Diyanet İşleri Başkanlığı 2-4 Aralık 2011 tarihleri arasında 45 yazar, akademisyen ve araştırmacı; 26 katılımcı ve 13 yayınevi sahibinin katılımıyla Ankara’da ‘Kadın Konulu Dini Yayınlar’ başlıklı V. Dini Yayınlar Kongresi’ni gerçekleştirdi. Kongre’de; “kadın konulu yayınların tarihsel süreci”, “kadın konulu dini neşriyat”, “kadın konulu dini yayıncılığın sorunları”, “kadın konulu dini yayıncılıkta gelecek için perspektifler” konuları ele alındı. Ayrıca “kadının eğitim sorunsalı”, “kadın cinayetleri ve kültürel kodları” ve “modernizmin dayattığı cinsiyet kimlikleri” başlıklı seminerler gerçekleştirildi.
Kongre bitiminde de bir sonuç bildirgesi yayınlandı.
Bu sonuç bildirgesinde “…Günümüzde kadın gerçeğinin bir problematik olarak ele alınması ve bu bağlamda ortaya çıkan sorunların dini inanç ve uygulamalarla ilişkilendirilmesinde, İslam’ın evrensel kurucu ilkelerinin esas alınması gerektiği..”nin açıklamaya ihtiyaç olmayan bir durum olduğu belirtildikten sonra, “Küresel düzeyde ortaya çıkan kadın merkezli pek çok sorunun gerçekte tarihsel olduğu kadar, ekonomik, politik, ideolojik ve narsist saiklerle de acımasızca istismar edildiğini unutmamak gerekir. Günümüzde sıkça karşılaşılan cinsiyet ayrımı, taciz, aile içi şiddet, kadının eğitimden mahrum bırakılması gibi sorunların giderilmesinde, gerçekliğin üzerini karartmak yerine soğukkanlı bir duyarlılıkla hakikatin ortaya çıkarılması için çaba sarf etmek gerekmektedir. Ayrıca kadın haklarına ilişkin sorunları dillendirirken ve çözümler ararken bir bütün olarak insan haklarının içerdiği ilkelerin zedelenmemesi için özen gösterilmelidir.” şeklindeki ifadelerle, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, güncel yanlarına dokunarak ve son derece güncel söylemlerle kadın sorununa “açılım” getirdiğine tanık oluyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği bu Kongre, basında kimi yazarları memnuniyet içinde bırakmıştır. Fadime Özkan “..bu zor ama lüzumlu, ertelenemez, ertelenmesi göze alınamaz konunun masaya yatırılmasını sağladığı için..” Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Gülmez’i kutluyor (07Aralık 2011-Gazete Star); Hilal Kaplan “…Sırf kadın olduğu için zulme maruz kalması normalleştirilen bunca insan varken, bunu bir mesele olarak dahi göremeyen mütefekkirlerimizin çokluğu göz önünde bulundurulursa, muhterem Mehmet Görmez başkanlığındaki Diyanet İşleri’nin bir kez daha hayati öneme sahip bir iş başardığını söylemek mümkün..” (Yeni Şafak 12 Aralık 2011) diyerek başladığı yazısını, söz konusu Kongre sonuç bildirgesi hakkında kısa yorumlar yaptıktan sonra, Kongre hakkındaki görüşlerini “…Müslümanların devlet yönlendirmesinden azade bir biçimde din ve diyanet işlerini ellerine alacağı o güne dek yetmez ama evet diyorum.” sözleriyle noktalıyor.
Kongre’yi ve sonuç bildirgesini sevinçle karşılayan iki kadın yazarın aksine, Ali Bulaç, söz konusu Kongre’yle bir aşama kaydettiği anlaşılan gidişatı topa tutuyor: “…12 Eylül referandumundan beri önemli adımlar atıldı. Şimdi sürece Diyanet katılıyor. Umarım üst üste gelen girişimlerin hedefi, kadının evden ‘önce camiye, sonra piyasaya çıkması’nın önündeki engelleri ‘din içinden meşruiyet bularak’ kaldırmak değildir. Batı’nın aslında kendine özgü olan değerlerini ‘evrensel gelişme endeksleri’ olarak dünyaya dayatması, ortalama Müslüman tarafından dinî meşruiyet çerçevesinde ruhen ve zihnen içselleştirilmedikçe kabul mümkün olmaz. Bu çerçevede Kur’an ve Sünnet’teki hükümleri ya tarihsel okumaya tabi tutmalı veya hükümleri yeni bir tefsir ve teville ‘gelişme endekslerine uyumlu hale’ getirmeli. Sempozyuma katılanların bunun esaslı bir kritiğini yapmalarını diliyorum.”
Ali Bulaç; kadın sorunu söz konusu olduğunda, İslami esaslar ve ilkelere bağlı yazanlar içinde en tutucu kanadın temsilcisi olarak, kadın sorunu hakkındaki görüşleri nedeniyle, sık sık kadınlar, kadın örgütleri ve kadın yazarlar başta olmak üzere, aynı kesimden pek çok yazarın da tepki ve muhalefetine yol açıyor.
Ali Bulaç’ı kızdıran ve diğerlerini memnun eden 2-4 Aralık tarihli Kadın Konulu Yayınlar Kongresi Sonuç Bildirgesi, İslam’ın kadın sorunu bağlamındaki geleneksel ilke ve yaklaşımlarının düzeltilmesi yönünde bir irade ortaya koyuyor. İslami cepheden, sorunun günümüzde kazandığı gelişme ve boyutu dikkate alan bir bakış ve yaklaşımı öne çıkarıyor. Sonuç Bildirgesi’nin girişi şöyle:
“…Kadının cinsiyet vurgusundan bağımsız olarak, erkekle birlikte sahip olduğu varoluşsal değer, geçmişten günümüze hem geleneksel hem de modern etkilerle sarsıntıya uğramıştır.
Kur’an ve Sünnet’te açıkça vurgulandığı gibi, İslam’ın kadın imgesi, kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan iki asli unsur oluşunda odaklanmaktadır. Müslüman toplumlarda kadın algısı ve tasavvuruna ilişkin kendi zaman ve coğrafyalarıyla kayıtlı kimi örnekler, tâbi oldukları zaman ve mekanlar için anlamlı ve anlaşılabilir olmakla birlikte, bugün bu tecrübelerin yeniden okunmasına ve farklı açılardan yorumlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır…”
Burada, Ali Bulaç’ın yaptığı gibi, bin beş yüz yıldır tekrar edilegelen ayet ve hadislerin dar çerçevesinin ve bunların geleneksel yorumlarının, günümüzde kadın sorunun kazandığı önem ve dinamikleri, ulaştığı birikim ve nitelikleri değerlendirip yorumlamakta yetersiz kaldığı gerçeğinden hareketle, yeni şeyler söylemek lazım geldiği yüksek sesle ifade ediliyor.
Temel vurgularına baktığımızda, Kongre Sonuç Bildirgesi; İslam’ın kadına geleneksel bakış ve yaklaşımını külliyen olumsuzlayarak, “bugüne kadar yapılan yorumlar kendi tarihsel dönem ve mekanlarını bağlar; gerçek İslam’ın, geleneksel yorum ve yaklaşımların içerdiği kadın düşmanı yaklaşımla ilgisi yoktur. İslam’da kadın erkek eşitliğine aykırı bir hüküm yoktur.” Ve hatta “…kadının erkek üzerinden tanımlanıp konumlandırılması İslam’ın özüyle bağdaşmamaktadır…” şeklinde radikal, çağdaş ve feminist saptama ve yorumlar yer almaktadır.
“Kadın ve erkek arasındaki cinsiyet ayrımı ve karşıtlığına ilişkin söylemlerin İslam’ın temel metinlerine yansıtılması”nı ‘çağdışı’ bir yaklaşımın ürünü saymaktan, “…İslam Kitabiyatında … yerleşik kültür ve anlayışların etkisiyle Yüce dinimizin genel prensipleriyle çelişen, yanlış, eksik, önyargılardan beslenen ve günümüzde kadın karşıtlığı olarak görülebilecek bazı yorumların yer aldığı… Tefsir, hadis, fıkıh literatüründe kadına dair yapılan bu yorumların büyük bir kısmı(nın), nasların sarih delaletine (dini hükümlerin açık delillerine) dayanmaktan çok, dönemin sosyo-kültürel şartları içersinde ortaya çıkan zihniyet yapılarını yansıtmakta…” olduğunun kabul ve ifade edilmesine kadar pek çok saptama bir arada bulunmaktadır.
Bütün bu saptamalar ışığında belirlenen görev şöyle özetlenmiştir:
“…Kadınla ilgili problemler bağlamında, İslam’ın temel kaynaklarının bizzat kendilerinin tartışma konusu yapılması ve bunun ısrarla sürdürülmesi anlamsızdır. Asıl yapılması gereken, sorunun gerçek temelleri üzerinde yoğunlaşmak, bu konuda sonuç alınabilir adımların atılabilmesi için uzun soluklu çalışmalara yönelmek, İslam’ın daha doğru bir şekilde anlaşılması için kalıplaşmış zihniyet yapılarını yeniden gözden geçirmek olmalıdır…”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın AKP dönemindeki daha eski kimi istişare toplantılarında da kadın sorunu konusunda benzer görüş ve yorumlara yer verildiği olmuştu. Belki de yeni olanın; din adamları, yazar, akademisyen ve yayıncıların “İslam’da Kadın” konusunda ortaklaştıkları görüşleri, diyanet, akademi, yazın ve yayın dünyasının ortak saptamaları olarak sunmak ve göstermek olduğu söylenebilir.
Burada, en bağnaz ve kadın düşmanı görüşlerin yıllarca kaynağı haline gelmiş bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın öncü ve örgütleyici bir rolü, kendisinden beklenmeyecek derecede ilerici bir yönde ve doğrudan kadın sorunu konusunda oynaması ayrıca dikkate değer!
Kongre ile ortaya çıkan diğer bir durum; geleneksel devlet tavrının, “kadın sorunu konusunda bir ilericilik yapılacaksa, bunu da biz yaparız” şeklindeki anlayışın bir kez daha gösterilmiş olmasıdır. Nitekim bugüne kadar AKP, demokrasi sorunu, Kürt sorunu gibi ülkenin temel sorunları konusunda siyasal iktidar sıfatıyla devleti temsilen radikal saptama ve taahhütlere, moda deyimi ile “açılım”lara imza atmıştı. Kimi basın-yayın organlarında “Diyaneti’in Kadın Açılımı” şeklinde ifade edilen sonuç bildirgesi içeriği de, gerçekten açılımlar dizisinin son “açılım”ı olarak nitelendirilebilir.
Kongre Sonuç Bildirgesi’nin empoze ettiği alt metinlerden asıl önemlisi kanımca şudur: İslam dini, ezelden ebede her daim, insanlığa dair ortaya çıkan her ne durum ve gelişme olursa olsun, bunları açıklamaya ve çözümlemeye muktedirdir. Hatta, insana ve insanlık alemine dair her ne olursa ve her ne olacaksa zaten bu gelişmeler Kur’an’da işaret edilmiş, önceden ifade edilmiş, zamanı ve sırası gelince de gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla, ortaya çıkan durum; kadın sorununun sosyal-kültürel-siyasal bütün yönleriyle gösterdiği gelişmenin, geçirdiği aşamanın kazanımları, sosyal mücadelelerin, toplumsal etki ve tepkilerin, sınıfsal saldırı ve kazanımların sonucu ve sınıflar arasındaki karşılıklı güç ilişkilerini gösteren bir olgu değil, İslam’ın zaten 1500 yıl önceden öngördüğü kadın sorununa ilişkin ilke ve kabullerin bugünkü tezahürüdür.
Bir diğer söyleyişle; kadın sorunun bugün kazandığı görünümleri, kadın hareketinin yarattığı birikim ve gelişmeleri, kendini ifade ve toplumsal gelişmeyi etkileme biçimlerini, bu çerçevede Türkiye’deki sınıf mücadelelerinin ve bunun bir yönü olarak kadınların mücadelesinin, bugün AKP’yi iktidar eden ve iktidarda tutan güçlerin en dinamik kesimini oluşturan kadın kitlelerini nasıl etkileyip biçimlendirdiğini anlamak ve açıklamak için sosyal gelişmenin kendisine, Marksizmin kılavuzluğuna, bilimin verilerine değil, olayların İslami açıdan yorumuna ihtiyaç vardır!
Yani, aslında İslam, sosyal gelişmelerin ve bilimin ortaya koyduğu ve ortaklaşmış, sosyalleşmiş veri ve sonuçları da kapsamak üzere, hepsine topyekun açıklama getiren ve bunları bin beş yüzyıl öncesinden öngören tek ve değişmez kılavuz, ölçü ve kaynaktır.
Sosyolog Doç. Dr. Kenan Çayır, 1 Kasım 2008’de “Türkiye’de İslamcılık ve İslami Edebiyat: Toplu Hidayet Söyleminden Yeni Bireysel Müslümanlıklara” ( İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008) adlı kitabı ile ilgili verdiği röportajda, İslami edebiyat olarak adlandırılan eserler üzerinde yaptığı araştırmasında benzer sonuçları bulguladığını ifade ediyor: “…Temel iddia şu: Türkiye’deki bu Batılılaşma yüzünden, Batılılaşma sebebiyle Müslüman kimlik geri kaldı, Müslümanlar aşağılandı… Dolayısıyla burada iki amaç var bu kimliğin kurgulanmasında; birincisi romanlar aracılığıyla Müslümanları daha pozitif temsil etmek, ikincisi de Müslümanlar hakkında üretilen hikayelere, yani Cumhuriyet’in diğer romanlarına cevap vermek. Baktığımız zaman hakikaten de temel cevap şu; aslında bu aktörlerin bu dindar insanların yaşayışları modernizmle çok çelişmiyor. Din ve bilim, üniversite ile başörtüsü birbiriyle çelişmiyor. Ama bir taraftan da modernliği İslamileştirme çabası da var. Yani bilim dediğimiz şeyi reddetmek yok. Ama sosyolojiyi, psikolojiyi İslamileştirme eğilimi var. “(http://habermerkezi.worpress.com)
Aynı doğrultuda, İslami kimlikli araştırmacılar, doğrudan bilimin verilerini, bilimsel araştırmaların sonuçlarını kullanarak, İslam’ı doğrulayan sonuçlara varmaktadırlar!
Fatmagül Berktay, dini, diğer işlevleri yanında bir meşrulaştırma aracı olarak tespit eder: “Dinin en önemli işlevlerinden birisi de meşrulaştırma işlevidir. Belki de tarihte bireyler, toplumlar hatta devletler tarafından en çok kullanılan ve de suistimal edilen işlevdir. Dinin meşrulaştırıcı gücüyle birey yaptıklarını haklılaştırmakta ve kendi iç dünyasını bir nevi rahatlatmaktadır. Sosyal hayatta ise dinin meşrulaştırıcı gücü daha çok insanlar arası ilişkilerde, kurumsal ve grupsal ilişkilerde kendini göstermektedir. Bubağlamda toplumlarda var olan katı toplumsal cinsiyet ayırımları din adına meşrulaştırılmakta, dinin buyruğu gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Böylece din ve kültür adına uygulanıp meşrulaştırılan pratikler, kadınları ikincil bir konumda tutmakta, aile içi ilişkilerde hak eşitliğini sağlayacak ve kadınların durumunu iyileştirecek yeniden yapılanmaları engelleyebilmektedir. Din, kadın haklarının inkârı için gerekçe olarak gösterilebilmektedir.” (Tarihin Cinsiyeti, Metis yay., İstanbul, 2006, sf. 63-64)
Berktay’ın bu saptamasını da kullanarak, “Toplumsal Cinsiyet ve Din” konulu bir tez hazırlayan Araş. Gör. Nazife Gürhan, ilk çağlardan itibaren dinlerin kadın hakkındaki tutum ve hükümlerini incelediği tezinde Yahudilik ve Hristiyanlık’ın kadını nasıl aşağılandığını bu dinlerin nasıl kadın düşmanı hükümler içeren dinler olduklarını alıntılarla anlattıktan sonra konu İslam’a gelince, “İslam, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan haklarını kadına da tanımıştır. Buna göre; hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı, siyasi haklar gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.” (Adı geçen tez, sf. 72) diyerek, hiç de bilimsel ve nesnel olmayan toptan bir olumlama yaptıktan sonra, özellikle İslam’ın ilk yıllarında Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemdeki olayları aktararak ve Kur’an’dan tezini doğrulayacak alıntıları kullanarak, İslam’ın nasıl kadın dostu bir din olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. (Yukarıdaki alıntıda, kapitalizmin çalışma ve yaşam koşullarından doğan mücadelelerin eseri olan insan hakları katalogunun 1500 yıl önce doğmuş İslam dininde keşfedilmesine dair tarihsel olarak umutsuz çabayı görmezlikten geliyoruz..)
“…Bu açıdan bakıldığında, İslam’ın teoride ve tebliğinin ilk yıllarında kadına verdiği değeri, sonraki dönemlerde görebilmek pek de mümkün görünmemektedir. Yorum geleneğinde Kuran’ın özüyle, genel ilkeleri ve bütünlüğüyle çelişen kadın karşıtı görüşlerin varlığı dikkat çekmektedir. Yorumlarda özerk, bağımsız, hak ve sorumlulukları olan saygın insan varlığını yitirerek erkeğe bağımlı, bireyin sosyal haklarından yoksun, tek görevi erkeğe itaatten ibaret olan, adeta bir köle durumuna getirilen kadının Kur’anî bakıştan yoksun ötekileştirilmiş kimliğine rastlanmaktadır..” şeklindeki saptamalarıyla yukarıda anılan tezin konusu Diyanet Kongresi Sonuç Bildirgesi ile hemen aynı görüşleri ifade etmektedir.
Gerek bu araştırma, gerek Kadın Konulu Yayınlar Kongresi Sonuç Bildirgesi, gerekse benzer akademik veya güncel yayın ve yazılarda özel bir çaba dikkat çekmektedir: İslam’ın kuruluş yıllarının uygulamalarına gönderme yaparak, Kuran’ı yeniden ve bugünün kadın-erkek eşitliği norm ve talepleriyle uyumlu bir tarzda yorumlama çabası. Hatta bu çaba sadece kadın konusu ile de sınırlı kalmamakta, bütün sosyal alanları kapsayan bir akım haline gelmektedir.* Diyanet’in Kadın Konulu Yayınlar Kongresi Sonuç Bildirgesi, bu çabanın artık resmi ellerde de olgunlaştırılmış ve ilan edilmiş bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.
Tüm bu gelişmelerin arka planında sınıf mücadelesinin ve kadınların sosyal kurtuluş mücadelesinin etkilerini görmemek mümkün değil. Şöyle ki;
1. Kadınların kapitalizme karşı yürüttükleri sınıf mücadelesi içinde gelişen eşitlik mücadelesinin iki yüz yılı aşan geçmişi ve birikimi, Türkiye’deki sosyal mücadeleleri de yüzyılı aşkın bir süredir etkileyerek ve geliştirerek kadınlar cephesinde de önemli bir birikim yaratmıştır.
2. Kadınların, cinsiyetlerine yönelik özel baskı ve aşağılamaları da içeren sınıfsal ezilmelerine ve ikinci cins muamelesine karşı bugüne kadar yürüttükleri mücadele ve bu mücadelenin kadının toplumsal profilinde yarattığı değişim; geniş bir nüfusun ve kitlesel bir kadın nüfusun desteğine sahip bulunan ve 3. dönem iktidar sürecini yaşayan AKP ile birlikte onu da kapsamak üzere bütün bileşenleriyle politik İslam akımı üzerinde, tutum ve politika alanında olduğu gibi, düşünsel planda da dönüştürücü bir etki yaratmıştır. Nitekim Kadın Konulu Yayınlar Kongresi Sonuç Bildirgesi de, kadın hareketinin göz ardı edilemez bir olgu olduğunu teslim etmektedir: “…Türkiye’deki kadın hakları girişiminin görece olarak İslam dünyasındaki kadın hareketlerinden daha ileri bir aşamada olduğunu söylemek mümkündür…”
Elbette burada, kadın hareketinin niteliğinde süreç içinde oluşan gelişme ve ilerlemenin, İslami akımların etkilediği kadın kitlelerinde de dönüştürücü bir etkiye yol açtığı üstü kapalı bir kabul olarak anlaşılmaktadır.
Ancak burada tepkisel bir etkinin de olduğu yadsınamaz. Zira kadın mücadelesi ve birikiminin bütün unsurları; kah batıcı etkilenmeleri, kah laik cumhuriyetçi egemen söylemin etkisi ve ideolojik uzaklıkları nedeniyle, dini bütün bireye ve kadının dindar kimliğinin sosyalleşmesine, evin dışına çıkmasına üstten bakan ve dolaylı da olsa onu küçümseyen bir dil ve söylemi egemen kılmışlardır. Bu egemen söylem, İslami kesim üzerinde öylesine bir baskı ve travma yaratmıştır ki, kadın sorunu konusunda da bu travmayı ve baskıyı aşmak için İslami kimlik ile kadın eşitliğini ve güncel kadın hak ve taleplerini uzlaştıran bir söylem geliştirmek kaçınılmaz bir görev olmuştur.
3. Öncesini bir yana bıraksak bile, bütün Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle kadınlar söz konusu olduğunda en bağnaz ve kadını din adına en çok aşağılayan, kadının cehaletinden din adına en çok nemalanan bir pratiğin sahibi olan Türkiye’nin dinci ve muhafazakar politik geleneğinin uğradığı bu radikal dönüşümde büyük devrimci bir atılım keşfetmek saflık olur. Hareketin, onları bir revizyona mecbur bıraktığı açık.
Bu mecburiyetin önemli nedenlerinden biri; daha önceki kadın mücadelesi birikiminin İslami bir bakışla ve sorgulanıp içselleştirilmesiyle birlikte, İslami kimlik içinde kendini ifade eden hatırı sayılır bir okumuş kadın kuşağının oluşmuş olması ve türbana özgürlük ve eğitim hakkı mücadelesi başta olmak üzere, bütün bu yönelimin yarattığı deney, bilgi, yazın ve söylem birikimidir. Diğeri ise, bu bilinçlenmiş kadın kuşaklarının, içinde yer aldıkları politik İslami akım ve kesimlerin fiilen ve fikren dönüşüme uğramasında önemli bir rol oynamış olmalarıdır.
4. Yine genel olarak yeni İslami kuşakların ve özel olarak bu okumuş İslami kimlikli kadın kuşaklarının gerek yazın ve politika, gerekse sosyal bilimler alanında önemli bir İslami literatür oluşturduğu da bir gerçektir. Bu literatürün bir yanını da kadın sorunu üzerine yazılanlar oluşturmaktadır. Bu literatürün, genç İslami ve hatta liberal kadın toplulukları içinde bir aydınlanma kaynağı olarak rol oynadığı da bir gerçektir.
5. Son bir etken daha sayılabilir. AKP’nin AB ilişkileri çerçevesinde imzaladığı sözleşmeler ile yaptığı yasa ve anayasa değişiklikleri ve taahhüt ettiği kadınlarla ilgili değişiklikler ile açıkça yaslandığı dini referansları arasındaki çelişki ve uzlaşmazlığın, hem pratik politik süreç, hem ideolojik açıdan onu zora sokması, kadınlarla ilgili dini çerçeveyi revize etmek ihtiyacını dayatmıştır.
Sonuç itibariyle “…Din, teoride ve pratikte farklı olabilir; yani farklı toplumsal ve tarihsel bağlamlarda insanlar tarafından hem algılanışı hem de uygulanışı farklı olabilir. Bu nedenle dinsel ideolojinin, farklı tarihsel/ toplumsal koşullarda farklı biçimlerde eklemlenebileceğini ve dolayısıyla değişik uygulamalara yol açabileceğini göz ardı etmemek gerekmektedir…” (“Toplumsal Cinsiyet ve Din”, Nazife Gürhan, Mardin Artuklu Üniv. Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Araş. Gör., e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, www.e-sarkiyat.com, ISSN 1308-9633, Sayı: IV, Kasım 2010)
Özetle, son derece pragmatist bir politik tutuma sahip olan AKP, bütün bu gelişmeleri ustalık döneminin dersleriyle de birleştirerek, kadın sorunu alanında yüzyılların kazanımlarının yarattığı hak ve olgular da içinde olmak üzere, bütün mevcut hareketi kendi politik mecrasına dökecek bir yol izlemekte tereddüt etmemiştir. Dini gericiliğin devlet eliyle “…en ücra köylere kadar..” örgütlendiği bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, son kongre hamlesi ile kadın sorunu üzerinden ülkenin ‘en devrimci’ örgütü pozisyonuna yükseltmiştir.
Bu hamle ile, bir yandan kendi politik şemsiyesi ve mücavir alandaki dinamik kadın kesimlerinin mücadele ve söylemlerini kabul edip, onlara ve birikimlerine politik bir değer biçtiğini gösterirken, onlara, kadın sorunu konusunda yeni perspektiflere ve her türlü ilerici yoruma açık olduğu mesajını iletmektedir. Tek koşul, İslam ile karşı karşıya gelmemek ve hatta eklemlenebilmek ve tabii ki, düzenin temel taşlarını sarsmaya yeltenmemek..
Öte yandan üç dönem üst üste iktidar olmanın getirdiği özgüvenle, ülkenin diğer laik, feminist ve devrimci kadın hareketlerinin etki alanındaki kadınlara da kendi politik mecrasında yer alabileceklerine dair bir göndermede bulunmanın da bir diğer sonuç olduğu söylenebilir.