GİRİŞ: IRAK, ON YIL SONRA YOL AYRIMINDA
Irak, ABD’nin başını çektiği emperyalist koalisyonun müdahale ve işgaliyle Saddam rejiminin devrilmesinden on yıl sonra yeni bir yol ayrımına gelmiş bulunuyor. Aradan geçen on yıla rağmen Şii ve Sünni Araplar ile Kürtlerin kendi aralarındaki sorunları giderememesi ve daha da ötesinde başta petrol olmak üzere paylaşım sorunlarının yanı sıra Suriye üzerinden yaşanan bölgesel kamplaşmada bu güçlerin karşı karşıya gelmesi, Irak’ın geleceğini belirsizliğe sürüklüyor. Kerkük’ün statüsü/geleceği ve yetki paylaşımı üzerinden Irak merkezi hükümeti (Maliki Hükümeti) ile Kürdistan Federe Yönetimi arasındaki anlaşmazlığın Kerkük’e her iki hükümetin askeri güç göndermesiyle çatışma noktasına varması, bu iki hükümet arasındaki ilişkilerde denge unsuru olan Cumhurbaşkanı Talabani’nin sağlık durumunun belirsizliğini koruması, Türkiye’ye sığınan Irak eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı –Sünni– Tarık Haşimi’nin Irak’taki terör olaylarından sorumlu tutularak idama mahkûm edilmesinden sonra uzun bir süredir sessizliğini koruyan Sünnilerin tekrar harekete geçmesi gibi gelişmeler, Irak’ta olası çatışma ve ayrışmaları gündeme getirmektedir. Bu gerilim ve kamplaşmalar üzerinden bağımsız Kürt devleti olasılığı ilk kez bu kadar açıktan tartışılmaya başlanmış ve Türkiye, Maliki ile çelişkisi ve Barzani’yle yakın siyasi ve ticari ilişkileri üzerinden, ilk kez, bağımsız bir Kürt devletini bugün için ister olmamakla birlikte, kendisi için bir tehdit olarak görmeme noktasına gelmiştir.
Bugün Irak’ta olası gelişmeleri doğru anlamak için son on yılda olanları kısaca hatırlamak ve gelinen yerde Irak’taki toplumsal-siyasal güçlerin bölgesel kamplaşmanın neresinde durduklarına bakmak gerekmektedir.
GOP VE ABD MÜDAHALESİ SONRASI IRAK
Dünyadaki petrol rezervlerinin yüzde 65’ini ve doğalgaz rezervlerinin yüzde 41’ini bulunduran bölge (Ortadoğu), yüz yılı aşkın bir süredir emperyalist güçlerin öncelikli mücadele ve müdahale alanlarından biri konumunda bulunuyor. 2001 11 Eylül’ünde El Kaide tarafından gerçekleştirilen terör eylemleri, ABD’nin “terörle mücadele” ve “güvenlik” söylemi eşliğinde bölgeye kendi politik çıkarları üzerinden müdahale etme amacına dayanan “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi”ni (GOP) gündeme getirmesinin önünü açmıştı. Bu projeyi gerçekleştirmeye yönelik müdahaleler, “önleyici savaş stratejisi” adı altında ve ABD’nin tehdit olarak belirlenen ülkelere müdahale hakkı olduğu savunusu üzerinden başlatıldı. Bilindiği gibi, ilk hedef, El Kaide’nin merkezi olan Afganistan’dı. Ardından ABD tarafından GOP’u uygulamanın merkez ülkesi olarak belirlenen ve zaten 1990-91’deki Körfez Savaşı’ndan beri ABD ile çatışma halinde olan Irak’a yönelik müdahaleye ortam hazırlandı. Saddam’ın El Kaide’yi desteklediği ve kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiaları üzerinden Mart 2003’te Irak’a müdahale başlatıldı ve aynı yıl içerisinde Irak ordusu yenilgiye uğratıldı.
Saddam sonrası Irak’ta, kendi aralarında farklı fraksiyonlara bölünmüş olsalar da, üç önemli siyasi güç odağı ortaya çıktı; nüfusun büyük bölümünü oluşturan Şiiler (yüzde 60-65), Sünni Araplar (yüzde 12-15) ve Kürtler (yüzde 18-20). ABD müdahalesi sonrasında yıllardır ulusal hakları için mücadele eden Kürtler, oluşan uygun koşulları değerlendirerek, Irak’ın kuzeyinde Kürdistan Federe Yönetimi’ni oluşturdular. Ama merkezi yönetimin Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasında bölüştürülmesine rağmen Irak’ta istikrar bir türlü sağlanmadı. Irak’ta rejim değişikliğinin domino etkisi yaratarak diğer ülkelere sıçraması beklentisi içindeki Bush yönetiminin bu beklentisi de gerçekleşmedi. Katliam ve işkencelerin yarattığı tepki, süren istikrarsızlık ve çatışmalar Irak’ta savaş batağına saplanan Bush yönetiminin diğer ülkelere müdahale hesaplarını boşa düşürdü. ABD, kendi çıkarlarını koruyacak şekilde Irak’tan nasıl çekilebileceğini tartışmaya başladı. Çekilme sürecine yönelik yol haritası Bush yönetiminin 2006’da ‘Irak Çalışma Grubu’na hazırlattığı rapor (Baker-Hamilton Raporu) ile oluşturuldu. Rapor, Irak’ta istikrarın sağlanması için ABD’nin Irak’tan çekilme sürecine dair bir takvimi dünyaya duyurmasını, Irak’ın üç özerk bölgeye (Şii, Sünni ve Kürt) bölünmesi yeni sorunlar doğuracağı için bunun önüne geçilmesi amacıyla İran, Suriye gibi bölge ülkeleriyle diplomatik ilişkilerin geliştirilmesini ve Kerkük’te 2007’de yapılması öngörülen referandumun ertelenmesini öneriyordu. Bu rapor, aynı zamanda, Türkiye’yi, ABD işgali sonrasında oluşacak boşluğu doldurabilecek önemli bir bölgesel aktör olarak değerlendiriyor, PKK’nin Irak’taki varlığı konusunda Türkiye’nin hassasiyetlerinin gözetilmesi gerektiğine dikkat çekiyordu.
BÖLGESEL AKTÖRLER VE IRAK’TA İKTİDAR MÜCADELESİ
Bilindiği gibi, 2003 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçirilememesi, ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a cephe açma planını bozmuş, bu durum ABD-Türkiye ilişkilerinin tarihinin en gerilimli dönemlerinden birini yaşamasına yol açmıştı. ABD Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirmiş, Türkiye’nin Irak sınırları içindeki PKK kamplarına hava ve kara operasyonları yapmasının önüne geçmişti. Yine Türkiye’nin müdahalenin dışında kalması, Kürtlerin Irak’taki pozisyonunu daha önemli hale getirmiş ve Kürtler, Türkiye’nin “kırmızı çizgi” olarak görüp karşı çıkmasına rağmen federe yönetim oluşturarak, geleceklerini belirleme yönünde önemli bir adım atmıştı. İşte Baker-Hamilton Raporu, ABD’nin Kürtler ve Türkiye arasındaki ilişkilerde yeniden Türkiye’yi gözeten bir denge oluşturmasını (bu denge üzerinden Türkiye ve Kürdistan Federe Yönetimi’nin ABD’nin politik çıkarları ekseninde bir araya getirilmesini) ve Türkiye’ye yeni bölgesel roller verilmesini istiyordu. Bu temelde Türkiye’nin zayıf karnı olan Kürt meselesinde “PKK’nin bölgede istikrarsızlık yaratabilecek silahlı bir güç olmaktan çıkartılması” için ABD-Türkiye ve Kürdistan Federe Yönetimi arasında ortak çalışmalar yapılması öneriliyor ve yine Türkiye’nin referandum olması halinde Kürdistan bölgesine katılacağı kesin olan Kerkük’teki referandumun ertelenmesi beklentisi yönünde politika belirlenmesi gerektiği belirtiliyordu. İşte raporda da vurgulanan Türkiye ile politik ilişkilerin yeni dönemdeki ihtiyaçlara uygun olarak geliştirilmesinin en önemli adımı 2007 Kasım’ında yapılan Bush-Erdoğan görüşmesinde atıldı. ABD, Türk ordusunun Irak Federe Bölgesi’ndeki PKK kamplarına hava ve kara operasyonları yapmasına ‘olur’ verdi. Ama öte yandan da PKK’ye karşı ortak önlemler alma üzerinden Türkiye egemenlerinin ‘kırmızı çizgi’ olarak belirlediği ve “görüşmeyiz” dedikleri Kürt Federe Bölgesi Yönetimi ile doğrudan görüşmelerin önü açıldı. Aslında PKK’ye karşı yapılan operasyonların askeri anlamda bir işe yaramadığını dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt bile itiraf etmiş; ama bu operasyonlar ABD’nin Türkiye’yi kendi çıkarlarına hizmet edecek bir çizgiye çekmesini sağlayan politik operasyonlar olarak önem kazanmıştı. O güne kadar ABD’ye mesafeli gözüken Genelkurmay bile, yeni dönemdeki ilişkileri “mükemmel” olarak değerlendirmiş, böylece Türkiye egemenleri, ABD’nin kendilerine yeni dönemde biçtiği ve “bölgenin lider ülkesi” söyleminin arkasına saklanılan ‘bölgesel taşeronluk’ rolüne hazır hale getirilmişti.
ABD’nin, Irak üzerinden, başta İran olmak üzere, diğer bölge ülkelerine müdahaleyi yayma/genişletme hesabının tutmamasının en önemli sonuçlarından biri de, İran’ın Irak üzerindeki ve dolayısıyla bölgedeki güç ve etkisini arttırması oldu. ABD’nin İran’a karşı müdahale üssü haline getirmeye çalıştığı Irak, İran’ın etkisindeki Şii siyasi odakların egemen olduğu bir ülke haline geldi. Irak’ta bütün Şiilerin dini lideri olarak kabul edilen Büyük Ayetullah Ali Sistani, Nuri El Maliki’nin (önceli İbrahim El Caferi’ydi) Dava partisi, El Hakim’in Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi, Sadr grubu gibi farklı çizgide duran Şii siyasi odaklar İran’ın girişimleriyle bir araya getirildi. ABD’nin Irak’tan çekilmesinin hemen öncesinde (2010’da) yapılan seçimler ve ardından hükümet kurma sürecinde yaşanan gelişmeler, Irak’ta oluşan yeni dengelerin görünür olmasını sağlamıştı. Bu seçimlerde, ABD’nin, 2003’teki işgali sonrasında, ABD’den getirterek başbakan yaptığı İyad Allawi’nin etrafında toplanan Sünni blok (El Irakiye), 325 üyeli parlamento için 91 sandalye kazanmıştı. Allawi’nin bu “başarı”sının arkasında, ABD’nin yanı sıra Irak siyasetine Sünniler üzerinden müdahale etmeye çalışan Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan da vardı. Allawi’nin seçimlerden hemen sonra İran’ı hedef alarak yaptığı “komşuların Irak’ın içişlerine karışmaması gerektiği” açıklaması, aynı zamanda onun durduğu yeri gösteriyordu. Seçimlerde Allawi’nin hemen ardından şimdiki Başbakan Maliki, 89 sandalye ile ikinci oldu. Maliki’nin listesinin ardından üçüncü ve dördüncü olarak, radikal Şii gruplar, El Hakim ve Sadr yer aldı. 2005 seçimlerinde 75 sandalye alan Kürt ittifakı ise, bu seçimlerde güç kaybederek 57 sandalye alabilmişti. İran, ABD ve Türkiye’nin Allawi (Sünniler) üzerinden Irak siyasetini belirleme girişimlerine karşı aralarında anlaşmazlıklar olmasına rağmen Şii grupları bir araya getirdi. Ötesinde, Şiiler, Kürtlerle de ittifak yaparak, ABD ve Türkiye’nin en azından Allawi’nin cumhurbaşkanı olması girişimlerine karşı Talabani’nin bu görevini sürdürmesinin yolunu açtı. Sünni blok ise, ancak Meclis Başkanlığı (Usame Nuceyfi) ile Cumhurbaşkanı Yardımcılığını (Tarık el Haşimi) alabildi.
Irak’ta 2010 Seçimleri sonrasında kurulan hükümet üzerinden oluşturulan dengeler, özellikle Şiileri hedef alan saldırıların devam etmesine, yine statüsü belirsizliğini sürdüren Kerkük’te patlayan bombalara ve petrol gelirlerinin paylaşımı konusunda Irak merkezi ve Kürdistan Federe yönetimi arasındaki anlaşmazlıklara rağmen devam etti. Ancak Suriye üzerinden yaşanan bölgesel kamplaşma ve çatışmaların Irak’taki siyasi odakları karşıt kamplara bölmesi, bu göreceli denge durumunu ortadan kaldırdı ve Irak’taki siyasi güç odaklarını çatışma noktasına getirdi. Suriye’deki çatışmaların Irak’taki siyasi dengeleri doğrudan etkilemesi, aslında bu dengelerin nasıl bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu da gösterdi.
Başbakan Nuri El Maliki, Suriye’de yaşanan çatışmalar konusundaki tavrını, Suriye’ye müdahaleyi savaş nedeni sayan İran gibi, en başından ortaya koydu. Maliki, Suriye’de muhalefeti askeri ve parasal olarak destekleyen ülkelerin Suriye halkının dostu değil düşmanı olduklarını söylemiş ve özellikle Türkiye’yi de hedef alarak, bu ülkelerin de Suriye’de yaşanan çatışmaların benzerini yaşamaktan kendilerini kurtaramayacakları uyarısını yapmıştı. Böylece, kendisi de uzun yıllar Suriye’de kalmış bir siyasetçi olarak, Suriye üzerinden yaşanan bölgesel kamplaşmada, Irak merkezi hükümetinin, ABD’nin hedefi konumunda bulunan ancak arkasında Rusya ve Çin’in yer aldığı ‘Şii hilali’nin (İran, Suriye ve Lübnan Hizbullahı) içinde yer aldığını ortaya koymuştu. Maliki, bu dönemde, özellikle Katar ve Suudi Arabistan’ı yanına alarak Suriye’ye müdahalenin öncülüğünü yapan Türkiye (AKP Hükümeti) ile sık sık karşı karşıya geldi. En başından beri Irak siyasetine Sünniler üzerinden müdahale etmeye çalışan Türkiye’yi içişlerine karışmaması konusunda uyarmış, hatta AKP Hükümeti’ni, Türkiye’de de farklı etnik ne dinsel (mezhepsel) kesimler olduğunu söyleyerek, tehdit etmişti. Maliki’nin bu dönem attığı bir diğer adım da, Irak’ta özellikle Şiileri hedef alan terör olaylarından sorumlu tuttuğu ve Türkiye-Katar-Suudi Arabistan’la yakın ilişkileri bulunan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi hakkında yakalama kararı çıkarması oldu.
Tarık El Haşimi, Sünni blok içinde Katar, S. Arabistan ve Türkiye ile en yakın ilişkilere sahip olan liderdi. Maliki, bu ülkelerin Haşimi üzerinden Irak rejimini istikrarsızlaştırmaya çalıştıklarını iddia ediyor ki, bu iddianın temelsiz olduğu söylenemez.
Saddam’ın eski istihbaratçılarını “koruma” olarak kullanan Haşimi’nin “ölüm timleri”ne sahip olduğu çeşitli çevreler tarafından dillendiriliyor (burada dün Saddam’a karşı olanların bugün Saddam’dan arta kalanları kullanmaya çalışmasını Irak’ın on yılda geldiği yeri göstermesi bakımından dikkat çekici bir olgu olarak hatırlatmış olalım). Haşimi ve korumaları hakkında dava açan mahkeme, onları 150’yi aşkın silahlı-bombalı eylemden sorumlu tutuyor. Haşimi’nin gıyabında yapılan yargılamada geçtiğimiz yılın sonlarına doğru kararını açıklayan mahkeme, Haşimi hakkında idam kararını vermişti. Bu mahkemenin ne kadar hukuka uygun yargılama yaptığı tartışılabilir, ancak yine de kararı oy birliği ile veren mahkemenin 8 üyesinin 3’ünün Sünni Arap, 2’sinin Kürt ve 3’ünün de Şii Arap olduğunu belirtmek gerekiyor. Haşimi, hakkında tutuklama kararının çıkartılmasından sonra, önce Kürdistan bölgesinde Barzani’ye sığınmış, ardından Suudi Arabistan ve Katar’a geçtikten sonra Türkiye’ye gelmişti. En yakın destekçileri Katar ve S. Arabistan’ın bile himaye etmeye korktukları Haşimi’ye AKP Hükümeti kol kanat germiş; Haşimi’nin yakalanması için interpol tarafından kırmızı bülten yayımlanmasının ardından Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ “Türkiye olarak başından beri desteğimizi verdiğimiz birini iade etmeyiz” açıklamasını yapmıştı. Irak’ı istikrarsızlaştırmaya yönelik terör eylemlerinden sorumlu tutulan Haşimi’nin himaye edilmesi, Maliki’nin Barzani ve Türkiye ile ilişkilerinin daha da gerilmesine neden olmuştu.
Barzani, Suriye üzerinden şekillenen bölgesel kamplaşmanın ve bu kamplaşmadaki görece denge durumunun Kürtlerin bölgesel aktörler içindeki önemini arttırdığını görerek, bu süreci bağımsız bir Kürt devleri kurma yönünde ilerletmenin hesabını yapmaktadır. Bu bakımdan Irak merkezi hükümeti (Maliki) ile karşı karşıya geldiği oranda Türkiye ve ABD’ye daha fazla yakınlaşmaktadır. Barzani, bağımsızlığa giden yolda güç ve önemini arttırmak için, Suriye Kürtlerini de, ABD, Türkiye, Katar, S. Arabistan ve Fransa destekli Suriye muhalefetinin (Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu – SMDK) içine çekmeye çalışmaktadır. Ancak Suriye Kürdistan’ında (Batı Kürdistan/Rojava) büyük oranda PKK çizgisindeki PYD’nin (Demokratik Birlik Partisi) etkin olması ve PYD’nin muhaliflere mesafeli durup bağımsız bir çizgide politika belirlemeye çalışması, bu hesapları zora sokmaktadır. Bu nedenle bir yandan Barzani, Yüksek Kürt Konseyi (YKK) içinde kendi çizgisindeki partilerin oluşturduğu ENSK (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) üzerinden PYD’yi sıkıştırmaya çalışmakta, öte yandan Suriye Kürtlerinin PYD’nin etkisi altında olmasından rahatsızlığını açıkça ifade eden Türkiye, Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı gruplar (özellikle El-Kaideci Nursa Cephesi) üzerinden PYD’nin etkisindeki Kürt bölgelerinde çatışma ve istikrarsızlık yaratarak Kürtleri savaşın içine çekmeye çalışmaktadır.
PAYLAŞIM SAVAŞI VE KERKÜK SORUNU
Suriye’deki çatışmalar Barzani ve Maliki’nin farklı kamplar üzerinden karşı karşıya gelmesine yol açmış olsa da, bu güçler arasındaki asıl çelişki, Irak’taki enerji kaynaklarının ve yetkilerin kullanımı konusundaki anlaşmazlıklarda düğümlenmektedir. Suriye Krizi, ancak bu çelişkilerin yeni bir boyutta ortaya çıkmasına yol açmıştır. 2005 yılında kabul edilen Irak Anayasasının 140. maddesine göre, Kerkük ve aidiyeti konusunda ihtilaf bulunan (merkezi hükümete mi, Kürdistan Federe Yönetimi’ne mi bağlanacağı tartışma konusu olan) diğer bölgeler için 2007 sonuna kadar bir referandum yapılmasını öngörülüyordu. Ancak 2007’de ABD’nin de girişimiyle referandumun 5 yıl ertelenmesi (o dönemde Kerkük’ün Kürdistan Federe Yönetimi’ne bağlanmasını istemeyen Türkiye’nin de talebi bu yöndeydi) kararlaştırıldı. Bu arada Kerkük’ün nerede yer alacağının Irak’taki dengeleri değiştirebilecek kadar önemli olduğunu belirtmek gerekiyor. Çünkü bugün Irak sahip olduğu petrol rezervleri bakımından dünyada 3. sıradayken, Irak petrolünün yarıya yakını (yüzde 40’ı) Kerkük’ten çıkarılmaktadır. Ancak bugün hala referandumun ne zaman yapılacağı, daha doğrusu yapılıp yapılamayacağı belirsizliğini koruyor. Geçen yıl Suriye üzerinden kamplaşmanın derinleşmeye başladığı dönemde Barzani, merkezi hükümetin petrol gelirlerinden Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin payının ödenmediğini söyleyerek, ABD’nin en büyük petrol tekellerinden Exxon Mobil ile bir anlaşma imzaladı. Ardından da 2012 yazında Türkiye ile ham petrol gönderip işlenmiş petrol alma konusunda bir ticaret anlaşması imzaladı. Barzani’nin bu anlaşmaları yapmaya yetkisi olmadığını ve dolayısıyla bu anlaşmaları tanımadığını söyleyen Maliki’nin en somut tepkilerinden biri de, 2012 Aralık ayının başlarında Türkiye’nin Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın bindiği uçağın Hewler’e (Erbil) inişinin engellenmesi oldu. Ama Maliki’nin bu girişime asıl tepkisi ‘Dicle Operasyon Ordusu’ adı altında askeri bir birlik oluşturarak, bu orduyu, aidiyet konusunda ihtilaflı olan Kerkük, Diyala ve Selahaddin’de konuşlandırması oldu. Barzani’nin Peşmerge ordusunu Kerkük’e göndermesi ile iki yönetim arasındaki gerilim çatışma noktasına vardı. Cumhurbaşkanı Talabani’nin arabuluculuğu ile şimdilik bir uzlaşma sağlanmış olsa da, Aralık ayında beyin felci geçirip Almanya’da yoğun bakıma alınan Talabani’nin sağlık durumunun belirsizliğini koruması, Irak’ta pamuk ipliğine bağlı dengelerin geleceğini daha da belirsizleştirmektedir. Çünkü oturduğu cumhurbaşkanlığı koltuğunu büyük oranda Maliki’ye borçlu olan Talabani, yine geçtiğimiz dönemde Maliki’ye karşı birleşen Barzani, Allawi, Sadr ve Meclis Başkanı Usame Nuceyfi’nin hükümeti düşürme girişimlerinin önüne geçilmesinde de önemli bir rol oynamıştı. Tabii burada Maliki’yi devirmek için harekete geçen bu güçlerin hükümetten çekilmemelerinin yarattığı çelişki bir tarafa; Kürt Goran hareketinin Barzani’nin safında durmamasını, Allawi’nin Sünni Irakiye listesinden önemli bir grubun Maliki’yi desteklemesini ve Şii Sadr’ın Büyük Ayetullah Sistani tarafından uyarılmasını, Maliki’nin devrilmesinin öyle kolay bir iş olmadığını gösteren diğer gelişmeler olarak not etmek gerekiyor.
Nuri El Maliki’nin hem ülke içindeki egemenliğini, hem de bölgedeki güç ve etkisini perçinlemek için attığı önemli adımlardan biri de, Kasım ayında Rusya’ya yaptığı ziyaret oldu. Rusya’yla 5 milyar dolarlık silah ve önemli ticari anlaşmalar imzalayan Maliki, yeni Irak’ın Rusya ile ilişki ve işbirliğini önemli bir noktaya taşımıştır. Maliki’nin attığı bu adımın aynı zamanda ABD’ye verilmiş bir mesaj olarak da anlam kazandığını belirtmek gerekiyor. Çünkü Maliki, Rusya ile önemli anlaşmalar yaparak, ABD’ye alternatifsiz olmadığını göstermiş olmaktadır. Zaten ABD’nin de bugün bölgesel kamplaşmanın farklı taraflarında yer almalarına rağmen Maliki’yi tamamen çizdiği söylenemez. Çünkü ABD, her şeye rağmen bugün Maliki’yi Şii Irak İslam Yüksek Konseyi ve Sadr grubu gibi Irak’ı doğrudan İran’ın etkisine sokacak radikal grupları dengeleyecek bir güç olarak görmeye devam etmektedir. Ötesinde ABD için Irak Çalışma Grubu’nun raporunda belirtilen Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması bakımından Maliki bunu sağlayabilecek en önemli aktör konumunda olmayı sürdürmektedir. ABD, bugün hala Irak’ın toprak bütünlüğünün kendi bölgesel çıkarları için daha uygun olduğunu düşünmekte, bu nedenle Maliki ile ilişkilerini koparmamaya çalışmakta ve Barzani’nin bütün girişimlerine rağmen bağımsız Kürt devletine görece mesafeli yaklaşmaktadır.
ABD’nin Irak’ta dengeleri gözeten politikası, Kürdistan Federe Yönetimi için Türkiye’nin önemini daha da arttırmaktadır. Bu nedenle, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Türkiye arasındaki “iyi ilişkiler”in mimarlarından biri olarak kabul edilen Başbakan Neçirvan Barzani, Aralık ayında Time dergisine verdiği röportajda “Maliki’ye karşı umut kapımız Türkiye” demekte ve yine “bağımsız Kürdistan için en az bir ülkeyi ikna etmemiz gerekiyor” diyerek Türkiye’yi işaret etmektedir. “Bölgesel liderlik” adına ve ‘yeni Osmanlı’cı heveslerle Suriye üzerinde somutlanan müdahale politikası izlemesi, Türkiye’yi, İran, Suriye ve Irak merkezi hükümetleriyle karşı karşıya getirip bölgede adım atamaz hale getirirken, ABD, bu konuda Türkiye’den daha temkinli davranmakta ve sağlam adımlar atmak için uygun koşulları beklemektedir.
SONUÇ YERİNE: IRAK, BÖLGESEL KAMPLAŞMANIN ORTA YERİNDE GELECEĞİNİ ARIYOR
Bütün bu gelişmeler üzerinden Irak’taki durumu özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir:
Birinci olarak; Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesinden on yıl sonra ülkedeki belli başlı siyasi güç odaklarının aralarındaki sorunları hala çözememiş olması, mevcut denge durumunun geçici olduğunu göstermektedir. Ancak Irak’ın geleceğinin ne olacağı (Irak’ta mevcut durumun devam edip edemeyeceği, 3 bölgeli; Şii, Sünni ve Kürt bölgelerine dayalı bir federasyon olup olmayacağı, Kerkük’ün statüsünün ne olacağı, Kürtlerin bağımsızlıklarını ilan edip etmeyeceği…) sorusunun cevabı da bu sorunların nasıl çözüleceğine bağlı olduğu için belirsizliğini korumaktadır.
İkinci olarak, Irak’taki istikrarsızlığın ve sorunların çözülememesinin en önemli nedenlerinden biri de, emperyalist güçlerin ve diğer bölge ülkelerinin ülkedeki siyasi güç odakları üzerinden Irak siyasetini belirlemeye/etkileme çalışmalarıdır. Başka bir deyişle Irak’ın istikrarı bir anlamda dış müdahalelerden ne kadar uzak kalabileceğine bağlıdır ki, başta Türkiye (Kürtler ve Sünniler) ve İran (Şiiler) olmak üzere bölge ülkelerinin müdahale ve etkisinin giderek artması, bu konuda Irak’ın geleceğinin fazla iç açıcı olmadığına dair işaretler olarak görülmelidir.
Üçüncüsü, Suriye üzerinden yaşanan bölgesel kamplaşmada, farklı kamplarda yer alan Irak’ın siyasi güç odakları, aynı kampta yer aldıkları ülkelerin desteklerini arkalarına alarak kendi güçlerini arttırmaya ve Irak’ta anlaşmazlık konusu olan sorunların (özellikle emperyalistlerin ve bölge ülkelerinin iştahını kabartan petrol gelirlerinin paylaşımının) kendi çıkarları temelinde çözümünü sağlamaya çalışmaktadır. Bu durum Suriye üzerinden sürdürülen bölgesel kamplaşmanın seyrinin ne olacağının, aynı zamanda Irak’ın ne olacağı sorusunun cevabını vermek bakımından belirleyici bir önem taşır hale getirmiş bulunmaktadır.
Dördüncü olarak, Bağımsız bir Kürt devletinin kurulup kurulamayacağı, bugün Suriye üzerinden sürdürülen bölgesel kamplaşma ve çatışmanın seyrine bağlı durumdadır. Bölgesel kamplaşmanın, bu kamplaşma içinde yer alan güçleri çatışma noktasına getirdiği oranda Maliki hükümeti ile ayrı kamplarda yer alan Barzani’nin Türkiye ve ABD’nin desteğini alarak bağımsız bir devlet kurması muhtemeldir. Ancak bugün için ne bölgesel kamplaşmanın seyri, ne de ABD ve Türkiye’nin tutumu o noktaya gelmiş değildir.