İspanya: Marksist-Leninist partiye doğru

İspanyol Marksist-Leninistlerinin tek partisini oluşturmaya yönelik heyecan verici görev gelişme kaydetmekte. Kesintilere, birçok zorluk ve soruna rağmen ilerledik. EKİM’in de üyesi olduğu Komünist Örgütler Ulusal Komitesi (CEOC), tüm İspanya çapında delegelerin ve CEOC ile ilişkisi olan örgütlerin katılımıyla geçen Şubat ayında II. Konferansı’nı yaptı. Ayrıca yeni ortaya çıkan Katalonya Komünist Örgütü’nden de bir delegasyon, tartışmalara doğrudan ve özgürce katılım hakkıyla davetli olarak Konferans’ta yer aldı. Gündemde esas öneme sahip iki konu vardı: “Nasıl bir Parti’ye ihtiyacımız var?” ve “İşçi hareketi ve sendikal hareket üzerine”. Her iki konu da haftalar öncesinden bütün birimlerde tartışılmış, düzeltme ve önerileri alınmıştı. Böylece çalışmalar hızla ve verimli bir biçimde ilerlemişti. Birkaç yıl öncesinde fikirler ve tutumlar konusunda birleşmek mümkün olmadığı halde, ideolojik ve teorik birliği sağladık. Şimdi görevimiz, günlük çalışma konusunda bütün örgütlerin pratiğini uyumlu hale getirmektir ki, ilkelerde birlik sözkonusu olduğundan, bunu sağlamak zor olmayacaktır.
Ne var ki, katettiğimiz yol güllerle döşeli değildi. Öncelikle, karşılıklı sınırlı bilgi nedeniyle her zaman ortaya çıkan “ötekine karşı” güvensizliği yenmek gerekti. Bu nedenle, uzun bir zamana ihtiyacımız vardı; sadece fikirleri tartışmak ve çatışmak için değil, aynı zamanda –ki bu ikincil bir sorun değildir– uzun ve bazen sıkıcı toplantılarda, Gençlik Kamplarında, İspanyol buruva hükümetine karşı günlük politik mücadelede, her tür reformist akımlara karşı sendikal mücadelede, Cumhuriyet için ve Franko’nun dayatması monarşiye karşı mücadelede vb. kişisel ilişkileri derinleştirmek ve birlikte yaşam açısından da bu gerekliydi. Ayrıca Marksist-Leninist Parti ve Örgütler Uluslararası Konferansı’nın (MLPÖUK) varlığı ve pratiğinin de başlangıçtan beri bizim açımızdan büyük yardımı olduğunu vurgulamamız gerekir. CEOC’ta yer alan diğer örgütlerden yoldaşları daima Konferans’ın çalışmaları ve açıklamaları hakkında bilgilendirmeye devam ettik. Konferans’ın bazı oturumlarına CEOC’dan yoldaşların da katılımı gerçekten olumlu oldu. Sadece Ekim Komünist Örgütü değil, CEOC mensubu diğer örgütler de, MLPÖUK’nı, en ileri uluslararası Komünist örgütlenme olarak ele alıyor ve gelecekteki Enternasyonal’in embriyonu olarak görüyorlar.

*
Ayrıca CEOC içerisinde de manevralara karşı da mücadele etmek zorundaydık. Bunlar, harekete yabancı unsurların teşvik ettiği, “koşullar henüz olgunlaşmış değil” diyerek birliği engellemeye ve geciktirmeye çalışan; sendikal mücadeleyi bir kenara bırakan ve onu kendiliğindenciliğe ve elitçi anarşizme teslim eden, reformist sendikalar içinde çalışmayı değersiz bulan ve buna karşı çıkan unsurlardı. Proletarya ve kitleler neredeyse komünistlerin oralarda çalışma yürütmesi gerektiğini öngören leninist öğretiyi anlamayan unsurlardı. İspanya’daki başlıca büyük sendikalar olan CC.OO ve UGT’nin reformist ve sosyal-ihanetçi oldukları ve üst düzey liderlerinin kapitalizme çok iyi hizmet ettikleri kesindir; fakat sendikalı işçilerin büyük çoğunluğunun bu iki sendikada örgütlü oldukları da bir gerçektir. Sendikalı işçiler sınıfın küçük bir kesimini oluştursa da elimizde olan budur…. Bu, çalışmalarımızı bu sendikalarla sınırlayacağımız anlamına gelmediği gibi, binlerce işçiyi kendi kaderine terkedeceğimiz anlamına da gelmez. Sendikaların reformist olmaları (ki İspanya’da hep böyle olduklarını söylemek gerekir) bunlar içerisinde çalışmaya son vermemiz anlamına mı gelir? Konferansa sunulan belgede de vurguladığımız gibi: “Kesinlikle hayır. İşçi hareketine müdahalemiz kesinlikle sendikal alanla sınırlı olmak zorunda değilse de, her bölgenin kendi somut koşullarından yola çıkarak işçilerin kendilerinin oluşturduğu platformlar, komiteler vb. diğer organik yapılarla da birlite çalışmamız gerekir; işçilerin kendi gücüne güven duymasını sağlamak için esas yapılması gereken sınıfı birleştirmektir ki bu da kitlelerin olduğu her yerde oportünistlere karşı mücadeleyi gerektirir.”
İspanya’da yeni Marksist-Leninist parti henüz doğmadı, hala oluşum halinde; ama oluşmadan önce onu yıkma ve sabote etme çabasıyla sınıf düşmanları bize saldırmaya ve karalamaya başladı bile. Bazısı örtülü bazısı açıktan yapılan bu tür saldırılar, farklı alanlardan olmakla birlikte, ilginçtir ki, hepsi de, zamanında revizyonist partiye bulaşmış çevre ve gruplardan geliyor. Bu bir tesadüf değildir. Bugün parçalanmış ve işlevini yitirmiş durumda olan eski İKP’den kopan kesimleri gözlemek kesin bir gerekliliktir. Bunların arasında bu durumdan çıkış yolu arayan dürüst insanlar, içten militanlar da var. Bunların birçoğuyla birlikte çalışma yürütüp iyi de sonuçlar aldık. Ancak ne yazık ki bunların arasında, revizyonist parti ile organik bağlarını koparmış olmakla birlikte ideolojik bağları devam eden, reformist ve belirsiz tutumlarını sürdüren, büyük ihanetçi Santiago Carrillo’nun tohumlarını attığı anti-Leninist ideolojiyle bulanmış birçok unsur da var. İlkel ve kindar anti-Stalinizmden ise daha söz etmedik. Bu unsurlar çoğu zaman tutumlarının objektif olarak anti-komünizme denk düştüğünün farkında değiller. Bu nedenle bizim gibi, bugün hala İspanya’da var olmayan komünist partinin yeniden inşası için yıllardır çaba gösterenlere saldırıyorlar. Bu nedenledir ki, bu duruma karşı durmak için Mmarksist-Leninist, ya da aynı anlama gelmek üzere devrimci bir partinin yaşamsal gerekliliği konusunda ısrarlı olmamız gerekir. Reformistleri, sosyal demokratları ve diğer komünizm düşmanlarını rahatsız eden nedir? Onları rahatsız eden, onlara zarar veren, Marksist-Leninistlerin –örneğin şiddete dayalı devrim ilkesinin genel geçerliliği konusundaki– açık ve tutarlı tutumlarıdır. Yıllardır sınıf mücadelesinin artık geçmişte kaldığını, proleter sınıfın artık varlığını yitirdiğini -son dönemlerin moda teorisi- çünkü globalleşmeyle birlikte onun artık “preker sınıf”a (yani, çalışacak iş bile bulamayan en alt tabaka– ç.n) dönüştüğünü iddia ediyorlar. Sınıf mücadelesi tarihin motor gücü müdür?
Onlara göre, bunlar eski, nostaljik teorilerdir: Sosyalizm şiddete başvurmaksızın pasif yollardan, parlamenter yoldan da gerçekleştirilebilir. Burjuvazi çok daha medeni hale geldi, öylesine ki, iktidarının proleter sınıf tarafından ele geçirilmesine şiddet yoluyla karşı gelmeyecektir… Bu, kendisini dayatan bir delilin görmezden gelinmesi, tarihin, tüm geçmiş deneyimlerin (ve gelecek olanların) inkarı anlamına gelir. Burjuvazinin ve onun esas ifadesi olan emperyalizmin doğasında hiçbir değişim olmamıştır, olamaz da. İnsanın insan tarafından sömürüsüne, örneğin Afrika’da açlığı ortadan kaldırmaya, yağma savaşlarına son vermeye karar veren, toplumsal gelişmeden yana tutum alan medeni varlıklar haline gelmemişlerdir. Kendi sınıf imtiyazlarını korumak, karlarını arttırmak için burjuvazi, emperyalizm değişik şekillerde ortaya çıkan –ekonomik tedbirlerden baskılara ve ihtiyaç duyarsa açık savaşlara kadar– sınıf şiddetini arttırmıştır. Globalleşme, iş güvencesinin olmaması, işten çıkarma, kazanılmış sosyal hakların tek tek budanması, özelleştirme vb. değilse nedir? Yalnızca büyük devrimleri değil, fakat örneğin Küba’ya ambargoyu, Nikaragua’daki manevraları, Venezuella’da Chavez’in yaptığı ufak tefek reformlara karşıyı tepkiyi de akılda tutmak gerekir. Biz komünistler, sadece şiddet kullanılsın diye şiddet istemiyoruz. Şiddet; burjuva devletin, emperyalizmin halka karşı, kendi dayatmalarını kabul etmeyenlere karşı kullandığı yoğun şiddetin gereği olarak ortaya çıkar. Hayır, burjuvazi ayrıcalıklarını kendi rızasıyla terkedecek kadar medenileşmemiştir. 
Saldırıların, daha önce de belirttiğimiz gibi, komünist hareketin saflarındaki ajanların gizli, ikiyüzlü, alçakça saldırılarının ortaya koyduğu da budur. Herşeyi doğru adlandırmak gerekir. Bazen bize, bu yolda ilerlemek için nasıl hareket ettiğimiz soruluyor. Bu makalede bunun yanıtı kısmen var; ama özetlemek gerekirse, şunları belirtmeliyiz: Açıklıkla konuşarak, tutumumuzu açıktan ortaya koyarak, başkalarının tutumunu reddetmeyerek, açık tartışmalar yürüterek, ortak noktalar arayarak, varılan anlaşmalara uyarak ve titiz bir saygı göstererek. Hepsinden önemlisi ise, esas dayanakları, yani Marksist-Leninistlerin, bir başka deyişle biz KOMÜNİSTLERİN savunması gereken ilkeleri belirleyerek. Buna ek olarak da, politik durum üzerine günlük çalışmada ortak planlar belirleyerek; çünkü sınıflı bir toplumda yaşıyoruz ve sınıf mücadelesi –döneklere rağmen– varlığını sürdürüyor ve bu mücadele, komünistlerin yer alması gereken, ertelenemeyecek bir mücadeledir. Bir diğer önemli soru da şudur: Politik taktiklerimizin doğruluğunu günlük çalışma içerisinde değilse başka nerede sınayabiliriz? Bu, başından beri CEOC içerisinde yer alanların açıkça bildiği bir konudur. Eylem çizgilerimizi oluşturmak için derin tartışmalar yürüttük. Hiçbir şey kendiliğinden ortaya çıkmaz. Herşey tahlillerin, alınan kararları uygulama ve doğru ya da yanlış olduğumuzu ortaya koyma çabasının bir ürünüdür. Marx’ın da ünlü “Feuerbach Üzerine Tezler”de belirttiği gibi, doğrunun kriteri pratiktir.
“[Pratik,]  insanın düşüncesinin doğruluğunu, bir başka deyişle gerçekliğini, gücünü, ‘dünyevi niteliğini’ gösterdiği yerdir.”
“…Yaşamın bakış açısı, pratik, bilgi teorisinin birincil ve temel noktası olmalıdır…” (Lenin)
“Devrimci pratik ile çözülmez bir bağ kurması durumunda teori, işçi hareketinin yenilmesi zor bir gücü haline gelir.” (Stalin)
Teori haline getirilemeyecek hiçbir şey yoktur, ancak onun doğruluğunu kanıtlayacak olan pratiktir. Ya da şöyle denebilir: Teori, pratiğe dayanarak doğar. İşçi hareketi tarihinde, günlük, somut pratiğin, oportunist tutumları ya da şu ya da bu kimselerin yanlışlarını nasıl darmadağın ettiğinin sayısız örnekleri vardır. Gerçeklerin inadı diye adlandırdığımız budur: Çarpıtmalara ve ayrıntılı tartışmalara rağmen, sonunda galip gelen onlardır. Biz İspanya komünistleri bu adımları atmaktayız. Zorluklara ve sorunlara karşı, düşmanlarımızın oyun ve çarpıtmalarına karşı, planlanan yolda ilerliyoruz.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑