2012 1 Mayıs’ı, Kürt işçi hareketinde son birkaç yıldır açığa çıkmaya başlayan arayış ve mücadele eğilimlerinin daha görünür hale gelmesini sağladı. Kürt coğrafyasının hemen hrmrn bütün il ve büyük ilçelerinde yapılan yaygın ve kitlesel 1 Mayıs kutlamaları, Kürt halkının Kürt sorununun tam hak eşitliğine dayalı çözümü ve insanca yaşam mücadelesinin ülke genelindeki emek ve demokrasi mücadelesiyle birleştirilmesi; emekçiler arasında birlik ve halklar arasında kardeşlik duygularının geliştirilmesi bakımından önemli bir adım olmuştur. Özellikle Kürt ulusal hareketinin uzun bir dönem mücadeleyi sadece ulusal haklar/istemler ekseninde yürüttüğü, emek mücadelesini geleceğin bir sorunu olarak değerlendirdiği düşünüldüğünde, yeni dönemde içine girilen yönelimin dünden farklı bir tutuma işaret ettiği ve mücadelenin iki alanının; sınıfsal ve ulusal mücadele taleplerinin birleştirilmesi olanağını arttırdığı belirtilmelidir. Öte yandan Bölgede emeğe yönelik/sınıfsal taleplerin daha yüksek sesle dillendirilmesi, ulusal mücadelenin etkisinde olan ama en ağır şartlarda ve hiçbir güvenceye sahip olmadan örgütsüz çalışan geniş işçi ve emekçi kitlelerinin örgütlenme bilincinin geliştirilmesine de hizmet etmektedir. Büyük çoğunluğu güvencesiz ve örgütsüz işçi-emekçilerden oluşan Kürt işçi hareketinde gelişen bu eğilim, AKP Hükümetinin başta tekstil olmak üzere özellikle emek yoğun sektörlerin Bölge kentlerine taşınmasını teşvik etmesi, Bölge’nin Çinleştirilmesi söylemi eşliğinde ucuz ve örgütsüz emek sömürüsünü öne çıkaran politikaları karşısında yeni bir mücadele dinamiğinin gelişmesini de sağlayacaktır.
Kürt coğrafyasında bir taraftan cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürdürülen Bölge’nin ekonomik olarak geri bıraktırılması, öte taraftan son 30 yıllık çatışmalı süreç ve zorunlu göç politikası nedeniyle geniş halk kesimleri açlık, işsizlik ve yoksulluk içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Ulusal mücadelenin de en önemli dayanakları olan kır yoksulları ve kentlerin varoşlarındaki geniş işçi, işsiz, emekçi kitleler için iş, ekmek, barınma, sağlık gibi talepler giderek yaşamsal bir önem kazanmakta ve bu ihtiyaçların karşılanmasına yönelik insanca yaşam mücadelesi öncelikli hale gelmektedir. Kürt coğrafyasında işçi-emekçilerin ancak küçük bir bölümünün örgütlü olduğu dikkate alındığında sendikalar/emek örgütleri tarafından yapılan 1 Mayıs eylemlerinin kitleselliğinin arkasında bu geniş emekçi halk kesimlerinin talepleri ve mücadele yönelimi yatmaktadır. Örgütsüz işçi-emekçi kitlelerin bu mücadele yöneliminin sendikalar/emek örgütleri içinde örgütlü bir güce dönüştürülmesi hem ulusal mücadelenin güçlü-dinamik bir bileşene kavuşmasını, hem de bu mücadelenin sınıf talepleriyle birleştirilerek sömürüsüz, insanca bir yaşam kurma mücadelesine doğru ilerletilmesinin yolunu açacaktır.
KÖLECE ÇALIŞMA KOŞULLARI
Kürt coğrafyasında işçi sınıfının olup olmadığı tartışması uzun yıllar solun önemli tartışma konularından biri oldu. Ancak özellikle 90’lı yıllarda uygulanan zorunlu göç politikasıyla milyonlarca Kürt köylüsünün evini, barkını, toprağını bırakarak ülke metropollerinin varoşlarına ve Bölge kentlerine göç etmesinden sonra Kürt işsizleri önceleri Batı’daki işletmelerin ucuz işgücü olara kullanıldı, ardından Batı’daki emek yoğun sektörlerdeki işletmelerin bir kısmı Bölge’ye taşındı. Antep, Maraş, Adıyaman, Malatya, Urfa, Diyarbakır, Batman, Elazığ gibi Bölge kentlerinde 2000’li yıllarla birlikte tekstil, mermer-tuğla-çimento, petro-kimya gibi emek yoğun sektörlerde çalışan işçi sayısı giderek artmaya başladı. Tekstil, gıda, petro-kimya sektörleri ağırlıklı olarak yaklaşık yüz bin işçinin çalıştığı Antep’ten sonra Maraş’ta açılan tekstil işletmelerinde on binlerce (yaklaşık 30 bin) işçi çalışmaya başladı. Batman’da son bir-iki yılda yüze yakın tekstil işletmesi açıldı. Diyarbakır’daki işletmelerde çalışan 16 bin işçinin büyük bir bölümü mermer-tuğla ve tekstil sektörlerinde istihdam edilmiş durumda. Adıyaman’da tekstil ve petro-kimya sektöründe binlerce işçi çalışıyor. Urfa’da tekstilde çalışan binlerce işçinin yanı sıra her yıl 300 bin kişi geçici mevsimlik tarım işçisi olarak ülkenin 48 farklı kentine gidiyor. Yine Urfa’yla birlikte 200 bini Diyarbakır’da olmak üzere Bölge genelinde 2 milyona yakın geçici tarım işçisi yılın 6-7 ayını başka kentlerde ağır şartlar altında çalışarak, üstelik hiçbir güvenceye sahip olmadan ve dışlayıcı uygulamalara maruz kalarak geçiriyor. Özetle bugün Bölge genelinde güvencesiz, sigortasız, ağır şartlar altında çalışan yüz binlerce işçi (çalışmak için Bölge dışındaki kentlere giden mevsimlik tarım işçileri hariç) bulunuyor. Dolayısıyla Kürdistan’da bir işçi sınıfının olup olmadığı tartışması çoktan miadını doldurmuş durumdadır ve bugün için mesele bu geniş örgütsüz işçi-emekçi kitlelerin hangi talep ve politikalar üzerinden nasıl örgütleneceği konusunda düğümlenmektedir.
Bölge’de işçilerin çalışma ve yaşam koşulları Engels’in 1800’lerin İngiltere işçi sınıfının “fabrika köleliği” olarak tanımladığı ve “onun (işçinin) tüm zamanını alan, yemek ve uyumak için bile pek az zaman bırakan, açık havada yürüyüş yapmasını ya da doğanın tadına varması için hiç zaman bırakmayan bir mahkûmiyet” (F. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu. Sf. 155, Eriş Yayınları, 1997) sözleriyle özetlediği koşullarını anımsatmaktadır. “Günde 11 saat çalışıyoruz. Ayda 400 TL alıyoruz. Sigorta desen, yok. Hakkımızı isteyince patron ‘işine gelmiyorsa çalışma’ diyor” (Urfa). “İnsan olduğumuzu unuttuk. Kendimize zaman ayırmak istiyoruz. İşyerinde tek vardiya ve günde 16 saat çalışılıyor. Mesai farkı falan ödenmiyor ve alınan ücret asgari ücret. Onun da 100 lirasını geri veriyoruz.” (Adıyaman) “İşe girişte ‘sendikayla ilişkisi yoktur’ ibareli bir belge imzalatılıyor. Fazla mesai ücreti ödenmiyor, bunu yerine uygun zamanda izin kullandırıyorlar.” (K.Maraş) “23 yıldır çalışan ve 4 makineye birden bakan bir tekstil işçisiyim ama aldığım asgari ücret. Bu sürede hem bizim patronumuz hem de Başpınar’daki işverenler servetlerini 100’e katlamıştır ama ben hâlâ kirada oturuyorum.” (G.Antep) “Günde 10-12 saat 300-500 liraya çalışıyoruz. Sigortamız yok, üstelik ücretler de zamanında ödenmiyor.” (Batman)
Yukarıda Evrensel gazetesinde son birkaç ay içinde çıkmış haberlerde işçilerden yaptığımız kısa alıntılar bir araya getirildiğinde Bölge’de işçilerin çalışma koşullarına dair tablo tamamlanmaktadır. İşçilerin 8 saat çalıştığı işletme neredeyse yok gibidir. Hemen bütün işletmelerde işçiler işin durumuna göre 10 ile 16 saat arasında çalışmakta ve yine işletmelerin büyük çoğunluğunda bu fazla çalışmanın karşılığında fazla mesai ücreti alamamaktadır. Özellikle Kürt ulusal mücadelesinin görece daha etkili olduğu ve işçi sınıfının sendikal hareketinin çatışmalı ortamın yol açtığı baskı ve yasak politikaları nedeniyle zayıf olduğu Batman, Diyarbakır, Ş.Urfa gibi kentlerde işçilerin büyük çoğunluğunun sigortası bile yoktur. Yine işçi hareketinin belli bir mücadele birikiminin olduğu G.Antep’ten Bölge’nin içlerine doğru gidildikçe işçilerin aldığı ücret, asgari ücretten 350 TL’ye kadar düşmektedir. Üstelik işçiler bu ücretlerini dahi düzenli alamamaktadır. Batman’da işçilerin tuvalete dahi izin alarak gittikleri, yemeklerin düzgün çıkmadığı ama işçilerin ücretlerini düzenli alabildiği –ki, asgari ücretin altında olan bu ücretlerin bir kısmı İş-Kur tarafından karşılanmaktadır. İleride bu meseleye değineceğiz- Messi Tekstil fabrikasında çalışan bir işçinin “Şuan Batman’ın en iyi fabrikası bu. Ücretlerimiz düzenli alıyoruz” demesi ve konu ile ilgili tartışmada kendi patronunun diğerleri gibi olmadığını söyleyerek onu savunması, dahası diğer işletmelerdeki işçilerin bu fabrikadaki işçileri şanslı/ayrıcalıklı görmesi bu konuda söylenecek söz bırakmamaktadır. Ancak resmi işsizliğin bile ülke ortalamasının iki katı (yüzde 19-20’ler) ama yapılan araştırmalarda yüzde 35’lerde seyrettiği (Ankara Ticaret Odası’nın 2006 tarihli araştırmasında ülkenin 26 istatistikî bölgeye bölündüğü haritada yüzde 35,9 ile “Mardin-Batman-Şırnak-Siirt bölgesi” birinci ve 34,8 ile “Şanlıurfa-Diyarbakır bölgesi” ikinci sıradadır) Bölge’de patronlar bu işsizler ordusunu işçileri en ağır şartlar altında ve düşük ücretle çalışmaya zorlamak için kullanmaktadır. Yukarıda Urfalı işçinin aktardığı “işine gelmiyorsa çalışma” yaklaşımı patronların genel yaklaşımını yansıtmaktadır. Zaten sermaye çevreleri için Bölge’yi ‘cazip’ kılan en önemli yönü bu yoğun işsizlik nedeniyle işçilerin dayatılan kölece çalışma koşullarını kabullenmek zorunda kalmalarıdır. İşçinin hafta sonunun/tatilinin olmadığı, 10-16 saat arasında değişen uzun çalışma sürelerinde sürekli baskı altında tutulduğu ve tuvalete dahi izinle gidebildiği, işten sonra bu uzun çalışma süreleri nedeniyle işçinin uyumak/dinlenmek ve yemek dışında kendine-çocuğuna ayıracak zamanının kalmadığı, düşük ücretler nedeniyle en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığı ve sağlıksız koşullarda/evlerde barınmak zorunda kaldıkları bir kölece çalışma ve yaşam düzeni…
‘ÇİNLEŞME’ VE KÜRT SORUNU
AKP’nin ekonomi kurmaylarının bir süreden beri “Bölge’nin Çinleştirilmesi” söylemini kullandığı biliniyor. Peki, Bölge’yi Türkiye’nin Çin’i yapmak ne anlama geliyor? Bu sorunun cevabını Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan veriyor: “Yerel asgari ücret uygulamasına geçerek Bölge Türkiye’nin Çin’i yapılabilir ve özellikle emek yoğun sektörler Bölge’ye kaydırılarak hem işsizliği azaltıp hem rekabet gücümüzü arttırabiliriz.” Demek ki Çinleşme eşittir güvencesiz-ucuz iş gücü, yoğun emek sömürüsü ve sermayenin rekabet gücünün arttırılmasıdır! AKP Hükümeti, Nisan ayında açıkladığı son teşvik paketi ile “Bölge’yi Çinleştirme” söylemini uygulamak için harekete geçmiş oldu. Bu teşvik paketinde Kürt coğrafyasının işsizliğin-yoksulluğun en fazla olduğu 15 kenti* sermayeye en büyük teşvikin verildiği 6. Bölge’de yer aldı. Bakan Çağlayan, 6. Bölge’de verdikleri desteği anlatmak için “işveren sadece işçiye ödediği asgari ücretten sorumlu olacak” demektedir. Aslında bu bölgede patronlara düşen “sorumluluk” bu kadar bile değildir. Çünkü 6. Bölge’deki illerde asgari ücret alabilen işçi yok gibidir. Üstelik buradaki işletmelerin çoğunda 8-10 yıllık işçiler İş-Kur’un “kursiyer işçileri” gibi gösterilerek ücretleri İş-Kur tarafından (bu işçilerin bir kısmına sadece İş-Kur’un kursiyer işçilere verdiği 350 TL’lik ücret verilirken bir kısmına da bu ücretin üzerine patron tarafından verilen 100-200 TL eklenmektedir) ödenmektedir. ‘Kursiyer işçilik’ uygulamasının amacı İş-Kur tarafından işsizlere meslek edindirmek olarak açıklanmaktadır. İş-Kur bu kursiyer işçilerin 8 ay boyunca hem sigorta primlerini ödemekte ve hem de işçilere günlük 15 TL “harçlık” vermektedir. İşte işsizliği azaltmak, işsizlere iş edindirmek adına uygulanan projede eski işçiler ‘kursiyer işçi’ gibi gösterilerek ücretlerinin İş-Kur tarafından ödenmesi sağlanmakta; işsizlerin paraları patronların cebine aktarılmaktadır.
Teşvik yasasından patronların payına gümrük vergisi muafiyeti, vergi indirimi, sigorta priminin devlet tarafından ödenmesi, yatırım yeri tahsisi, işletmelere alınacak makinelerde KDV muafiyeti gibi destekler düşerken işçinin payına düşen ise yerel (bölgesel) asgari ücret ile düşük ücret ve kölece çalışma koşullarıdır. Ne diyordu Bakan Çağlayan? “Yerel asgari ücret uygulamasına geçerek Bölge, Türkiye’nin Çin’i yapılabilir.” Yani ‘bölgesel asgari ücret’ sermayeye teşvikin ve Bölge’yi Çinleştirmenin olmazsa olmazı olarak gündeme getirilmektedir. Zafer Çağlayan ASO (Ankara Sanayi Odası) Başkanı olduğu tarihten (2005’ten) beri bölgesel asgari ücreti savunuyordu. Bugün savunduğunu uygulamak için görev başındadır! Yine Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de “ekonomik büyüme” için bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmesinin zorunlu olduğunu her fırsatta dile getirmektedir. Bölgesel asgari ücrete geçilmesi, öncelikle Bölge’de fiili olarak uygulanan işçilere asgari ücretin altında ücret verilmesini ve kölece çalışma koşullarını yasallaştıracaktır. Bunun da ötesinde esnek ücret modelinin hayat bulmasının; bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmesinin sadece Bölge’de değil, ülke genelinde çalışma yaşamı ve işçi sınıfının kazanımları bakımından olumsuz sonuçları olacaktır. Çünkü bu politika üzerinden sınıfın birliği parçalanacak ve ötesinde bu bölünmüşlük üzerinden sınıfın ücret ve çalışma koşullarının görece daha iyi olduğu kesimler baskılanarak onlara diğer bölgelerde uygulanan ücret ve çalışma koşulları dayatılacaktır. Dolayısıyla bölgesel asgari ücrete karşı mücadele, sadece kölece çalışma koşulları dayatılan Kürt işçi hareketi için değil, ülke genelinde her milliyetten işçi sınıfının birlik ve kazanımlarını korumak bakımından büyük bir önem taşımaktadır.
Açıktır ki AKP hükümeti teşvik paketi ve bölgesel asgari ücret uygulamasıyla sadece ekonomik hedefler peşinde değildir. AKP’nin ‘açılım’ politikasının akıl hocalarından ve “terör uzmanı” İhsan Bal, teşvik paketinin siyasal hedefini şöyle açıklıyor: “Yatırım paketinin en önemli kısmı, Türkiye’nin kronik hale gelmiş Kürt sorununa yansıması ve terörle mücadeleye etkisi olacaktır kuşkusuz (…) Yapılan çalışmalar bize, terörle ekonomi arasında doğrudan bir ilişkinin olduğunu gösteriyor. Sefaletin arttığı, yüz binlerce işsizin sokaklarda dolaştığı yerlerde dağa çıkışın kolaylaştığı bilimsel bir gerçektir. (…) Çok daha önemlisi, teşvik paketi son yıllarda yavaş yavaş ortaya çıkan, entegrasyonist Kürt burjuvazisini daha güçlü hale getirebilir ve Kürt sorunun çözümünde aranan üçüncü dinamiği yaratabilir.”(7 Nisan 2012 Habertürk Gazetesi)
Demek ki, teşvik uygulamasının ve Çinleştirmenin siyasal amaçları arasında 90’lı yıllarda zorunlu göç politikası nedeniyle köylerinden göç edip kentlerin varoşlarına yerleşen ve bugün iş, barınma, sağlık gibi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama kaygısı içinde olan geniş işsiz-yoksul kesimleri yedekleme hedefi yer almaktadır. Burada yüz binlerce işsize iş bulunur ve bunlar yoğun emek ve uzun çalışma süreleri üzerinden geçim kavgasına sokulursa Kürt ulusal hareketine verilen desteğin azalacağı hesabı yapılmaktadır. Bu hesap yanlıştır ve Kürt sorununu ekonomik geri kalmışlık sorunu olarak tarif eden geleneksel inkârcı politikanın güncel bir versiyonundan başka bir şey değildir. Çünkü Kürt yoksulları bakımından insanca yaşam talepleri öncelikli hale gelmiş olmasına rağmen Kürt sorununun temelinde ekonomik nedenler değil; ulusal baskı, yok sayma politikaları yatmaktadır. Ötesinde bugün iş sahibi olurlarsa ulusal harekete destek vermekten vazgeçerler hesabı yapılan Kürt yoksullarının büyük bir bölümü zaten zorunlu göçten önce kendi köylerinde bir biçimde geçim kavgası veren ama öte yandan Kürt ulusal hareketine en büyük desteği veren kesimleri oluşturuyorlardı. Bütün bunlar bir tarafa, son 1 Mayıs’ta da görüldüğü gibi bu geniş işsiz-yoksul halk kesimlerinin ulusal taleplerin yanı sıra insanca yaşam talepleriyle alanlara çıkmaya başlaması, nasıl ki kapitalizmin geliştiği her yerde sömürü altındaki işçi-emekçi kesimlerin mücadeleye yönelmesinin önüne geçilememiş/geçilemezse, bugün Kürdistan coğrafyasında da mücadelenin engellenmesi bir tarafa daha güçlü bir mücadele dinamiğinin gelişmeye başladığını göstermektedir.
AKP’nin Kürt yoksullarını iş vaadiyle beklentiye sokma ve kendi politikalarına yedekleme hesabı kısa vadeli ve bu kesimlerin oyunu alma (dolayısıyla Kürt ulusal hareketini zayıflatıp “en büyük Kürt partisi” olarak kendi çözümünü dayatma) üzerinden yapılan bir hesap olarak değerlendirilebilir. Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in milletvekili seçildiği Urfa’da seçim döneminde çeşitli devlet kurumlarına yerleştirilen yaklaşık 13 bin İş-Kur işçisi önceleri kendilerine sadece AKP’nin ve “Faruk Babo”nun sahip çıktığını söylerken 29 Mayıs’ta iş akitleri feshedilecek ve 2 yıl boyunca İş Kur’un işçi alımından faydalanamayacak olan aynı işçiler bu kez ekmeklerinin ellerinden alındığını, aldatıldıklarını söyleyerek AKP’nin kapısına dayanmıştır. Dolayısıyla AKP’nin emek düşmanı politikalar nedeniyle işçiler üzerinden kendine sağlam dayanaklar oluşturma olanaklarının sınırlı olduğu ve bu bakımdan teşvik sisteminin asıl/öncelikli hedefinin işçiler olmadığı söylenebilir. AKP için “çok daha önemlisi entegrasyonist Kürt burjuvazisini daha güçlü hale getirilmesi”dir. AKP Hükümeti, Türk burjuvazisi ile işbirliği halinde hem Bölge’de hem de Güney Kürdistan’da yatırımlar yapan “entegrasyonist Kürt burjuvazisi”ni güçlendirerek siyasetin daha aktif bir aktörü haline getirmeyi ve kendi çözümüne kazandığı bu kesimler üzerinden Kürt sorununun çözümünde inisiyatifi ele almayı amaçlamaktadır. Bu bakımdan Kürt burjuvazisinin siyasetin aktif bir öznesi haline getirilerek kendi politikalarına dayanak yapılması arayışı ile Bölge’de ABD-Türkiye-Barzani işbirliği arasında bir bağ bulunmaktadır. Çünkü Türkiye’de Barzanili/Barzanici bir çözümü dayatmanın yolu, entegrasyonist Kürt burjuvazisinin Kürt özgürlük hareketinin karşısına çıkabilecek bir güç haline getirilebilmesinden geçmektedir. Hatırlanırsa 2010 12 Eylül referandumu sürecince Kürt hareketinin ‘boykot’ tutumunun karşısına Kürtlerin “AKP’nin demokratikleşme adımlarını desteklemesi gerektiği” söylemleri eşliğinde Kürt sermaye çevreleri çıkartılmıştı. Yine AKP’nin Bölge’de milletvekili-belediye başkanı adaylarının büyük oranda bu çevrelerden olması da ekonomik gücün siyasal güce dönüştürülmesi hesabından bağımsız değildir. Ama AKP’nin Kürt sermayesini kendi politikalarının dayanağı yapma politikası da kaçınılmaz olarak karşıtını da geliştirip güçlendirmektedir. 2012 1 Mayıs’ı Kürt ulusal hareketinin emek eksenli talepleri daha ileriden sahiplenmesi ve hareketin sınıfsal karakterinin daha da belirginleşmeye başlamasının en yakın ve somut örneği olarak durmaktadır.
İŞÇİ HAREKETİNDE ARAYIŞ; MÜCADELENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER VE OLANAKLAR…
Güvencesiz-ucuz iş gücü olma, uzun süreli çalışma, çoğu işletmede sigortanın dahi olmayışı her geçen gün büyüyen Kürt işçi hareketinde çoğu zaman kendiliğinden patlak veren eylemlerde kendini gösteren bir mücadele arayışını da beraberinde getirmektedir. Ancak bu arayış bugün sınırlı bir etki ve güce sahip olduğu için birleşik bir işçi hareketi oluşturmaktan uzak bir seyir izlemekte; dahası Bölge’nin farklı kesimlerinde değişik biçim ve düzeylerde kendini göstermektedir. Bölge işçi hareketinin merkezi olan Antep’te son bir iki yılda Çemen, Şireci, Naksan başta olmak üzere sendika, daha iyi ücret ve çalışma koşulları talepli birçok eylem/iş bırakma yaşanmıştır. Burada hareketin en önemli zaafı özellikle işçilerin büyük çoğunluğunun çalıştığı tekstil sektöründe örgütlü sendikaların işçilere güven vermekten ve mücadeleci bir çizgiden uzak tutumlarıdır. Antep’te tekstil sektöründe çalışan on binlerce (en az 60 bin) işçi olmasına rağmen Öz İplik-İş, Teksif ve DİSK Tekstil’in toplam örgütlülükleri 2500 işçiyi bulmamaktadır. Daha önceki işçi eylemlerinde bu sendikaların hiç birinin işçilere güven veren bir mücadele anlayışıyla hareket etmemesi, bugün mücadele arayışı içindeki işçilerde büyük bir güvensizlik yaratmaktadır. Dolayısıyla tek tek işletmelerde patlak veren eylemler, 1996 Ünaldı direnişinin tersine aynı koşullara sahip diğer işletmelerle de birleşemediği için genellikle ya yenilgiye uğramakta ya da patronların verdikleri sözlere dayalı küçük kazanımlarla sona ermektedir. Bölge’nin Kürt ulusal mücadelesinin etkisinin oldukça sınırlı olduğu Malatya, Elazığ, Maraş gibi sınır kentlerinde hem mücadele deneyimlerinin zayıflığı, hem de Türk ve Kürt halklarının birlikte yaşadığı bu sınır kentlerde devletin Kürt ulusal hareketine karşı milliyetçi refleksi geliştirmeye yönelik politikaları işçi hareketinde mücadeleci eğilimlerin gelişimini baskılamaktadır. Sendikaların buralarda örgütlenme yöneliminden ve mücadeleci bir sendikal çizgiden uzak duruşu, bu kentlerde işçi hareketinin gelişimi bakımından bugün etkisi sınırlı olsa da fabrika çalışması yapan, işçi kitleleriyle bağı olan tek hareket konumundan bulunan işçi sınıfı partisinin önemini ve görev-sorumluluğunu arttırmaktadır.
Kürt ulusal hareketinin gelişkin olduğu kentlerde (Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt, Muş,Van ve kısmen Urfa ile Adıyaman) bir yandan devletin baskı-yasakları ve buna karşı gelişen ulusal mücadelenin etkisi, öte yandan zaten sınırlı sayıda olan işletmelerdeki işçilerin yoğun bir işsizlik (sırada bekleyen büyük bir işsizler ordusu) baskısı altında olması işçi hareketinin bugüne değin süregelen zayıflıklarının en önemli nedenleri durumundadır. Sınıf partisinin örgütlenmelerinde etkin rol oynadığı ancak yukarıda belirttiğimiz baskılanmalar ve sendikal bürokrasinin mücadele çizgisinden uzak yaklaşımları nedeniyle Diyarbakır Akyıl, Urfa GAP ve Harran Tekstil gibi işletmelerdeki eylemlerin yenilgiyle sonuçlanması, buralarda ağır çalışma koşulları altındaki işçilerde mücadele yöneliminin gelişmesini yavaşlatmıştır. Ancak son yıllarda başta tekstil ve mermer olmak üzere emek yoğun sektörlerdeki işletme ve çalışan işçi sayısının giderek artması, işçilerin düşük ücretlere, uzun çalışma sürelerine ve ağır çalışma koşullarına karşı zaman zaman kendiliğinden gelişen eylemlerinin ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Özellikle bu kentlerdeki işçilerin düne kadar sigorta olarak gördükleri yeşil kart uygulamasının kaldırılması, sigorta talebini mücadelenin öncelikli taleplerinden biri haline getirmiş bulunmaktadır. Ağır çalışma koşulları ve düşük ücretler (ve bu ücretlerin zamanında ödenmemesi) bu bölgedeki işçi eylemelerinde belirleyici bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte sendikal örgütlenme bilincinin olmaması bu eylemlerin en önemli zayıflığı olarak göze çarpmaktadır. Çünkü örgütsüz oluşları, işçiler eyleme geçtiklerinde bile patronların harekete farklı biçimlerde müdahale etmesine olanak tanımakta ve işçilerin bu eylemleri ya başarısızlıkla ya da patronların işçileri en aza razı etmesiyle sonuçlanmaktadır. Geçtiğimiz aylarda Batman’da Hey-Güneştekin tekstil işçilerinin işletmelerinin kapatılması ve ücretlerinin ödenmemesine karşı yaptıkları eylem kısa sürede dağılmış, buradaki alacaklarını alamayan işçiler yine düşük ücretle ve güvencesiz olarak Batman’daki diğer tekstil işletmelerinde çalışmaya başlamıştır. İşçi hareketinin bu zaafını aşmak üzere harekete geçmesi bile patronları korkutmaya yetmektedir. İşte Diyarbakır’da tuğla işçilerinin sendikal örgütlenmeye yönelik toplantılar yapmaya başlamasının hemen ardından işçilere 3 yıldır zam yapmayan tuğla patronları yüzde 20 zam yaparak bu yönelimin önüne geçmeye çalışmışlardır.
2012 1 Mayıs’ının Bölgenin bütün kentleri ve belli başlı ilçelerinde ilk kez bu kadar yaygın ve kitlesel olarak kutlanması ve bu yönde ulusal hareketin ortaya koyduğu tutum, zaten ulusal mücadelenin bir parçası olan geniş işçi-emekçi kitlelerin kendi emek eksenli talepleri için mücadelesine güç vermiştir. Kürt ulusal hareketinin uzun yıllar emek eksenli mücadeleyi ulusal meselenin çözümünden sonra gündeme gelecek bir sorun olarak değerlendirmesine rağmen işçi-işsiz geniş Kürt yoksul kitleleri açısından insanca yaşam taleplerinin ertelenemez bir şekilde kendini dayatması, mücadelenin bu iki alanının; ulusal ve sınıfsal mücadele taleplerinin ortaklaştırılmasının önünü açmış bulunmaktadır. Geniş işçi-emekçi kitlelerin ulusal mücadelede sürecinde edindikleri deneyim ve birikimlerinin emek alanına da taşınmaya başlamasının Kürt işçi hareketinin mücadeleci bir çizgide gelişmesi bakımından büyük önemi bulunmaktadır. Burada söylenenlerden söz konusu mücadele birikiminin örgütsüz geniş işçi kitlelerinde kendiliğinden bir örgütlenmeye yol açacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Ancak sendikaların ya da sınıf partisinin işçileri örgütleme yönünde attığı/atacağı adımların işçi hareketinde karşılık bulması olanaklarının dünden çok daha ileri bir düzeyde olduğunu/olacağını belirtmek gerekiyor. Öte yandan en son sınıf partisinin etkisinin sınırlı olduğu Batman Hey tekstil eylemlerinde görüldüğü gibi gazete ve televizyon üzerinden işçilerin kendi eylemleri ve diğer işçi eylemleri arasında bağ/ilişki kurmaya başlaması, Kürt işçi hareketinin eylem yapan/mücadele eden kitlesinin yüzünü ülke genelinde işçi hareketine çevirdiğini ve onunla birleşme eğilimi içinde olduğunu gösteren olumlu/önemli bir örnektir. 2012 1 Mayıs’ında Kürt coğrafyasında yapılan bütün eylemlerde ulusal ve sınıfsal köleliğe karşı mücadele vurgusunun öne çıkması, zaten yıllardır ulusal mücadelenin bir parçası olan geniş işçi-emekçi kitlelerin Çinleştirmede ifadesini bulan kölece çalışma/sömürü koşullarına karşı mücadele yöneliminin ifadesi olmuştur. Bugün mesele bu yönelimin ulusal hak eşitliği ve sömürüsüz bir dünya mücadelesinde örgütlü bir güç haline getirilmesinde; başka bir değişle sınıf partisi ve mücadeleci sendikaların harekete geçmesinde düğümlenmektedir.