ABD ve İngiltere’nin başını çektiği emperyalist güçlerin, merkezinde Ortadoğu’nun yer aldığı yeniden yapılandırma operasyonu, özünde, silah, petrol ve enerji tekellerinin bölge ve dünya halklarına karşı sömürücü ve sömürgeci savaşıdır. Henüz bir çok açıdan işin başında olunması; ABD Başkanı Bush’un deyimiyle, onlarca yıl sürebilecek bir emperyalist savaş-terör politikasının ilk adımlarının atılıyor olması ve sonuçlarının şimdilik Ortadoğu ülkeleriyle (onlarında bir kaçıyla) sınırlı olarak ortaya çıkması, bu gerçeği değiştirmiyor.
Emperyalist yeniden yapılandırma operasyonunun bir tarafında uluslararası tekelci sermaye ve işbirlikçileri ve onların çıkarları vardır. Diğer tarafında ise, işçi sınıfı ve ezilen halklar ve onların çıkarları vardır. Mücadele bu taraflar arasında bir mücadele olarak keskinleşmekte, saflar belirginleşmekte ve geleceği bu taraflar arasındaki kapışmanın tayin edeceği görünmektedir.
Şüphesiz bu mücadele yeni ortaya çıkan bir mücadele değildir. Geride bıraktığımız yüzyılın mücadelesidir. Ancak yakın geçmiş ve günümüzde yaşanan gelişmeler, mücadelede yeni bir döneme girildiğine işaret etmektedir.
28-29 Haziran’da İstanbul’da toplanan NATO Zirvesi ve ABD’nin çerçevesini çizdiği, son dönemlerin temel tartışma konularından olan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), bu saflaşma ve çatışmanın, özünde, sermaye güçleri ile işçi sınıfı ve halk güçleri arasında bir saflaşma ve çatışma olduğunu gösteren güncel, çarpıcı olay ve olgulara sahne olmuştur, olmaktadır.
NATO Zirvesi’nin Türkiye’de toplanacağı ve Türkiye’nin BOP’un “merkez gücü, eksen ülkesi” olarak bu emperyalist operasyonun ön cephesine sürüleceğinin ilan edilmesinin ardından, bu işi isteyenlerin, bundan çıkarı olanların kimler olduğu, Türkiye, bölge ve dünya halklarının gözünde daha bir netlik kazanmaya başlamıştır.
NATO ZİRVESİ’NİN VE BOP’UN ARKASINDAKİ GÜÇLER, SERMAYE GÜÇLERİDİR
ABD’nin emperyalist terör ve savaş politikalarının amacı, Ortadoğu, Ortaasya ve Kafkaslar bölgesindeki petrol ve enerji birikimini ve geçiş yollarını mutlak denetime almaktır. ABD emperyalizminin, varlığını sürdürebilmek ve tekelci kapitalizmin yeni ihtiyaçlarını karşılayabilmek için buna ihtiyacı olduğu her fırsatta ortaya çıkmaktadır.
Bunun için, bir dönemin bu bölgelerdeki hegemonya ilişkileri, dengeleri, mevzilenmeleri ve buna bağlı olarak şekillenen ekonomik, sosyal, idari ve askeri rejimleri ABD tarafından yeniden biçimlendirilmektedir.
Bu emperyalist saldırganlık, ABD ve ona bağlı propaganda merkezleri tarafından “bölgede demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuku egemen kılma”, “güvenlik ve teröre karşı mücadele”, “üstün-modern batı medeniyetini tehditlerden koruma” adı altında ne kadar haklı gösterilmeye çalışılırsa çalışılsın, gerçekler balçıkla sıvanamamakta, üstü örtülememektedir.
ABD’nin California eyaletindeki La Verne Üniversitesi profesörlerinden William Cook, Evrensel Gazetesinde yayımlanan röportajında bu durumu şu cümlelerle özetliyor: “Bush… Amerika’nın dünyaya demokrasi ve özgürlük getirmek ile görevlendirildiğini söyleyerek. enerji çıkarlarını maskelemek zorunda.” (…) “Cheney’nin demokrasiden kastettiği şey pazarların yabancı şirketlere açılması, yabancı yatırımların önündeki engellerin, ekonomik engellerin kalkması, kamu kaynaklarının özelleştirilerek uluslararası şirketlere sunulması ve dünya çapında ABD hegemonyasıdır. “
Bunun bir parçası olarak, Irak işgal edilmiş, işgal çemberinin genişleyeceği her fırsatta dile getirilmiş, emperyalistler ve işbirlikçileri arasında çelişki ve saflaşmalar belirginleşmiş, NATO Zirvesi ve BOP aracılığıyla, ABD, hedeflerini ve konumunu tahkim etmeye yönelmiştir.
ABD’nin BOP kapsamında, NATO aracılığıyla sürdürmek istediği emperyalist terör ve işgal siyasetinin, ABD’nin tekelci kapitalizminin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük olduğu ve emperyalist ABD burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda gündeme getirildiğinin resmi belgesi, ABD Senatosu’na sunulan “Büyük Ortadoğu ve Ortaasya Kalkınma Yasası-2004” adı altında sunulan yasa tasarısıdır. 8 Nisan tarihinde ABD Senatosu’na sunulan 2305 sayılı tasarının 2. bölümünde özetli şu saptamalar yapılıyor:
● Terörizme karşı savaş; ABD’nin Büyük Ortadoğu ve Orta Asya’yı kendi siyasi, ekonomik ve güvenlik dinamiklerine sahip stratejik bir bölge olarak değerlendirmesini gerektirir.
● Büyük Ortadoğu ve Ortaasya; ekonomik kalkınma ve siyasi hürriyet konularında ortak engellerle karşı karşıyadır.
● Ekonomik kalkınma, serbest ticaret ve özel sektörün geliştirilmesi yoluyla, terörizme zemin hazırlayan radikal siyasi eğilimlerin önü kesilebilir.
● ABD’nin Büyük Ortadoğu ve Ortaasya’da hürriyete verdiği destek; bölge hükümetleri ve halklarıyla yeni, kapsamlı ortaklık programlarını içermelidir. Bu programlar ile dürüst yönetim, siyasi hürriyet, özel sektörün geliştirilmesi ve açık ekonomiler teşvik edilmelidir.
● AB üyeliği isteği desteklenmesi gereken Türkiye, Büyük Ortadoğu ve Ortaasya’ya ekonomik kalkınma ve istikrar getirme çabasında eksendir ve temel bir rol oynamaktadır.
Bu özet saptamalar, ABD’nin nasıl bir emperyalist sermaye saldırganlığı içinde olduğunu çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor.
Yine, son birkaç aydır Türkiye gündemine oturan NATO Zirvesi ve BOP’un Türkiye’deki işbirlikçileri ve savunucularının tablosu da bu açıdan çarpıcıdır.
Türkiye’de her renkten sermaye örgütünün (TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB vb.) arkasında birleştiği AKP hükümeti başta olmak üzere, işbirlikçi tekelci sermaye çevreleri ve sermaye basını adeta tek ses olmuş durumda. Bu işbirlikçi sermaye takımı, ABD tarafından Türkiye’ye biçilen rolün ne kadar iyi ve gelecekte Türkiye’nin bölgedeki konumunun güçlenmesi açısından ne kadar gerekli olduğunu anlatmak ve kamuoyunu ikna etmek için, her gün, her saat kırk takla atıyor.
NATO Zirvesi’nin sponsorluğunu yapan holding ve şirketler bile, başlı başına, Türkiye, bölge ve dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarının uluslararası tekelci sermaye ve işbirlikçilerinin yeni bir saldırganlığıyla karşı karşıya olduklarını gösteriyor. NATO Zirvesi’nin sponsorluğunu yapan Doğan Yayın Holding, Coca Cola, Aksa, Çalık Holding, Doğuş Otomotiv, Efes Pilsen, FNS/UDLP/NUROL (silah tekelleri), Enterkon, MNG Bank, Nurus, Petrol Ofisi, Sanko, Türkcell, Setkom, İş Bankası, Türkiye Müteahhitler Birliği, TOBB, Ülker, Ulusoy, Vestel (Zorlu Grubu); halka karşı oluşturulan Amerikancı saldırı cephesinin işbirlikçi sermaye kolunun öncü kuruluşları durumdalar.
TEMEL GÜÇLER, İŞÇİ VE EMEKÇİ HALKTIR
Açıktır ki, bu sermaye cephesini oluşturan ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerine karşı yürütülen mücadelenin temel güçleri; çıkarları onlarla çatışan, taban tabana zıt olan işçi, emekçi, halk güçleridir. Emperyalist yeniden yapılandırma operasyonu kapsamında çözülen ve yeniden şekillendirilen sisteme karşı, bugüne kadar hangi renkten burjuva politik akımın ve propagandalarının etkisinde kalmış olursa olsun, anti-emperyalist mücadele saflarında birleştirilebilecek kesimleri, işçi, emekçi halk kesimleri oluşturmaktadır.
Başını ABD emperyalizminin çektiği sermaye cephesi ve işbirlikçilerinin yeniden yapılandırma operasyonunun güncel saldırı politikalarının içeriği de açıkça gösteriyor ki, işçi sınıfı ve ezilen halklar, bütün dünyayı sarabilecek bir hegemonya savaşının tehdidi altındadır. Bu emperyalist saldırı politikaları, en başta da işçi,emekçi sınıfları ve ezilen halkları vurmaktadır. Afganistan, Filistin ve Irak’ta yaşanan işgal, işkence ve katliamlar, bir yandan insanlığın biriktirdiği bütün ilerici değerleri yok ederken, acı faturayı ise, işçi sınıfı ve ezilen halklar ödemektedir.
Gerek dünya ölçeğinde, gerekse bölge ve Türkiye açısından yaşanan olay ve olguların örgüsünün bütün karmaşık görünümüne rağmen, gelişmeler yakından incelendiğinde, bu gerçek açıkça görülecektir. Bu gerçek, aynı zamanda, emperyalistler ve işbirlikçilerine karşı, işçi sınıfı ve ezilen halkların anti-emperyalist talepler etrafında mücadeleye seferber olmalarının koşullarının her geçen gün daha fazla olgunlaşmasını da içeriyor.
Türkiye’de de koşullar doğru değerlendirilerek doğru eylem ve mücadele yöntemleriyle hareket edildiğinde, güçlü bir anti-emperyalist mücadele dalgasının yaratılması mümkündür. İşçi, emekçi halk kesimlerinin, çeşitli burjuva politik akımlardan etkilenme ve saflaşma konumlarının güncel görünümü ne olursa olsun, halk güçlerinin anti-emperyalist bir mücadele cephesinde birleştirilmesi için mevcut koşullar iyi değerlendirilmek durumundadır.*
Birkaç aydır Türkiye’nin gündemini oluşturan NATO Zirvesi’ne karşı sürdürülen mücadele, bu açıdan, kısa süre içerisinde önemli bir birikim yaratmıştır. Irak’ta yaşanan işgalin gerçek yüzünü ortaya koyan işkence fotoğraflarının kamuoyuna yansıması, halk yığınlarının öfke ve tepkisinin artmasına neden olmuş ve bu tepki, çeşitli eylemlerle sokaklar ve meydanlara yansımıştır.
Fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda, kahvelerde, günlük hayatın her alanında halkın ABD’ye karşı öfke ve tepkisi NATO Zirvesi yaklaştıkça daha da belirginleşmiştir. Alevi, Sünni, İslamcı, Kemalist, ilerici, sosyalist, her tür politik etkilenme ve gruplaşma içerisindeki çevreler ve çeşitli inanç ve politik akımların etkisindeki işçi, emekçi halk kesimlerinde ABD’nin bölgedeki politikalarını sorgulayan tutumlar öne çıkmıştır.
NATO Zirvesi için Türkiye’ye gelen devlet adamlarına gösteri yapmak üzere Çırağan Sarayı’na davet edilen Alevi Semah grupları bu davetleri reddederken, camilerden protesto sesleri yükselmiştir. Semt pazarlarında, mahallelerde, işyerlerinde ABD ve işgale karşı yapılan eylem ve etkinlikler, halk yığınları tarafından destek ve takdirle karşılanmıştır.
Bir yandan bunlar yaşanırken, bir yandan da işçi, emekçi halk kesimlerinin tepkisinin daha yaygın ve kitlesel olarak sokağa yansımasını engelleyen, halkın anti-emperyalist mücadeleye katılımını zayıflatan bir dizi tutum, anlayış ve eylemler de gündeme gelmiş, adeta sermayenin halk düşmanı, iki yüzlü propagandalarına çanak tutmuştur.
BİREYSEL TERÖR EYLEMLERİ SERMAYE VE GERİCİLİĞE HİZMET ETMİŞTİR
NATO Zirvesi yaklaştıkça sıkışan sermaye ve hükümet, halkı ikna etmeye yönelik propagandalarına hız vermiş, AKP hükümetinin sözcüleri ve Başbakan Erdoğan, İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü işgal ve soykırım karşısında “yalancı pehlivan” çıkışları yaparak, halkın ABD ve işbirlikçilerine yönelen öfkesini dindirmeyi amaçlayan demeçler vermiştir.
İşgal, işkence, NATO ve BOP konusunda sermaye ve halk güçleri arasında yaşanan saflaşmayı, sermaye cephesi lehine dağıtıp zayıflatan terör eylemleri, Amerikancıların, NATO’cuların imdadına yetişircesine son birkaç hafta içerisinde gündeme gelmiş, halk düşmanlığının malzemesi yapılmıştır. İşçi, emekçi halk kesimlerinin tepkisinin yönünü saptırmaktan, devletin İstanbul ve Ankara başta olmak üzere halkı terörize etmeye yönelik adımları meşrulaştırmaktan başka hiçbir işe yaramayan bu tür eylemlerin, işgalcileri, işkencecileri ve işbirlikçilerini değil halkı vurduğu gerçeği, aklı başında bütün herkes tarafından kabul edilir, kavranır ve tepkiyle karşılanır durumdadır.
“NATO’yu Türkiye’den terörle mi kovacaksınız?”, “NATO’ya, işgale ve işkenceye karşı terörle mi yanıt vereceksiniz?” diyerek, eylemlere, mitinglere çağrı yapanlara halkın tepki göstermesine neden olanların aymazlığının halkı ve mücadelesini vurarak zayıflattığı ve güçlerini etkisizleştirdiği ortadadır. İşçi, emekçi halk kitlelerinin duygularını, tepkilerini, öfkesini dikkate almayan, fırsatçılık, reklamcılık, adını duyurma, “militanlık” vb. ne adına olursa olsun, bireysel terör eylemleri sermaye cephesinin değirmenine su taşımaktadır.
Bu terör eylemleri bir kez daha göstermiştir ki, anti-emperyalist bir mücadele cephesinin, halk güçlerinin sermaye cephesine karşı birleştirilmesi çabalarının dışardan olduğu kadar içerden görünen baltalayıcıları da vardır. Şüphesiz sadece bugün açısından değil, dün ve yarın açısından da, bu anlayışların, işçi sınıfının, halkın mücadelesine katacak bir şeyleri yoktur, ama zararları da çoktur. Mücadelenin ilerlemesi ve başarısı için, bu tutum ve anlayışlardan arınarak, ayrışarak ilerlemek bir zorunluluktur.
MERKEZİ EYLEM VE PROTESTOCULUK DEĞİL, KİTLESEL VE YAYGIN GÖSTERİLER
İşçi sınıfı ve emekçilerin sermaye sınıfının saldırılarına karşı mücadele birikiminin gösterdiği önemli bir olgu da; fabrika ve işyerleri, sanayi havzaları, mahalleler, bölgeler ve illerdeki çalışma ve mücadelenin alternatif kılınan terk merkezci, protestocu eylem ve anlayışın, halk kitlelerinin mücadelesini ilerletici, genelleştirici ve yaygınlaştırıcı değil, daraltıcı, en ileri kitlesinin katılımıyla sınırlayıcı ve zayıflatıcı olduğu gerçeğidir. 27 Haziran merkezi İstanbul eylemi, bu gerçeği bir kez daha doğrulamıştır.
Kitle eylemlerinin kalkış noktası; işçi sınıfının, emekçilerin, halkın öfke ve tepkisini olabilecek en yaygın; fabrikası ve işyerinde çalışan, semtinde, mahallesinde yaşayan halkın birleştirilmesi ve en ileri noktadan katılımını mümkün kılacak şekilde dile getirmesini sağlamak olmalıdır. Bunu zorlaştıran, tek ve güçlü bir protesto eylemiyle sonuç alınabileceğini düşünen ya da bunun halk kitlelerinin mücadele ve örgütlenmesini ilerleteceğini sanan yaklaşımın yanlışlığı, yüz binlerce işçi ve emekçinin katıldığı merkezi Ankara eylemleriyle bir çok kez görülmüştür.
Milyonlarca emekçinin yaşadığı kentlerde, mücadele ve eylemlerin, halkın tepkisini yüz binlerle dile getirmesinin araç ve olanaklarını iyi değerlendiren, kitlelerin eyleme katılımını zorlaştıran değil kolaylaştıran biçimlerini tercih etmek yerine, gösterişçilik ve eylemi amaç haline getiren anlayışların mücadeleye katkı sunmadığı açıktır.
27 Haziran’da “İşgale, Bush’a ve NATO’ya Karşı Büyük Buluşma” eyleminin, birçok ilde, işyerlerinde ve mahallelerde halkın daha kitlesel katımıyla ve daha yaygın olarak gerçekleştirilebileceği gerçeği, geriye dönüp bakıldığında, halkın öfke ve tepkisinin örgütlenmesi anlayışıyla hareket eden herkes tarafından teslim edilecektir. Sınıfın devrimci partisi, birçok vesileyle ve birçok kez bu gerçeklerin üzerinde durmasına rağmen, “bölücü olmama, birleştirici olma” adına İstanbul’da tek bir merkezi eylem kararına itiraz etmeyerek bir yanlışa ortak olmuştur. Birçok ilde 27, 28 ve 29 Haziran’da kitlesel miting ve gösteriler düzenleme olanağının kullanılmamış olması, gerek genel ve gerekse özel olarak sınıf partisi açısından kabul edilemez bir olgudur.**
Kuşkusuz, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele, NATO Zirvesi’yle sona ermiş ya da erecek değildir. NATO Zirvesi’yle Türkiye’nin BOP’un eksen ülkesi haline getirilmesine ve emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı mücadele, kuşkusuz önümüzdeki dönem de devam edecektir. Sendikaların, emek örgütlerinin ön cephesini tutan güçler ve sınıf partisi, önümüzdeki süreçte, yaşananlardan doğru sonuçlar çıkarmış bir tutumla hareket etmek durumundadır.