1- Gerici, emperyalist ve Siyonist güçlerce Arap-Müslüman dünyasının “uluslararası terörizmin rezervi” olarak gösterildiği bir dönemde, her sözü edildiğinde bu dünyayla birlikte anılan “terörizm” olgusuyla ilgili duruşumuzu berraklaştırmamız gerekiyor. Gerici güçler, bu gerekçeyle Arap-Müslüman dünyasının işlerine karışıyor, saldırıyor ve iktidardaki yozlaşmış hükümetleri destekliyorlar. Bu politika “meşruluğunu”; şiddet, otokrasi, özellikle kadınlara yönelik olmak üzere ayrımcılıkların kaynağı olarak gösterilen, karanlık, geri kalmış bir İslama karşı “medeniyeti” temsil ettiğini iddia eden bir ideolojide buluyor.
2- Bu politikanın başlıca sonucu ise; halkların özgürlükleri, bağımsızlıkları ve yeniden doğuşları için yürüttükleri meşru mücadeleyle, askeri ve sivil hedefler arasında ayrım yapmayan yalıtık azınlıkların uyguladıkları şiddet eylemleri arasında ortaya çıkan karışıklıktır, bu karışıklık da sıkıca besleniyor. Bundan dolayı, ABD veya işbirlikçilerinin çıkarlarını hedef aldığı ölçüde, her türlü özgürlük mücadelesi bir “terörizm” biçimidir. Buna karşın, onların dünya çapında ve her alanda, müttefiklerininkiyle –siyonist rejim, Arap diktatörlükleri ve onlara bağlı silahlı gruplar– birlikte bölgesel boyutta uyguladıkları terör, bütün bunlar “meşrudur” ve “nefsi müdafaa” olarak haktır, haklıdır.
3- Başını ABD’nin çektiği emperyalizm, genel olarak uluslararası planda, özel olarak da Arap ve Müslüman dünyasında terörizmin yaygınlaşmasındaki sorumluluğunu kesinlikle kabul etmiyor.
Bu sorumluluk ise ortada; bu sorumluluk ifadesini, açık devlet teröründe, ekonomik, sosyal, politik, kültürel ve ulusal zulümde, halkçı ve ilerici eylemlerin bastırılması için kurulan silahlı gruplarda, “haydut” rejimlerin istikrarsızlaştırılması ya da dünya veya bölgesel çapta bir rakibin önünün kesilmesinde buluyor. Bu tür uygulamalar, ister umutsuzlukla, isterse siyasi mücadele yöntemi olarak terörizmi benimseyen grupların yeşermesi için verimli bir zemin oluşturuyor.
4- Arap devrimcileri ve ilericileri kendilerini, emperyalizmin –özellikle de 11 Eylül 2001’den sonra– ortaya attığı; Arap gerici iktidarlarının da her türlü protesto ve muhalefet biçimini, daha da ileri giderek, yazılı veya sözlü olsa bile her türlü eleştiriyi “terörist” olarak göstermek için tekrar ettikleri “terörizm” tanımlamaları yapanlardan ayırt etmek durumundalar. Ancak kurtuluş mücadelesi ile terörizm arasındaki uyuşmazlık da teşhir edilmelidir; çünkü bu, terörizmin yükselişinin gerçek nedenlerini gözlerden saklıyor.
Arap devrimcileri ve ilericileri, aynı zamanda, mücadelelerinin meşruluğunu yok etmeyi ve müsamaha edilebilir olarak ilan ettikleri sınırlara hapsetmeyi amaçlayan emperyalizm ve müttefiklerinin ideolojik, politik, güvenlik ve askeri baskılarına boyun eğmeme sorumluluğuyla karşı karşıyalar. Bu, somut olarak, Filistin, Irak, Afganistan, Golan (Suriye) ve Şaaba’daki (Lübnan) işgal güçlerine, Amerikan ordusunun Suudi Arabistan ve diğer tüm Körfez ülkelerindeki varlığına ve Çeçenistan’da olduğu gibi terörizmle mücadele kılıfıyla gizlenen tüm zulüm biçimlerine karşı silahlı mücadeleyi sürdürmekte tereddüt etmemek gerektiği anlamına geliyor. Bu, subjektif ve objektif koşulların uygun olduğu her durumda, Arap diktatörlüklerine karşı halk ayaklanmaları örgütlemekten çekinmemek anlamına da geliyor.
İşgale, baskıya ve sömürüye karşı mücadele, halkların siyasal bir hakkı ve kimse bu hakkı yasaklayamaz.
5- Aksine, Arap ilericileri ve devrimcilerinin, kendilerini, siyasi mücadele biçimi olarak “terörizm”den ayırt etmeleri gerekir. Terörizm, özellikle de masum insanları hedef aldığı zaman, Arap dünyasının özgürlük, demokrasi, sosyal adalet ve ilericilik davasına hizmet edemez. O andan itibaren, (“İslamcı” grupların ya da iktidara ve askerlere yakın olanların yaptıklarıyla) Cezayir’de, Mısır’da, Lübnan’da, Pakistan’da, Türkiye’de veya başka ülkelerde olduğu gibi barbar bir cinayet eylemine dönüşüyor. Bu eylemler, sadece halkların davasını gölgelemiyor; iktidardaki gericilere egemenliklerini pekiştirmeleri için ve emperyalizme, özellikle de Amerikan emperyalizmine Siyonizme desteğini daha çok artırması ve kendi halkları arasında Arap ve Müslümanlara karşı şovenizm ve nefreti körüklemesi –işi bu halkların maruz kaldıkları saldırgan savaşları desteklemeye kadar götürüyorlar– için gereken gerekçeyi sunuyor.
6- Unutmamak gerekir ki, haklı davalar için verilen mücadele meşru araçların kullanımını gerektirir.
Halkların, özgürlük, ulusal bağımsızlık ve gelecekleri için verdikleri mücadele meşru bir mücadeledir.
Bu, hiçbir koşulda, terörist eylemlerle ve devletlerin veya çeşitli grupların başka bir grubu, bir topluluğu, bir halkı ya da bir ulusu özgürlüğünden yoksun bırakmak için yürüttükleri saldırganlık savaşlarıyla karıştırılamaz. Tersine, halklar kendilerini aşağılayan ve zulmeden ordulara, polise ya da işgalin sembollerine karşı mücadele yürüttükleri zaman, meşru ve haklı yöntem kullanmış olurlar. Tüm dünya halklarının ve ilerici güçlerin sempatisini kazanırlar. Bu durumda, özgürlük, bağımsızlık, kendi kaderini tayin etme ve sosyal adalet hakları da inkar edilemez. Sağlam şekilde hayata geçirilen böyle bir yaklaşım, düşmanları yalıtır, zayıflatır ve zafere doğru yolu açar.
7- Tersine, sivilleri hedefleyen terörist saldırılar, gerekçesi ne olursa olsun kabul edilemez; çünkü bir etnik köken, bir uyruk, bir din, bir kültür veya bir ideoloji, kendi başına bir suç gerekçesi olarak değerlendirilemez. Bu yöntemler, sadece tüm dünya halkları ve ilerici güçlerince ret edilmekle kalmaz, ama emperyalist burjuvazi ve müttefikleri tarafından istismar edilerek halkların haklı mücadelelerine zarar verir, saldırgan politikalarının gerekçesi kılınır ve emekçilerin de siyasi haklarının yok edilmesine yol açar. Buradan yola çıkarak, Arap devrimci ve ilerici güçleri terörizmi bir siyasi mücadele aracı olarak ret etmeli ve teröristlerle ayrışmalı; düşmanlara; yabancı egemenliğine, diktatörlüğe, haksızlığa, sömürüye ve soyguna karşı direnme hakkını tartıştırma fırsatını vermemek için, terörizmin nedenleri ve sonuçlarını kendi halklarına anlatmalıdırlar.
8- Bu yaklaşım bizi, Filistin cephesinde 90’lı yılların başından bu yana olanlar üzerine, yani Siyonist askeri hedeflere yönelik askeri saldırılar, aynı zamanda “İsrailli” sivillerin ve hatta işgal altındaki topraklarda yaşayan 1948 öncesi Arap Filistinlilerin de gittiği (bar, lokanta, mağaza, eğlence yerleri vb. gibi) yerlere yönelik eylemlere ilişkin düşünmeye itiyor. Bu saldırılar “şehit” saldırıları olarak niteleniyor, sıklıkla “İslamcı” örgütler (başlıca Hamas ve İslami Cihad) tarafından gerçekleştiriliyor; polemiklere yol açan da bu tip eylemlerdir. Genel olarak bu eylemler, onları “en modern ve en öldürücü silahlara sahip despot Siyonizme karşı mücadele” olarak gören Arap ve Müslüman kamuoyunun sempati ve desteğini alırken, bazı Filistinli güçler ve uluslararası kamuoyunun çoğunluğu tarafından ret ve mahkum ediliyor. Bu sorun karşısındaki tutumuz açık ve çelişkisiz olmalı, Filistin halkının ve genel olarak Arap halklarının çıkarı bunu gerektiriyor.
9- Her şeyden önce, Amerikan emperyalizminin desteğine sahip faşist ve ırkçı Siyonist yapı devlet terörü estiriyor, işgali dayatmak ve en doğal ulusal haklarından caydırmak için Filistin halkına karşı tüm yöntemleri (toprakların çevrilmesi, uzaklaştırma, evlerin ve yapıların yıkımı, büyük boyutta katliam, cinayet vb.) kullanıyor. Bu nedenle, Filistin halkının, celladına ve topraklarının işgalcisine karşı silah kullanması tamamen meşrudur; sadece silahlı mücadele vatanının kurtuluşunu garantiye almasını ve ulusal özlemlerini gerçekleştirmesini sağlayabilir. Buradan yola çıkarak, Siyonizme karşı silahlı mücadelesinin güçlenmesi için Filistin halkının attığı her adımı destekledik ve desteklemeye devam ediyoruz.
10- Siyonist askeri ve güvenlik aygıtına, Gazze ve Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin ordusuna, Filistinliler’e karşı yürütülen askeri ve güvenlik operasyonlarıyla somut ilişkisi olan tüm hedeflere yönelik eylemleri destekliyoruz. Ancak “İsrailli” kadın ve erkek, çocuk ve yetişkin sivilleri hedef alan tüm eylemleri –bu eylemlerden Siyonizmi sorumlu tutmamıza ve eylemleri sadece onun zorbalığının bir sonucu olarak değerlendirmemize rağmen– eleştirdik ve bugün de eleştirmeye devam ediyoruz. Bu eylemleri yapan (kız veya erkek) gençleri, emperyalist ve Siyonist medyanın tanıttığı gibi, basit “katiller” veya “Allah delileri” olarak değerlendirmiyor; onları, onlara ve halka özgür ve “normal” bir hayat için hiçbir çıkış yolu bırakmayan işgalcinin zulmüne artık tahammül edemeyen gençler olarak görüyoruz. Bu, onları, eşit olmayan güç ilişkisi karşısında, düşmanlarını durdurabilme ve bu vesileyle bir çeşit “terörün dengelenmesi” olanağını yaratma argümanıyla, bu tip eylemler yapmaya götürdü, götürüyor.
11- Masum sivillerin öldürülmesinin Şaron ve Siyonizmin doğasında olması yadsınamaz bir olguysa da, bir ulusal kurtuluş hareketinin amaçları tamamen ilerici nitelikte olmak durumundadır, ve bu, onun, hiçbir koşulda işgalciyle aynı ideolojik kaynaklardan esinlenemeyeceği anlamına gelir. İsraille aynı yöntemleri benimsemek bir tür karşıt ırkçılık uygulamak olur; bu da, sadece o ulusal kurtuluş hareketinin özlemlerini saptırır ve onu yalıtır. Homojen bir blok oluşturuyorlarmış gibi İsraillilere karşı hareket etmek de kuşkusuz yanlıştır. Büyük çoğunluğunun Siyonist olduğu doğrudur, ırkçı ve yayılmacı ideolojiye inanıyorlar; fakat bu, İsraillilerin çelişkiler içinde yaşadıklarını, ekonomik, sosyal, siyasi, askeri ve ideolojik bakımdan egemen olan bir fraksiyonun nüfusun çoğunluğunu etkisi altında tuttuğu gerçeğini dışlamaz.
Filistin Kurtuluş Hareketi’nin mücadelesini bu kesimin üzerinde yoğunlaştırması ve egemen Siyonist kesimin kendilerine yaptığı haksızlıkları Yahudi çoğunluğuna göstermesi kendi çıkarına olur. Diğer dinlerin inananları açısından da geçerli olduğu gibi, Yahudilerin de tümü gerici veya ırkçı değil, ama sosyal durumları tayin edici olmak üzere çeşitli ideolojik ve politik eğilimlerin etkisi altındadırlar. Tüm insan toplulukları gibi, verili bir dönemde gerici ideolojik veya politik bir etkinin altına girebilirler ve bugün de olan budur. Sağlıklı bir politika izlemek, onlar arasındaki çelişkilerin açığa çıkarılmasını ve Siyonizmle stratejik çıkarı olmayanların ondan kopmasını sağlar.
İsrail toplumunun askerileştirilmiş bir toplum olduğu da bir gerçek; “İsrail Arapları”nın bile silah taşıma hakkı yokken, tüm Yahudi kadın ve erkek yetişkinler ya asker ya da yedek askerler. Böyle bir durum dünyada neredeyse tektir. Bu, bütün İsraillilerin askeri hedef oldukları değerlendirmesine götürmemelidir. Çocuklar çocuktur, yaşlılar da yaşlı. O halde, askeri hizmette, yani savaş halinde olmayanlar sivildir. Bundan dolayı, işgalin güçlenmesinde ve Filistin halkının baskı altında tutulmasında somut bir rol oynayanlarla (askeri ve güvenlik aygıtı ile işgal milisleri) siviller arasında ayrım yapmaksızın tüm İsraillilere saldırmak doğru değildir. Filistin’de doğan birçok kuşağın varlığının göz önüne alınmasından da kaçınılamaz. Anne-babaları Siyonist hareketin dayatmasıyla geldiler, tıpkı, Güney Afrika’da doğan Beyazlar gibi. Aileleri işgalci olarak geldi, bugün kendilerini “ülkenin çocukları” olarak görüyorlar. Bu kuşaklar atalarının yaptıklarının sorumluluğunu yüklenemezler, tersine onlara, (karşılaşılan tüm sınırlama ve zorluklara rağmen Güney Afrika’daki durum gibi) bir arada olma/yaşama perspektifi ile, kendilerini askerileştirerek özel olarak Siyonist, genel olarak da emperyalizmin bölgedeki çıkarları için kullanan Siyonist hareketi yalıtma imkanı verilmelidir.
12- Diğer yandan, İsrail-Filistin çatışmasını Müslümanlarla Yahudiler arasındaki bir anlaşmazlık olarak değerlendirmemek gerekiyor; bu bir ulusal kurtuluş hareketiyle işgalci bir gücü karşı karşıya getiren ulusal bir çatışmadır. Yahudilik, Siyonist hareketin Filistin işgalini meşru göstermek ve tüm dünyadaki Yahudileri kendi etrafında bir araya getirmek için kullandığı bir ideolojik kılıftır sadece.
Bu yeni anlayış, emperyalist ve sömürgeci çağın bir ürünü olan Siyonist hareketin ortaya çıkmasıyla 19. yüzyıl sonlarında doğdu. Bu bizi, ırkçı ve faşist bir hareket olarak Siyonist hareketle, birçok yandaşının Siyonist doktrin ve politikaları ret ettiği Yahudi diniyle karıştırmamaya itiyor.
Tekrar hatırlatmalı ki, Filistin halkının kendisi de tamamen Müslümanlardan oluşmuyor, Hıristiyan, inanmayanlar ve laikler de var; hepsi baskıya maruz kalıyor, Filistin’in kurtuluşu ve bağımsızlığı hepsini ilgilendiriyor. Küçük bir azınlık hariç, bu amaca ulaşmak için hepsi mücadeleye aktif olarak katılıyor. Başka bir deyişle, İsrail-Filistin çatışmasını bir dini çatışmaymış gibi ele almak ve Yahudi olan her şeyi hedef olarak seçmek, sonuçta sorunun niteliğinin bozulmasına yol açıyor. Ve Yahudilerin hissettiği korkuyu kullanarak, Yahudileri Filistin’e göç etmeye ve selâmete ulaşma düşüncesiyle “imanı” benimsemeye kışkırtan Siyonist hareketin ekmeğine yağ sürüyor. Bu, aynı zamanda, bir bütün olarak Filistin halkının kendi bünyesindeki çeşitli mezhep ve eğilimleri ulusal davası etrafında birleştirmesine izin vermiyor. Toplulukçu sloganlar, sadece, Müslüman olmayan halkın bu kesimlerinde karışıklık yaratır ve onları gelecekteki yazgılarının ne olacağını sorgulamaya iter.
13- Filistin Kurtuluş Hareketi’nin çıkarı, ister dini isterse politik bir bakışla olsun, İsrail toplumunu homojen bir blok olarak değerlendirmemesinde yatıyor. Tersine, kıyıcı bir düşman olan düşmanını yalıtarak onun bağrındaki çatışmaları çoğaltmayı ve haklı davasına dünyanın desteğini kazanmayı hedefleyen politikalar benimsemelidir. Çocukları vuran “şehit” eylemlerinin bu amaçlardan hiçbirini gerçekleştirebileceğini düşünmüyoruz. Bu eylemler Siyonizmin içinde belirli bir korkuya yol açmışsa bile, politik sonuçları itibarıyla Filistin davasına hiç de hizmet etmedi. Filistinlilerin sahip olduğunu çok fazlasıyla aşan askeri ve medyatik gücü de göz önüne alındığında, içerde ve dışarıda bu durumdan sürekli yarar sağlayan başında Şaron’un bulunduğu Siyonist gericiliktir. Bu eylemler, İsrail toplumu içindeki çelişkilerin şiddetinin zayıflamasına ve Filistin halkına karşı yürütülen “kirli savaşa” karşı çıkan –bunlar arasında yüzlerce asker (er ve subay) ve retçiler sayılabilir– seslerin boğulmasına katkıda bulundu. Sonuçlarından biri de, toplumun çoğunluğunun, kendisine “emniyet ve güvenlik” vaat eden Şaron ve partisiyle (Likud) diğer gerici dinci partilere yakınlaşmasına yol açması oldu. Şaron bu durumu, uluslararası güçlü tepkilerle karşılaşmadan, kıyıcı planını uygulamak ve Filistin kaynaklarını yok etmek için iyi kullandı (cinayetler, yeni yerleşimlerin kurulması, yapıların yıkılması, Ulusal Yönetim’in zayıflatılması, Gaza ve Batı Şeria’nın ablukaya alınması, utanç duvarı…). Belirtmek gerekir ki, bu boyutta bile, ilerici güçler sivilleri hedef alan eylemlerden dolayı sarsıldılar, bu nedenle de kendileri hassas durumlar içinde buldular. Aynı zamanda, ABD yönetimi, özellikle de 11 Eylül 2001’den sonra; Şaron’a desteğini artırmak için, Siyonist zorbalığın “terörist” bir hareket –yani Filistin Kurtuluş Hareketi– karşısında meşru savunma durumunda olduğunu söyleyerek bu durumdan faydalandı.
14- İlerici ulusal Filistin hareketinin bileşenleri (tıpkı Lübnan’da ki ulusal kurtuluş hareketi gibi), direniş eylemlerini işgalci ordu ve bu işgalin unsurları ile silahlı kolları üzerinde yoğunlaştırmalıdırlar. Filistin halkının mücadelesine dünya halklarının ve onun ilerici güçlerinin politik desteğini olduğu kadar, Şaron ve askeri aygıtının yalıtılmasına katkı sağlayacak olan budur. Siyonizmin işbirlikçilerini dışta tutarsak, bugün dünyada hiçbir güç askeri hedeflerin vurulmasının meşruluğundan şüphe etmezken, sivilleri hedef alan eylemler ise, kamuoyunda, özellikle bu eylemleri hiçbir şekilde tolere etmeyen ve bu eylemlerde hiçbir meşruluk bulmayan Batı kamuoyunda büyük tepkiyle karşılanıyor. Filistin halkının bu kamuoyunun sempatisini kazanması tamamen kendi çıkarınadır.
15- Askeri planda güç ilişkilerinin tamamen Siyonizmin lehine olduğu doğrudur, bu da askeri ve güvenlik aygıtına saldırmayı zorlaştırıyor; fakat bu dengesizlik, sivillere yönelerek “terör dengesi” kurma mantığına götürmemelidir. Haklı bir davayı savunan Filistin Kurtuluş Hareketi askeri ve siyasi mücadeleyi birleştirerek aranan dengeyi rahatça kurabilir: bir taraftan askeri hedeflere yönelen silahlı mücadele ve diğer taraftan da Siyonizme ve onu destekleyen rejimlere karşı dünya kamuoyunun desteğini sağlamak için Siyonist katliamların teşhirine dayanan ve onun barbar karakterini ortaya çıkaran politik mücadele. Filistin davası, haklı ve ilerici ulusal kurtuluş davası olarak böyle ilerleyebilir.
16- Tunus İşçileri Komünist Partisi (PCOT), bu temel üzerinde her zaman ve şartsız olarak Filistin halkının el konulan topraklarını geri almak, özgürlüğünü ve bağımsızlığını gerçekleştirmek için yürüttüğü mücadeleyi destekledi. Partimiz, halk kurtuluş ordusunun çekirdeğinin oluşmasına doğru ilk adım olan silahlı direnişi, mücadelenin gelişmesi ve Oslo anlaşması ve yol haritasıyla teyit edilen emperyalizmin ve Siyonizmin komplolarına karşı mücadelenin zaferini garanti etmenin temel bir koşulu olarak görüyor. Fakat aynı zamanda, sivilleri hedef alan askeri operasyonlara karşı çıkıyor ve onların işgale karşı mücadelesinde Filistin Ulusal Hareketi’ne manevi ve politik olarak zarar verdiğini düşünüyor. Bu eylemler, izlenen taktik ne olursa olsun, hareketin stratejik hedefi olarak duran, Siyonist işgal boyunduruğundan kurtulmuş, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ve diğer tüm ideolojilerin taraftarlarının bir arada yaşadığı, Filistin’in bütünü kapsayan Filistin demokratik devleti hedefine zarar veriyor. Bu kadar önemli bir amaç için mücadele eden bir hareket, amaçlarına uygunluğu açısından ve en geniş desteği sağlamak için her hareketinin sonuçlarını ölçmelidir. Her askeri eylem üst hedefin hizmetinde olmalı: Kurtuluş. Bu çerçevede, Filistin ulusal kurtuluş hareketinin 1967 ve 1973 yılları arasında sivilleri hedef alan eylemlerinin yol açtığı bilançoyu anımsatıyoruz. Bilanço, bu tip eylemlerin durdurulması kararına ve mücadeleyi yeniden işgale, onu düzenleyenlere, uygulayanlara ve tüm işgal sembollerine karşı yöneltmeye yol açtı. Bir silahlı ulusal mücadele içerisinde elbette hata yapılabilir, siviller zarar görebilir, fakat stratejik çizgi doğru olduktan sonra, kendi amacından sapmadan süren mücadelede bu tür hatalar sınırlı kalır.