsel olduğu kadar, sınıf mücadelesinin güncel seyrine ilişkin sunduğu veriler açısından da vazgeçilmez bir önem taşır. Hazırlık döneminden başlayarak, 1 Mayıs günü gerçekleşen gösterilere uzanan zaman diliminde, sürdürülen tartışmalar esnasında, işçi ve emekçilerin sermaye ve burjuvaziye karşı aktüel talepleri, genel taleplere göre sivrilerek öne çıkar. Doğal olarak, ülkeden ülkeye taleplerde farklılıklar görülür. Uzun yıllar boyunca ileri kapitalist ülkelerde, asıl olarak varolan sosyal hakların daha da ilerletilmesi talebi öne çıkarken, bağımlı geri ülkelerde sendikal ve siyasal örgütlenme özgürlükleri ve bu temelde grev, genel grev vb. talepleri öne çıkardı. Bir dönemden beridir, ileri kapitalist ülkelerle bağımlı ülkeler işçi ve emekçilerinin 1 Mayıs’ta ortaya attıkları taleplerde benzeşme öne çıkmaya başlamıştır. 2005 1 Mayıs’ı, giderek artan benzeşmenin artık tümüyle aynılaşma noktasına ilerlediğini gösterdi.
Dünya ölçeğinde milyonların, ülkemizde –74 merkezde düzenlenen– yüz binlerce işçi ve emekçinin katıldığı gösterilerde atılan sloganlar ve dile getirilen taleplerin merkezini, çalışma hayatının kuralsızlaştırılması (esnek çalışma, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma dayatmaları vb.), özelleştirmeler, sosyal hak gaspları, düşük ücret dayatmaları vb. oluşturuyordu.
***
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı, 1 Mayıs 2005’e, emperyalizmin ülkemiz üzerinde ekonomik, siyasi ve askeri açılardan yoğun dayatmaları altında girdi. Ülkenin IMF ile 3 yıllık dönemi kapsayan yeni bir stand by anlaşmasının imzalanmasına zorlanması; Ermeni sorunu, Kürt sorunu ve Kıbrıs gibi meselelerin kaşınarak İncirlik Üssü başta olmak üzere, ABD taleplerinin kabul ettirilmek istenmesi, yine benzer biçimde, Avrupa Birliği’nin giderek artan talepleri, bu çerçevede ilk söylenecek şeylerdir.
Bütün bu talepler ve dayatmalar karşısında, AKP Hükümeti ve işbirlikçi sermaye çevreleri tam anlamıyla biat ederek, teslimiyetçi bir tutum takındılar. “Dışarıya karşı” teslimiyet ve diz çöküş, “içeriye”, yani halka ve emekçilere karşı sürdürülen sömürü ve baskı politikalarının daha dizginsiz bir hal alacağı anlamına gelmekteydi.
Nitekim bugün İncirlik Üssü ABD’nin istediği koşullarda hizmete açılmış, IMF ile işçi sınıfı ve emekçi halka deli gömleği giydirme anlamına gelen 3 yıllık yeni stand by anlaşması imzalanmış, AB’ye de istediği “güvenceler” verilmiştir.
Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılan değişiklikler, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin, tehdidin “dış”tan değil, artık (yoksulluk ve işsizliğin yol açacağı sosyal patlamalar biçiminde) “iç”ten geleceği yönlü değerlendirmeler ışığında “yenilenme”si (Seydişehir’de özelleştirmecileri işyerlerine sokmayan işçilere yönelik polis ve jandarma saldırısı, bu yenilenmenin ne menem bir şey olacağının ip uçlarını vermiştir) ise, egemen sınıfların, baskı politikalarına karşı oluşacak emekçi ve halk muhalefetini etkisiz kılmaya yönelik attığı adımlardır.
BİRLİK VE KARDEŞLİK
1 Mayıs, işçi ve emekçiler bakımından, emperyalizmin ve işbirlikçi gericiliğin artan saldırılarına karşı ilk barikatı oluşturmanın bir imkanı durumundaydı. Bu ne ölçüde başarıldı? Bugünkü gelişmelere bakılarak, bu soruya olumsuz yanıt vermek mi gerekir? Sınıf mücadelesinin sorunlarının, “Gordiom”u tek bir vuruşla çözen “İskender kılıcı” misali, darbeci tarzda, tek bir grev, gösteri veya mitingle çözülemeyeceğini, çözüm ve başarının, iniş ve çıkışlarla karakterize diyalektik bir süreç izleyerek sağlanabileceğini savunanlar açısından, soruya verilecek yanıt olumlu olmak durumundadır.
Birinci olarak; 2005 1 Mayısı’nın Kürt illerini de kapsayacak biçimde bugüne kadarki en yaygın kutlama olması, işçi ve emekçilerin AKP Hükümeti ve sermaye cephesinin politikalarından duydukları hoşnutsuzluğun ve bu politika ve uygulamalara karşı taşıdıkları mücadele potansiyelinin boyutlarını göstermiştir. Bu durum, her vesileyle “biz ne yapalım, taban mücadeleye gelmiyor” diyerek, işçi ve emekçileri suçlayan her renkten sendika bürokrasisi ile “işçi sınıfının oynayabileceği devrimci bir rol kalmadı” diyerek işçi sınıfının dışında farklı arayışları örgütlemeye soyunan liberal solcuların yalan ve sahtekarlıklarını net biçimde göstermiştir. Tabanın kararlılığı Trakya başta olmak üzere, pek çok bölgede, yerel emek platformlarının örgütlenmesini beraberinde getirmiş, sendikal hareketin sermayeye karşı yeni mevziler edinmesini sağlamıştır. Şüphe yok ki, bu kazanımın doğmasında, 1 Mayıs’ın yerel düzeylerde yagın şekilde kutlanmasının rolü büyüktür.
İkincisi; Kürt ulusal hareketi ile sınıf hareketinin birliğinin sağlanmasının emek ve demokrasi mücadelesi bakımından tayin edici önemi herkes tarafından kabul edilmektedir. 2005 1 Mayısı’nda, Kürt illerinde, halkların kardeşliği talebinin yanına sınıf dayanışması ve kardeşliğini koyarak alanlara çıkan Kürt ulusundan işçi ve emekçiler, bu yönlü istek ve eğilimlerini göstermişlerdir. Kürt işçi ve emekçilerinin attığı bu adımın, birliğin sağlanmasında, bugüne kadar atılan adımlara göre devasa önemi görülmelidir.
Güncel bir olay çok daha açıklayıcı olacaktır: Bayrak provokasyonu ile tırmandırılan gerici şoven dalganın asıl hedefinin, Türk, Kürt ve her milliyetten işçi ve emekçilerin ekmek ve özgürlük talepleri olduğu ve gerici dalganın ancak ortak sınıf tutumuyla hareket edildiği oranda kırılabileceği kabul ediliyorsa (tartışılmaz bir doğrudur); 2005 1 Mayısı, bu noktada da bir birikim yaratmıştır. Olumlulukların daha da ileriye taşınabilmesi için, Kürt emekçilerinin 2005 1 Mayısı’nda uzattığı el, Türk işçi ve emekçileri tarafından karşılıksız bırakılmamalıdır. Görev, bu noktada, sınıf bilinçli işçilere, mücadeleci sendikacılara ve en başta da sınıf partisine düşmektedir.
Üçüncü olarak; hemen tüm kutlamalarda katılımcıların yaş ortalaması oldukça düşük, katılımcıların çoğu gençti. Bu yüzden, 2005 1 Mayısı’na genç bir 1 Mayıs demek yerinde olacaktır. Öğrenci gençlik içinde liseli gençliğin yaygın katılımı, hükümetin eğitim politikalarının bu alanda doğurduğu tepkiyi açıktan gösteriyordu. Öğrenci gençliğin durumuna ilişkin değerlendirme, ayrı bir yazı konusudur. Biz burada, asıl olarak, işçi, işsiz gençlik üzerinde durmak istiyoruz.
Her tür haktan yoksun biçimde çalışan genç işçiler, taşıdıkları derme çatma denebilecek pankart ve dövizlerde kuralsız çalıştırmaya karşı sendika, sigorta, 8 saatlik işgünü, insanca yaşamaya yetecek düzeyde bir ücret ve insan onuruna yakışan koşullarda çalışma özlemlerini dile getirmişlerdi. Bu taleplerin 1 Mayıs alanına bu yıl geçmişten çok daha yaygın bir biçimde taşınmış olması, özellikle genç işçi kuşaklarının sınıfın mücadele tarihini öğrenmeye yöneldiklerini göstermektedir. Sınıfın sendikalarda örgütlü bölüklerinin; genç işçilerin taleplerinin elde edilmesinde kendilerine düşen rolü daha ileriden görmelerini sağlamak bakımından da, 2005 1 Mayısı kazandırıcı olmuştur.
İŞÇİNİN ESERİ
Bu gibi olumlulukların yanında, önemli eksiklikler de vardı. Bunların başında, emekçi tabanındaki dinamizme ve Kürt demokratik hareketinde sınıf ve emekten yana takınılan ileri tutuma rağmen, kutlamalara katılan işçi sayısının olması gerekenin gerisinde kalması geliyordu.
İşçi ve emekçilere karşı samimi olunacaksa, eleştiri ve değerlendirme yaparken, öncelikle bu nokta üzerinde durulmalıdır. 1 Mayıs öncesi, işçi hareketi ve sendikal hareketin istikrarsız bir seyir izlemesi, bu eksikliği izah etmeye yetmez. Kaldı ki, istikrarsızlık, “ölü toprağı sessizliği” ya da “yaprak kımıldamıyor” anlamında bir durgunluk olarak nitelendirilemez. İstikrarsızlık, öncelikle, sermayenin saldırıları karşısında, hareketteki birleşme ve politikleşme düzeyinin eksikliği sonucu sürekliliğin sağlanamayışını ifade eder.
Nitekim, aynı dönemde, SEKA direnişi, TEKEL işçilerinin eylemleri, BES’in iş bırakma eylemleri, sağlık emekçilerinin eylemleri, Eğitim-Sen’in kapatılmasına karşı eylemler, işten atmalara karşı eylemler, sendikal örgütlenme çabaları vb., (hareketteki istikrarsızlık sonucu) her ne kadar, birleşip genel bir eyleme dönüşmemiş olsa da, sendikal hareketin oldukça canlı bir süreç izlediğine delaletti. Bu durum, 1 Mayıs’ta alınacak doğru bir tutumla, o ana kadar başarılamayanı (hareketin birleşmesi ve giderek istikrarlı bir hareket olmaya doğru ilerlemesini) başaracak birikimin oluşturulabileceğini göstermekteydi.
Ne var ki, işçiler bu yönlü girişimlerinde yalnız kaldılar. İşçilerin çabaları, sendika bürokrasisinin hareket üzerindeki etki ve denetimini tümüyle kırmaya ve 1 Mayıs’a çok daha geniş işçi katılımını sağlayarak, moral güç birikimini daha ileri mevzilere taşımaya yetmedi.. 1 Mayıs alanlarında sık tanık olunan “bu birliğimiz 1 Mayıs’la sınırlı kalmasın, işyerlerine de taşınsın” sözleri, işçilerdeki birleşme isteğini gösterdiği gibi, kendi gücünü gördüğü oranda moral bulduğunu da bir kere daha göstermiştir.
Ancak, işçiler;
a- 1 Mayıs’ın 2004 yılında olduğu gibi bölünerek kutlanmasına izin vermediler.
b- Kortejlerde yürüyen işçi sayısı az olsa da, hemen tüm sendikaların 1 Mayıs alanlarına gelmesini sağladılar.
c- 1 Mayıs’ın yaygın şekilde kutlanması onların eseri oldu.
SINIF, SINIF PARTİSİ VE SINIF-DIŞI “SOL”
İşçi sınıfı 1 Mayıs’ı örgütlerken, sınıfın partisi bu çabalara içtenlikle katılmaya ve destek vermeye çalıştı. 1 Mayıs’ın ortak kutlanmasında sınıf partisinin bir önceki yıl aldığı doğru tutum, ön açıcı ve birleştirici oldu. Bir yıl boyunca sürdürülen ideolojik ve politik mücadele, SEKA işçilerinin tüm emek güçlerini birleştiren eylemiyle sınıf mücadelesinin canlı pratiği tarafından da doğrulanınca, bu yıl, marjinal “sol grup”lar dışında, sendikal ve siyasal cepheden kimse, ayrı alanlarda 1 Mayıs fikrini savunamadı. Ülke düzeyinde yaygın kutlamalar örgütlenmesinde partinin işçileri cesaretlendiren tutumu büyük rol oynamıştır. Tek merkezde ya da olmadı, bölgesel düzeyde kutlamayı savunanlar, işçilerde gelişen bu direnç karşısında, geri adım atmak zorunda kaldılar. Talepler ve sloganların genellikten kurtularak, işyerlerine/sektörlere özgü (acil talepler biçiminde) bir içeriğe bürünmesinde de, partinin çabaları etkili oldu.
Ancak fabrika, işyeri ve üretim birimlerinde yürütülen parti çalışmasının yeterli derinliğe ulaşamadığı, ve bu nedenle, sendika bürokrasisinin bu alanlardaki etkisinin kırılmasının sınırlı düzeylerde kaldığı bir gerçektir. Sınıf partisinin örgüt ve üyelerinin, sınıfa karşı duydukları sorumluluk gereği, bu sorun üzerinde irdeleyici olacakları muhakkaktır.
2005 1 Mayısı’nda sınıf partisinin yanı sıra, işçilerin ve emekçilerin çabalarına destek veren diğer bir politik hareket, 1 Mayıs’ın Kürt illerinde de yaygın biçimde kutlanmasında ciddi bir rol oynayan DEHAP oldu. Geriye kalanlar, her 1 Mayıs’ta olduğu gibi, “yıllık şov”larını yaptılar. Sadece kendilerini ifade eden bayraklar, flamalar, şapkalar, atkılar, fularlarla zenginleştirilmiş, “vudu ayinleri”ni aratmayacak türde ritüeller eşliğinde, sınıf dışılığın envai çeşit örneklerini sergilediler. Ancak, aralarında tavrı ve tutumuyla hepsinden ayrışan biri vardı ki, dağlara taşlara… Adıyla müsemma TKP.
Bir bölümü, tüm dikkat ve enerjisini, yıl sonu müsameresine hazırlanan mektep çocukları misali, kendi gösterisine yoğunlaştırır; bir bölümü, sınıfın dışında nasıl mümkün oluyorsa, “Devrimci 1 Mayıs Platformu” kurduğunu iddia ederken; TKP, kendisine, işçi sınıfını hizaya sokma misyonu biçmişti. Diğerlerinin hakkını yemeyelim; sınıf dışılığın doğal bir sonucu olarak, kendileri çaldılar, kendileri oynadılar. Kendilerince “1 Mayıs’ı kızıllaştırdılar”. Ancak hiçbiri, araya polis kordonu çekerek, işçilerin karşısına geçip, ayrı kürsü kurarak, kendi mitinglerini yapmadı. İşçilerin kürsüsüne “mikrofonu kısın” diyerek, işçilerin sesini boğmaya yeltenmediler. Bu onur TKP’ye ait oldu!
TKP yaptığının doğru olduğunu yazan bir kitap biliyorsa, adını bize de söylesin. Bakalım, hem komünist, hem de işçi sınıfına karşı konumlanmak bir arada nasıl oluyormuş! Ancak, tırnak içi komünistlerinin, bu saptamamızın dışında olduğunu da belirtelim. Sınıftan kopuk, “üst tabaka devrimciliği” ve “solculuğu”nun sınıf hareketi karşısında ne kadar gerici bir rol oynadığı /oynayabileceği, TKP’nin “2005 1 Mayıs eylemi”yle bir kere daha görülmüştür.
DESTEK VE YARDIM
Özetlemek gerekirse, 2005 1 Mayısı’nda; birinci olarak, Kürt ulusal hareketi ile sınıf hareketinin birleşme imkanlarının düne göre çok daha gelişkinliği; ikinci olarak, tabandaki işçi ve emekçilerin güçlü mücadele isteği, iki olgu olarak, öne çıkmıştır. Sendika bürokrasisine iş kalsa, yaygın kutlamalar yerine, geçen yıl olduğu gibi bölünmeyi körükler, olmadı, tek merkezde yapılacak bir “etkinlik”le işi geçiştirmeyi tercih ederdi. Sendika bürokrasisini, zevahiri kurtarmak adına da olsa, mevcut adımları atmaya zorlayan şeyin, işçi ve emekçilerin sermayenin saldırılarına karşı mücadele edilmesi noktasında tabandan geliştirdiği güçlü istek olduğu görülmeden, yapılacak bütün değerlendirmeler, atılacak tüm adımlar havada kalacaktır.
Ülkemizin en temel sorunlarının başında Kürt sorunu gelmektedir. Bu sorunun çözümsüzlüğünden en büyük zararı, Türk, Kürt ve her milliyetten işçi ve emekçiler görmektedir. Kürt sorununun demokratik halkçı tarzda bir çözüme kavuşması için, 1 Mayıs’ta yükselen birlik ve kardeşlik duygusu daha da ilerletilmelidir.
Öte yandan, sınıfın, organize sanayi bölgelerinde her haktan mahrum, örgütsüz biçimde çalışan, yürüttüğü sendikalaşma, ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi mücadeleleriyle en dinamik kesimini oluşturan genç kuşağının, kendilerini ifade eden pankartlarla çeşitli siyasi grupların kortejlerinde yürümeleri, yön bulmakta zorlandıklarını ve kendi doğal sınıf mecrasına girmek için yardım beklediklerini göstermiştir.
Sınıfın ileri unsurları, mücadeleci sendikacılar ve sınıf partisinin üyeleri, işçilerin günlük mücadele ve eylemi içinde, 1 Mayıs’ta öne çıkan ve yukarıda vurgulanan olgular çerçevesinde ihtiyaç duyduğu yardım ve desteği işçi ve emekçilere vermelidir.
AKP hükümetinin imzaladığı yeni stand by anlaşmasıyla IMF’ye ve emperyalist merkezlere verdiği taahhütler ortadadır. İşçi sınıfına ve halka tam anlamıyla bir “deli gömleği” giydirilmek istendiği de ortadadır. Seydişehir’de işçilere ve halka vahşice yapılan saldırıların arkasındaki IMF ve onun güdümündeki hükümet ve sermaye çevrelerinin kararlılığını görmek gerekir. Eğitim Sen’in kapatılma kararı, TCK’da yapılan yeni düzenlemeler, Ermeni ve Kürt sorunu vesile edilerek şovenizmin sürekli biçimde kışkırtılması, emek ve demokrasi güçlerine yönelik yeni bir saldırı dönemine girildiğini göstermektedir.
Aynı kararlılıkla karşı konulmadığı sürece, baskı ve saldırıların ardı arkası kesilmeyecektir. Seydişehir işçileri üzerlerine düşen yapmış, gerekli tavrı göstermiştir. Özelleştirmeye muhatap işkolları başta olmak üzere, işçi, memur tüm sendikalar, Seydişehir işçilerinin başarısı için, temenni dileklerinin ötesine geçen bir sınıf tutumunu ortaya koymalıdırlar. Sınıf tarzıyla verilecek destek ve dayanışma, işçi hareketi ve sendikal harekette yaşanan istikrarsızlıkların giderilmesinde olumlu bir rol oynayacak, işçi hareketi sermayenin saldırılarına birlik halinde karşı koyma yeteneğini, bu eylem ve mücadeleler içinde kazanacaktır.
Bunu başaracak dinamizm ve isteğin işçi ve emekçilerde fazlasıyla var olduğu, 1 Mayıs 2005’te açık biçimde görülmüştür.