Birkaç seneden beri Brezilya‘nın Porto Allegre kentinde toplanan Dünya Sosyal Forumu (DSF)‘nun alt versiyonlarının değişik kıtalarda da yapılması yönünde karar verildikten sonra, Avrupa Sosyal Forumu (ASF) da düzenlenmeye başlandı. Bu forumların birincisi, geçen sene İtalya‘nın Floransa kentinde gerçekleşmiş, ana teması savaş karşıtlığı olan ve yaklaşık bir milyon kişinin katıldığı bir kapanış yürüyüşü ile, ASF, beklenenden daha başarılı olmuştu. Bu başarıda, elbette uluslararası gündemi teşkil eden emperyalist işgaller ve buna karşı işçi, emekçilerin mücadelesi büyük etken olmuştu. ABD emperyalizminin, öteki emperyalist ortaklarıyla birlikte, Irak halkına ve ülkesine karşı başlatmaya hazırlandıkları savaşa karşı mücadele, Floransa Forumu’nun ana temasını teşkil etmişti. Floransa sokaklarını hınca hınç dolduran yüz binlerce emekçi ve en başta da gençlik, emperyalist savaş ve yağma politikalarına karşı muhalefetlerini, yeni ve adil bir dünya özlemlerini haykırmışlardı.
İKİNCİ AVRUPA SOSYAL FORUMU BU YIL PARİS’TE
12-15 Kasım 2003 tarihleri arasında düzenlenecek olan 2. Avrupa Sosyal Formu, Paris merkezde ve üç yakın banliyö kentinin işbirliği ile yapılacak. Hazırlıkları yaklaşık bir yıldır süren bu önemli organizasyon esnasında 250‘den fazla toplantı, seminer, panel, söyleşi gerçekleşecek. ASF’nin politik içeriğine esas yön verecek beş temel eksen tespit edildi. Merkezine “sosyal Avrupa”yı koyan bu eksenler içerisinde savaşlar, neoliberalizm, azami kâr güdüsü, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin metalaştırılması/piyasalaştırılması gibi konular var. Temel konular baz alınarak yüzlerce alt başlığa bölünüyor ve tartışmaya sunuluyor.
Sadece ASF‘in Fransız inisiyatif komitesine baktığımızda, yüzlerce imzacı ve düzenleyici örgütün olması, bu sene katılımın, yine yüz binleri bulacağına işaret ediyor. Bu düzenleyiciler arasında, hemen hemen bütün büyük sendika merkezleri, politik partiler, birçok dergi çevresi ve yüzlerce yerli-yabancı dernek bulunuyor. Attac derneği, Le Monde Diplomatique dergisi, CGT, SUD, Köylü Konfederasyonu gibi sendikalar ile FKP gibi partiler bunlardan en çok tanınanları. Avrupa Sosyal Forumu‘nun düzenleyicisi göçmen dernekleri arasında Fransa DIDF de yer alıyor.
SOSYAL FORUMLAR NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Hiç şüphesiz, anti-küreselleşmeci hareket ve onun uluslararası politik platformları (sosyal forumlar), bugün karşımızda duran bir olgudur. Bu olguyu, yani Sosyal Forum’ların ve onun gerisindeki hareketin, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi sınıfların sermayeye ve emperyalizme karşı mücadelesi açısından ne gibi bir anlam taşıdığını anlayabilmek için, bunların ortaya çıkış koşullarını (toplumsal ve tarihsel bakımdan) göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.
Kısaca özetleyecek olursak: Birincisi; 90’lı yılların ikinci yarısında ortaya çıkan anti-küreselleşmeci hareketin ve onun uluslararası politik platformunun temelleri; dünya burjuvazisi ve gericiliğinin, uluslararası proletaryanın uğradığı geçici yenilgiyle birlikte azgınlaşan saldırganlığının neden olduğu ekonomik, sosyal, kültürel ve ekolojik tahribata dayanmaktadır. Başka bir deyişle, bu hareket; geniş toplumsal sınıf ve kesimlerin yaşamlarını altüst eden kapitalist-emperyalist saldırganlığa karşı gelişen hoşnutsuzluk ve tepkinin bir ürünü ve ifadesidir. Hareketin bu özelliği, onun kendisini nasıl tanımladığından ya da çeşitli ideolojik ve politik mihrakların ona yüklediği anlam ve misyondan bağımsız nesnel yönünü oluşturmaktadır.
İkincisi; hareketin belirtilen nesnel yönü, onun bugün esas olarak üzerinde bulunduğu ideolojik-politik platformunun muhtevasını da şekillendiren iki temel unsuru içinde taşımaktadır: a) Hareketin sosyal bileşiminin homojen değil, heterojen olması: Anti-küreselleşmeci hareket ve Sosyal Forum’lar çok geniş bir toplumsal yelpazeyi kapsayıp bir araya getirmektedir. Hareket ve platform bileşenlerinin genişliği, uluslararası sermayenin saldırılarının çok geniş bir alanda cereyan ettiği ve emperyalist devletler ve mali oligarşinin dışında hemen hemen tüm sınıf ve katmanları (farklı boyutlarda olsa da) derinden etkileyip sarstığını göstermektedir. b) Anti-küreselleşmeci hareket ve platformlarının, geçtiğimiz yüzyıla damgasını vurmuş en gelişkin sınıfın (dünya işçi sınıfının) ve hareketinin ağır darbeler alıp, politik ve örgütsel mevzilerini ve haliyle de ideolojik bir mihrak olarak etkisini yitirmiş olduğu bir tarihsel süreçte ortaya çıkması. Bu olgunun ideolojik-politik bakımdan anlamı şudur ki, köylülerden aydınlara kadar geniş toplumsal sınıf ve tabakaların içinde yer aldığı bu hareketin, bileşimi gibi, ideolojisi de heterojendir: Burada; kilise örgütlerinden burjuva aydınlarına, sendikalardan çevre örgütlerine, barış inisiyatiflerinden anti-emperyalist ve komünist örgütlere kadar, çok geniş bir politik yelpaze “bir araya” gelmiş bulunmaktadır. Tabiatıyla, hareketin uluslararası politik platformları da, çeşitli ideolojik akım ve mihrakların aynı zamanda rekabet ettiği forumlar durumundadır.
Anti-küreselleşmeci hareketle ilgili özgün olan diğer bir olgu da şudur: Uzun bir süreden sonra ilk defa; işçi ve emekçi hareketinde Marksizmin egemen ideolojik mihrak olarak çekim merkezi olmadığı koşullarda, kapitalist ve emperyalist saldırılara karşı politik bir muhalefet hareketi önünü açmaya çalışıyor.
Köklü ve gelenek oluşturmuş mihrakların çok ağır darbeler yediği tarihsel kesitlerde ortaya çıkan tüm muhalif “yeni hareketler” gibi, anti-küreselleşmeci hareket de, ortaya çıktığı dönemin egemen ideolojik-politik eğilim ve özelliklerine en açık olan harekettir. Örneğin, “neo-liberal küreselleşmeye karşı yurttaş girişimi” olarak da adlandırılan bu hareketin gözde örgütü “Attac”ta, bu yön, çok açık bir biçimde görülebilmektedir: “İdeolojik olmayışı”yla, dönemin en belirgin bir eğilimini yansıtır. (“İdeolojik olmayış”, “gerçekçi olma”nın bir gereği olarak algılanır. Ne var ki, ileri sürülen taleplere yüklenen misyon, kapitalizmin doğasını göz ardı ettiğinden, ütopiktir.) Bileşimi itibarıyla “sınıflarüstü olmasıyla”, sınıfsal örgütlenmelerin miadını doldurduğunu iddia eden günümüzün “modern” anlayışını, yeniden üretir. Kapitalist üretim tarzının yıkıcı sonuçlarını şiddetle eleştirir, ama onun kendisini, sorgulayıp mahkum etmez; çünkü kapitalist yıkımı, salt yanlış bir politikanın (“neo-liberal” politikanın) ürünü olarak görür. Bataklığı kurutmak yerine, sivri sinekleri öldürerek sonuç almaya çalışır. Ve ancak böyle bir mücadeleyle “başka bir dünyanın mümkün” olabileceği yanılsamasını yaygınlaştırır.
Fakat belirtmek gerekir ki, anti-küreselleşmeci hareketin ideolojik çizgisinin esaslarını bunların oluşturmasında şaşılacak bir durum yoktur. Nitekim, belirtilen tarihsel süreç ve özgün koşullarda ortaya çıkmış böylesi bir hareketin, ideolojik bakımdan da, esas olarak sosyal reformizmle malûl olması, bir sürpriz olmasa gerek. Elbette bu durum, harekete damgasını vuran sosyal reformizmle etkin ve ilkeli bir ideolojik mücadeleyi gereksiz hale getirmez, aksine, daha da zorunlu ve önemli kılar.
Bununla birlikte, ideolojik mücadele, sorunun yalnızca bir boyutudur. Diğer boyutu ise; Marksist parti ve örgütlerinin; kitle tabanı gençlik olması nedeniyle de ayrı bir önemi bulunan bu harekete kayıtsız kalmaması, buralarda bir araya gelen kitleleri sosyal reformistlerle baş başa bırakmaması, gücü ve olanakları ölçüsünde buradaki potansiyelin devrimci bir rotada seferber edilebilmesi için müdahale etmeye çalışmasıdır. Öte yandan, şurası da son derece açıktır ki, gerçek Marksist parti ve örgütlerinin bu harekete “katılışı”, bazı revizyonist partilerin öngördüğü gibi, bu harekete “bağlanma”, onun içinde “erime” olarak anlaşılamaz asla. Aksine, gerçek Marksist partiler ve örgütleri, bu harekete; işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi ve hareketini daha da güçlendirme perspektifi, amacı ve ölçüsünde ilgi gösterir, etkinlerinde yer alır, çalışmasına müdahale eder; bu çerçevede de, bu hareketi ve onun platformlarını asıl görevlerinden kaytarmanın ve top çevirmenin aracına dönüştüren sendikal bürokrasi ile politik güçleri teşhir ederler.
***
Avrupa Sosyal Forumu, tüm eksikliklerine rağmen, olumlu bir işlev görebilir. En azından şimdiden bilinen ve yüz binlerin katılacağı 15 Kasım yürüyüşü, işçi sınıfı ve ezilen kesimlerin moralinin, daha kapsamlı direnişlerin gerçekleştirilmesi için, yükselmesinde olumlu bir rol oynayabilir. Fransa‘da kısa bir süre önce yaşanan eğitimciler, kültür emekçileri, sağlık çalışanları vb.’nin grev ve mücadelelerinde görüldüğü gibi, sektörler düzeyinde bir hareketlilik ve tabanda bir mücadele isteği vardır. Eksik olan, bu mücadele isteğinin ve değişik alanlardaki eylemlerin koordinasyonudur. Bunu ise, ancak sendikalar ve sınıfın politik örgütleri başarabilirler, ama, Avrupa Sosyal Forumu esnasında yakalanacak olumlu atmosfer de buna hizmet edebilir. Aynı şeyin öteki Avrupa ülkeleri için de, belirli düzeylerde geçerli olduğunu belirtelim.
Paris‘te ve yakın banliyölerinde 12-15 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Avrupa Sosyal Forumu günleri, Fransa‘da ve Avrupa ölçeğinde, çeşitli sorunlarıyla, sermayenin işçi ve emekçi düşmanı saldırılarına karşı mücadelenin ele alındığı ve somut eylem ve gösterilerle de yükseltildiği günler olacaktır. Foruma katılacak olan binlerce parti, sendika ve dernek delegesi, kapitalizme karşı değişik alanlardaki mücadelenin sorunlarını tartışacaklar. Forum esnasında düzenlenecek eylemlere ve kapanış yürüyüşüne katılacak olan yüz binlerce emekçi ise, emperyalist küreselleşmeye karşı taleplerini haykıracaklar.